Yorum Ekle
 
Yorum No : 9289 | EMİNE ALTINSU16.11.2012 00:46:12
HOŞŞŞ GELDİNİZ HOCAMMM. SANMAYIN Kİ; SAYFADA YOKLUĞUNUZU HİSSETMEDİKKK. ALIŞTIK SİZİN BU GÜZEL - DERS VERİR - OKUDUKTAN SONRA BİZİ KENDİMİZE GETİREN YAZILARINIZI OKUMAYA HOCAM. ELİNİZE - BEYNİNİZE - TÜM BEDENİNİZE SAĞLIKLAR OLSUNNN.
DEĞİŞİK BİR MAKALE OLDU HOCAM. DEĞİŞİKKK DERKENNN TATLI BİR MASAL DİNLERSİNİZ YAAA - DİNLEDİKTEN SONRA GENZİNİZDE - VE BEYNİNİZDE TATLI , HOŞ , GÜZEL BİR TADA VE HİS BIRAKIR - AYNEN ÖYLE OLDU HOCAM. TADI DAMAKLIK YANİ. HİKAYE (MAKALESİ) DEDİĞİNİZDE BÖYLE OLUR İŞTEEE. PARMAK ISIRTTIRIR.
BİR BAKIMA MEMURLARIN ACI BİR HALİNİ GÖZLER ÖNÜNE SERDİNİZ HOCAM. NE YAPSIN BU MEMUR. BIRAKIN EVİNDE BİR ÇOCUĞU OLDUĞUNU İKİ ÇOCUĞU VARSA OKUTACAĞI VE EĞER TEK MAAŞSA NE YAPSIN BİZİM MEMURUMUZZZ. TABİİ Kİ YA DELİ YA DA VELİLİK YAPACAK. DEVLET BABACIKLAR BU HALE GETİREBİLDİLER GİDİŞATIIII. SUÇÇ ONLARDAAA - VEBALİ NASIL ÖDENİR BİLMEM-BİLEMEM. AMAAA SORUMLULUK ÇOKKK ÖNEMLİ - ADALETLİ DAVRANMAKKKK ÇOK ÖNEMLİ - AYRIM YAPMADAN İNSANLARA İNSANCA DAVRANMAK ÇOK ÖNEMLİİİ. YASTIĞA RAHATLIKLA BAŞI KOYUPPP İÇ HUZURLUĞU İLE UYUMAK ÇOK ÖNEMLİİİ - YOKSA KAYBEDECEĞİM KORKUSU İLEEE O KOLTUĞU AFFINIZA SIĞINIYORUM AMA POPONUN ALTINDA TAŞIMANIN HİÇÇÇÇ BİR ANLAMII VE ÖNEMİ YOKTURRR.. HA ONLAR OTURDULAR OOO KARAA BÜYÜK KOLTUKTA - HAAA BENİM KURBANLIK KUZULARIM KOYUNLARIM VARDIR YAAA ONLARRR İŞTEEE...
SÖZÜN KISASI HOCAMM BİZİ BİR DAHA YAZISIZ / MAKALESİSİZ BIRAKMAYINIZ - SENİN GİBİLERİNNN BU MEMLEKETE İHTİYAÇLARI VAR HOCAMM - BELKİ ARALARINDAN DERS ALAN ÇIKAR ADINA. HÜRMETLER SUNARIMMM.
 
Yorum No : 9293 | Nigar Reviol16.11.2012 07:08:11
Cok büyük bir zevkle okudum. Kaleminiz tükenmesin sevgili Caner bey.
 
Yorum No : 9294 | cüneyt tek16.11.2012 12:03:14
güzel anlamlı bir hikaye olmuş .memurların geçim sıkıntısınada değinmişsiniz.zeka özürlüler de toplumun bir parçası muhakkak kaleminize sağlık.
 
Yorum No : 9295 | Sevgi ÜNAL16.11.2012 13:02:43
Caner Bey, kaleminize sağlık. Gerçekleri tatlılıkla insanın gözüne sokan bir yazı olmuş. Kutlarım.
 
Yorum No : 9306 | cengiz güdek18.11.2012 11:26:16
mrb caner bey güzel öğüt verici bir hikaye olmuşbiraz daha uzun olablirdi.biraz kısa buldumhikaye yi kaleminize sağlık.
 
Yorum No : 9307 | ERVA SUNUR18.11.2012 12:20:37
Caner amca yazınız güzel. Okurken keyif aldık. Hem de çok. Çok teşekkür ederim. Bizim köydede deli dediğimiz kişiler var. Ben onları hem seviyorum hem de acıyorum.
 
