Bu yılda Atatürk’ü anma günü ile Cumhuriyet bayramı yoğun tartışmalar içerisinde geçti. Bu tartışmaların çoğunluğunda hem Atatürk’e hem de Cumhuriyet rejimine karşı saldırıların öne çıktığı görüldü. Özellikle gayrimüslim neoliberaller ile siyasal islamcı dinciler Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığında birleşirlerken, Türkiye Cumhuriyetinin bir Atatürk rejimi olarak devam etmemesini , emperyalizmin ve siyonizmin istedikleri doğrultuda Türk devletinin zorunlu bir dönüşüme yönlendirilmesi gerektiğini savunarak geçmişten gelen geleneksel saldırılarını daha da tırmandırmışlardır . Akla hayale gelmeyecek küçücük konuları büyüterek, bunlara dayalı ajitasyonlar ortaya çıkararak her fırsatta Atatürk’e ve onun esiri Türkiye Cumhuriyetini fatura çıkartmağa kararlı olan bu işbirlikçi ve mandacı kesimler, son zamanlarda ulusalcılık kavramı üzerinden yeni senaryolarla çeşitli spekülasyonlara girişmeğe başlamışlardır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ve O’nun eseri olan cumhuriyet devletine karşı büyük haksızlıklar yapmayı kafaya koyan bu çevrelerin, kavramları ters yüz etmelerine , bazı temel kavramları ise istismar ederek kendi çıkarcı saldırılarına alet etmelerine Türkiye Cumhuriyeti devletinin ulusal çıkarları açısından seyirci kalınmaması gerekmektedir .
Gayrimüslim neoliberaller ile müslim siyasal islamcılar ittifakının, son zamanlarda dillerine doladıkları ve en fazla kullandıkları kavram olarak ulusalcılık öne çıkmaktadır. Bu kavramın ne olduğunu ve hangi anlamlara geldiğini bilmeden belirli emperyal merkezlerin geliştirdikleri psikolojik savaş senaryoları doğrultusunda kullananlar, artık Atatürk’ü faşist ve onun demokratik cumhuriyetini de faşist devlet olarak ilan edecek kadar ileri gidebilmişlerdir. Faşizmin ne olduğunu bilmeden Mussolini İtalya’sı ile hitler Almanyası’nı ortaya koymadan Atatürk’ü faşist führer, Türkiye Cumhuriyetini de bir faşist devlet olarak ilan edecek kadar emperyalizmin ve siyonizmin kuklası konumuna gelen bu işbirlikçi ve mandacı kesimlerin, hiç bilmedikleri, öğrenmeden dillerine doladıkları ve saldırılarındaana malzeme olarak kullandıkları ulusalcılık kavramının anlamı ve Türkiye açısından önemi üzerinde öncelikle durulması gerektiği son gelişmelerle bir kez daha anlaşılmıştır. Anlamlarını bilmedikleri kavramları psikolojik savaş senaryoları doğrultusunda istismar edenlerin kötü niyetli saldırılarının sona ermesi için böylesine bir açıklığın sağlanması gerekmektedir.
Ulus kavramı orta Asya’dan gelen Moğolca kökenli bir kavramdır Atatürk Türkiye cumhuriyetini bir ulus devlet olarak kurarken, laik ve çağdaş bir cumhuriyeti hedeflediği için Osmanlı döneminde kullanılan ümmet kökeninden gelen millet kavramını kullanmaktan çekinmiştir. Osmanlı millet sistemi bir anlamda çeşitli cemaatların ayrı ayrı birer dinsel toplum olarak yaşamalarına dayandığı için, yepyeni bir ulus devlet kurulurken cemaat yapılanmalarının üzerine çıkmak, ayrı ayrı cemaatları bir üst kimlik olarak ulusal yapılanmanın çatısı altında biraraya getirmek hedeflenmiş ve bu doğrultuda Avrupa kıtasının yanıbaşında bir çağdaş ulus devlet ilk kez bir müslüman toplum içinde kurulabilmiştir. Devletin kuruluşunda böylesine bir ileri yaklaşım benemsendiği için bazı Yahudiler ve Hırıstıyanlar, kendi alt kimliklerinden ya da azınlık haklarından vazgeçerek Türkleşmişler ve diğer Türkler ile beraber Türk ulusunun eşit vatandaşları olmayı kabül etmişlerdir . Dünyanın hiç bir ülkesinde bir ulusdevlet başlangıçta böylesine bir uygar yaklaşım ile kurulamamıştır . Gayrimüslim kesimlerin kendi alt kimliklerinden ya da azınlık statülerinden vazgeçerek normal Türk vatandaşlığını benimsemeleri de, Atatürk ve kurucu kadronun ne derece ileri bir yaklaşımı gündeme getirdiğini açıkca göstermektedir . Dünyanın diğer ulus devletlerinin ne kadar zor koşullarda ne gibi iç çekişmelerden geçerek kurulabildiği gözönüne getirilirse o zaman Atatürk Cumhuriyetinin kuruluşundaki çağdaş ve modern anlayış bir kez daha görülebilecektir . Atatürk yeni ulus devletin adını türkiye olarak belirlerken , Türk kavramına son derece geniş bir anlam vermiş ve dar kapsamlı bir kafatası milliyetçiliğinin ötesinde geniş kapsamlı bir Türkçü yaklaşımı , ulus devletin bir üst çatısı olarak geliştirmiştir. Türkmen kökenli ya da Türk boylarından gelmeyen eski Osmanlı İmparatorluğu vatandaşlarını da yeni ulus devletin eşit ve özgür vatandaşları olarak kabül ederken ,herhangi bir ayırımı değil ama milli sınırlar içerisinde yaşayarak yeni devletin kurulmasına katılmayı yeterli saymıştır . ‘Onun , Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir ,biçimindeki tanımı bu durumun en açık göstergesidir . Gene bu doğrultuda , Türküm diyebilmeyi mutluluk sayması da O’nun çağdaş ulusalcı yaklaşımının en açık göstergesidir .
