Balkanlar’ın tam ortasında tepeler ve dağlar üzerinden uzanıp giden bir ülke olarak Sırbistan , Doğu Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden birisidir . Denize çıkışı olmayan bir biçimde Balkan yarımadasına sıkışıp kalmış olan Sırbistan tarihin her döneminde hem denize hem de Avrupa kıtasına çıkış için bir yol aramış ve bu yüzden de Balkan bölgesinde sürekli olarak istikrarsızlığın yaratıcısı olmuştur . Dağlık bölge insanlarının sahip olduğu sertliğe ve katı tutuma ırksal olarak sahip olan Sırplar , bu karakterleri ile Balkan bölgesinde söz sahibi olmak istemişler ve her dönemde kendi ülkelerini büyüterek dışa dönük bir açılımın peşinde koşmuşlardır .Ülkenin sahip olduğu jeopolitik konum ile Sırpların karakteri arasında bir uyumsuzluk olduğundan, küçük ülkede büyük yönetim arayışı her zaman için Balkan bölgesinde sıcak çatışmanın ya yaratıcısı olmuş ya da çatışmaların tarafı olarak bölgede Sırbistan’ı savaşa sokmuştur.. Birinci dünya savaşının ortaya çıkışında son derece önemli bir konuma sahip olan Sırbistan hem tarihinden gelen hem de jeopolitik konumunun ortaya koyduğu sorunlar ile boğuşarak dünya savaşına giden yolu açmıştır .Rodoplara geçiş ortamının tam ortasında yer alan bu ülke, bulunduğu konumu itibarıyla bütün Balkan ülkeleri ile ortak sınırlara sahip olan ve onlarla yakın komşu ilişkileri içinde bulunan bir devlet yapılanmasına sahip bulunmaktadır .Bu yüzden , Sırp devleti Balkanlar ile ilgili bütün meselelerde taraf olarak yer almış ve bu bölgenin geleceğinde her zaman için söz sahibi olabilmenin çabası içinde bulunmuştur .
Emperyalizm bir devletin kendi sınırları dışında egemen olması anlamına geldiği için , Sırbıstan tarihi , Sırpların komşu ülkeler üzerinde hegemonya kurma çabaları doğrultusunda bir bölgesel emperyalizm arayışı olarak özetlenebilir . Ülkenin doğal koşullarının sertliği ve yaşanan tarihsel dönüşümlerin acımasızlığı , Sırbistan tarihini her zaman için bir egemenlik ya da emperyalizm arayan çabaların öyküsü olarak kayıtlara geçirmiştir . Dünya tarihindeki önemli dönemeçlerde Balkan yarımadası da yeni yapılanmalara doğru sürüklenirken , Sırbistan yarımadanın tam ortasında yer alan merkezi devlet olarak komşularını kendi etrafında toparlayacak siyasal girişimlerin öncüsü olmuştur . Toplumsal karakter olarak yönetici olmayı seçmiş olan Sırp ulusu , tarihin her döneminde bulunduğu bölgenin başlıca yöneticisi olmaya çalışmıştır . Yönetme tutkusunun Sırpların başını döndürmesi yüzünden bir çok olur olmaz mesele de, Sırplar sıcak çatışmalara girerek Balkanların kaderinde kendi çıkarları doğrultusunda söz sahibi olabilmenin çabası içinde olmuştur .Her zaman kendi nüfusları fazla olmamasına rağmen , komşu ülkelerdeki Balkan topluluklarını kendilerine bağlayarak yönetebilmenin planları doğrultusunda hareket etmişlerdir . Sırpların böylesine başlarını döndüren yönetme tutkusu yüzünden karşılaşmadıkları bir sorun kalmamıştır .Birinci dünya savaşının çıkmasına öncülük eden bu ülke, daha sonraki dönemlerde de Balkanlar’daki yeniden yapılanmalarda ön planda yer alarak , kendisinin merkezinde yer aldığı bir güney Slavları birliğini Yugoslavya Federasyonu adı altında oluşturmayı başarabilmiştir . Ne var ki , böylesine büyük bir birliğin kurulmasını başarabilen Sırplar , yönetme tutkularının esiri olarak baskı ve şiddet yöntemlerine başvurdukları zamanlarda , kendi oluşturdukları federasyonun dağılmasına giden yolu gene kendi elleri ile açmışlardır . Diğer katılımcı Balkan ülkeleri ile eşit koşullarda kurulmuş olan bir sosyalist federasyonun ,merkezinde yer alan Sırbıstan devletinin yönetme tutkusu yüzünden her dönemde iç karışıklar ortaya çıkmış ve soğuk savaşın bitmesi üzerine küreselleşme dönemine geçilirken güney Slavları birliği adı ile kurulmuş olan birlik yapılanması dağılmak zorunda kalmıştır .
