Kilis Yardımlaşma derneği 
 

 

 

 

 

Sevgisiz dostluk olmaz!

Devamı  

 Türkiye'nin tek buz müzesi binlerce ziyaretçi ağırladı

 

 


  

 



 
14 MAYIS'TAKİ SEÇİMLER İÇİN 6 ADIMDA OY

KULLANMA REHBERİ



 
DEVAMI

 

magazin

NEVİN BALTA'NIN SON
KİTABI YAYINLANDI

 Devamı 

CACA OYUNU CADDEBOSTAN KÜLTÜR MERKEZİ'NDE


 

 

 

Milli Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Temel ile Röportaj 


Klasik Türk müziği sanatçısı, icracı ve bestekar, Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca, vefatının birinci yılında yad ediliyor.


KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI FİLM ARŞİVİ

 
 
 
  AKPINAR Temmuz 2017 Sayısı
 
 
 AKPINAR Mart 2017 Sayısı
 
 
 
Bir insanlık dersi...
 
 

 Orhan SELEN

Devamı

 

  
Hava Durumu Bilgileri

 
Döviz Kurları

Anket
Anket Seçilmemiş
Diğer Anketler

Ziyaretçiler
Toplam Ziyaretçi :  29932150
Bugün Ziyaretçi :  28191
Aktif Ziyaretçiler :  4991

"ORDULAR, İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR İLERİ"
  Üç tarafı denizlerle çevrelenmiş olan  Anadolu yarımadası üzerinde yer alan  Türk Devleti  tarihsel birliktelik gerekçesiyle,  kurucu önder Atatürk’ün  hazırlamış olduğu  Misakı Milli sınırları içerisine alınan  Trakya bölgesinin katılmasıyla birlikte , merkezi coğrafyanın önde gelen devleti konumuna gelmiştir .Avrupa ve Asya kıtalarının kesişme noktasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti bu jeopolitik  durumu ile de, iki kıtanın bir araya geldiği merkezi alan olan Avrasya   kıtasının  da gene merkezi devleti olarak haritadaki yerini almıştır . Türkiye kendisini çevreleyen iç denizler boyunca uzayıp giden  sınırlara sahip olmuş  ve  üzerinde kurulu bulunduğu tarih boyunca  sahip olduğu bu konumun gereğini ,hem barış ortamında hem de savaşlar sürecinde yapmak zorunda kalmıştır . Bu makalenin başlığı bir savaş döneminin son aşamasında ,  Türklerin  ulusal kurtuluş savaşı önderi   Atatürk  tarafından söylenmiş olan  bir emir çağrısıdır .  Türk ulusunun var olma savaşının  önderi kendisine bağlı olarak savaşın tüm cephelerinde  mücadele eden  Türk ordusuna vermiş olduğu bir son emirdir . Normal koşullarda söylenmeyecek olan ama bir büyük kurtuluş savaşının zafere eriştirilmesinde , Türk Silahlı  Kuvvetlerine  gösterilen  ilk hedef olarak Türkiye Cumhuriyetinin  ulusal  kurtuluş  tarihine geçmiştir . 
 
 Atatürk  ülkeyi işgal etmiş olan düşmana  karşı Türk ordusunun son bir darbe vurmasıyla  ülke topraklarının yeniden bağımsızlığa kavuşacağını gören bir komutan olarak , ülkenin kurtuluşu amacıyla haykırdığı son emrinde , Akdeniz’i ana hedef olarak seçmesi  , Türkiye’nin kurtuluşu sürecinde üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken bir esas  konudur . Doğu ve güney Anadolu cephelerinde başarılı bir savunma savaşı yürüten Türk askerleri , Atatürk’ün emperyalist batı ile bir son hesaplaşma yapmak üzere  en sona bıraktığı batı cephesi  hareketinin  önemini vurgulamak üzere,  Akdeniz’i ulaşılması gereken  ana hedef olarak vurgulamasının geleceğe yönelik önemli bir mesajı bulunmaktadır . Kafkasya, Orta Doğu , Balkanlar ,Marmara ,Ege Denizi  ve Karadeniz  gibi  Anadolu’yu çevreleyen  bir çok  kara ve deniz bölgeleri bulunmasına rağmen bunların hiç birisini son savunma  saldırısının hedefi olarak göstermeyip , Akdeniz’i ana hedef olarak belirlemesinin Türk ulusunun geleceğine dönük çok büyük bir anlamı bulunmaktadır .Dünyanın en büyük imparatorluğu olarak merkezi alanda bin yılı aşkın bir süre hüküm sürmüş olan Roma İmparatorluğu, Akdeniz’i bir iç deniz olarak aynı zamanda uygarlığın beşiği haline getirdiği için , Akdeniz bir orta deniz olarak  üç kıtanın kesişme noktasında ortaya çıkan devletler ya da imparatorluklar açısından , her zaman için ele geçirilmesi gereken bir alan olarak görülmüştür . Atatürk batı cephesindeki savaşı kazanarak Yunan askerlerini Ege kıyılarında suya dökerken , Ege  denizini değil ama Akdeniz’i  Türk ulusuna ve ordusuna  ana hedef olarak belirlemiştir çünkü Ege denizi Büyük Akdeniz’in bir parçasıdır. Akdeniz’in ne kadar önemli bir deniz olduğu Orta Doğu ve Avrupa bölgelerinin tarihleri incelendiği zaman ortaya çıkmaktadır . Roma ya  da Bizans İmparatorlukları  gibi merkezi alanda kurulmuş olan devletlerin hepsi  ,bir orta deniz olarak dünya haritasında yer alan Akdeniz’i  ,sınırları içine alarak harita üzerindeki hegemonyalarını merkezi olarak  güçlendirmeye çaba göstermişlerdir . Bu  doğrultuda  her türlü girişimin  Akdeniz’e olduğu gibi bu deniz üzerinden de  Türkiye’ye yansıyan boyutları olmaktadır . Akdeniz bugünkü konumu ile uygarlığın beşiği ve geleceğin çağdaş yapılanmasının  alanı olarak  gene eski konumunu korumaktadır .Üç kıtanın ortasında yer alan Akdeniz , bugünkü  uluslararası gelişmeler yüzünden  yeniden  geleceğin anahtar alanı olarak öne çıkmaktadır .
 
