Kilis Yardımlaşma derneği 
 

 

 

 

 

Sevgisiz dostluk olmaz!

Devamı  

 Türkiye'nin tek buz müzesi binlerce ziyaretçi ağırladı

 

 


  

 



 
14 MAYIS'TAKİ SEÇİMLER İÇİN 6 ADIMDA OY

KULLANMA REHBERİ



 
DEVAMI

 

magazin

NEVİN BALTA'NIN SON
KİTABI YAYINLANDI

 Devamı 

CACA OYUNU CADDEBOSTAN KÜLTÜR MERKEZİ'NDE


 

 

 

Milli Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Temel ile Röportaj 


Klasik Türk müziği sanatçısı, icracı ve bestekar, Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca, vefatının birinci yılında yad ediliyor.


KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI FİLM ARŞİVİ

 
 
 
  AKPINAR Temmuz 2017 Sayısı
 
 
 AKPINAR Mart 2017 Sayısı
 
 
 
Bir insanlık dersi...
 
 

 Orhan SELEN

Devamı

 

  
Hava Durumu Bilgileri

 
Döviz Kurları

Anket
Anket Seçilmemiş
Diğer Anketler

Ziyaretçiler
Toplam Ziyaretçi :  29932000
Bugün Ziyaretçi :  28041
Aktif Ziyaretçiler :  4839