Sırbistan’ın bugün yer aldığı topraklarda orta çağ yıllarında küçük prenslikler halinde insanlar yaşıyordu . Doğu ve batı yönlerindeki sürekli göçlerin etkisi altında kalan Balkan yarımadasında küçük küçük yapılanmalar ortaya çıktıktan sonra önce Roma İmparatorluğu daha sonraları da Bizans imparatorluğu söz sahibi oluyordu .Her iki imparatorluğun tarih içinde dağılması sonrasında , Hazar kıyılarından gelerek Tuna nehri kıyılarında Orta Avrupa’da bir krallık kuran Macarlar Balkan bölgesinin yeni egemeni oluyordu . Ne var ki , Bizans İmparatorluğunun çöküşünden sonra ,Avrupa merkezli Haçlı seferleri dünyanın merkezi bölgesinde bir Hrıstıyan Avrupa hegemonyası kurmak üzere gündeme geldiğinde , Balkan yarımadasındaki Macar İmparatorluğu uzun ömürlü olamayarak dağılmış ve bu aşamadan sonra tarih sahnesine Balkanların tam ortasında bir Sırp krallığı çıkmıştır . Bir doğu Avrupa ülkesi olarak , bütün Haçlı seferlerinin üzerinden gelip geçtiği bir coğrafyada tam anlamıyla istikrarlı bir devlet kurulması mümkün olmadığından ,büyük bir siyasal gücün gelerek bu bölgelere egemen olmasına kadar Balkanlarda küçük yapılanmalar devam edip gitmiş ve Sırplar böyle bir dönemde küçük bir krallık ile yetinmek durumunda kalmışlardır . Macar krallığının geri çekilmesinden sonra Sırplar Balkanlar da bir hegemonya arayışına girmişlerdir . Macarlar ile birlikte yedinci yüzyılda Hazar bölgesinden göç eden Bulgarlar Karadeniz kıyılarına yerleşerek yeni bir devlet kurma aşamasına gelince ,Sırplar ile karşı karşıya gelmişler ve bir dönem Bulgar yönetimi Sırbistan üzerinde egemen olmuştur . Orta çağ yıllarında Sırplar güçlü ve büyük bir devlet kuramadıkları için bölgeyi etkileyen bütün siyasal dönüşümlerin etkisi altında kalmaktan kurtulamamışlardır .
Osmanlılar Balkanlara gelene kadar Balkan yarımadası sürekli bir çekişme ve çatışma alanı olarak kalmıştır .Onüçüncü yüzyılda tarih sahnesine çıkan Osmanlı devleti bir asır sonra Balkanları fethederek bir büyük imparatorluğa dönüştüğü aşamada ,Sırbistan’da diğer Balkan ülkeleri ve toplulukları ile birlikte Osmanlı ülkesi içerisinde yerini almıştır .Osmanlı orduları büyük savaşları kazanarak teker teker Balkan ülkelerini ele geçirirken en çok ,sertlikleri yüzünden Sırplar ile uğraşmak zorunda kalmışlardır . Kendi hegemonyası peşinde koşan Sırp kralları bir türlü Müslüman bir imparatorluk olan Osmanlılara teslim olmak istememişlerdir .Kosova savaşını kazanarak bölgeye tam olarak egemen olan Osmanlı yönetimi karşısında ,Sırplar direnemeyerek yaşamlarını bir Osmanlı eyaleti konumunda sürdürmüşlerdir . Osmanlı devleti içinde Sırbistan yerini alınca , Sırp asıllı gençler Osmanlı sarayında devşirme olarak yer alıyor , Sırp kadınları da Harem’e girme hakkı elde ederek , Osmanlı devleti içinde Sırp ağırlığının artmasına aracı oluyorlardı . Osmanlı yönetimi altında Sırp aileleri Tuna boylarına ve Voyvodina bölgesine yerleşerek daha geniş alanlarda varlıklarını sürdürebilmenin yollarını aramışlardır . Bulundukları bölgede rahat durmayan Sırplar’ın daha geniş alanlara yayılarak olay çıkarttıkları aşamalarda, Osmanlı orduları bu bölgeye gelerek yeniden Osmanlı hegemonyasının gücünü artırıyorlardı .Sürekli çatışma ve çekişmelerin Balkanlar da birbiri ardı sıra öne çıktığı bir süreç içerisinde Osmanlı devleti zaman zaman zor durumlara düşmüştür .