Yorum No : 9308 | Mustafa ALSANCAK18.11.2012 19:42:32
Muhterem Caner ÖZTAŞ beyefendi...
"AKILLI OLUP DÜNYANIN KAHRINI ÇEKECEĞİNE DELİ OL DÜ HA SENİ AHRINI ÇEKSİN " DEYİMİNİZ ÇOK GÜZEL....

BENİM , AVRUPA'DA GÖRDÜĞÜM TÜRK TIR'LARININ BİRİSİNİN ARKASINDA ŞÖYLE YAZIYORDU. " BİRİYLE BALAYINA GİDECEĞİME TOPUYLA ALAYINA GİDERİM"

Maaşallah yine coşkulu bir şekilde yazınızı döktürmüşsünüz. Çok hoş olmuş doğrusu. Doğruyu söylemek gerekirse bizim Türkiye'mizde olduğu gibi DELİ BOLLUĞUNU dünyanın başka diyarlarında zor buluruz.
Bir zamanlar Mazhar OSMAN DİYE ÜN SALMIŞ BİR DELİ DOKTURU VARDI . DELİLERİN TEDAVİ OLDUKLARI HASTAHANE DE İSTANBUL- BAKIRKÖY'de olduğundan insanlar arasında meydana gelen her hangi bir tartışmada eğer karşı taraf işi deliliğe vuruyorsa :" SENİ BAKIRKÖYE GÖNDERMEK GEREKİR. SENİ ANCAK MAZAR OSMAN TEDAVİ EDEBİLİR" denirdi.
Her köyün bir delisi olduğu gibi Anadolu kasabalarının pekçoğunda daima , fazlasından Allah esirgesin, illâki bir veya iki deli insan muhakkak bulunurdu. Benim çocukluğumda bizim Marmara- İstanbul'a yakın küçük şirin bir kasabada da benim bildiğim bir "DELİ İSMAİL AGA" VARDI.SİZİN DE ANLATTIĞINIZIN TIPI TIPINA KASABANIN YARAMAZ ÇOCUKLARI TOPLANIP DÜĞÜN V E DERNEKLERDE "DELİ İSMAİL AGA'YI" :" aga aga fasül aga" diye kızdırırlardı .Çocukluk işte... O da HAKLI OLARAK ve AĞZINDAN SALYALAR AKARAK ÇOCUKLARI ÖNÜNE KATTIĞI GİBİ SOKAK SOKAK KOVALARDI. HERZAMAN ELİNDEN BIRAKMADIĞI BİR DE DİBİ TOPUZ GİBİ YUVARLAK VE ÇİVİLİ DEĞNEĞİ VARDI. ÇOCUKLARIN EN ÇOK KORKTUKLARI ŞEY DE İSMAİL AGA'NIN ELİNDEKİ DEĞNEĞİ BİRİSİNİN KAFASINA VURMA RİSKİ OLASILIĞI İDİ.

BU ADINIETTİĞİM İSMAİL AGA ÇOK ZENGİN BİR AİLENİN MENSUBUYDU. ANNE VE BABASI KARDEŞ ÇOCUKLARI OLDUĞU İÇİNDİR Kİ BU İSMAİL AGA BÖYLE AKIL NOKSANLIĞI İLE DOĞUP BÜYÜMÜŞTÜ .ALLAH,İNSANLARA VERDİĞİ AKLI GERİ ALMASIN .
Son anlattığınız memur delisi vatandaşımızın durumunu düşünmek bile insana büyük bir üzüntü veriyor. Böyle ekonomik koşulların zorladığı bir ortamda delilerimizden belki de binlercesi aramızda dolaşmaktadırlar. Bu durumdan sistem ve devlet utanmalıdır. Memuruna bakamayan bir devlet memurundan ne gibi bir prestasyon bekleyebilir lki?
Sayın Emine ALTINSU HANIMEFENDİ MAAŞALLAH YİNE AĞZINDAN VE KALEMİNDEN BAL AKITARAK O GÜZEL İFADE TARZI ve YAZILARINDAKİ İNANÇ ZENGİNLİĞİ İLE İNSANA BÜYÜK BİR HUZUR BAHŞETMEKTEDİRLER . BÖYLESİNE DOĞRULUĞU KENDİSİNE ŞİAR EDİNMİŞ VE SÖZÜNÜ ESİRGEMEYEN YAPISI İLE BERABER ÇALIŞTIĞI İNSANLARDA BÜYÜK KISKANÇLIKLARA NEDEN OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM. ŞU YAPTIĞI YORUMUNDA DA NEZAKET VE ZERAFETİN YARIŞINI SEYRETMEKTEYİZ . SELÂM OLSUN EMİNE HANIMA...
 