AVRASYA'DA PAN-SİYONİZM
 
  Dünya anakaralarının birleştiği coğrafyaya , bilim çevreleri Avrasya adını verdiği için bu kavram daha çok  Asya, Avrupa ve Afrika gibi üç büyük kıtanın birleştiği merkezi  alanın  adı olarak öne çıkmaktadır . Her üç kıtanın birbirine açılan  ve birbiriyle bağlantı sağlayan  toprakları bir bütün olarak ele alındığında ise ortaya Avrasya adını taşıyan bir büyük bölge kıtasal yapılanma ile  kimlik kazanmaktadır . Amerika yeni kıta , Avustralya ise dış kıta olarak olarak yeryüzü haritasında yerlerini alırken , Avrasya bölgesinde kesişen Asya ,Avrupa ve Afrika kıtaları gibi eski insanların  binlerce yıl yaşamış olduğu  bölgeler insanlık tarihinin oluşumunda önem kazanmaktadır . Bu nedenle her üç kıtada meydana gelen değişiklikler ile yaşanan olayların  ortak bölge üzerinden birbirleri üzerinde etkiler yarattığı  ve birbirlerinin tarihinin oluşumunda etkili bir faktör olduğu , tarih biliminin ortaya getirmiş olduğu  önemli bir gerçektir . Her alanda gelişme gösteren değişik bilim dalları üç eski kıta ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda  sahip olunan ortak alanın kıtalar arası gelişmelerde  belirleyici olduğunu ortaya koyduğu için  Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda  bu  kıtalar arası etkileşim çizgisini iyi izlemek gerekmektedir . Tarih biliminin dile getirdiği geçmişin olayları ele alındığı zaman , böylesine bir etkileşim ağının  zamanla kendiliğinden devreye  girerek olayların gelişim çizgisinin belirlenmesinde  etkili olduğu göze çarpmaktadır . 
 Avrasya kavramı coğrafya biliminin insanlığa kazandırmış olduğu bir açıklama ya da tanımlamanın  adı olarak  doğmuştur . Özellikle Asya ve  Avrupa kıtalarının  birbirine yaklaştığı ve birleştiği bölgelerin bütünüyle yer aldığı kıtasal alanda ,Avrupa ve Asya kavramlarının içiçe geçmesinden kaynaklanan birleşik bir isim olarak  Avrasya kavramı belirginlik kazanmıştır . Asya , Avrupa ve Afrika kıtaları kendi başlarına bir kıtasal alanın  adı olarak varlıklarını sürdürürken , her üç kıtada ortaya çıkarak diğer kıtalara sıçrayan siyasal ve sosyal  gelişmelerin  yarattığı   ortak alan  yapılanmalarının  ayrıca ifade edildiği durumlarda ise  birleşik bir kavram olarak  Avrasya kavramına başvurulmuştur . Bu doğrultuda , Asya’da kurulmuş olan büyük imparatorlukların Avrupa kıtasına yönelmeleri ya da Avrupa kıtasında gündeme gelmiş siyasal yapılanmaların zaman içinde genişleyerek  Asya ya da Afrika kıtalarına sıçramaları gibi  durumlar, kıtalar arası birleşik gelişmeler olarak  inceleme konusu yapıldığında Avrasya kavramı öne çıkmaktadır . Tarihte üç kıtadan çıkan siyasal yapıların ya da uygarlıkların zaman içerisinde  bu  birleşik durumdan yararlanarak zamanla  diğer kıtalara doğru bir genişleme eğrisi gösterdiği  görülmektedir .  Asya’da tarih sahnesine çıkan devletlerin  Hunlar ya da Osmanlılar gibi Avrupa ve Afrika bölgelerine yayılması gibi , Avrupa merkezli bir büyük devlet olarak Roma İmparatorluğu da, hem Asya hem de Afrika kıtalarında genişleme olanaklarını değerlendirerek  dünya hegemonyası oluşturma çabası içerisinde  olmuştur . Bütün devletler bu doğrultuda  diğer siyasal güçlere ve yapılanmalara karşı üstünlük sağlama doğrultusunda rekabet içinde olmuşlardır . 
 Orta Doğu bölgesi  Avrasya kıtasal alanı içerisinde  var olan merkezi bir bölge olarak  her üç kıtanın tam ortasında yer  alan bir orta dünya olmuştur . İngiltere merkezli bir dünya yapılanması sürecinde  , merkeze kendisini oturtan İngiliz imparatorluğu  dünyanın üç büyük kıtasının kesişme noktası olan orta dünya alanına, Orta Doğu adını verdiği  için bu merkezi coğrafya  yaklaşık beş yüz yıldır  Orta Doğu ismi ile ifade edilmektedir . Orta Doğu bölgesinin bir ucu Balkanlara , bir ucu Kafkaslara diğer ucu da Kuzey Afrika’ya uzandığı için  her üç kıtanın kesişme noktası olmuştur . Asya kıtasının birer parçası olan Arap ve Türk yarımadalarında gündeme gelmiş olan siyasal oluşumlar
hemen Avrupa ve Afrika kıtalarına da sıçrama göstermiş ve  tarihe geçen olaylarda  her üç kıtanın birlikteliğini yansıtmıştır . Üç kıtanın topraklarının kesişme noktasında yer alan Orta Doğu bölgesi aslında dünyanın merkezi toprakları olarak jeopolitik gelişmelerde önemli misyonlar üstlenmiştir . Makedonya imparatorluğu Balkanlar’da tarih sahnesine çıkarak Anadolu ve Arap yarımadası üzerinden  Asya bölgesine yayıldığı gibi , Selçuklu İmparatorluğu da Kafkas bölgesinden ortaya çıkarak Avrupa bölgesine doğru bir yayılma süreci izlemiştir . Afrika’da ortaya çıkan  devletler ise  zaman içerisinde kuzeye doğru açılarak kendilerini güvence altına almak için çaba gösterirlerken ,aynı zamanda  Asya ve Avrupa bölgelerine doğru genişleyebilmenin yollarını aramışlardır . 
 Orta Doğunun tam ortasında yer alan Arap yarımadası üzerinde  ortaya çıkan  devlet yapılanmaları ise bu yarımadanın tamamını ele geçirdikten sonra, Anadolu yarımadasına ya da Kıbrıs üzerinden  Avrupa bölgesine doğru genişleyebilmenin arayışı içinde olmuşlardır .Üç büyük dinin tarih sahnesine çıkmış olduğu Orta Doğu bölgesinde kurulmuş olan  Yahudi, Hrıstıyan ve Müslüman devletler  Arap yarımadasını tümüyle fethettikten sonra  Anadolu üzerinden Asya kıtasına , Balkanlar üzerinden ise Avrupa kıtasına doğru genişleme çabası içerisinde olmuşlardır . Bu yüzden Orta Doğu tarihi bir anlamda Avrasya tarihi ile  özdeş bir konuma gelmektedir . Üç kıtanın kesişme noktasında yer alan Orta Doğu bölgesindeki her gelişme üç kıtaya birden yayıldığı gibi , bu üç kıtada meydana gelen siyasal ya da sosyal gelişmelerin merkezi coğrafya üzerinden  Orta Doğu bölgesini etkisi altına aldığı görülmektedir . Kutsal topraklar adı verilen merkezi alandan dünya sahnesine çıkmış olan üç büyük tek tanrılı dinin dünyaya yayılması sırasında , Orta Doğu toprakları  her  zaman için  merkez olma  misyonuna sahip olmuştur . Bu yüzden dinler arası  rekabet mücadelesinde  Orta Doğu bölgesi her zaman için  bir çekişme alanı olarak öne çıkmıştır . Kıtalar arası yakınlık ile birlikte öne çıkan kesişme noktaları üzerinden  kıtadan kıtaya geçişler her zaman için kolay olmuş ve bu yüzden de üç kıtadan birinde kurulmuş olan devletler, hemen komşu kıtalarda yayılma eğilimi içine girerek genişleyebilmenin ve bu zor coğrafya da ayakta kalabilmenin arayışları içinde olmuşlardır . Bir anlamda Orta Doğuda  ortaya çıkan bütün devletler ya da dinler, merkezi alanda var olabilmek ve kıtalar üzerinden gelebilecek  saldırılara ya da tehditlere karşı  kendilerini güvence altına alabilmek üzere, kendi bulundukları topraklara sınır komşusu konumundaki diğer  bölgeleri de doğal olarak egemenlikleri altına alabilmenin çabası içerisine girmektedirler . 