  Soğuk savaşın bitiminden sonraki aşamada  Büyük İsrail projesi yüzünden dünyanın orta alanında savaşlar birbirini izlemiş , küresel sermayenin destekleriyle  kurulan terör örgütleri  bölgedeki devletleri parçalama doğrultusunda  her türlü terör eylemlerini birbiri ardı sıra  uygulama alanına getirmişlerdir . Bu doğrultuda çeyrek asırlık bir zaman dilimi geride kalırken , hiçbir devlet resmen savaşa girmemiş ve küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda var olan devletlere yönelik  terör ve çökertme operasyonlarına alet olmayarak  ve  şirketlerin finanse ettiği terör örgütlerine karşı  önlemler alarak ,  bu sıcak çatışma döneminin geride kalması için uğraşmışlardır . Aradan geçen otuz yıllık süre içinde  Avrasya kıtasının çeşitli bölgelerinde batılı emperyalist devletlerin destekleri ile  bir çok terör eylemi illegal  örgütler tarafından gerçekleştirilmiş ama  batı emperyalizminin küresel oyunu artık meydana çıktığı için  Orta Doğu merkezli olarak başlatılmak istenen üçüncü dünya savaşı çıkarma girişimleri  sonuçsuz kalmıştır. Geçmişten gelen savaş  girişimleri bu kez çevreye doğru  yeni bir yayılma dönemine girmiştir. Orta Doğu üzerinden  Avrasya kıtası bir çekişme alanı olarak öne çıkarken , bu kez  enerji sorunları ve  kaynakları yüzünden  dünyanın merkezi denizi olarak Akdeniz havzasında  önemli bir yoğunluk yaşanmaya başlanmıştır . İsrail’in Amerika’yı kullanarak başlatmış olduğu savaş  süreci Irak ve Suriye savaşları sonrasında durgunluk gösterince , bu kez  kara bölgesinin hemen yanı başında yer alan Akdeniz bölgesine sıcak olayların  Suriye bölgesi üzerinden  yayılmaya başladığı görülmüştür . Özellikle son olarak meydana gelen bir olay olarak, Suriye’nin İsrail’e yönelik olarak fırlattığı bir füzenin Akdeniz’in ortasında yer alan Kıbrıs adası üzerine  düşmesi , bardağı taşıran bir damla olmuş ve artık Orta Doğu gerginliğinin  ortaya çıkardığı meydan savaşının yavaş yavaş Akdeniz’e doğru genişleme gösterdiği  kesinleşmiştir . 
 