Yorum No : 9320 | EMİNE ALTINSU19.11.2012 22:24:30
SAYIN MUSTAFA ALSANCAK BEY HOCAM. ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. ÇOK DEĞERLİ BİR İNSANSINIZ. BURADANDA OLSA SİZİN GİBİ DEĞERLİ BİR İNSANI TANIDIĞIM İÇİN YİNE MUTLU OLDUĞUMU BELİRTMEK İSTERİM - İSTİYORUM. BURADAKİ YAZILARIMDAN KİŞİLİĞİMİ ÇÖZMÜŞSÜNÜZ BİLE. AYNEN ÖYLE HOCAM. BENCE SİZ PSİKOLOG OLMALIYDINIZ. İNSANLARI VE YAŞAYIŞLARINI GÜZEL ANALİZ EDİYORSUNUZ. TEŞEKKÜR EDERİM ALSANCAK HOCAM. ÇOOK TEŞEKKÜRLER.
 
Yorum No : 9364 | Mustafa ALSANCAK22.11.2012 19:14:12


ÇOK MUHTEREM CANER ÖZTAŞ BEYEFENDİ.
Ben de şöyle bir olay dinlemiştim. Bilmem uygun görür müsünüz?

KOCAPINAR KÖYÜNDE KEÇEKURUTANLI DELİ ÇOBAN YUSUF MU?
Molla Hasan efendi ve karısı Dürdane hanım güzel bir dağköyü olan Lefke'nın KOCAPINAR KÖYÜNde bütün yaşamları boyunca KÖYDEN HİÇ DIŞARI ÇIKMADAN YAŞAMLARINI ORADA SÜRDÜREN ve HAYVANCILIKLA UĞRAŞ VEREN Molla Hasan efendi 50 yaşlarında olup karısı Dürdane hanım da ancak 40 yaşlarında olabilirdi.
Hayvancılık işleri olarak daha ziyade koyun, keçi ve onların dışında ahırda besledikleri Mısır ineği cinsi bol süt veren dört inekleri vardı. Hiç çocukları olmamıştı. Bir de evlerinde senelerdir onların koyun ve keçilerini otlatan çobanlık yapan çoban Alileri vardı .
Çoban Ali daha küçük yaştayken babası tarafından Molla Hasan'a çobanlık yapması için verilmişti . Molla Hasan efendi evinde ona bir de oda vermişti. Çoban Ali Yemek içmesi de evsahibi tarafından karşılandığından hiçbir şeye ihtiyaç duymamıştı . Artık yaşı da 26 olmuştu. Aşağı yukarı on senedir aynı ailenin yanında çobanlığını sürdürmüştü.
Dile kolay. Tam on senedir hizmet veriyordu.
Molla Hasan efendi ve diğer köylülerin elde ettikleri sütler her sabah şehirden gelen Mandıra sahipleri tarafınan toplanıp Sütkonteynerlerine doldurup mandıralara gönderilirdi .
Evin hanımı olan Dürdane hanım akşamları büyük uğraş vererek ,komşu kadınlarının da yardımları ile hayvanlarının sütünü sağmayı bir rutin haline getirmiş olduğundan onun için bu iş fazla yorucu olmuyordu. Kendiler için de bol bol YAYIK AYRANI yaparlardı.
Mevsim sonbahara yaklaştığından ve Çoban Ali hakkında aldıkları bir haber dolayısıyle ailede büyük bir tedirginlik ve telaş gözle görülür bir hâle gelmişti.
Evet şimdiye dek davarlarını gütmekte olan senelerin çobanı çoban Ali artık bu köyden ve Molla Hasan ailesinden ayrılmak zorunda kalacaktı.. Zira onun babası olan Davut efendi bugün Molla Hasan efendiyi ziyarete gelmiş ve oğlunu köyde evlendireceklerini ve oğlunun artık Molla Hasan efendinin yanındaki çobanlığının sonbulmasına karar verdiklerini bidirmeye gelmişti. Çoban Ali 'ye civar köylerden birinden güzel bir kız bulmuşlardı
Çoban Ali bunca senedir yanında çalıştığı bu Molla Hasan efendinin yanından ayrılıp kendi köyüne dönecekti . Böyle, habersizce gelen bu kötü haber karşısında molla Hasan yıkılmak üzereydi. Kulaklarına inanamamıştı.