 Roma İmparatorluğu Akdeniz üzerinden Orta Doğu bölgesine geldiğinde merkezi topraklarda var olan Yahudi devleti yıkılmış ve bu devletin toprakları üzerinde yaşamakta olan  Yahudiler  her üç kıtaya dağılarak , yaşamlarını Avrasya kıtasının değişik alanlarında sürdürebilmenin yollarını aramışlardır . Bu nedenle  Akdeniz kıyıları üzerinden hem Avrupa hem de Afrika kıtalarında Yahudiler dağılarak kendileri için yeni ülkeler bulmaya yönelmişlerdir . İspanyadaki Endülüs devletinden Pers İmparatorluğuna  , Hazar devletinden  Asya’nın değişik  bölgelerine kadar   dağılan  Yahudiler hep yeni bir  yurt arayışı içinde olmuşlardır . Dünyanın jeopolitik merkezinden kovulma olgusu , Avrasya kıtasının geniş topraklarını yeni alternatif ülkeler  olarak gündeme getirdiği için  merkezi alandaki kutsal topraklar üzerinden gündeme getirilmiş olan devletin  güvenlik alanını  , Avrasya kıtasının tamamında gündeme getirmektedir . Her üç kıtadan saldırı tehdidi karşısında kalan orta dünya  topraklarının güvenliği için , merkezi devletin sınırları boyunca uzanıp gitmekte olan Avrasya coğrafyasının tümüne egemen olmanın gerekliliğini dünya haritası ortaya koymaktadır . Orta Doğu tarihinde ortaya çıkan birbirinden farklı durumlar da ,merkezde kurulacak bir devletin güvenliği için Avrasya bölgesinin tamamını dikkate alacak bir biçimde genişleme ve güçlenme gereksinimi olduğu görülmektedir . Bu doğrultuda  ,Kafkas devletleri Orta Doğu bölgesini kontrola çalışırken  , Orta dünya devletleri de Hazar bölgesini kendi güvenlikleri için denetim altına almaya çalışmışlardır .  Bu yüzden
günümüzün İsrail devleti , kurulu bulunduğu Filistin toprakları ile yetinmemekte ,  kutsal toprakları çevreleyen  Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının  kesişme noktasındaki bütün ülkelerde ,Balkanlar’dan Kafkaslara kadar güçlü  etki oluşturarak kendi güvenliğini garanti altına alabilmenin çabası içindedir . 
 Dünya tarihi incelendiği zaman , merkezi coğrafyanın bütününü kontrol altına alma çabası içerisine giren  devletler olduğu gibi bütünüyle merkezi coğrafya devleti olarak kurulan ve daha sonra yayılma eğilimleri gösteren , Roma , Hazar, Pers, Selçuklu , Osmanlı ya da  Makedonya gibi  imparatorluklar da olmuştur . Avrasya kıtasının orta Avrupa’dan başlayarak orta Asya’ya kadar uzanan geniş topraklar  üzerinde kurulmuş olan devletler , her zaman için  Avrasya adı verilen bir büyük coğrafyanın mutlak egemeni olarak  güçlenmek istemişler ama   kıtaların diğer bölgelerinde  bulunan devletler buna izin vermeyince  her zaman çatışma çıkmıştır . Bu yüzden Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri  Avrasya bölgesini  sürekli savaşlara sahne olan  yer olarak  karanlıklar, ya da felaketler coğrafyası olarak tanımlamışlardır . Bölge devletlerinin her zaman için aralarındaki din ve kültür farklılıkları yüzünden sıcak çatışmalara yönelmeleri yüzünden, kutsal topraklar her zaman için kan ve barut kokusundan kurtulamamış ve bu yüzden de Avrupalılar bu bölgeye felaketler bölgesi adını vermekten çekinmemişlerdir . Karanlık senaryolar felaket olarak nitelendirilebilecek  acı sonuçlar yarattığı için  dünya tarihinin  kan ve barut dolu sahneleri hep bu bölgede ortaya çıkmıştır . Birbirine denk devletler kurulduğu zaman ya da bölgedeki devlet düzeni içinde büyük ve küçük siyasal yapılar olarak dengesiz bir durum ortaya çıktıkça ,yeni savaş senaryoları ya da devletler arası birbirine saldırı girişimleri  birbiri ardı sıra gündeme gelebilmiştir .Her zaman  bölge devletleri arasında yaşanan rekabet çekişmeleri yeni savaşları ortaya çıkarmıştır . Bölgede savaşları  ve saldırıları önlemek isteyen devletler kendilerinin egemenliğinde bir büyük devlet oluşumuna giderek  merkezi coğrafyaya barış getirmek istemişler ama  kıtalardan gelen imparatorluk yapılanmaları merkezi alana kıtalardan müdahale etme eğilimi içine girdikleri için bu gibi barış arayışları sonuçsuz kalmıştır . Kıtalarda ortaya çıkan imparatorluklar her zaman bir  dünya hegemonyası peşinde koştukları için ,merkezdeki devletlerin büyümesini önlemek üzere saldırılara yönelmişlerdir . Zamanında Roma İmparatorluğunun Orta Doğu’ya gelerek Yahudi devleti olarak  ikinci İsrail’i yıkması bu durumun en açık  örneğidir . 
 Dünya tarihi içinde merkezi coğrafyanın geçmişine bakıldığında, büyük imparatorlukların zaman içerisinde birbirlerinin yerini aldıkları görülmüştür . Bugünkü bölge haritasının  kesinlik kazanmasında  yaşanan  siyasal gelişmeler açısından  durum değerlendirildiğinde , yirminci yüzyıla girerken var olan siyasal yapılanmanın çöküşü üzerine bugünkü merkezi alan haritasının  ortaya çıktığı anlaşılmaktadır . Dünya Birinci Cihan savaşına doğru sürüklenirken merkezi alanda yer alan Osmanlı ,Rus ve Avusturya imparatorlukları egemenliklerini  devam ettirebilmenin çabası içerisine girmişler ama batılı emperyalist devletlerin müdahaleleri yüzünden varlıklarını güvence altına alabilecek yeni yapılanmalara yönelemedikleri için , Birinci Cihan savaşı ile birlikte yıkılarak  tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmışlardır . Bu devletler yıkılmamak ve Avrasya coğrafyasında  varlıklarını sürdürebilmek amacıyla  on dokuzuncu yüzyılın bilgi birikiminden kaynaklanan bazı yeni siyasal açılımları, savaş ya da çatışmalar yolu ile değil ama  siyasal  senaryolar üzerinden  geliştirmeye çalışmışlardır .  Orta dünyanın üç büyük devleti kendi kimliklerine dayanan devlet yapılanmasını birbirlerine karşı geçerli kılmak isterlerken  , Avrasya halklarını kendi çizgilerinde geliştirdikleri politik yapılanmalar içinde bir araya getirmeye ve bu gibi birlikler üzerinden  de imparatorluk coğrafyasında yaşayan halk topluluklarını geleceğe  dönük bir  birliğe  kendi kontrolları altında yönlendirmek istemişlerdir . Ne var ki , bu gibi girişimler zamanla sonuçsuz kalınca , orta dünya devletleri arasındaki çekişmeler  tarihin savaşlarla sürmesine zemin hazırlamıştır . Merkezi coğrafyanın tarihi bu nedenle fazlasıyla  savaşlarla  doludur .                                                                                                                
 Fransız devriminin tarih sahnesine kazandırmış olduğu ulus devlet olgusu on sekizinci yüzyılda bütün dünyada var olan devletleri derinden sarsmaya başlayınca , imparatorluklar kendi sınırları içerisindeki çeşitli bölgelerin ayrılmalarını önleyebilmek için  ulusçuluk akımlarına yönelmişler ve bu doğrultuda uluslaşma süreçlerini kendi  toplumsal gerçeklerine dayanan  bir doğrultuda başlatarak , geleceğin en güçlü devleti olabilmenin girişimlerini sürdürmüşlerdir . Avrupa devletleri uluslaşırken , merkezi alanın imparatorlukları da uluslaşabilmenin yollarını aramışlar ve bu doğrultuda bölünmeyi önleyebilmek amacıyla  birleştirici akımlara yönelmişlerdir . Rus kimliği yetersiz kalınca  Rusya devleti etnik  Slav kimliğini öne çıkarmış ve Ortodoks dininin birleştiriciliğinden yararlanabilmenin arayışı içinde olmuştur . Rus Çarlığı sınırları içinde yaşayan Rus toplumunun yetersiz kaldığı noktada,  Ruslar hem dini hem de etnik yapıları kullanarak  imparatorluk arazisi içinde daha güçlü bir ulus devlet yaratabilmenin arayışını sürdürmüşlerdir .Ulusculuk akımları Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun parçalanmasına yol açınca ,hem Rus Çarlığı hem de Osmanlı İmparatorluğu toplumsal tabanlarını genişleterek daha güçlü bir yapılanmanın arayışını öne çıkarmışlardır . Bu doğrultuda hem Rus milliyetçiliği hem de Osmanlı milliyetçiliği  devlet eli ile örgütlenerek devreye sokulmuştur . Ne var ki , Avrupa toplumlarının sahip olduğu kültür ve bilgi düzeyinden çok geride olan merkezi alan devletlerinin ulusçuluk cereyanları istenen sonuçları sağlayamamıştır . Bunun üzerine   devletleri güçlendiren ulusçuluk akımlarından vazgeçen  merkez  devletleri  bölgesel hegemonyalarını  genişleten yeni birleştirici  akımlarla, bölge halklarını kendi hegemonyaları altında geliştirebilmenin  arayışı  içinde olmuşlardır . 