Sürekli savaşlar yüzünden Osmanlı devleti zayıf düşünce Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmış ve Rusya bu aşamadan sonra Slav ırkından gelen akrabalık iddiasıyla Sırbıstan’ın hamisi olarak Balkanlar da söz sahibi olmuştur .Böylece ,bir küçük devlet olarak Slav emperyalizmini Balkan yarımadası üzerinde kuramayan Sırbistan , daha büyük bir Slav devleti olan Rusya’nın koruyuculuğu altında bulunduğu bölgede bir Slav emperyalizmi uygulama şansını elde etmiştir . 18. Yüzyıldan sonra sürekli olarak Rusya ile savaşmak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu ,Rusya ile her savaşa girdiği aşamada bir Sırp sorunu ile karşı karşıya bırakılmış ve Sırplar her zaman için Slav dayanışması doğrultusunda Ruslar ile birlikte hareket ederek Müslüman Osmanlı ordularını arkadan vurabilmenin hesabını yapmışlardır . Buna karşılık Ruslar da Balkanlar da Sırpların bir büyük devlet kurma çabasına her zaman için yardımcı olarak, Sırbistan’ı Balkanlarda sürekli olarak bir çıban başı yapmışlardır
Napolyon döneminde Fransa ile yakınlık kuran Sırbistan , Paris Antlaşması sırasında batılı büyük devletlerden Osmanlı İmparatorluğuna karşı güvence alarak yeni bir ortamda daha serbest hareket edebilme şansını elde etmiştir . Osmanlı yönetiminden uzaklaşan Sırbıstan 1878 Berlin Antlaşması sayesinde bağımsızlığını elde etti . Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Balkanlar da yayılırken Sırbistan ile karşı karşıya gelerek savaşmak zorunda kalmış ama batılı devletler Hrıstıyan dayanışması çerçevesinde Sırbıstan’ı destekleyerek bu ülkenin Slav köken üzerinden Rusya’nın kontrolü altına girmesini önlemeye çalışmışlardır .Avusturya yönetimi birbiri ardı sıra hatalara yol açınca Sırbıstan bu gibi durumlardan yararlanarak bölgedeki etkinliğini artırma yoluna gitmiştir . Avusturya karşısında durumunu güçlendiren Sırbistan bu aşamadan sonra Rus Çarlığının desteği ile Balkanlar da bir Slav birliğinin kendi önderliğinde kurulabilmesinin arayışı içerisine girmiştir .Balkan savaşları sürecinde Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar’dan çekilme yoluna gidince ,Osmanlının geride bıraktığı siyasal boşluk alanını,Sırbıstan bir ideal olarak gerçekleştirmeye çalıştığı Slav emperyalizmi çizgisinde doldurmak istemiştir . Büyük Sırbıstan olarak düşünülen Güney Slavları birliği çatısı altına küçük Balkan devletleri toparlanmaya çalışılmıştır .Birinci Balkan savaşı ile Türkler Balkanlar’dan çekilince , Sırbistan ülkesini büyütebilme doğrultusunda komşu ülkelere saldırarak ikinci Balkan savaşının önünü açmıştır . Sırpların bulundukları bölgeye egemen olma ve komşularını yönetme tutkusu ikinci Balkan savaşına yol açarken ,Bulgaristan,Yunanistan ve Romanya gibi Balkan devletleri Sırpların saldırısına karşılık vererek ikinci Balkan savaşında yer almışlardır . Balkan ülkelerine sürekli olarak saldıran Sırbistan, sonunda Balkanlar üzerinden bütün dünyayı kapsayan Birinci Dünya Savaşının çıkmasına neden oldu . Sırpların fazlasıyla karıştırdığı Balkanlar’da Avusturya arşidükü Bosna’da öldürülünce Birinci Dünya savaşı çıkmıştır . Cihan savaşı sonrasında küçük Balkan devletleri Rusya destekli Sırbıstan’a bağlanarak Sırpların çok istediği Güney Slavları Birliği konumunda Yugoslavya Federasyonu tarih sahnesine çıkartılmıştır .