Molla Hasan efendi:---" Oğlum nedir bu aceleniz? Damdan düşer gibi buraya gelip oğlum artık köye dönecek demek de neyin nesidir? Ne acelesi vardı şimdi bu işin?İsterseniz biz Ali'yi bizim köyden de everebilirdik? Ne dersin ?
Davut efendi :---" Sağol sağol da ağam... Anası da ona istediği kızı bulmuş . Tez elden gidip davullu zurnalı bir düğün yapacağız oğlumuza . Sizde de uzun senelerdir çalışması sonucu epeyce parası birikmiştir sanırım .?"
Molla Hasan efendi :----" Ben kimsenin hakkını yemem. Ben onun hakettiği parayı bir kenara istif edip sakladım. Para önemli değil. Beni perişan eden şey Alimizin bizi terk etme duırumudur . Biz ona evladımız gibi çok alışmıştık. Benim hanım bu acı haberi duyarsa düşüp bayılır.
Şimdi ortada fol yok yumurta yokken böylesine bir kötü haber almak yok mu benim de yüreğime inecek diye korkuyorum .Ama senden ricam Ali'yi hemen alıp gitme burdan . Hiç olmazsa birkaç hafta müsade et de ben de bu arada civar köy muhtarlarına haber salıp eli yüzü temiz olan doğru birisini biliyorlarsa bana çobanlık yapması için göndersinler ki ben de aralarından birini seçebileyim.
Ben bu halimle davarın arkasından koşamam.. Yoksa kuzular, koyunlar ve keçiler aç kalırlar. Haklı mıyım kardeş?"
Davut efendi bir müddet düşündü ve "haklısın be ağam dedi. Ali'nin yerine kısa bir zaman içinde birini tedarik etmeden ben oğlanı çekip götürürsem ayıp olurdu.Sana hak veriyorum. Ama elini çabuk tutsan iyi olur. Yoksa anası gelip oğlanı buradan çekip götürebilir. Benden sana söylemesi.""
Molla Hasan efendi: ---" Yakında dağları kış basarsa ve hayvanlara bakacak birisi olmazsa bunca hayvanı telef ederim ve hem ben de iflas etmiş olurum. Bana müsaade et de biraz önce de söylemiş olduğum gibi civar köy muhtarlarına ilânlar salıp istekli namuslu gençlerden bana yollasınlar. Bu arada yeni çoban bulur bulmaz oğlun da ertesi gün sana gelir. Anlaştık mı kardeş? Yeter ki iyi bir çoban gelsin. Biz Alimizden çok memnun kaldık. Şans buraya kadarmış...Bizde yiyip içeği bu kadarmış diyelim."
Çoban Ali'nin babası Davut efendinin Molla Hasan efendiyi ziyaretinin üzerinde 15 gün geçmişti. Muhtarların göndermekte oldukları çoban adayları birer birer Molla Hasan efendinin elini öpmeye başlamışlardı. Fakat şöyle gözdoldurucu birisi henüz ortalarda görünmemişti. Hasan efendi de ince eleyip sık dokuyan birisi olduğundan gelenleri birkaç testen sonra beğenmediği için geldikleri yere geri postalıyordu.