  Avrupa kıtasını  saran milliyetçilik doğu Avrupa üzerinden merkezi imparatorlukların parçalanmasını gündeme getirince ,buna tepki olarak birleşmeyi ve daha geniş alanlarda birleşik bir kimliği geçerli kılmak isteyen  Pancılık akımları   öne sürülmüştür . Birleştiricilik  ve birlik oluşturma gibi anlamlara gelen Pancılık akımlarını , hem Rus devleti hem de  Osmanlı devleti siyasal güçleri ile örgütlemeye çalışmışlardır . Rus Çarlığı  geniş alanlardaki hegemonyasını sürdürmek üzere bir yandan etnik kökenine dayanan  Pan-Slavizm akımını örgütlerken ,diğer yandan da dinin birleştirici gücünden yararlanmak üzere Pan-Ortadoksculuğu örgütlüyordu . Rusya hem toprakları üzerindeki halk topluluklarının kopmasını önlemek hem de sınırları dışında yaşayan diğer Ortadoks kitleleri hegemonyası altına alabilme doğrultusunda etkinliğini artırabilmek amacıyla, Pan-Slavizm akımına yöneliyordu . Ruslar bu konuda çok hassas davranarak kesin ve kararlı bir biçimde Pan-Slavist politikaları gündeme getirince , bu durumdan rahatsız olan Almanlar’da  bir kaç yüz prenslikten oluşan Cermen topluluğunu , Pan-Cermenizm akımı çatısı altında toplayarak büyük bir Alman imparatorluğu hedefine doğru yöneliyordu .Ruslar tüm Slavların İmparatorluğunu kurmaya çalışırken  Prusyalılar da tüm Cermenlerin imparatorluğunu kurabilmenin çabası içerisinde, Pan-Cermenizm akımını  gündeme getiriyorlardı . Doğu Avrupa bölgesinde Almanlar ve Ruslar geleceğe dönük bir yarış içerisine girerken , Pan-Slavizm ve Pan-Cermenizm akımları arasında büyük bir yarış başlıyordu . Ruslar Slavcılık politikalarının yetersiz kaldığı yerlerde Pan-Ortodoksculuk üzerinden destek sağlamaya çalışırlarken , Almanlar da  Pan-Cermenizm’e daha geniş destek sağlamak üzere Pan-İslamizm akımını öne çıkarıyorlardı . Pan hareketleri ile  geniş Avrasya coğrafyasında egemenlik yarışı  tırmanırken , Almanlar doğu politikası ile merkezi coğrafyaya yöneliyor ve hem Osmanlı hem de İran devletlerinin çatısı altında yaşamakta olan Müslüman kitleleri , Pan-İslamizm akımı sayesinde kendi denetimleri altına almak istiyorlardı .Orta Avrupa’dan Orta Asya’ya doğru uzanıp giden Avrasya coğrafyasının Müslüman asıllı halklarına Pan-İslamizm üzerinden ulaşmayı hedefleyen  Cermen İmparatorluğu Alman devletinin kurucu gücü olan Töton şövalyelerinin adını  yeni kurulacak Cermen –Müslüman imparatorluğuna  vereceğini bütün dünyaya ilan ediyordu . Almanlar  , kuzeydeki Rus
gücünü aşabilmek ve merkezi alana egemen olabilmek uğruna  İslam dünyasına yönelerek  Pan-_İslamizm politikaları ile  Rusların, İngilizlerin ve diğer emperyal  güçlerin  önünü keserek Töton İmparatorluğunun önünü açmak istiyorlardı . 
  Pancılık  akımları genişleyerek yayılırken Avrupa’nın ortalarında Almanlar ile Ruslar arasında  sıkışıp kalan Macarlar da kendilerini kurtarmak üzere ulusal çıkarları doğrultusunda iki emperyalist güce karşı  yeni bir  birleştirici bir yol arıyorlardı . Cermenler ve Slavlar kadar  geniş nüfusa sahip olmayan Macar devleti , Avusturya’dan ayrıldıktan sonra kendi gelmiş oldukları kökenlerine uygun bir yeni birleştirici  akımı , Pan-Turanizm olarak  başkent Budapeşte’den resmen ilan ediyorlardı . Cermenler gibi Avrupalı olmayan ve  Ural-Altay bölgesinden göç ederek  Avrupa kıtasına gelen Macarlar , bir Pancılık akımı yaratarak Ruslara ve Cermenlere karşı kendilerini koruyamayınca ,bunun üzerine  Hazar kökenli Macar aydınlarının öncülüğünde , İran bölgesinin kuzeyinde yer alan Turan bölgesinde bir büyük birlik kurmayı hedefleyen  Pan-Turanizm akımını  Avrasya hegemonyasında yeni bir alternatif olarak  ortaya koyuyorlardı . Macar Musevilerinin öncülüğünde örgütlenen  bu yeni akım , Hazar döneminden gelme bir birikimi  Türkler ile akraba bir boy olan Macarların önüne koyuyordu. Onuncu yüzyılda Tuna nehri kıyılarında bir krallık kurmuş olan  Macarlar , Almanların ve Rusların dayattıkları Pancılık akımlarına karşı hem kendilerini korumak hem de  geldikleri bölge ile yaşadıkları bölgeler arasında bir köprü oluşturabilmek üzere Pan-Turanizme yöneliyorlardı . Rusya sonrası bir bölgesel hegemonya arayan  Macar Turancıları  arzu edildiği gibi Slavlara ve Cermenlere karşı güçlü bir alternatif  oluşturamadılar. Rusların  ve  Cermenlerin alternatif akımları Pan-Ortodoksculuk ya da Pan-İslamizm olarak devreye girdiği aşamada , Macar Turancıları bu dini hegemonya arayışına karşı bir Pan-Judaizmi ya da Pan-Siyonizmi  açıktan ortaya koyarak savunamadılar . Bu yüzden de Avrasya’nın geleceği ile ilgili akımlar arasındaki  yarışta Pan-Turanizm biraz geride kalıyordu . 
 Macaristan’da doğan Pan-Turanizm akımı yeterince etkili olamayınca , bu akımı daha da güçlendirmek üzere Türkcülük akımlarından  yararlanmak istenildi ve  Pan-Turanizm’in tamamlayıcısı bir doğrultuda Pan-Türkizmi’de devreye sokarak sonuç almaya çalıştılar ama gene de Cermenlere ve Ruslara karşı  başarılı olamadılar .O dönemde Türkçülük Macaristan’da değil ama Rusya’da yaygınlaşıyordu . Ayrıca Paris’e giderek eğitim alan Osmanlı aydınlarının da Jön-Türk akımına kapılmaları yüzünden , Türk dünyasına yönelen birleştirici bir hareket olmak  açısından Rusya ve Fransa gibi devletler  öne çıkıyordu . İngiltere’nin Budapeşte üzerinden Avrasya Türk dünyası ile yakından ilgilenmesi  ve Vambery gibi bir Türkologu  Orta Asya bölgesine göndermesi  üzerine  gündeme gelen , Pan-Türkizm akımı da  Jön-Türkizm akımı ile birlikte devreye giriyordu . Pan-Turanizmin yaratmış olduğu ortamdan yararlanan Türkçüler ,hem  Fransa üzerinden İsviçre’de  Türkçülüğe yöneliyorlar , hem de  Macaristan üzerinden  yeni bir Pan-Türkizmi Osmanlı ülkesine taşımaya öncelik veriyorlardı . Pan-Turanizmi desteklemek üzere öne çıkarılan Pan-Türkizm akımı ,kısa  bir süre içinde  daha etkili olarak öne çıkıyor ve  Osmanlı sonrası dönem için bir Türk devletinin kurulmasını sağlayacak derecede önemli siyasal  birikimi  imparatorluk sonrası dönemde devreye girebilecek düzeyde öne çıkarıyordu . Paris’teki Jön-Türk birikimi Budapeşte’deki Pan-Türkizm  akımı ile  birleşince , Anadolu yarımadası üzerinde  çağdaş  Türk devleti kuracak düzeyde birleştirici bir Türkçü açılım gündeme getiriliyordu . Daha sonra Türk milliyetçiliğini bir akım olarak  geliştiren bu birikim , bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyetinin tarih sahnesine çıkması açısından da yardımcı oluyordu . Avrasya’nın geleceği için Cermenler ve Ruslar arasındaki çekişmeye Budapeşte merkezli Pan-Turanizm üzerinden,  Türkler de  Pan-Türkizm akımını bu aşamada devreye sokarak  katılıyorlardı .Böylece yirminci yüzyılın yeni  dünya düzeni  arayışı merkezi alanda bir çekişme ile öne çıkıyordu . 