Birinci Dünya Savaşı sonrasında büyük Sırbistan olarak kurulan Yugoslavya Krallığı ikinci dünya savaşı sonrasında sosyalist bir federasyona dönüştürülerek , bağlı cumhuriyetler arasında bir eşitlik düzeni oluşturulmaya çalışılmış ama Sırpların yönetme tutkusu yüzünden böylesine bir eşitlik bir türlü gerçekleştirilememiştir . Soğuk savaş yıllarında sürekli olarak Sırp baskısı altında yaşamak zorunda kalan güney Slavları , Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine desteksiz kalan Sırp yönetimine başkaldırarak Yugoslavya Federasyonundan geri çekilmişlerdir . Slovenya ve Hırvatistan gibi zengin ve Hrıstıyan batıya yakın duran Balkan devletlerinin kopmasını Fransa ve Almanya gibi büyük devletler destekleyince , Sırplar merkezinde bulundukları sosyalist federasyon devletini daha fazla ileri götürememişler ve diğer eyaletlerin de çekilme kararı alması üzerine Sırp devleti Yugoslav devletinin olanaklarını kullanarak diğer eyaletlerin ayrılma girişimlerini bastırmaya çalışmıştır . Batılı devletler ile Avrupa Birliği Yugoslavya eyaletlerinde demokrasi evlerini kurdurarak, bu merkezler üzerinden bir insan hakları mücadelesini Yugoslavya’nın her bölgesinde genişletmeye çaba göstermişlerdir .Slovenler ve de Hırvatlar gibi Hrıstıyan ülkelere normalin ötesinde baskı ya da zorlama yapmayan Sırbistan , federasyon içinde yer alan Müslüman bölgeler olan Bosna ve Kosova’da tam bir din bağnazlığı içine girerek , bu iki eyaletin Müslüman halkı üzerinde büyük bir soykırım denemesi gerçekleştirmiştir . Sırplara karşı bütün dünya kamuoyu birleşerek insanlık dışı katliamları önlemek üzere harekete geçmiş ama bu doğrultuda etkili ciddi bir adım atılamamıştır .Sırp milliyetçiliğinin gelmiş olduğu fanatik çizgide Kosova ve Bosna ile Hersek bölgelerinin tüm Müslüman insanlarına yönelik saldırılar birbiri ardı sıra devam etmiş ve büyük devlet olma hırsı ile yanıp tutuşan , kendine bağlı eyaletleri yönetmeyi sürdürmek isteyen yönetme kompleksli Sırplar ,dünya tarihinin en büyük katliamını yirminci yüzyılın sonlarında Balkanlar da gerçekleştirmişlerdir .
Başta Serebrenika katliamı olmak üzere , Bosna ,Hersek, Kosova ve Sancak gibi bölgelerin Müslüman halklarına yönelik öldürücü saldırılar ve katliamlar yapılırken ,Sırpların arkasında Müslümanlara karşı din savaşlarını sürdüren bazı Hrıstıyan odakların bulunduğu gibi bir görüş o dönemin kamuoyunda çok tartışılmıştır . Serebrenika katliamı sırasında Alman,Yunan ve Hollanda askerlerinin Müslümanlara karşı ortak hareket etmesinin arkasında, Vatikan merkezli bir Hrıstıyan fanatizmi bulunduğu sürekli olarak öne sürülmüş ve Balkanlar gibi doğu-batı ekseninde yer alan bir merkezin tam ortasında bir kırılma çizgisi yaşandığı öne sürülmüştür . Hrıstıyan fanatizminin başlıca temsilcisi olarak Sırplar kendi geniş ülkelerini yaratabilme doğrultusunda bir etnik temizlik operasyonuna kalkışırken , tümHrıstıyan dünyasının desteği ile hareket ettikleri iddiasını ileri sürerek kendilerini mazur göstermeye çalışıyorlardı . Hrıstıyan batı dünyasının geniş desteği ile Balkanlar’daki Müslüman toplulukları ortadan kaldırabileceğini zanneden Sırplar,Serebrenica gibi bir gecede on bin Müslümanı katleden büyük operasyonları gerçekleştirebilme cesaretini kendilerinde görebiliyorlardı .Asya ve Avrupa arasında bir köprü konumuna sahip olan Balkanlar da batının Hırıstıyanlığı ile doğunun Müslümanlığını karşı karşıya getirmek , Sırpların kendi bölgelerini yönetme arzusu doğrultusunda yapılacak bir etnik kaydırma ya da temizlik operasyonu için elverişli bir ortam yaratıyordu . Sırp saldırganlığına teslim olan Yugoslavya yönetimi dünyanın en büyük katliamını önleme konusunda aciz kalarak çöküyordu. Sırp milliyetçiliğinin kontrol altına alınamaması yüzünden üç yüz bini aşkın bir sayıda Müslüman insanın katledilmesi gerçekleştiriliyordu .