 ABD’nin dünya egemenliği  ile  İsrail’in  Büyük İsrail İmparatorluğu  projeleri , küresel şirketlerin evrensel hegemonya planları  ve  enerji şirketlerinin bütün dünya  petrolleri ile doğal gaz rezervlerini ele geçirme  projeleri bir araya gelince , gerginliğin tırmanma senaryolarının yavaş yavaş Akdeniz’e doğru geliştiği ortaya çıkmıştır . Savaş sürecinde  Orta Doğu petrollerinin uzantılarının Akdeniz bölgesine uzandığı görülmüş , bölgenin en büyük doğal gaz rezervlerinin ise  Akdeniz kıyıları ile birlikte bu denizin ortalarına kadar uzanan geniş alanlarda  olduğu görülmüştür . Bu doğrultuda  yeni enerji kaynaklarını gösteren haritalar ortaya çıkmaya başlamıştır . Bu tür gelişmeler hem bölge ülkelerinin hem de  enerji şirketlerinin  dikkatlerini çekince ,birkaç yüz gemi Akdeniz’in sıcak sularında dolaşmaya başlamıştır . Suriye, Lübnan, Mısır ve İsrail gibi şimdiye kadar enerji  kaynakları ile ilgilenmeyen  bölge ülkeleri bulundukları bölgelerin altında yatan enerji kaynaklarını ele geçirerek işletmeye doğru yönelirken  , batının emperyalist devletleri de  bölge ülkelerini sömürgeleştirerek ,onlar aracılığı Akdeniz’in enerji kaynaklarını ele geçirmenin  yollarını araştırmaya başlamışlardır . Bölgede ABD sayesinde kurulan bir devlet olarak  İsrail gene Amerikan devleti ve şirketleri ile yakın ilişkiler kurarak  onların aracılığı ile bölge devletlerinin enerji rezervlerini ele geçirmeye çalışırken , Akdeniz bölgesinde hemen Hrıstıyan-Müslüman ayrımı gündeme getirilmiş , Hrıstıyan ülkeler  ile Müslüman ülkeler ayrı gruplaşmalar içerisinde  kendi konumlarını sağlamlaştırmaya çalışmışlardır .İsrail ise hem ABD öncülüğünde  Hrıstıyan ülkelerini yanına çekmeye çalışmış hem de son yıllarda geliştirmiş olduğu Arap ülkeleri ile başlatmış olduğu ortaklığını sürdürerek ,  Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ,Ürdün ve Lübnan’ı  yanına alarak bölge dışı devletlere karşı kendi jeopolitik konumunu güçlendirmenin yollarını aramıştır . Türkiye ise bir bölge ülkesi olarak bu tür Hrıstıyan ve Müslüman dayanışmalarının  dışında kalmış ve sahip olduğu siyasi rejim yüzünden iki kesime de bir türlü yaranamamıştır . Akdeniz enerji yatakları emperyal ülkeler ve bölge devletleri arasında paylaşılırken ,Akdeniz’e en geniş kıyısı olan Türkiye dışarıda bırakılarak büyük  haksızlığa uğratılmış ve  Türkiye’nin kara suları geleceğin sıcak çatışma alanlarına dönüştürülmüştür . 
 Emperyalist devletler , enerji kaynaklarının bulunduğu devletleri kendi sömürgelerine dönüştürürken , uluslararası hukuka göre bölge devletlerinin kara ya da deniz ülkelerinde  bulunan kaynakların tamamını ele geçirebilmenin çabası içinde olmuşlardır . Türk kamu oyu Misakı Milli  oluşumu nedeniyle kara sınırlarını iyi bilmekte ve bu doğrultuda bir milli sınır bilinci zamanla Türk ulusunun zihninde  kalıcı bir yer kazanmıştır . Ne var ki ,aynı  değerlendirmeyi  Türkiye’nin  deniz  sınırları ya da ülkesi hakkında söyleyebilmek bugünün koşullarında mümkün görünmemektedir . Gelinen aşamada ilk kez bir mavi vatan kavramı ortaya çıkmış ve  Türk kamuoyundaki tartışmalar açısından belirleyici olmuştur . Türkiye Cumhuriyetinin harita üzerinde belirlenmiş olan kara ülkesi kadar deniz ülkesi de bulunmaktadır ve bu durum Türk karasuları ile  açıkça ifade edilmektedir . Kara suları uygulaması ülkelerin deniz ülkesini de aynı zamanda belirlediği için bu alana  denizlerin mavi rengi nedeniyle mavi vatan adı verilmektedir . Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyetinin sınırları belirlendiği için  aynı zamanda Trük kara suları alanı da belirlenmiş ve Türklerin Mavi Vatanı bu doğrultuda resmi haritalar üzerinden kesinleştirilmiştir . Kara sınırları içerisinde vatanı savunmak nasıl milletin önde gelen görevi ise , kara suları boyunca mavi vatanı savunmak da benzeri bir kutsal misyon olarak öne gelmektedir .Türkiye’nin kara suları üzerinden mavi vatan alanını belirlemeye yöneldiğiniz zaman Akdeniz’in tam ortasında  Kıbrıs , Girit  ve Malta adaları   arasında yer alan  çok geniş  bir bölge  Türklerin mavi vatanı olarak öne çıkmaktadır . Türkiye’nin deniz komşusu Yunan devleti ile arasında var olan mavi vatan sınırı, zaman zaman bu ülke ile anlaşmazlıklara neden olması  yüzünden var olan bir çok tartışmalı durum , şimdi gelinen yeni aşamada farklı boyutlar ile tekrar gündeme gelmektedir . 
 
 Osmanlı döneminde Türklerin yönetiminde bulunan Ege adalarının neredeyse tamamının Yunan devletine bırakılması çok büyük bir haksızlığa yol açmış ve Türkiye’nin normal ölçülerde sahip bulunduğu kara suları  üzerinden Türklere verilmesi gereken bir çok ada çok açık bir haksızlık ve taraf tutma yüzünden hak etmediği halde Yunan devletine bırakılması nedeniyle, Türk ve Yunan karasuları karışmakta  ama buna rağmen  Kıbrıs ,Girit ve Malta üçgeninde yer alan orta Akdeniz bölgesi Türkiye’nin hak ileri sürebileceği   ve bu doğrultuda hem petrol hem de doğal gaz arayabileceği  bir mavi vatan bölgesi olarak öne çıkmaktadır . Türkiye Cumhuriyetinin aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kurucu  garantör devleti olması dolayısıyla   T.C: ve K.K.T.C devletleri  işbirliğine girerek diğer devletler gibi bir ortak arama, sondaj ya da çıkartma girişimlerinde bulunabilecektir . Türkiye’yi kurdukları ittifaklara almayarak yalnız bırakan  emperyal  devletler  , Türkiye ve KKTC’nin kendi haklarına sahip çıkmasına izin vermemeye çalışırlarken  aynı zamanda  savaş ve arama gemilerini Akdeniz sularına getirerek bir oldu bitti yaratabilmenin arayışı içine girmişlerdir . Ulusal kurtuluş savaşı sırasında  Misakı Milli sınırları içerisinde işgalci düşman birliklerini ülkeden kovan  Türk askerlerine ulusal kurtuluş savaşının önderi   ilk hedef olarak Akdeniz’i gösterirken  kara vatanın yanı sıra mavi vatanın da ele geçirilmesini ve düşmanlara karşı sonuna kadar savunulması gerektiğini dile getiriyordu .Bu çerçevede Türk ulusunun yüz yıl önce ana vatanı kurtarmak üzere yapmış olduğu ulusal kurtuluş mücadelesinin benzerinin ,bugünün koşullarında  Türkiye’nin mavi vatanı olarak öne çıkan orta Akdeniz sularında da  yapılması  ülke güvenliği açısından zorunlu olmaktadır . Türkiye’nin  batı ülkeleri ile imzalamış bulunduğu NATO antlaşması ve benzeri  uluslararası sözleşmelerdeki taraf olarak konumu , mavi vatan alanında da Türkiye Cumhuriyetinin kazanılmış haklarının  korunmasını ve saldırı halinde savunulmasını gerekli kılmaktadır . Uluslararası kıta sahanlığı hukuku çerçevesinde konu ele alındığında , Türk devleti ve KKTC kendi kara sularının altında yatan deniz ülkelerinin barındırdığı  bütün kaynaklara  ve bunları değerlendirme haklarına açıkça sahip olma durumundadır .Bugünkü sıcak aşamada var olan haklar  öncelikle belirlenerek sonuna kadar sahip çıkılacaktır  . 
 