 Avrasya toprakları orta dünya olarak Pancılık akımları arasında bir  yarış alanına dönüşürken Pan-Turanizm ve Pan-Türkizm  akımları arasındaki işbirliği , Osmanlı hinterlandının merkezinde bir Türk devletini tarih sahnesine çıkarıyordu . Böylece Birinci Dünya savaşı sürecinde Atlantik güçleri dünyanın merkezine gelmeye hazırlanırken , birer büyük Avrasya İmparatorluğu kurmak isteyen  Rusların ve Almanların önü kesiliyordu . Geleceğe dönük  iki emperyal projenin önü kesilirken , bölgenin diğer kalabalık nüfusunu oluşturan Türklerin önü bölgesel boşluğun doldurulması açısından  açılıyordu .  Böylece Jön-Türklük ile Pan-Türkizm birleşmesinden meydana gelen Türkçülük akımı hızla örgütlenerek kendi devletini orta dünyanın merkezinde oluştururken , bu coğrafya da yeni bir devlet kurmaya yönelen ve Osmanlı sonrası dönemde merkezi alana egemen olmak isteyen bir başka etnik ve dini grup olarak  Museviler de hem Atlantik güçlerinin desteği ile  Orta Doğu’ya geliyorlardı.  Bu aşamadan  sonra Siyonizm akımının desteğiyle oluşturulan yeni ortamda  ,Museviler  Siyonizm akımı aracılığı ile  bir  siyasal arayış içerisine girerek  iki bin yıl sonra bir Yahudi devletini  merkezi coğrafyanın tam ortasında kuracak biçimde ,  kutsal toprakları ele geçirmek üzere  harekete geçiyorlardı . Birinci dünya savaşı sonrasında  bölgede bir Yahudi devleti  kurarak tarih sahnesine çıkmak isteyen Siyonizm , o dönemin koşullarında  ABD ve İngiltere’yi kullanarak  ve  Birinci   cihan savaşı sonrasında  hızlı bir biçimde Pan-Siyonizm akımına yöneliyordu . Böylece , merkezdeki  kutsal topraklar üzerinde  en az on milyon Yahudiyi bir araya getirerek  gelecekte  Büyük İsrail devletinin çekirdeğini oluşturacak bir küçük İsrail devleti öncelikli olarak kuruluyordu . 
 Küçük İsrail devleti , bugün Filistin denilen bölgeye iki dünya savaşı sonrasında  Yahudilerin iki bin yıl sonra dönmesi ile kuruluyordu . Bu küçücük devletin kurulabilmesi için gösterilen çabalar Filistinlileri topraklarından ediyor ve bu ülkede bir işgal durumu yaratılarak  Milat öncesi dönemlere bir geri dönüş üzerinden, ilk ve orta çağlarda olduğu gibi  yeni bir  din devleti kuruluyordu .Rusya’da dışarıdan örgütlenen bir sosyalist  sistem üzerinden  hem Hrıstıyan hem de Müslüman ülkelerde  materyalist bir çizgide dinsizlik düzeni yaratılmak istenirken ,  bu duruma tamamen ters bir çizgide İslam dünyasının tam ortasında bir Yahudi devleti, dinci siyasal politikalar  aracılığı ile  ilan ediliyordu . Dünyanın tam ortasında iki bin yıl sonra kurulmuş olan Yahudi devletinin yaşayabilmesi için daha da büyüyerek güçlenmesi gerekiyordu . Bu yüzden İsrail’in sınırları hiçbir zaman kesin hatlarda belirlenmiyor ama komşu ülkeler sıcak çatışmalar ve  savaşlar aracılığı ile  zorlanarak İsrail devletinin ülkesi olacak topraklar dış baskılar  aracılığı ile  genişletilmeye çalışılıyordu . Saldırı savaşları ile  Arap devletleri küçültülmeye çalışılırken ,Siyonist hegemonya planları ile de  bütün Orta Doğu’da etkin olacak  bir Yahudi insiyatifi  geliştirilmeye çalışılıyordu .İsrail kuruluş dönemini tamamladıktan sonra hızla büyüme ve genişleme yoluna gidiyordu . Sıcak çatışmalar bahane edilerek yaratılan savaşlar aracılığı ile Arapların toprakları ellerinden alınırken , Siyon tepesi merkezli  Pan-Siyonizm akımı bütün merkezi coğrafya ülkelerinde egemen kılınmaya çalışılıyordu . İsrail için öncelik kendisini çevreleyen Orta Doğu ülkeleri olduğu için  üç kıtanın ortasında ki kesişme noktası olan merkezi toprakların  Yahudilerin yönetimi altına girmesi gerekiyordu .Pan-Siyonizm akımı bu açıdan bölgedeki iç hat ve dış hat  komşu devletler ile yakınlığı geliştirerek , kendisini güvenlik altına alabilecek  yeni bir düzen arayışı içine giriyordu . Bu doğrultuda , iç hat  komşuların Müslüman devletler olması nedeniyle , bunları dengeleyecek Türkiye,Mısır ve İran gibi dış hat komşu devletlerin laik yönetimlere doğru yönlendirilmelerine çalışılıyordu .İşte bu bölgesel denge düzeninin kurulmasında Pan-Siyonizm akımı örgütlenerek, bölge devletlerinde  İsrail’in etkinliğini artıracak ve Yahudi devletini etkin kılacak yeni politikaların  Siyonist lobiler aracılığı ile  dolaylı yollardan  öne çıkarılmasına  çalışılıyordu . Bölge devletlerinin İsrail’den güçlü olması önlenmek isteniyordu .  Yahudi dinin siyasal örgütü olacak böyle bir devletin Hrıstıyan ve Müslüman güçlere karşı  kendini koruması isteniyordu .                                                                                  
 Pan-Siyonizmin ilk ve ana hedefi  Orta Doğu bölgesinde kurulmuş olan  Yahudi devletinin güvenliğinin  öncelikli olarak sağlanması olmuştur .  Bölge devletleri bu amaçla sürekli savaştırılarak zayıflatılmaya çalışılmıştır . Bütün devletler üzerinde  iki büyük Atlantik gücü olan ABD ve İngiliz imparatorluğunun siyasal güçlerinden yararlanılmak istenmiştir .Uluslararası kapitalist sistem  Yahudi bankerler aracılığı ile ele geçirilerek İsrail’in çıkarları doğrultusunda kullanılmıştır . Bütün büyük ülkelerde son derece örgütlü Siyonist lobiler  oluşturularak  İsrail devletinin çıkarları doğrultusunda  siyasal konjonktür ayarlanmaya çalışılmıştır . Dış dünyadaki Yahudi gücü , merkezi coğrafyada Siyonist hegemonyanın kurulmasında ve geliştirilmesinde planlı bir çizgide kullanılmıştır . Orta Dünya devletlerinde yaşamlarını sürdüren Yahudiler , Pan-Siyonizm uygulamaları doğrultusunda bir büyük bölgesel güç olarak örgütlenerek diğer emperyal güçlere karşı devreye sokulmuşlardır . Yahudi düşmanlığına karşı bölge devletlerinde yaşayan bütün Musevilerin birlikte hareket etmesi  hedef olarak belirlenirken , Pan-Siyonizm bütün merkezi alanda çok etkili çalışmalar yürütmüştür . Bölge devletlerinin tarihi incelendiğinde bu durumun çeşitli örnekleri açıkça görülmektedir . İsrail’in varlığı Orta Doğu bölgesini  Siyonist bir Orta Dünya’ya çevirirken , Pan-Siyonizmin çok etkili çalışmaları  göze çarpmaktadır . Para gücünün en üst düzeyde kullanılması , terörün bölge ülkeleri için sürekli olarak bir istikrarsızlık unsuru olarak  yönlendirilmesi ,  bütün bölge ülkelerindeki  Musevi asıllı bazı insanların  din dayanışması doğrultusunda  İsrail’in çıkarları için  bazı siyasal senaryolara  alet edilmesi, Musevi asıllı bir çok insanın  kendi ülkelerinin yönetim kademelerinde  İsrail lobisi olarak  tavır koymaları Pan-Siyonizm akımının  önde gelen  girişimleri olarak  bugüne kadar sürdürülmüştür .