Osmanlı yönetimi altında Balkanlara İslam dininin gelmesi ve yedi asır boyunca bu dinin bir büyük imparatorluğun desteğinde bölgede yaygınlık kazanması , bölgeyi dinler arası rekabet alanına dönüştürmüştür . Sırplar bölgede Hrıstıyan fanatizminin temsilciliğini üstlenirken Arnavutlar ve Boşnaklar da kabül ettikleri İslam dininin mensupları olarak , hemHrıstıyanlığa hem de Yahudiliğe karşı bir arayışın içerisine giriyorlardı .Osmanlı döneminde Müslümanlığın etki alanına giren Balkan yarımadası , Balkan savaşları sonrasında Avusturya ve Rusya üzerinden Hrıstıyanlığın öne geçtiği bir bölge olarak yeniden yapılanıyordu . Sırpların milliyetçiliği Bizans döneminden kalma Hrıstıyanlıktankaynaklanırken , Bosna ve Kosova halkının Müslümanlığı Osmanlıların bölgeye taşıdığı İslam kültürüne dayanıyordu . Sırpların milliyetçiliği fazlasıyla ileri gidince, Hırvatları katolikleşmiş Slavlar olarak görmeye başlamışlardır . Daha sonraki aşamada da Bosnalı Müslümanları İslam dinini kabül etmiş Sırplar olarak tanımlayınca , işin ciddiyeti kaçmış ve bu gibi tartışmalar yüzünden yirminci yüzyılın demokrasisi olarak gösterilen Yugoslavya Federasyonu , Sırp fanatizmi yüzünden bir iç savaşa doğru sürüklenmiştir . İçinde yer aldıkları ya da bağlı oldukları büyük devlet yapılanmaları içinde hiç rahat duramayan Sırplar, ellerine geçen her fırsatta ayaklanarak merkeze karşı isyan hareketlerine kalkışmışlardır . Bu gibi karşı çıkışlarda ölçüyü iyice kaçıran Sırpların Osmanlı yönetimine karşı da zaman zaman isyan hareketlerine kalkıştıklarını tarih kitapları yazmaktadır . Ondokuzuncu yüzyıl boyunca birbirini izleyen Sırp isyanları her zaman için çok kanlı olmuş ve Sırplar her defasında Müslüman Osmanlı vatandaşlarının kanını akıtmıştır . Osmanlı yönetimine her fırsatta isyan eden Sırplar , Yugoslavya eyaletlerinin kendilerine karşı isyan hareketlerine kalkışmalarına seyirci kalmayarak önleyici ve bastırıcı girimlere kalkışmışlar ve bu yüzden de yüzbinlerce insanın ölümüne ve toplu katliamlara meydan vermişlerdir . Sırp milliyetçiliğini Slav milliyetçiliğine dönüştürerek Sırp olmayan bölgenin Slav halklarının desteğini de yanına almaya çalışan Sırplar , aynı zamanda Vatikan ile de yakınlaşarak Hrıstıyanlık üzerinden bir din milliyetçiliğinin de bölgedeki temsilcisi olmaya çalışmışlardır . Sırp milliyetçiliği Slav emperyalizmi ve Hrıstıyan fanatizmi ile birleşince, etkileri çok fazla olmuş ve bu üç akımın birleşmesiyle tarihin en büyük katliamı Saraybosna ve Serebrenica da gerçekleştirilmiştir .
Hrıstıyan dünyasının gizli örgütleri ile fanatik tarikatlarını yanına alma konusunda başarılı olan Sırplar, bunların desteği ile artırdıkları siyasal güçlerini daha büyük bir Sırbıstan yaratma doğrultusunda bir etnik temizliği gerçekleştirmek üzere kullanabilmişlerdir .İkinci dünya savaşının kanlı mirasını teslim alan Sırplar , Nazi işgali sırasında ve sonrasında gene kanlı olaylara karışarak bölgeyi yönetme tutkuları doğrultusundaki hırslı davranışlarını, birbiri ardı sıra uygulama alanına getirmişlerdir . Balkan savaşları döneminde savaş deneyimini artıran Sırp devleti , Osmanlı devletinin geri çekildiği bir aşamada Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun ilerlemesini önleyebilmek üzere sürekli savaş yöntemini izlediği için , ikinci dünya savaşı sırasındaki Nazi işgaline karşı da dolaylı yollardan karşı çıkabilmenin arayışı içeresinde olmuştur . Alman işgalini bir türlü kabül etmek istemeyen Sırplar , İngiltere’den aldıkları destek ile Nazi işgaline karşı bir direniş savaşının çabası içerisinde olmuştur . Almanlar Yugoslavya’yı bölme doğrultusunda Hırvatistan’a bağımsızlık vererek doğu Avrupa bölgesinde Hırvatların desteği ile etkin olmaya çalışmışlardır . Katı Sırp milliyetçileri homojen ve saf bir Sırbıstan yaratabilme hedefi doğrultusunda mücadele etmek üzere ,Çetnik adını verdikleri bir ulusal kurtuluş örgütü kurarak Nazi ordularına karşı ülkelerinin bağımsızlığını koruyabilmenin arayışı içinde olmuşlardır . Etnik yönden temizlenmiş bir Büyük Sırbistan yaratma doğrultusunda Sırplar ikinci dünya savaşından yararlanmak istemişlerdir .Yugoslavya’nın milli olmayan unsurlardan temizlenebilmesi için ikinci dünya savaşını fırsat bilen Sırp milliyetçiliği, savaş koşullarında tehlikeli gördükleri insanları toplumun içinden çeteler aracılığı ile temizleyebilmenin girişimlerini sürdürmüşlerdir .Çetnik isimli çeteler Sırp olmayan kesimlerin ortadan kaldırılması için Sırp milliyetçileri tarafından kullanılmışlardır .