Günlerden bir sabah erkenden Molla Hasan efendinin kapısı güm güm vurulunca Hasan efendi hayırdır inşallah deyip yatağından fırladığı gibi kapıya koşmuştu.
Karşısında babası olduğunu tahmin ettiği bir adamla en az 1.90 boyunda geniş omuzlu olan adamın oğlu olduğunu düşündüğü 25 yaşlarında saf görünüşlü bir genç duruyordu .
Kapıya gelen adam:--- Ağam bir çobana ihtiyacın varmış. Al sana benim Yusuf oğlumu getirdim. Çok doğru ve kötülük bilmeyen bir gençtir. Davar gütmesini de iyi bilir. Ne münasipse onu da sen kararlaştırırsın. İşten hiç korkmaz. Öküzün yanına koşup düvenle harman sürdürsen hayır demez. Çok kuvvetli bir yapısı vardır . Bunlar da dün Lefke'nin Cumapazarından aldığım manda derisinden yapılmış yeni çarıkları ve bunlarda ayakları ıslanmasın diye içine koyacağı KEÇELERİDİR. Yarın birgün yakın ovaları- dağları kar kaplayınca bu manda derisinden yapılmış çarıklar onun işine yarar."
Molla Hasan efendi:---" Yahu oğlum bir kere olsun müsaade et de bir de ben ağzımı açayım yahu . Motor gibi konuştun . Biraz soluk al be oğlum .Tamam tamam söyledklerini duydum. Bakalım yarın ola da hayrola. Bu oğlanı yarın bizim hâlâ çobanımız olan çoban Ali ile birlikte davarı alıp otlatmaya gitsinler de bir görelim. Eğer çoban Ali bu oğlan senin işine yarar derse onu aldım gitti. Çoban Ali'ye ne veriyorsam senin Yusuf oğluna da ondan aşağı verecek değilim. Sen onun için tasalanma. Ben kimsenin hakkını yemem . Çoban olmazsa hayvanlarım aç kalır.Anlaştık mı? Ama dediğim gibi benim çoban Ali onu yarın bir denesin ve bana fikrini bildirdikten sonra bir karar veririm. Çoban Alimiz bizim yanımızda on senedir hizmet vermekteydi. Anası oğlunu evlendirecekmiş . Ali artık kendi köyünde yaşayacakmış. Bende birikmiş olan ne kadar parası varsa giderken helâllaşıp Alimize vereceğim. Bende kul hakkı kalmasını istemem. İçeri buyrun da sabah kahvaltısı ikram edelim .
Yahu oğlum sahiden sen kendi ismini söylemedin. İsmin yok mu yoksa?".
" Ağam kusura bakma. Benim adım Adem. Heyecandan kendimi takdim etmeyi unuttum. Oğlumun adı dediğim gibi hâlâ YUSUF' tur. Ben fazla kalamıyacağım. Minibüsle köye dönmek zorundayım . Haydi oğlum sana bol şanslar dilerim. Eyvallah ağam. Allah'a emanet olun."

Adem efendi EYVALLAH diyerek gözden kaybolup gittti.
Yeni çoban adayı Yusuf da Molla Hasan efendiyi takip ederek evin içine dahil oluyordu .
Dürdane hanım bu sabahın köründe kapıyı kim çaldı ki diye merak ederek o da yatağından fırlamış ve merdiven başına kadar gelip oturarak aşağıda kocası ile yeni gelen çoban adayı Yusuf'un babası Adem efendi ile aralarında geçen konuşmayı dinlemişti. Ve sokak kapısı kapanır kapanmaz da hemen merdiven başında oturduğu yerden kalkarak mutfağa çay demlemeye koşmuştu . Hasan efendi hanımına nerdesin nerdesin diye iki defa seslendikten sonra Dürdane hanım yanlarına gelerek Yusuf'a Günaydın ve hoşgeldin oğlum diyerek kocası ile yanındaki misafirini kahvaltı etmeleri için mutfağa almıştı.
Mutfaktaki ocakta yanan meşe odununun verdiği sıcaklıkla içerisi sıcacık olmuştu . Mevsim artık kışa doğru girerken sabahları hava soğuk oluyordu. Gündüzleri güneşin verdiği sıcaklıkla soğuğun etkisi pek duyulmuyordu.
Akşam olmuştu. Çoban Ali davarı otlaklarda iyice doyurduktan sonra köye iniş yaparak yanındaki iki büyük Karabaş köğeği ile Molla Hasan efendinin evinin arkabahçesindeki geniş alana yapılmış olan Ağıl'a hayvanları sokup elinde çıkısı sırtında kepeneği ile yorgunluğunu gidermek için Molla Hasan efendinin evine gelmişti ki karşısında onu bekleyen M.Hasan efendi ve bir gençle karşılaşınca hemen yanlarına giderek genç adama " HOŞ GELDİN KARDEŞ" dedi. Sonra beraberce yukarıya kendisinin de akşamlarını geçirdiği mutfağa doğru yöneldiğinde arkasından yeni gelen çoban adayı Yusuf kardeşin de gelmekte olduğunu farkedince biraz bekleyip onunla birlikte ocakbaşında yayılı durmakta olan minderlere oturuverdiler.
Çoban Ali bu davar işlerinin nasıl işlediğini Yusuf'a anlatmaya başlayınca bir de baktı ki Yusuf'un tek bir kelime söylemeden Ali'yi dinlemeyi yeğlediğini sezinlemişti. Demek ki bu genç arkadaş konuşmaktan ziyade iş yapmayı seven birisiydi.Yusuf'un verdiği cevaptan onun bu çobanlık işine iyice vakıf olduğu anlaşılıyordu.