  Jeopolitik açıdan Orta Doğu bölgesinin Avrasya kıtasının bir parçası olduğu  göz önüne getirilirse , Pan-Siyonizm hareketinin birinci önceliği merkezi ülkelerdeki Siyonist yapılanmanın oluşturulması  olarak öne çıkmıştır . Ne var ki ,  siyasal tarihte Pancılık  akımlarının çıktığı ve hedeflediği coğrafya  Avrasya kıtası  olduğu içindir ki , Pan-Siyonizm  bütün Pancılık akımlarına karşı bir büyük birlikteliği  Avrasya coğrafyasında  örgütlemeye yönelmiştir . Amerika,Avrupa ve Afrika kıtalarındaki Yahudi Konseylerine benzer bir  konsey  yapılanması da Kazakistan’ın başkenti Astana merkezli olarak gündeme getirilmiştir . Türk dünyasının en büyük  ve  zengin ülkesi olan ve bu devletin Avrasya Yahudi Konseyi’nin çalışma merkezi olarak seçilmesi ,  Siyonist hareketin  Türk dünyasına  ne kadar  çok  önem verdiğini göstermektedir .  Türkler Avrasya kıtasının gelecekteki yapılanmasında sahip oldukları nüfus potansiyeli ile çok büyük bir ağırlığa sahip olurken  ve bu kadar önemli bir avantajın Pan-Türkizm  doğrultusunda  gelişmesi  gerekirken  , araya Pan-Siyonizmin girmesi  bütün dengeleri değiştirmekte , fiilen var olan Türk ağırlığı bu coğrafyadan dışlanırken , olmayan  Musevi ağırlığı Pan-Siyonizm akımı üzerinden örgütlenerek öne çıkarılmaktadır . Uluslararası Siyonist lobiler ile  parayı elinde tutan kapitalist lobilerdeki Musevi ağırlığı da İsrail’in güvenliğinin sağlanması doğrultusunda , Avrasya kıtasındaki hegemonya yarışında İsrail’in lehine olabilecek bir çizgide kullanılmaktadır . Türkiye’nin siyasal sahnesinde de benzeri ağırlıkların  ülkenin ulusal çıkarlarına aykırı bir biçimde Siyonist çizgilerde kullanılması , Pan-Siyonizmin  diğer Pancılık akımlarına karşı üstün olmasına katkıda bulunmaktadır . Benzeri durumlar  diğer ulus devletlerin siyasetlerinde ortaya çıkmış  ve ülkelerin geleceği açısından   ciddi sorunlar   çıkarmıştır . Devletler arası rekabet düzeninde , her devlet kendi örgütleri ile devreye girerek ulusal çıkarlarını korumaya çaba göstermiştir . Ne var ki , dünyanın gündeminde yer alan  Avrasya sürecinin  yapılandırılmasında  Siyonist lobilerin etkin roller üstlenmeleri yüzünden , Rusya’nın  Pan-Slavizmi ve Pan-Ortadoksculuğu ile Almanya’nın Pan-Cermenizmi ve  Pan-İslamizmi  Avrasya yarışında geri kalmıştır . Türkiye’nin Pan-Türkizmi ile Macarların Pan-Turanizmi’de benzeri bir çıkmaza saplanıp kalınca  , Siyonizm uluslararası konjonktürü  Pan-Siyonizm doğrultusunda  öne geçirmiştir . 
 İki yüz yıl önce başlayan Avrasya sürecinde , dünyanın merkezini ele geçirmek isteyenler Pancılık akımları ile bölgedeki ağırlıklarını artırmaya çalışırken  hem birbirleriyle mücadele ederek birbirlerinin yollarını kesmişler  , hem de aradan geçen uzun zaman dilimi boyunca uluslararası konjonktürü kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirerek, bu bölgede kendi ağırlıklarını öne çıkaramamışlardır . Bölgede Almanlar ve  Ruslar  büyük imparatorluk planları yaparken  Macarlar ve Türkler var olabilmenin çabası içinde Pancılık akımlarına yönelmişlerdir . Ne var ki , bölgeye sonradan gelen İsrail devletinin Orta Doğu’daki konumunu Avrasya hegemonyası için kullanmak isteyen  Siyonizm  , Orta Doğu sonrasında , Balkanlar , Kafkaslar, Hazar ,Rusya  ve Orta Asya  gibi bölgeleri de ele geçirerek dünya egemenliği arayışında  Avrasya’nın egemen gücü olarak hareket etmektedir . Bu durumun gelişmesi için  , Siyonizm bölgede son derece hesaplı  uygulamaları devreye sokmakta ve rakiplerini tasfiye edecek bir yaklaşımı çeşitli uygulamalar üzerinden devletlere karşı  geliştirmektedir . Pan-Slavizm   Rus emperyalizmi , Pan-Cermenizm  Alman emperyalizmi , Pan-Turanizm  Macar  faşizmi  , Pan-Türkizm  ise Türklerin faşizmi olarak kamuoyuna yansıtılarak , Pancılık akımları kötülenmiş ve zamanla tasfiyeye yönlendirilmiştir ama Pan-Siyonizm korunmuştur . Bugünün konjonktürü doğrultusunda bölgeye yansıyan  politikalar ile  Pan-Siyonizmin  uygulama alanına getirmiş olduğu  girişimler  hep  Siyonizmin bölge egemenliğine katkıda bulunmuştur . 
 Eyaletleşme  üniter devletleri parçalayarak ,  yerelleşme  merkezi devletleri tasfiye ederek ,mezhepleşme din üzerinden toplumları  dağıtarak , etnik kavga ulusları ortadan kaldırarak ,şirketleşme bölge halklarını ekonomi üzerinden emperyal  kapitalist düzene bağlayarak , küreselleşme döneminin bölgeye yansıyan  önemli gelişmeleri olmuştur .Küresel emperyal dönemin bu yansımaları  Avrasya coğrafyasındaki bütün devletleri ve milletleri dağılmaya doğru sürüklerken  , bu gibi gelişmelerin aslında  Siyonizmin önünü açarak , gelecekte bir Büyük İsrail projesinin bölgede etkili olmasını sağlayacak gibi görünmektedir .Küçük İsrail’in Büyük İsrail’e  dönüşmesi için bölgedeki bütün devletlerin parçalanarak eyaletler halinde Kudüs merkezli bir Siyonist yapılanmanın içinde yer alması  planlanmaktadır . İsrail’in işgal ettiği topraklarda güven içinde varlığını sürdürebilmesi için ,gelecekte  Avrasya devletlerinin çökertilerek tehdit olmaktan çıkartılması gerekmektedir .Orta Doğu devletlerini kendi beslediği terör örgütleri ile paramparça ederek eyaletler halinde Kudüs’e bağlamayı hedefleyen İsrail devleti  ,Balkanlar,Kafkaslar,Hazar ve Orta Asya gibi Avrasya bölgelerindeki devletler için de benzeri bir siyasal  çözülme sürecini , bölge devletlerine dış destekler aracılığı ile dayatmaktadır. Bölge devletleri ;yerelleşme, eyaletleşme, mezhepleşme ,etnikleşme ile birlikte dışa bağımlı şirketleşme  çıkmazlarından kurtulmadıkça  İsrail’in  Pan-Siyonizm  örgütlenmeleri ile  çökmekten ve dağılmaktan kurtulamayacak gibi görünmektedirler .Savaşı ve sıcak çatışmaları uluslararası komplolar ile birlikte Avrasya’nın her bölgesine taşıyan Siyonizm , bölgede Pancılık akımına soyunarak , merkezi alanda tam anlamıyla bir  Yahudi egemenliği inşa etmeye çalışmaktadır .Siyonizmin dünya egemenliği projesi, Orta Doğu ile birlikte bütün Avrasya ülkelerini de haritadan silmeyi  hedef aldığı için , öncelikle merkezi devletlerin bir araya gelerek savaşa karşı bir merkezi savunma örgütünü kurmaları gerekmektedir. Merkezi devletlerin öncülüğünde Avrasya kıtasının diğer bölgelerinde yer alan devletleri de içine alan daha büyük bir kıtasal oluşum, ancak Pan-Avrasyacı bir yaklaşım çerçevesinde  mümkün olabilecektir . Bu nedenle önümüzdeki dönemde  Pan-Slavizm,Pan-Cermenizm ,Pan-Turanizm,Pan-Türkizm ve Pan-Arabizm gibi Pancılık akımlarının ,  en büyük emperyalizm olan  Pan-Siyonizme karşı  birleşerek büyük bir bütünsellik içinde  Pan-Avrasyacılık yapmaları gerekmektedir . Pan-Avrasyacılık akımının çatısı altında bir araya gelecek olan bütün Pancılık akımları bu doğrultuda  bir araya gelerek  emperyalizme ve Siyonizme karşı  varlıklarını ve geleceklerini güvence altına alabileceklerdir . Orta Doğu savaşı bu doğrultuda acilen durdurulmalıdır .  
 