 Yüzyıllarca Avrupa merkezli bir dünya düzeni altında , bütün kıtaları  Avrupa kıtası üzerinden yönetmeye  alışmış  batının emperyalist devletleri  , okyanuslar üzerinden dünya karalarına egemen olurken merkezi alanı ele geçirmeyi sonraya bırakmışlar ve  üç kıta  arasındaki  merkezi alanın biçimlenmesi Avrupa kıtasındaki çekişmelerin  uzantıları  orta deniz olarak Akdeniz bölgesine sıçramalar göstermiştir . Atlantik ve Avrupa güçleri   küresel hegemonya için çekişirlerken  ,orta dünyada  Osmanlı İmparatorluğu yedi yüzyıl egemenlik sürdürmüştür . Birinci ve İkinci dünya savaşları öncesi ve sonrasında  batılı ülkeler savaşırken, Akdeniz’in çeşitli bölgelerini  sıcak çatışma alanlarına dönüştürmüşlerdir . Avrupa güçleri Orta Doğu’yu ele geçirirken ,  Atlantik güçlerini geride bırakmışlar ama  Atlantik destekli Siyonizm yapılanmasının  bu bölgede başlamasıyla birlikte , geleceğe dönük bir hegemonya çekişmesi yeniden gündeme gelmiştir . Bugün  Akdeniz’in bir savaş alanı olarak öne çıkışında , İsrail’in kurulmasının ve kendi merkezli jeopolitiğini bölge ülkelerine zorla   dayatmak istemesinin  bugünkü gelişmelerde önemli ölçüde payı bulunmaktadır . İsrail’in bugün kendi  kıyı bölgesini  Leviathan adı ile  kendine bağlı bir  doğal gaz alanı ilan etmesiyle birlikte  doğu Akdeniz’de yeni bir yapılanma dönemi başlamıştır . İsrail’in kendi kara sularını  deniz ülkesi olarak ilan ederek bu bölgede enerji kaynakları aramaya başlamasıyla birlikte  şimdiye kadar bölge ülkesi olmalarına rağmen bu işlere pek soyunmayan Suriye,Mısır,Lübnan,Ürdün ve Yunanistan gibi ülkeler de İsrail’i taklit ederek ve bölgedeki konumlarını  yeni duruma göre değiştirerek   kaynak ülke gibi davranmaya başlamışlardır . Bu durumun sonucunda doğu Akdeniz’de İsrail’in öncülüğünde Mısır,Lübnan,Ürdün ,Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi bir araya gelerek doğu Akdeniz’de  bir  enerji birliğini  kurmuşlardır. Bu bölgenin en  uzun kıyı şeridine sahip bulunan Türkiye ile Suriye’nin böylesine bir birliğin dışında bırakılması nedeniyle , bölgede büyük bir enerji savaşına yol açacak biçimde  yeni bir  kamplaşma ortaya çıkmıştır.
 
 Türkiye için uluslararası hukuka göre kıta  sahanlığı ve kara suları olarak  var olan  deniz ülkesinin bir karşıt oluşum ile karşı karşıya kalması nedeniyle , bu bölge kendiliğinden mavi vatan konumuna dönüşerek ,Türkiye ve KKTC için savunulması  zorunlu bölge  durumuna gelmiştir . Bir tarafta  Gazze’nin altındaki doğal gazın Avrupa ülkelerine taşınması tartışılırken ,diğer yandan bölge dışı ülkelerin doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinde hak iddia etmek amaçlı  bir çizgide Akdeniz’in  çeşitli bölgelerinde kendileri için yer açma girişimleri, birbiri ardı sıra öne çıkmaya başlamıştır . Bir taraftan İsrail’in güvenliği ve yayılması amacıyla Orta Doğu ülkelerinde terör desteklenerek tırmandırılırken , diğer taraftan da petrol ve doğal gaz emperyalizminin temsilcilerinin birbirleriyle Akdeniz üzerinde bir deniz savaşına hazırlandıkları, son aylardaki gelişmeler ile kesinlik kazanmıştır . Daha önce Basra körfezinde yapılmış olan enerji savaşının bu kez  Akdeniz’in doğusunda  yeni aşamasının gündeme gelmesiyle birlikte,  bölge devletleriyle birlikte emperyal devletler de  tutum değişikliğine giderek  çekişme ötesinde bir savaş hazırlığına girmişlerdir .Türkiye hem bölge ülkesi olarak hem de batı ittifakının eski bir üyesi olarak bütün bu gelişmelerin en fazla etkilediği bir devlet konumuna sürüklenmekden kurtulamamıştır . Basra körfezi sonrasında Hürmüz boğazı petrol trafiğinde öne çıkarken , doğu Akdeniz’deki enerji yatakları yüzünden  kavga  daha batıya kayarak merkezi deniz üzerinde muhtemel  bir savaş senaryosuna dönüşmeye başlamıştır . Gemilerin yanı sıra çeşitli uçakların da  Akdeniz bölgesindeki  merkezlere doğru uçuşa geçmesi , savaş beklentilerinin daha da artmasına neden olmuştur . İki dünya savaşı sırasında sıcak denizlere inmesi  önlenen Rus emperyalizminin  önce Hazar üzerinden füze atışları yapması ve daha sonra da  gelerek Suriye  ve Kıbrıs  gibi  belirli bölgelere giriş yapması ,Çin’in  Cibuti , Pire Limanı , Larnaka  kenti gibi yerlere girmesiyle birlikte, batı bloku karşıtı iki dev ülke  Akdeniz  paylaşım kavgasının içine girerek tam ortasında kendilerine yeni bir yer oluşturmuşlardır . 
 