Çoban Ali :---" Yarın erkenden, dedi birlikte davarı alıp otlaklara götürürüz.Ve hem de bu şekilde etrafı tanımış olursun" deyince Yusuf da cevap olarak:TAMAM ! BANA UYAR. SEN SADECE BANA NE YAĞTIĞINI GÖSTER YETER. BEN ELİMDEN GELENİ YAPAR SENİ MAHÇUP ETMEM."dedi .
Birkaç gün böyle çoban Ali yaptığı denemeler sonrasında ağasına raporunu verip bu gencin onlara uyacak tipte dört dörtlük bir çoban olacağı hususunda bir tereddütü kalmadığını söyleyince Hasan efendi de Yusuf'u yeni çobanı olarak kabullendi.
Çoban Ali bir gün öğle sıralarında çıkısını ve birkaç eşyasını topladıktan sonra helâllaşıp köyden ayrılmak için yukarı çıktığında Dürdane hanımın odada yalnız oturduğunu görünce geriçekilmek istemiş ve Molla efendinin camiye gittiğini öğrenince ben sonra gelip sizinle vedalaşmak isterim demişti. Dürdane hanım zaten ağlamak için hazır bir durumdaymıştı. Yerinden kalktı kapıya doğru giderek çoban Ali'yi odasına aldı, elini öptürdükten sonra kendini tutamayıp oğlanı uzun uzun sarılıp öperek çoban Ali'yi de gözyaşlarına boğdu...

Dile kolaydı söylemesi... Tam on senedir yanlarında çobanlık yapmıştı. Çobandan ziyade evin bir oğlu olmuştu çoban Ali. Şimdi evlerinde onun yerini alacak yeni gelen bir çoban vardı. Bakalım , huyunu suyunu bilmedikleri için acaba cin midir peri midir ki diye bekleyip göreceklerdi.
Hasan efendi de öğle namazını müteakip eve gelmişti. Çoban Ali ile eşi Dürdane hanımı gözleri yaşlı görünce o da dayanamayıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Uzun bir vedalaşma seremonisinden sonra Çoban Ali helâllıklarını alarak kendisini dışarıya
zor atıyordu.Onun için de çok duygulu anlardı bu dakikalar... Köyü ve bütün hâtıraları geride bırakıp buralardan koşup gitmekten başka yapacak birşeyi kalmamıştı. Şöyle son bir defa ahırdaki ineklere ve Hasan efendinin eşeğinin yanına uğradı .Bu eşek bu evin insanlarının az mı kahrını çekmişti... Şimdi yeni bir sıpa doğurmuştu. Hey gidi günler hey dedi çoban Ali...Ne mutlu günler geçirmişti o bu çatı altında. Dağlarda davarın arkasından koşup buz gibi suları derelerden kana kana içtiği o unutulmaz anları geride bırakıp gidiyordu. Elvada gençliğim elveda güzel günlerimin geçtiği bu
güzel köy ve bu köyün güzel insanları dedi ve arkasına bakmadan yola koyuldu. Artık her şey bundan böyle hâtıralarında saklı kalacaktı.

Artık havalar iyice soğumuştu. Yeni çoban Yusuf eski çoban Ali'den aşağı kalmayacak bir ciddiyetle Hasan efendinin davarına dört elle sarılıp sahip çıkıyordu . Maaşallah şimdiye dek de kurda kuşa bir koyun veya kuzu kaptırmamıştı . Aile yeni çobandan çok memnundu.
Yine bir akşam üzeriydi. Çoban Yusuf davarı dağdan indirmiş , Sayaya yerleştirmiş ve kapıları da kapattıktan sonra eve gelip kepeneğini aşağıya asarak doğruca mutfağa çıkmıştı.
Dürdane hanım çok düşünceli bir kadın olduğundan Yusuf daha eve gelmeden mutfaktaki ocağı yakıp hazırlardı. Yusuf , çarığının içine koyduğu keçeleri kurutmak için kimsenin aklı hayali almayacak bir sistem kullanıyordu. Yâni ıslak keçeleri ocakta kurutmak için tenasül âletini çıkarıp iki keçeyi de onun üzerine yayıp öylece kurumasını bekliyordu. Tam da böyle bir konumda Dürdane hanım çoban Yusuf üşümüştür düşüncesiyle pişirdiği acılı tarhana çorbasını bir tasa koyup yukarıya çoban Yusuf'un oturmayı tercih ettiği mutfağa götürmüştü ki Yusuf'un keçeleri kurutma işlemini görünce birden irkilerek olduğu yerde donup kalıvermişti.
Kadın, çorbayı Yusuf'a uzatmış ama gözlerini de ocaktan bir türlü ayıramamıştı. Bu oğlan ya salak , ya sapık veya deli de olabiirdi diye düşüncelerle dolu olarak aşağıya kocasının yanına gitmişti.Fakat gördüklerinden tek bir kelime olsun kocasına çıtlatma cesaretini kendisinde bulamamıştı. Kadının içi tir tir titremişti. Kadınlar kendi aralarında şunun bunun şeyi hakkında fikir beyan ettiklerinde çoban Yusuf'unki gibi âlâmet birşeyin olabileceğini aklının ucundan bile geçiremezdi.
O geceyi çok huzursuz geçirdi. Yusuf'un pozisyonunu bir türlü gözlerinin önünden çekip atamıyordu. Molla Hasan efendi horuldamalarına devam ederken zavallı Dürdane hanım perişan bir hâlde kıvranmalarını sürdürüyordu.