Fransız devrimi sonrasında bütün Avrupa ülkelerinin ulus devlet yapılanmasına yönelmesi ile milliyetçilik cereyanlarının imparatorlukları parçalaması , tarihsel sürecin yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkardığı tablonun birer doğal sonucu idi . Avrupa’nın yanıbaşında bir imparatorluğu ellerinden kaçırmış olan türkleryirminci yüzyılın başlarında yeni bir devlet kurarken , Avrupa tipi bir ulus devlet yapılanmasını örnek olarak ele alıyorlardı . Avrupa ülkeleri ulus devletlere geçerken , Türkler’de imparatorluktan ulus devlete doğru bir geçiş yapıyorlardı .Ne varki , yüzlyerce yıl ortak bir büyük imparatorluğun çatısı altında yaşayan osmanlı milletlerinin tek ve büyükt bir millet çatısı altında birleşmeleri son derece zor görünüyordu . Kabileci alt kimlikçiliği bir yana bırakarak , milli sınırlar içerisinde yaşayan bütün halkı ortak bir ulus devlet çatısı altında birleştirmek gerekiyordu . Atatürk,böylesine zor bir işe girişirken hem tarihten hem de çevresindeki ülkelerden dersler alarak hareket etmiştir . Hem Avrupa ülkeleri gibi bir ulus devlet yapılınmasına yönelmiş ,hem de Rusya’da çarlık rejiminden ideolojik imparatorluğa geçiş aşamasından dersler çıkarmıştır . En kısa zamanda Avrupa ülkelerindeki gibi hızlı bir ulus devlet yapılanması için devrimci adımlar atmış , ama Rusya’da yaşanan bazı olumsuz gelişmelerin Türkiye’de ortaya çıkmaması için de çeşitli önlemler geliştirmiştir .
Bir ulus devlet kurarken millet kavramından vazgeçilmesi bir çelişki gibi görünse de Atatürk’ün tarihsel gelişmelerden çıkardığı bazı sonuçları iyi değerlendirdiği görülmektedir . Bir din devletinden uzak durmak ve laik bir cumhuriyet kurabilmek için millet kavramının yetersiz kaldığını eski ümmet kökeni nedeniyle bir dinsel toplum yapılanmasını yansıttığı gerçeğini gören Atatürk bunun yerine ikame edilecek başka bir kavram aramağa başlamıştır . Osmanlı millet sisteminin dinsel yapılanmayı çağıraştıran boyutu Atatürk’ün laik devlet ideali ile çelişmiştir . Ayrıca, eski Osmanlı ahalisini tek ve ortak bir üst kimlikte biraraya getirmeyi düşünen Atatürk ,milliyetçiliğin mikro düzeyde Balkanlaşmaya yolaçtığını görerek Balkanizasyonun mikromilliyetçilik düzeyinde Anadolu yarımadasına girmesini önlemeğe çalışmış ve bu nedenle de hem millet hem de milliyetçilik kavramlarına karşı mesafeli davranmayı uygun görmüştür . Bu kavramlara karşı uzak durulurken , bunların yerine Türkiye’nin gereksinmelerini karşılayacak ve Atatürk’ün devlet modeline daha uygun düşecek yeni bir kavram aranılmıştır . Osmanlıcanın yetersiz kaldığı bir aşamada türklerin Orta Asya dönemine geri gidilerek , Moğolca’dan Türkçe’ye geçmiş olan ulus kavramı tercih edilmiştir .
