Yorum Ekle
 
Yorum No : 3870 | Ergül İlter29.06.2011 14:18:02
YAŞLANDIKÇA ZAMAN FUKARILIĞI ÇEKİYORUZ SANKİ
Hani deriz ya hep, gençlikte koştur babam koştur dur hep bir şeylere; meğer nasıl da vakit bulurmuşuz her şeye. Evimizin her işlerini yaparmışız o gençlik enerjisiyle. Bir odadan, diğer odaya koşuşturup durup. Mutfak bizden sorulurmuş meğer. Ne kolesterol korkusu ne bir şey. Annelerimizden öyle gördük ya; sofrada her bir şey tam olacak. Çorbası, sulu yemeği, pilavı, hoşafı, salatası, böreği, tatlısı. En çok da, en detaylı eksiksiz sofra hazırlamalar ise akşama hazırlanırdı malumunuz efendim. Babalar, ağabeyler işten eve gelecekler diye. Çocuklarımızın mama faslı ve giderek sebze çorbasına geçişleri. Okullu olduklarında beslenme çantalarına konan ev poğaçaları, kekleri, hormonsuz katı pişmiş yumurtaları ve meyveleri. Nerdeee öyle hazır lop yemekler? Mikrodalga fırınlarında çözdürülüp de tak diye masaya konulan donmuş yemekler. Var ya değerli okurlarım, şimdi şurada yazsam ben, sıralasam bir güzel eski natürel hayat zahmetlerini, sayfa sayısı bir roman tutar inanın. İnsan rahata, kolaylığa çabuk alışırmış. Önce kebapçılar girdi kanımıza hazır yemekte. Bu gün iki adımda bir kebapçı, sokak lokantası, Amerikan hamburgercileri istila etmiş her bir yeri. Kokoreççiler de nezih salonlar açmışlar artık bir bir. Markalaşmışlar bile.

Gençlikte her iş biz kadınlara bakardı. Çalışan kadın olsak da, olmasak da değişmezdi bir şey. Ev işlerinin yanında dikişlerimizi de kendimiz dikerdik, çocuklarımıza, kendimize hatta yakınlarımıza da dikerdik. Mantomuzu da, çarşaf takımımızı da kendimiz dikerdik 40 sene önce. Dikiş nakış kursları, Kız Enstitüsüne beş basardı yani. Arada hobilerimizi de yapardık. Nakışımızı işler, yağlı boya tablolar yapar, örgümüzü örer, kitabımızı okur, İngilizce'mizi de öğrenmeye çabalardık. Kumaş boyama kursuna giderdik. Kuran kursumuza giderdik, Kuran'ımızı daha bir huşu içinde okumak için. Nasıl olsa eski yazının yanında Türkçe'si de vardı yeni çıkan Kuranı Kerimlerde; anlardık yani, bilirdik sonuçta mealini Hamd olsun Allah'a.
Bu kadar çok şeyi yapardık da, misafir günlerinden eksik mi kalırdık? Asla! Hiç hiç hiç. Mümkün değil! Siz kaçsanız da o misafir günlerinden, apartman komşularınız dayanırdı kapıya. Kolesterol mu bilirdik evvelden? Tansiyon mu bilirdik? Haydiii, gelsin kekler, poğaçalar, kısırlar, patates salataları daha türlü türlü yiyecekler. Ev sahibi marifetini gösterecek ya konu komşusuna. E misafir sever milletizdir biz. Bir de şu var tabii; televizyon yoktu o zamanlar pek; olanlarda da kaç kanal vardı hatırlayın bir. Ama konu bu değil şimdi. Konumuz ZAMAN! Şimdi kimselere yetmeyen zaman. Gençlikte koşuştururken bunca şeye nasıl da vakit bulurmuşuz bilmem. O zamanlar daha mı uzundu saatler sanki? Zaman aynı zaman ama yetmiyor bana şahsen. Yetmiyor işte. Artık arkadaşlarla çok nadir görüşebiliyoruz. Benim hayatıma Edebiyat günleri girdi, Edebiyat toplantıları girdi. Edebiyatçılarla başka başka şehirlerde şiir okuma, öykü okuma günleri, imza günleri girdi hayatıma.Yeni yazdığım romanım girdi. Bir çok siteye gönderdiğim öykü ve anlatı yazılarım girdi hayatıma. Bilgisayarın başına oturdukça, saatlerce yazınca zaman yetmez oldu bana da. Doktor yürüyüş yürüyüş dedikçe, bel ölçüm illa da 88 cm den az olmasını söyledikçe, yürüyüş girdi hayatıma. Bitip tükenmez park yürüyüşleri, müdavimi olduğum salata durakları girdi hayatıma. Yaşlı ama genç annem, kardeşler, torun, yeğen. Hepsine yetişmek lazım bir bir. Zaman kayıp gider yetmez olur onlara sevdalarımdan. Çocuklarım gelir, çocuklarım gider; ben onlara gelir giderim. Eşim, bir tanem en anlayışlım içlerinde. Bırakır beni kendi halime işlerimde. Yemek yoksa olsun varsın der, koyar ekmeğin arasına peynir. Endişeleri, tembihleri hep üzerimde. Üşütme der bana hava soğuk bugün; çıkacaksan dışarı güneşe aldanma. Bilir ilaç alamadığımı, midemden dolayı neler çektiğimi; araya bir de tiroit kanseri sıkıştırdığımı. Çocukmuşum gibi titrer üzerime. Akşamları biraz sırtım açılsa üşütürüm hemen, üstümü örter durur gece boyunca. Bağışıklığım sıfır ya. Gece boyu otururum yazımı yazmak için bilgisayarımın karşısında, yazı yetiştiririm o dergiye, bu siteye vb. Bak gözlerine acı, geç yatma der. 69 dan beri evliyiz biz; birbirimizin çocuğu gibi olmuşuz artık. Zaman yetmez ona sevdalarıma.