Sırp milliyetçiliği incelendiği zaman Sırpların da tıpkı Yahudiler gibi kendilerini seçilmiş ırk olarak gördükleri anlaşılmaktadır . Bu durum Sırplar ile Yahudiler arasında bir yakınlık yaratmış ve bu doğrultuda iki ulusal yapı arasında yakınlık ve işbirliği zaman zaman gündeme getirilmiştir .Çetnik isimli örgütün çalışmalarında bazı Yahudi lobileri devreye girerek yardımcı olmuştur . Balkanlar’da Nazi işgali bölgedeki bütün Yahudileri Avrupa kıtasından Orta Doğu bölgesine doğru sürerken , bazı Yahudi asıllı Yugoslavya vatandaşları orduda üst kademelere gelerek Nazi işgaline karşı direnişin öncüsü olmuşlardır . Anti-Müslümanizm ile yola çıkan Çetnikler, Nazilere karşı direnişi örgütlerken Yahudiler ile işbirliği içirişinde hareket ederek Nazilerin önünün kesilmesinde yardımlaşma içerisinde olmuşlardır . Alman desteği ile bağımsızlığını elde eden Hırvatistan ise , Nazilere paralel bir çizgide Sırplar ile birlikte Yahudileri de ortak düşman kategorisi içine alıyordu . Sırplar sonraki aşamada bağımsız büyük Sırbıstan oluşturma mücadelesinde Yahudi lobilerinin desteğini alabilmek için , kutsal topraklarda Büyük İsrail adı ile bir Siyonist yapılanmayı destekliyorlardı . Batı dünyasının önde gelen gizli örgütleriyle güçlü dayanışmalar içerisine giren Sırplar ,Çetnik örgütü ile milliyetçiliklerini geleceğe dönük bir biçimde kurumlaştırırken, diğer yandan da Sovyetler Birliği Komünist Partisinin uzantısı olarak bölgede kurulmuş olan Partizan örgütlenmesiyle de beraber hareket ediyorlardı . Nitekim , savaşı Almanya’nın yitirmesi ve Sovyetlerin kazanması üzerine Partizan örgütü daha da güçlü bir biçimde öne çıkmıştır .Bu doğrultuda Partizanların öncülüğünde Yugoslavya Federasyonu sosyalist birlik konumuna getirilmiş ve ikinci dünya savaşı sonrasında Balkanlar’da sosyalist yapılanma daha da güçlenince,Çetniklerin yerini Partizanlar almıştır . Alman işgaline karşı mücadele eden Sırplar savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin güdümü altında bir sosyalist yapılanmayı kabül etmek zorunda kalmışlardır .Sırp milliyetçisi Çetnik’ler den Balkan halkları çok çektiği için , Sovyet sosyalizminin bölgeye getirdiği sosyalist düzenin barışına herkes uymayı tercih etmiştir . Sovyet gücü karşısında Sırp milliyetçiliği direnememiş ve bu yüzden de federasyonun sosyalist birliğe doğru dönüştürülmesi konusunda Sırplar Sovyetler Birliğine uygun davranmışlardır .