 Çin dışişleri bakanının Akdeniz ülklerini ziyaret etmesi sırasında  Tunus’ta bir seyyar satıcının yakılmasıyla birlikte gündeme gelen Arap baharı rüzgarları  merkezi coğrafyada  yeni  dalgalanmalar yaratırken,  bugünkü  petrol ve doğal gaz çekişmesinin ön hazırlıklarının yapılmış olduğu şimdi daha açık bir  biçimde ortaya çıkmaktadır . Arap baharı bölge ülkelerini derin sarsıntılara doğru sürüklerken  İsrail’in ABD desteği ile  enerji kaynaklarını ele geçirme projelerini tamamladığı öne çıkmaktadır . Doğu Akdeniz’de yedi ülkenin bir araya gelerek bir bölgesel birlik oluşturmaları hemen  kurulacak bir yapılanma olamayacağını yaşanmakta olan olaylar ortaya çıkarmaktadır . Türkiye bütün bu aşamalar geçerken NATO üzerinden batı baskısı altında tutulmuş  ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bölge gelişmelerine etki yapması önlenmiştir . Bugün Türkiye Cumhuriyetini yok etmeye yönelik bir terör olgusu batının emperyal devletlerinin kollektif desteğine sahip olurken , batılıların baskılarından kurtulamayan Türkiye’nin kendi çıkarları  doğrultusunda  Akdeniz enerji  paylaşım savaşında kendi merkezli bir politika izlemesini batılı ülkeler dolaylı yollardan engellemeye çaba göstermişlerdir . Türk devletinin bugünkü  değişim ve dönüşüm aşamasında batılı ülkeler ile karşı karşıya kalmasının arkasındaki nedenler  artık tarihsel bir çizgi oluşturduğu için , Akdeniz petrolüne ve gaz stoklarına el koymaya çalışan emperyalistlerin, Türkiye’ye karşı eskisi gibi çifte standartlı bir tutum izlemeyecekleri görülmektedir . Gelinen son aşamada Türkiye Cumhuriyetinin batılı ülkeler ile uçak ve füze projelerinde karşı karşıya kalmaları da  problemli durumu bütün yalınlığı ile ortaya koymaktadır . 
 Doğu Akdeniz bölgesinde yer alan enerji rezervleri günümüzde bütün ülkelerin iştahını kabartırken  gözler dönmekte ve  gene eskisi gibi emperyalist oyunlar ile bölge devletlerinin elinden sahip oldukları kaynaklar alınmaya çalışılmaktadır . Türkiye’yi stratejik bir yalnızlık politikasına terk eden  batılı müttefikler , Doğu Akdeniz’de oluşturdukları enerji birliğine Türkiye’yi almamaları  ve kurdukları birlik ile Türkiye karşıtı  oluşumlara  yönelmeleriyle , çok ciddi bir anlamda  Türkiye’nin sahip olduğu hakları görmezden gelmektedirler . Bu doğrultuda ısrarlı bir biçimde gittikleri çizgide yakın zamanda Türkiye ile  sıcak çatışmalara sürüklenmeleri de muhtemel görülmektedir . Bölgesel  paylaşım kavgası küresel anlamda enerji piyasasını doğrudan etkileyeceği için  kaçınılmaz anlamda ortaya çıkabilecek savaş durumlarına karşı , Türkiye’de KKTC ile birlikte  geleceğe dönük önlemler almak ve daha sıkı bir işbirliğine girerek savaş tehditlerine karşı KKTC bölgesinde hem uçak hem de deniz üssü  kurmak zorundadır . KKTC’de bulunan garantör devlet askeri gücünün artırılması ve  askeri yenilikler doğrultusunda yeniden  daha güçlü bir biçimde yapılandırılması gerekmektedir . Amerikan hükümeti Avrupalı ülkeler ile birlikte Nato dayanışması doğrultusunda bölgeye her geçen gün daha çok silah ve asker yığarken , Türkiye’nin arada kalan konumu Türk ulusu açısından büyük tehditler oluşmasına yol açmaktadır . ABD ve İsrail ikilisinin Türkiye ve KKTC’yi doğu Akdeniz enerji kaynaklarının paylaşımı  sürecinden uzaklaştırmak istemesi  ve tıpkı Osmanlı devletinin yıkılış döneminde olduğu gibi bütün enerji yataklarına  toptan el koymak istemeleri  bugünün koşullarında gerçekçi bir tutum olarak görülmemekte , Türkiye ve KKTC ikilisinin diğer dünya devletlerinin bu emperyal baskılara karşı  çıkan desteklerini kazanacakları gibi bir yeni durum ortaya çıkmaktadır . Kıbrıs’ın çevresinde dolaşan  doğu Akdeniz kavgasında Türk tarafı askeri birlik ve üslerini güçlendirdikten sonra , şimdiye kadar kapalı tutulan  Maraş kentini de Türklerin yerleşimine açarak  bir yeni karşı denge oluşumuna yönelmek zorundadır . Avrupa Birliği ülkelerininde ABD ve İsrail ikilisinin bu haksız girişimlerinin yanında yer alması da , Türkiye ve KKTC ikilisinin bütün Asya ve Afrika devletlerinin desteğine sahip olabileceğini bir karşı denge arayışı olarak gündeme getirmektedir . Türkiye’ye yönelik çifte standartlı politikalar devam ederken  , diplomatik ve ekonomik alanlarda giderek artırılacak baskı ve sıkıştırma politikaları ile sonuç almaya çalışacaklarını göstermektedir . Batının şımarık çocuğu olarak Yunanistan bu doğrultuda ortalığı şimdiden karıştırmaya başlamıştır .
 