 

Ekleyen:  Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Tarih:  29.3.2018
İzlenme: 
Yazdır:Yazdır
Eklenen Yorumlar 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN Yazıları
HEM HER ŞEY DEĞİŞECEK HEMDE TÜRKİYE DEĞİŞMEYECEKProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 10.8.2023 Devamı
CUMHURİYETİN 100. YILINDA 100 İL VE 1000 İLÇEProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 26.7.2023 Devamı
YANLIŞ STRATEJİLER İLE SEÇİM KAZANILMAZProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.6.2023 Devamı
SEÇİMLER TÜRKİYE'NİN EKSENİNİ BOZUYORProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 20.5.2023 Devamı
CUMHURİYET SENATOSU ACİLEN HURULMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 22.3.2023 Devamı
TÜRKİYE''DE YÖN HAREKETİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.3.2023 Devamı
TÜRKİYE DE MÜBADELE MÜBADİLLERİLE ULUS DEVLET -SIĞINMACILAR İLE FEDERASYONProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 9.1.2023 Devamı
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 9.1.2023 Devamı
MÜBADELE VE ULUS DEVLETLERProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.1.2023 Devamı
ALMANYA'NIN HATASINI TÜRKİYE TEKRARLAMAMALIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 30.11.2022 Devamı
KAPANMAYAN PARANTEZ HALK EVLERİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 21.11.2022 Devamı
İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ - Paris-Londra ve Ankara-İstanbulProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.10.2022 Devamı
KAMU YÖNETİMİ AKADEMİSİ (KAYA) ACİLEN KURULMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.8.2022 Devamı
ATATÜRK CUMHURİYETİNİN MODELİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 12.7.2022 Devamı
BÖLÜNEREK FEDERASYON DEĞİL BÖLÜNMEDEN KONFEDERASYONProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 6.6.2022 Devamı
TÜRKİYE VE BALKAN BARIŞI Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 5.6.2022 Devamı
TÜRKİYE VE BALKAN BARIŞIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 31.5.2022 Devamı
ATATÜRK'ÜN VASİYETİ VE HİLAFET FEDERASYONU Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.5.2022 Devamı
ANKARA KALESİ- 318 1921 ANAYASASI ÇÖZÜM OLAMAZProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.5.2022 Devamı
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DEREFORM YAPILMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.4.2022 Devamı
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.4.2022 Devamı
AFRİKA DA TERÖR OYUNLARIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 7.4.2022 Devamı
HALKÇILIK PROGRAMINDAN HALKEVLERİ’NEProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.3.2022 Devamı
İSRAİL VE KIBRISProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 15.2.2022 Devamı
ANKARA ULUS İLÇESİ KURULMALIIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.2.2022 Devamı
AVRUPA OLMADI, AFRİKA OLUR MU?Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.1.2022 Devamı
TÜRK DÜNYASI BÜTÜNLEŞİYORProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.12.2021 Devamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ TEMEL NORMUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.11.2021 Devamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ TEMEL NORMUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 28.10.2021 Devamı
YENİ KEMALİZM OLAMAZ AMA GÜNCEL KEMALİZM OLABİLİRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 5.10.2021 Devamı
NE YENİ OSMANCILIK NEDE NEO KEMALİZMProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 29.8.2021 Devamı
ATATÜRK'ÜN PARTİSİNDE OLİBERAL OYUNLARProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 26.8.2021 Devamı
GÖÇLER ARCILIĞI İLE ULUS DEVLET TASVİYESİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 17.8.2021 Devamı
İÇ SAVAŞ TÜRKİYE'Yİ YIKARProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.8.2021 Devamı
TÜRKİYEYİ TÜRKÇÜLÜK KURDUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 29.5.2021 Devamı
Sayfalar : 1  2  3  4  5  6  7  8  9  
Yazarlar
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