Akşamlar birbirini kovalıyordu. Yine her zaman olduğu gibi çoban Yusuf gündüzleri davarın arkasından koşa koşa ıslanan çarığını ve içindeki keçeleri kurutma yöntemine aynı şekilde hiç değiştirmeden devam ediyordu.
Gene böyle bir akşamda, Dürdane hanım artık daha fazla dayanamayarak durumu kocasına anlatmaya karar vermişti. Adam , karısına pek inanmak istememiş ve hatta gülerek benim hatun hayal görüyor demişti. Ne olur ne olmaz diyerek Hasan efendi mutfağa çıkmış ve Yusuf'a :" Merhaba oğul" diyerek yaklaşınca karısının hayal görmediğini anlamıştı.
Hasan efendi:---" Oğlum Yusuf! Nasılsın iyi misin? Üşüdün mü? Ne yapıyorsun sen öyle ?dediğinde,
Çoban Yusuf:---" Ağam kusur kalma. Ayağa kalkamıyorum. Çarığımın içinde ıslanmış olan KEÇELERİ kurutuyorum benim Keçekurutanla"
,Hasan efendi:---" Tamam evlat tamam. Sen kurutmaya devam et" deyip mutfaktan ayrılmıştı. Hemen karısını çağırıp" Hanım bu oğlan tam da bize yarayacak çok saf bir genç. Ne yapıyorsun diye sorduğumda "KEÇEKURUTANI İLE KEÇELERİ KURUTTUĞUNU " söyledi.Hâlâ böyle saf ve temiz yaratıklar da varmış dünyada.