 Türkiye şimdiye kadar deniz ağırlıklı politikaları Yunanistan gibi uygulamadığından Akdeniz bölgesi ile de yakından ve gerektiği gibi  ilgilenememiştir . Çevresinde  beş  deniz olmasına rağmen  Türkiye bir kara devleti gibi hareket ederek  denizci politikalara uzak durmuştur . Türkleri geldikleri orta Asya steplerine geri göndermek isteyen batılı emperyalistler , Anadolu sahillerini eski Yunan kolonileri gibi ele geçirerek , Akdeniz ile Anadolu yarımadası arasında bulunan uygarlık köprüsünü ortadan kaldırmanın yollarını aramışlardır . Ege adalarının büyük çoğunluğunun Yunanistan’a bırakılması da  Anadolu yarımadası üzerindeki Türklerin  Akdeniz’e açılmasını önleyen bir girişim olarak  görüldüğü için Türkiye’ye bu kadar deniz sahili olmasına rağmen kara ülkesi muamelesi yapılmış , Yunanistan ise bir adalar ülkesi olarak denizci devlet  olarak görülmüştür . Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının gündeme geldiği yeni aşamada, Türkiye’de artık bir deniz devleti olarak hareket ederek  kendi karasularından kaynaklanan bütün haklarına sahip çıkacaktır . Bölgede en uzun Akdeniz sahiline sahip olan ülke olarak Türkiye’nin aslında doğu Akdeniz enerji paylaşımı mücadelesinden  birincilikle çıkması doğal bir sonuç olarak  görülecektir . Türk devleti doğu Akdeniz’in en büyük ve en uzun kıyılı ülkesi olarak,  bu bölgedeki enerji kaynaklarının belirlenmesi  ile birlikte bunların  dışa dönük yapılandırılmalarında da gene en ağırlıklı rolü dünya dengeleri açısından oynamak durumundadır . Orta Doğu petrollerinin paylaşımı sırasında çıkartılan bir dünya savaşının , üçüncü kez Akdeniz’in doğusunda gündeme getirilmesi insanlığın ve dünyanın geleceği açısından son derece  olumsuz sonuçlara yol açacaktır . Türkiye şimdiye kadar sürdürmüş olduğu  dikkatli tutumu ve yeraltı kaynaklarının adil paylaşımı ile birlikte üçüncü dünya savaşını başlatacak bir yanlış çizginin gündeme gelmesini de önlemek durumundadır . 
 
 Beş deniz ortasında bir ülke olarak  Türkiye yeni dönemde  doğu Akdeniz bölgesinde   yeni bir Münhasır Ekonomik Bölge oluşturmak zorundadır . Trilyonlarca metreküp petrol ve  doğal gaz rezervlerinin bulunduğu doğu Akdeniz  bölgesinde, Türkiye durumun tespitinde  gerçekçi davranmak hem de bölge ülkeleri arasında kaynakların adil bir biçimde paylaşımını  sağlayarak emperyalistlerin ya da Siyonistlerin  savaş senaryolarının  bölgede uygulamaya geçirilmesini acilen önlemek durumundadır . Türkiye’nin bölgenin yeniden düzenlenmesi aşamasında öncelikle oluşturacağı Münhasır Ekonomik Bölge aracılığı ile  enerji kaynaklarının paylaşımında daha fazla söz sahibi olarak belirleyici olacaktır . MEB ilanı ile bölgedeki kazanılmış hakların korunması  sağlanacak  ayrıca hak çatışmalarının sıcak savaşlara dönüşmesi  de önlenebilecektir . Deniz altı kaynakların düzenlenmesiyle birlikte deniz ürünlerinin pazarlanması da gene ekonomik bölge içindeki uygulamalar aracılığı  düzenlenebilecektir . Deniz bölgesi ile ilgili bilimsel araştırmaların daha düzenli yapılması  bölgedeki adalar ile kıyıdaş ülkelerin Akdeniz ile ilgili bağlantıları ,gene Münhasır Ekonomik Bölge uygulaması çerçevesinde  yerine getirilebilecektir . Emperyalist devletlerin fiili durumlar yaratarak bölge ülkelerine zarar vermesi  gene bu doğrultuda önleneceği gibi , Türkiye’yi Antalya körfezine hapseden  kısıtlayıcı uygulamalara da gene  ekonomik bölge ilanı çerçevesinde yeni bir düzen getirilebilecektir . Türkiye Cumhuriyetinin sahip olduğu kıta sahanlığı ve karasuları doğrultusunda Akdeniz kıyıları ele alındığı zaman  Türkiye’nin deniz ülkesinin  Anadolu yarımadasından daha geniş bir alana yayıldığı görülmektedir . Türkiye’nin sahilleri boyunca giden çizginin yanı sıra ,  Kıbrıs-Girit ve Malta  hattı boyunca gelişen üçgen yapılanma  orta Akdeniz’de en geniş  ekonomik alana Türkiye’nin  sahip olduğunu  açıkça ortaya  koymaktadır . Batılı ülkelerin en çok korktukları ve gizlemeye çalıştıkları konunun böylesine bir yapılanma olduğu anlaşılmaktadır . Güney Kıbrıs Rum yönetiminin İsrail ve Yunanistan ile bir araya gelerek doğu Akdeniz’de bir gayrimüslim ortaklığa yönelmeleri  ,Türkiye ve KKTC’nin haklarının korunması açısından  ciddi tehlike ve tehditler yaratmaktadır . 
 