Zaman yetmez oldu gitgide bana. Arkadaşlarla, can dostlarımla beraber bir toplanalım şöyle deriz dört başı mamur; yok kısmet olmaz bir türlü. Ben müsait olsam onlar olmaz. Birimiz torununa gidecektir, sebebi vardır o gün. Birimiz yaşlı annesine gidecektir, doktora götürecektir, ötekimizin tahliller yaptırması gerekir tam da o gün. Romatizması azan vardır, gelini doğurmuş olan vardır. Biz dinozorların zamanı yoktur hiç. Peki biz gençliğimizde bunca şeylere yetişmişken, zaman bulmuşken, yaşlılığımızda oh deyip de arkamıza yaslanıp televizyonda dizi izlemek varken, bulmaca falan çözmek varken, bu her anımızın dolu olması da niye? Ben yaşımı almışım tamam ama benden de yaşlı annem var. Eşim var ilgilenmem gereken. Çocuklarım, torunum var işleri bana düşen. Evim var üstesinden gelmem gereken. Çiçeklerim var. Ev işlerim var, arada temizliğe gelenim olsa da. Koca koca marketlerden alışverişim var mutfak için. Onları yerleştirmem var. Doktorlarım ve tahlil günlerim var. Eşimin ve annemin de tabii ki. İbadetim var en sevdiğim anlarım. Allah kabul etsin inşallah.

Ama değerli okurlarım, evde sıkılıp nasıl vakit geçireceğim ben diyeceğime, böyle zamanı yakalama koşusunu bin kere yeğlerim ben. Üç günlük dünyada pisi pisi pineklemek de niye? Üstelik, dışarıda su gibi akan her daim capcanlı bir hayat var iken! Eşim beni ne kadar frenlese de, o da aynı benim gibi. O da 42 li ama bu yaşında hala işine gider gelir ve çalışır durur seve seve. Maşallah hiperaktif hayatlı bir karı kocayız biz ve böyle olmaktan da çok çok mutluyuz. Zaman bize yetmese de, idare ederiz işte.