Yirminci yüzyılın tam ortalarında Sovyetler Birliği sıcak denizlere inme doğrultusunda Balkanlara askeri olarak yüklenince , Partizan hareketinin başı olarak federasyonun başına gelen Tito sosyalist bloktan ayrılmak zorunda kalmıştır . Nazi Almanya’sına karşı ikinci dünya savaşının kazanılması ile Sovyetlerin Doğu Avrupa’da önleri açılmış ama iyi ilişkilerin ötesinde siyasal baskı ve terör estirme girişimleri öne geçince , Balkanlar’da Avrupa kıtasından gelen tepkiler öne geçmiştir . Özellikle Macaristan’ın özgürlük talepleri doğrultusunda öne çıkanhaklı tepkileri kamuoyunda büyük sarsıntılar yaratınca ,Sovyet tankları bu ülkeyi baştan aşşağı geçerek Macar halkını ezmekten çekinmemiştir . Sovyetlerin Balkanlar’da baskı yönetimi kurma girişimleri ağırlık kazanınca , önce milliyetçi yönü güçlü olan Arnavutluk sosyalist kamptan koparak bağımsız bir çizgide üçüncü dünyacılık çizgisine yönelmiş ve bu doğrultuda Çin Halk Cumhuriyetinin geniş desteklerine sahip olmuştur . Arnavutluk gibi küçük bir ülkenin kükreyen fare konumunda Sovyet sosyal emperyalizmine meydan okuması üzerine ,Sırbistan’ın öncülüğünde Yugoslavya Federasyonu da Varşova paktından çıkarak , sosyalist dünyadan ayrı bir bağımsız bir yol izlemeye başlamıştır . Bu aşamadan sonra Mareşal Tito, Yugoslavya federasyonunun başkanı olarak üçüncü dünya liderliğine soyunmuş ve bu doğrultuda önemli çalışmalar yaparak , dünyanın iki kutuplu bir çatışmadan kurtulabilmesi doğrultusunda ,bir üçüncü bloku bağlantısızlar hareketi olarak meydana çıkararak, dünya barışına katkıda bulunmuştur.Tito’nun bu tür çalışmaları federasyona prestij sağladıkça , bu yeni durumdan Sırbistan fazlasıyla yararlanarak gelecekte daha etkili bir konumda olabilmenin arayışı içinde olmuştur .Balkanlar’daki Sovyet yayılmacılığı Sırpların yardımları ile Slav emperyalizmi doğrultusunda genişlerken , Çekoslavkya’nın başkenti Prag’da da bir “Prag Baharı “dönemi yaşanmış ve başbakan Dubçek’in önderliğinde Çekler hak ve özgürlüklerine sahip çıkarak Sovyet emperyalizminin Balkanlar’da yayılmasına açıkça karşı durmuşlardır . Sırplar federasyon yapılanması üzerinden Tito yönetimi sayesinde uluslararası alanda daha etkin bir konuma geliyorlardı ama , kendi birlikleri içerisinde eşit haklara sahip olan diğer eyaletlerin halkları ile bir türlü anlaşamıyorlardı . Kendi anayasalarında var olan eşit düzeydeki hak ve özgürlüklerden federasyon üyesi diğer halkların kendileri gibi yararlanmalarını istemeyen Sırplar , katı bir bağnazlık içerisinde bölgedeki komşu halklar ile karşı karşıya geliyorlardı . Almanya –Hırvatistan,Fransa-Slovenya yakınlığı gibi bir yakınlığı Sırbistan- Rusya işbirliği üzerinden bir çeşit Slav emperyalizminin uzantısı olarak tesis etmek isteyen Sırplar , Sovyet desteği ile daha geniş otorite arayışı içerisine girerken , Hırvat asıllı devlet başkanı Mareşal Tito’nun Sovyet emperyalizmine sırtını dönmesi üzerine, Rusya-Sırbistan Slav birlikteliğinin emperyalist siyasal insiyatifini Balkan yarımadası üzerinde devreye sokamıyorlardı . Avrupa’nın önde gelen büyük Hrıstıyan ülkeleri Balkanları kendi haline bırakmamaya çalışarak ve Sırpların Balkan bölgesinden Rusların temsilcisi ya da Sovyet emperyalizminin elçisi konumuna gelmesini önleyerek , Doğu-Batı dengeleri doğrultusunda sağlanacak bir barışın Balkan yarımadası üzerinde geçerli olmasına izin vermiyorlardı . Sırplar Balkanları sürekli olarak kendi çöplüklerine çevirmeye çalışırken , Avrupa kıtasının büyük Hrıstıyan devletleri kıtanın güvenliğini sağlama doğrultusunda Sırplarınbu doğrultuda boylarından büyük girişimlerinin önünü kesiyorlardı .
Avrupa kıtası doğusundan batısına kadar Hrıstıyan dininin etkisi altına girerken , altı asırlık bir Osmanlı İmparatorluğu İslam dinini kıtanın doğusundan içeriye doğru taşıyor ve zamanla Balkanlar da önemli bir Müslüman nüfusun oluşmasının önünü açıyordu . Kosova ve Bosna Müslümanlarını sürekli olarak Balkanlar için yeşil tehlike olarak ilan eden Sırplar , zaman içerisinde bu Müslüman toplulukları eriterek yok etmeyi düşünüyordu . Bu doğrultuda , önemli miktarda Müslüman halkın Türkiye’ye gönderilmesini organize eden Sırbistan , Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonraki aşamada bütün Müslüman halkı Anadolu yarımadasına sürmenin hesaplarını yaparken , federasyonun çözülmesinden sonra Bosna ve Kosova’nın ayrı Müslüman devletler olmasına karşı çıkarak ,hemen bu bölgelerde yaşayan Müslümanları yok etme girişimlerine kalkışarak birbiri ardı sıra katliamlarını sürdürmüştür . Bu gibi girişimleri yüzünden Sırbistan’ın adı dünya literatüründe “Balkan Kasabı” olarak yer almıştır . Resmen hayvan keser gibi insan kesen Sırp milliyetçileri dünyanın gördüğü en vahşi saldırganlar olarak siyasal tarihteki yerlerini almışlardır .Avrupa kıtasının tam ortasında Bosna , Kosova ya da Arnavutluk gibi Müslüman devletlerin kurulmasına katı girişimler ile sürekli olarak karşı çıkan Sırp milliyetçileri , Müslümanları bölgeden kovarak ve bu yüzden sürekli çatışma çıkararak ve Balkan yarımadasının barış düzenine geçmesini önleyerek , bölgeyi potansiyel bir savaş alanı olarak geleceğe doğru yönlendirmişlerdir . Bu yüzden , resmi otoriteler muhtemel bir üçüncü dünya savaşının gene birinci ve ikinci cihan savaşlarında olduğu gibi gene Balkanlar’da çıkabileceğini söyleyebilmektedirler . Sırpların bitmek ve dinmek bilmeyen üstünlük duygusu ve yönetme arzuları ve emperyalizm hedefleri ,değişen koşullar içerisinde Balkan yarımadasında muhtemel bir Sırp emperyalizmini yeniden gündeme getirebilecektir .