 Türkiye Akdeniz’e çıkarken ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda yeni bir plan ortaya koyarken  konuyu  yeni  bir tasnif içinde ele almak durumundadır .KKTC ile Türkiye’nin çıkarlarının çatışmaması , Kıbrıs’daki Türklerin durumlarının eskisine oranla daha güçlü ve güvenli bir konuma getirilmeleri gerekmektedir . Anavatan, mavi vatan ve yavru vatan birlikteliği sağlanarak  Türkiye’nin bölgeye yeni açılımı gerçekleştirilmelidir .Kıbrıs’ta artık federasyon arayışı dönemi bitmekte ve   KKTC ile Türkiye’nin ortaklığı dönemine geçilmektedir . Güney Kıbrıs’ın İsrail ve Yunanistan ile çalışması ,Türkiye’ye böylesine bir hakkı  adalet açısından doğal olarak vermektedir .   Türkiye Akdeniz’e yeniden açılırken , diğer denizlerdeki konumunu da düşünerek hareket ederken  ,  bütün bölgeleri dikkate alarak yeni bir yapılanmaya gitmek durumundadır .Türkiye Akdeniz ile birlikte Ege denizine de daha çok dikkat  ederek bu denizdeki kendisine karşı geliştirilen yeni yapılanmaların yaratabileceği tehditlerin önlemesi için  öncelikle bazı kararların alınarak yürürlüğe konulması gerekmektedir . NATO ve ABD askeri birliklerinin Ege’deki Yunan adalarında yeni askeri üsler kurarak   ve askeri hareketlilik yaratarak  muhtemel bir Anadolu işgali planlarının yapıldığına dair çeşitli söylentilerin  batı basınında giderek artan bir biçimde yazılmaya başlandığı bir aşamada , Ege Denizindeki askeri hareketlilik ve yeni üs oluşumlarının yeniden ele alınarak değerlendirilmeleri söz konusudur .Kardak benzeri kayalık adaların Yunanlılar tarafından işgal edilmesine yeni dönemde izin verilmemeli ve Lozan barışı ile  çözüm getirilen meselelerin yeniden Türkiye’ye karşı  canlandırılmasına kesinlikle karşı çıkılmalıdır . Türkiye  doğu Akdeniz’de İsrail’in faaliyetlerini  daha yakından izleyerek  kendi güvenliğini temin etmeye çalışırken , Kardak kayalıkları benzeri olayların yeniden Ege bölgesinde kendisine karşı yaratılmasını da  önlemelidir . Özellikle son zamanlarda İsrail’in Kıbrıs üzerinde geliştirdiği uygulamalar bu büyük adanın Türkiye ve Yunanistan’dan  uzaklaşarak doğu Akdeniz’de ikinci bir İsrail konumuna   gelmesine yol açmaktadır. Ayrıca ,Türkiye KKTC ile birlikte Suriye ,Lübnan ve Libya devletleri ile bir araya gelerek Doğu Akdeniz Enerji Forumunu acilen  batılıların girişimlerine karşı bir denge unsuru olarak örgütlemelidir .Kıbrıs’ta hiçbir hakkı bulunmayan Fransa gibi emperyal devletlerin  batıdan gelerek  doğu Akdeniz’de etkinlik  arayışlarına  kalkışmasının da önüne geçilmesi gerekmektedir . 
 
 ABD Orta Doğu bölgesine  sürekli olarak yığınak yapmaya devam etmesi ,Akdeniz bölgesinde  potansiyel bir savaş çıkmasının ön koşullarını hazırlamaktadır . Aslında Amerikan devletinin de bölge ülkesi olmadığı için Akdeniz’de  yeniden yapılandırma gibi bir hakkının bulunmadığını da  barışı korumak  açısından bölge devletlerinin dikkate almaları gerekmektedir . Batılı ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda doğu Akdeniz’i oldu bittiye getirmelerine   kesinlikle  izin verilmemeli  ve bu doğrultuda bölge ülkeleri arasında dayanışmayı artırmaları gerekmektedir . Atatürk , Türkiye cumhuriyetinin  kurulmasına giden yolda  ulusal kurtuluş savaşını kazanan ordularına ilk hedef olarak Akdeniz’i gösterirken , batı emperyalizminin Akdeniz üzerinden Anadolu’daki Türk devletine dönük çeşitli tehditler yaratabileceklerini görüyordu .Türk ulusunun uygarlık dünyası ile arasındaki köprü olan  Akdeniz bağlantısına, Atatürk her şeyden daha çok önem vererek  ordularına  Akdeniz’i  ana hedef olarak gösteriyordu . Doğu Akdeniz’de gündeme gelen sıcak ortam  ile çatışma ve kuşatmaların  barış içinde aşılabilmesi için ,Türkiye’nin hem komşuları ile hem de Asya ve Afrika ülkeleri ile yakınlaşarak  doğal bir dayanışma ortamı yaratması gerekmektedir . Atatürk Akdeniz’i   barış ve uygarlık dünyasını bölgeye taşımak için ana hedef olarak belirliyordu ama aslında kendisi geleceğe dönük bir biçimde barıştan yana olurken ,yurtta ve cihanda barışı da yeni devletin temel ilkesi olarak benimsiyordu . Asya ortalarından gelerek dünyanın ortasında devlet kuran Türklerin, yeniden Asya’ya geri gönderilmemeleri için , Akdeniz bağlantısının öncelikli olarak korunması gerektiği için Türkiye’yi Akdeniz’den çıkartmak isteyenlere karşı ,Türkler yeniden  Akdeniz’i ana hedef yapmak
 
 

 