Dürdane hanıma misafirliğe gelen köyün kadınları bu KEÇEKURUTAN olayını duyduktan sonra büyük bir heyecan fırtınasına kapılmışlardı .Mümkünatı yok inanmayız diye tutturduklarından Dürdane hanımı zorluyorlardı. Molla efendi bir akşam yatsı namazına falan gittiğinde gelip mutfak kapısının budak deliğinden bakıp bu işin gerçek olup olmadığını kendi gözleri ile görmek istedikleri yönünde kadıncağıza yaptıkları baskılarını sürdürürlerken Dürdane hanım da kocasına " buakşam misafirler gelecek istersen sen camiden sonra biraz kahvede eğlen " demişti.
Kadınlar Dürdane hanıma çay içmeye gelmişlerdi. Nedense çoban Yusuf o akşam da biraz geç gelmişti.Mutfağa çıktığında ayağından çıkardığı çarıkları ateşe yakın duvara doğru dikerek kurusun istemiş ama çarığının içinden çıkarmış olduğu KEÇELERİ yine kendi metodu olan Tenasül âletinin üstüne serip kurumaya bırakmıştı.
Mutfak kapısının dışında bir tıkırtı olmuştu. Dürdane hanım her zamanki rutin yemek getirme işini buakşam da yapıyordu.Tarhana çorbası, kuru fasülya , pilâv ve acıbiber turşusu ziyafeti vardı. Çoban Yusuf "sağol yenge " diyerek oturduğu yerden tepsiyi yanına doğru çekerek istifini hiç bozmadan yemeğini yâni ilkönce çorbasını kaşıklamaya başladı. Dürdane hanım yerinden kıpırdamadan maaşallah bu insan azmanının pozisyonunu hayranlıkla seyretmeye devam ederken mutfak kapısına sıralanmış olan diğer misafir kadınlar da kapıdaki açık budakdeliklerinden çoban Yusuf'un KEÇEKURUTANINI DOYASIYA SEYRETMEK İÇİN İTİŞİP KAKIŞIYORLARDI.
Nihayet Dürdane hanım dışarı çıkarken kadınlar utançlarından mıdır bilinmez çil yavrusu gibi kaçışıyorlardı.
Günler ,aylar derken seneler de çabuk gelip geçiyordu . Molla Hasan efendinin ekonomik durumu çok iyi bir duruma gelmişti. Köyden dokuz kişi hacca gitmek için yazılmışlardı. Molla Hasan da hacca gitmeye kesin kararlı görünüyordu.
Bir gün köye Türk Bayrakları ile süslü bir otobüs gelmişti. Köy halkı köy meydanında toplanmış ve Allahuekber Allahuekber nidalarıla hacca gitmek için otobüse binen büyüklerini yolcu ediyordu.
Molla Hasan efendi gözüm arkada kalmaz diyordu. Çoban Yusuf bütün işlere vakıf olan bir duruma gelmişti.
Yine bir akşam davarı dağdan getirmiş ve Dürdane hanım bahçeye çıkarak keçilerin sütünü sağıyordu. Birden Dürdane hanımdan bir bağırış gelmişti. "AHH YANDIM AHHH YANDIM. DİYEREK MERDİVENLERE DOĞRU İLERLERKEN ÇOBAN YUSUF EVİN HANIMININ BAŞINA NE GELDİ Kİ DİYE MERAKLA KEÇEKURUTAN DA AÇIKTA KALMIŞ HALİYLE MERDİVENLERİ KOŞARAK İNMİŞ VE DÜRDANE HANIMI KUCAKLADIĞI GİBİ ODASINA TAŞIYIVERMİŞTİ. KADINCAĞIZ SAKIN BENİ YALNIZ BIRAKMA. KEÇİYİ SAĞARKEN BOYNUZU İLE BANA SALDIRDI. BAK BURADA KOCA BİR DELİK AÇTI. AYYY ÇOK ACIYOR" diye sızlanıp dururken acaba senin keçekurutanın bir faydası olur mu ki diye soruyordu çoban Yusuf'a. Oncağız da şaşırmış bir durumda hanımının acı çekmesinden çok müzdarip olmuş olmalı ki hanımın isteğine uyarak Keçekurutanın tedavi amaçla kullanılmasına hayır diyemiyordu. Neyse bu tedavi sistemini Dürdane hanım aralıksız devam ettiriyordu.Her defasında Keçekurutan görev yaptıktan sonra acılarım azaldı diye çoban Yusuf'u minnettarlığını ifade için defalarca öpüyordu.
Alışmış kudurmuşdan beterdir derler : Dürdane hanım da artık Keçekurutansız yapamaz bir hale gelmişti. Bir de baktı ki karnı iyice büyümeğe başlamıştı . Oysa şimdiye dek çocuğunun olmamış olmasını kocası "sen kısır kadınsın" diye hep onu suçlamıştı . Demek ki kadınlar sağlam adamla beraber olabiliyorsalar çocuk da olabiliyormuş .
Dürdane hanım çocukluğundan beri hep anne olmayı hayal etmiş bir kadındı. " Bu iş bir rezaletle de sonbulmuş olsa bebeğimi mutlak surette doğuracağım " dedi.
Molla Hasan efendi aylar sonra hacdan gelmiş ve karısının karnının şişkinliğini görünce büyük bir şaşkınlık geçirmişti.
Dürdane hanımın karnı neredeyse burnuna yaklaşmıştı. Bebek sekiz buçuk aylık olmuştu. Köy halkı Hacca gitmenin Molla Hasan ailesine uğur getirdiğini ve bir çocukları olacağını konuşuyordu.
Çoban Yusuf ise hâlâ davarı gütmeye devam ediyordu. Zira Molla Hasan efendi çoban Yusuf ile konuşup evde o yokken karısına neler olduğunu sorduğunda o da ona hanımı süt sağarken azgın kara keçi boynuz atıp hanımı yaraladığını ve kendisinin de hanımın emriyle haftalarca çok acı veren yarasını kendi Keçekurutanı ile tedavi ettiğini söylemişti.
Molla Hasan efendi şöyle bir düşündü ve "bu da gösteriyor ki dedi, vayy anasını vayy be demek ki bütün kabahat bendeymiş" ...
Böylelikle imâna gelip karısına SEN KISIR KADINSIN diye yaptığı kabalıklardan utanır gibi oldu. Şimdi ne yapacağını şaşkın bir şekilde düşünürken "aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık" diyerek yapılacak tek şeyin susmak olduğunu kabullenmiş görünüyordu.
Köy halkı da durmadan tebriğe geliyordu.
 
Yorum No : 9547 | USLU Mehmet 01.12.2012 19:38:32
"köyün delisi" ibaresi bu yazıdan sonra çok itici bir tabir olmayabilir. ASLINDA O KADAR KÖTÜ KİŞİLER DE DEĞİLLERMİŞ MEĞER...