HEM HER ŞEY DEĞİŞECEK HEMDE TÜRKİYE DEĞİŞMEYECEK
M. Yahya EFE

Dünya Engelliler Günü
Hüseyin TOPRAK

UYAN ŞAHİN UYAN GÖR NELER OLDU…
Harika ÖREN

İnsanlığın Kırmızı Çizgileri
Metin Mercimek

YAŞAM ANLAYIŞIMIZ SEVGİ OLSUN
Belma Demir AKDAĞ

BİR YIL DAHA GİTTİ
Ahmet GÖKSAN

GELECEĞİMİZİN YOLU
Sevgi Ünal

YAZMIŞ KIŞMIŞ
Münevver ÖZCAN

TANIK OL KARAR VER
Dr. İbrahim ATEŞ

ÂŞÛRÂ GÜNÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Nevin BALTA

İzmir İktisat Kongresi 100 Yaşında
Şahika ÖNER

BENİM ANNEM!
Ayten YAVAŞÇA

Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Fevziye ŞİMDİ

UMUT
Günseli RUMELİOĞLU

EVRİMİN GÜNCELLENMESi
Yekta Güngör ÖZDEN

Ne günlere kaldık…
Oktay ZERRİN

Anadolu Mektebi Okul Paneli
Arzu KÖK

Gençler!...
Dr. Doğan KUŞMAN

Müslüman mısınız?
Alev YILDIRIMCI

Zaman yok
Handan ÇÖLAŞAN

Bu DÜNYA
Bekir COŞKUN

Yazı bilmem
Orhan SELEN

UNUTKANLIK SALGINI
Elveda TANIK

LEBALEB KONGRE...

>>>>>>>>>>>>>>>>>>
 



 

 


>>>>>>>>>>>>>>>>>
 

 

 

 

Her Hakkı Saklıdır. Efe'ce Haber Gazetesi © 2008 Tasarım : Linear Yazılım

Reklam