Ekleyen:  Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Tarih:  4.8.2019
İzlenme: 
Yazdır:Yazdır
Eklenen Yorumlar 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN Yazıları
HEM HER ŞEY DEĞİŞECEK HEMDE TÜRKİYE DEĞİŞMEYECEKProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 10.8.2023 Devamı
CUMHURİYETİN 100. YILINDA 100 İL VE 1000 İLÇEProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 26.7.2023 Devamı
YANLIŞ STRATEJİLER İLE SEÇİM KAZANILMAZProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.6.2023 Devamı
SEÇİMLER TÜRKİYE'NİN EKSENİNİ BOZUYORProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 20.5.2023 Devamı
CUMHURİYET SENATOSU ACİLEN HURULMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 22.3.2023 Devamı
TÜRKİYE''DE YÖN HAREKETİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.3.2023 Devamı
TÜRKİYE DE MÜBADELE MÜBADİLLERİLE ULUS DEVLET -SIĞINMACILAR İLE FEDERASYONProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 9.1.2023 Devamı
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 9.1.2023 Devamı
MÜBADELE VE ULUS DEVLETLERProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.1.2023 Devamı
ALMANYA'NIN HATASINI TÜRKİYE TEKRARLAMAMALIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 30.11.2022 Devamı
KAPANMAYAN PARANTEZ HALK EVLERİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 21.11.2022 Devamı
İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ - Paris-Londra ve Ankara-İstanbulProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.10.2022 Devamı
KAMU YÖNETİMİ AKADEMİSİ (KAYA) ACİLEN KURULMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.8.2022 Devamı
ATATÜRK CUMHURİYETİNİN MODELİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 12.7.2022 Devamı
BÖLÜNEREK FEDERASYON DEĞİL BÖLÜNMEDEN KONFEDERASYONProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 6.6.2022 Devamı
TÜRKİYE VE BALKAN BARIŞI Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 5.6.2022 Devamı
TÜRKİYE VE BALKAN BARIŞIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 31.5.2022 Devamı
ATATÜRK'ÜN VASİYETİ VE HİLAFET FEDERASYONU Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.5.2022 Devamı
ANKARA KALESİ- 318 1921 ANAYASASI ÇÖZÜM OLAMAZProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.5.2022 Devamı
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DEREFORM YAPILMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.4.2022 Devamı
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.4.2022 Devamı
AFRİKA DA TERÖR OYUNLARIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 7.4.2022 Devamı
HALKÇILIK PROGRAMINDAN HALKEVLERİ’NEProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.3.2022 Devamı
İSRAİL VE KIBRISProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 15.2.2022 Devamı
ANKARA ULUS İLÇESİ KURULMALIIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.2.2022 Devamı
AVRUPA OLMADI, AFRİKA OLUR MU?Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.1.2022 Devamı
TÜRK DÜNYASI BÜTÜNLEŞİYORProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.12.2021 Devamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ TEMEL NORMUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.11.2021 Devamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ TEMEL NORMUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 28.10.2021 Devamı
YENİ KEMALİZM OLAMAZ AMA GÜNCEL KEMALİZM OLABİLİRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 5.10.2021 Devamı
NE YENİ OSMANCILIK NEDE NEO KEMALİZMProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 29.8.2021 Devamı
ATATÜRK'ÜN PARTİSİNDE OLİBERAL OYUNLARProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 26.8.2021 Devamı
GÖÇLER ARCILIĞI İLE ULUS DEVLET TASVİYESİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 17.8.2021 Devamı
İÇ SAVAŞ TÜRKİYE'Yİ YIKARProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.8.2021 Devamı
TÜRKİYEYİ TÜRKÇÜLÜK KURDUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 29.5.2021 Devamı
Sayfalar : 1  2  3  4  5  6  7  8  9  
Yazarlar
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

HEM HER ŞEY DEĞİŞECEK HEMDE TÜRKİYE DEĞİŞMEYECEK
M. Yahya EFE

Dünya Engelliler Günü
Hüseyin TOPRAK

UYAN ŞAHİN UYAN GÖR NELER OLDU…
Harika ÖREN

İnsanlığın Kırmızı Çizgileri
Metin Mercimek

YAŞAM ANLAYIŞIMIZ SEVGİ OLSUN
Belma Demir AKDAĞ

BİR YIL DAHA GİTTİ
Ahmet GÖKSAN

GELECEĞİMİZİN YOLU
Sevgi Ünal

YAZMIŞ KIŞMIŞ
Münevver ÖZCAN

TANIK OL KARAR VER
Dr. İbrahim ATEŞ

ÂŞÛRÂ GÜNÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Nevin BALTA

İzmir İktisat Kongresi 100 Yaşında
Şahika ÖNER

BENİM ANNEM!
Ayten YAVAŞÇA

Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Fevziye ŞİMDİ

UMUT
Günseli RUMELİOĞLU

EVRİMİN GÜNCELLENMESi
Yekta Güngör ÖZDEN

Ne günlere kaldık…
Oktay ZERRİN

Anadolu Mektebi Okul Paneli
Arzu KÖK

Gençler!...
Dr. Doğan KUŞMAN

Müslüman mısınız?
Alev YILDIRIMCI

Zaman yok
Handan ÇÖLAŞAN

Bu DÜNYA
Bekir COŞKUN

Yazı bilmem
Orhan SELEN

UNUTKANLIK SALGINI
Elveda TANIK

LEBALEB KONGRE...

>>>>>>>>>>>>>>>>>>
 



 

 


>>>>>>>>>>>>>>>>>
 

 

 

 

Her Hakkı Saklıdır. Efe'ce Haber Gazetesi © 2008 Tasarım : Linear Yazılım

Reklam