Sovyetler Birliği ve Yugoslavya Federasyonunun dağılmasından bu yana çeyrek yüzyıllık bir zaman dilimi geçmiş ama Balkan meselesi henüz bitmemiştir . Geçen hafta içinde “Sırp Kasabı” adı ile bilinen eski bir Yugoslav ordusu yöneticisi Uluslararası Ceza Mahkemesinde , Bosna ve Kosova bölgelerinde yaptığı Müslüman katliamları nedeniyle kırk yıl hapis cezasına çarptırılmıştır . Aradan yirmi beş yıllık bir zaman dilimi geçmesine rağmen , Balkan meselesi devam etmekte ve tarihin çeşitli dönemlerinde bölgedeki komşu halklara karşı kasaplık yapan Sırp milliyetçileri yargılanmaya devam etmektedir . Ölüm ve idam cezalarının insan hakları nedeniyle kaldırıldığı bir aşamada Sırbistan kasabına verilen ceza uluslararası kamu oyunda çok az görülmüş ve bu yüzden vicdanlar bir kez daha ağlamıştır . En azından müebbet hapis cezası alması gereken üç yüz bin insanın katliamından en üst düzeyde sorumlu olan Sırbistan kasabının yeniden yargılanması talepleri, verilen cezanın azlığı dikkate alınarak kamuoyu önünde tırmandırılmaktadır .Yakınlarını katliamlar sırasında kaybeden bölge Müslümanları verilen cezayı çok az bulurken, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekerek gelecekte benzeri katliamların Sırbistan’ın emperyal hedefleri yüzünden benzeri katliam girişimlerinin yeniden gündeme gelmesinin önlenmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar . Evrensel düzeyde çalışmalar sürdüren insan hakları kuruluşları ile birlikte Müslüman örgütler de işbirliği yaparak bir kez daha Sırp kasaplığı ile karşı karşıya gelmenin nasıl önlenebileceğini tartışmaktadırlar .Bosna,Hersek ,Kosova ve Arnavutluk’ta bir tek Müslüman bırakmamayı hedefleyen Sırpların Slav emperyalizmine karşı , çağdaş dünya ve insanlık alemi yeni bir savaş ortamını önleme doğrultusunda gereken önlemleri şimdiden almak durumundadırlar .
Sırpların dinmek bilmeyen emperyal hesapları ve girişimleri devam ettikçe , Balkanların kalıcı bir barış ortamına sahip olması son derece zor görünmektedir . Saldırılara ,katliamlara ve benzeri sıcak çatışmalara alışmış olan Sırbistan , geçmişten gelen bu savaşçı yanını törpüleyemedikçe benzeri Sırp kasaplarının yeniden ortaya çıkması mümkün görünmektedir . Rusya ya da Amerika gibi büyük emperyal güçler çatışma çıkarmak istedikleri zaman ,Balkanlar’da Sırplar aracılığı ile hemen sıcak bir çatışma senaryosunun mümkün olduğu belirtilmektedir .Batı emperyalizminin gizli dünya devleti yapılanmalarının Balkanları bir sıcak çatışma alanı olarak kullandığı çeşitli senaryolar, her zaman için tartışılmaktadır . Unutmamak gerekir ki , dünyanın merkezi Orta Doğu’dur ama Balkanlara egemen olan güç Orta Doğu’yu da yönlendirme hakkına sahip olabilir . Sırpların yeni bir olay çıkarmaması için Jeopolitik biliminin bu ilkesi doğrultusunda kalıcı bir Balkan barışı acilen tesis edilmelidir .
|