Türk tarihinin en temel kaynaklarını olşturan Orhun Kitabelerinde yer alan ulaş kavramı ulus kavramınının ilk biçimi olarak taşlara kazınmıştır . Zaman içerisinde ulaştan ulusa geçişi yaşayan bu kavram , bir ülkede yaşamakta olan çeşitli toplulukların biraraya gelmesinden meydana gelen bütünsel bir toplumsal yapıyı ifade etmektedir . Bir büyük imparatorluk kalıntısı çok uluslu ahali yapılanmasından tek ve büyük bir ulusal üst kimliği yönelirken , hemlaik bir kökenden geldiği hem de çeşitli toplulukların ortak birlikteliğini temsil ettiği için ulus kavramı tercih edilmiştir . Sivas Kongresi sırasında İradeyi Milliye , başkent Ankara’da meclyisi açkıtktan sonra hakimiyeti Milliye kavramlarını benimseyerek bu isimlerde gazete çıkaran devlet kurucusu Atatürk , daha sonraki aşamada milli devletin siyasal yapılanmasını modelleştirirken , Hakimiyeti Milliye kavramı yerine ulusal egemenlik biçiminde yeni bir yaklaşımı benimsemiştir . Misakı milli sınırları içerisinde alt kimlikli başka devlet kurmak isteyenlere karşı , ülkede bir milli bütünlüğü sağlayacak doğrultuda farklı kesimlerin birarada yaşayabileceğini gösteren ulus kavramı öncelikli olarak benimsenmiştir . Bu doğrultuda Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmış olduğu meydanın adı , önce Hakimiyeti Milliye olarak konulmuş ama daha sonra aynı ismi taşıyan günlük gazete ile beraber meydanın adı da ulus olarak değiştirilmiştir . Dünyanın o dönemdeki merkezi olan Avrupa kıtasındaki en ileri devlet modeli olan milli devlet Türkiye’ye yeni adı ile ulus devlet olarak getirilmiştir . Bu ulus devletin çatısı altında türk kökenli olanya da olmayan çeşitli eski Osmanlı ahalisi boyları , çağdaş bir uluslaşma süreci ve üst kimlik ile yeniden biraraya getirilmişlerdir .Atatürk imparatorlhuktan ulus devlete geçerken , gerçekci bir siyasal yol izleyerek , varolan toplumsal durumu hukuksal bir yapıya kavuşturmağa çalışmıştır . Yeni yaratılan Türk ulusu kavramı çatısı altında bütün eski Osmanlı halkları eşit bir statüde yer almış ve bunların hakları çağdaş bir hukuk düzeni altında korunmağa çalışılmıştır . Eski Osmanlı vatandaşları ve halkları türk ulusunun eşit ve özgür parçaları haline gelmiştir .
Fransız devrimi sonrasında hızla bütün Avrupa kıtasına yayılan milliyetçilik cereyanları ,Balkanlardaki Osmanlı ülkesini kısa bir zaman dilimi içerisinde mikromilliyetçi akımlar yolu ile Balkanizasyona uğratırken ,aynı milliyetçilik cereyanları Rus Çarlığı’na da Balkanlar üzerinden girmeğe ve ülke bütünlüğünü tehdit etmeğe başlamıştır . Osmanlı yönetimi sürekli olarak batılı emperyalistlerle savaştığı için, Balkanizasyona karşı önleyeci bir çare bulamamış ve milliyetçilik akımları Balkanlar’da mikromilliyetçiliğe dönüşerek , Osmanlının ana ülkesi olan Balkanlardan bir sürü küçük devletçiğin ortaya çıkmasına neden olmuştur . Bir imparatorluğun küçük devletlerin oluşumu ile paramparça olması sürecinin adı olan Balkanizasyon Osmanlı’nın Balkan topraklarında ortaya çıkarak siyasal literatürdeki yerini almıştır .Ossmanlı devletini paramparça eden milliyetçilik cereyanları Rus Çarlığında tamamen tersi bir gelişme göstermiş ortaya giderek fazlasıyla güçlenen bir Rus milliyetçiliğini çıkarmıştır . Ruslar kendi milliyetçiliklerini imparatorlukları aracılığı ile güçlendirirlerken , bu üst kimliğe karşı gündeme gelen mikromilliyetçi akımların Rus imparatorluğunu parçalamasına izin verilmemiştir . Bu doğrultuda güçlü Rus devleti ,ülkenin çeşitli bölgelerinde görülen milliyetçi ayaklanmalara karşı asker ve polis gücü ile örgütledikleri bir devlet kaynaklı halkçılık akımı ile cevap vermişlerdir . Narodnik adı verilen Rus halkçılığı devlet eli ile ülkenin her bölgesinde örgütlenirken ,asker ve polisin kullanıldığı terör eylemleri birbiri ardı sıra tırmandırılmış ve terörist bir halkçılık ile halkın gözü korkutularak mikromilliyetçilik cereyanları önlenmiştir . Rusyadaki milliyetçi akımlar rusya halklarını kışkırtmağa yöneldiği aşamalarda devlet kaynaklı Rus halkçılığı terör yaratarak ülke içinde milliyetçiliğin önünü keserek yayılmasını önlemiştir . Devlet destekli Narodnikhaus’lar birer halkevi olarak devreye girdiğinde milliyetçi cereyanlara karşı Rusya yönlendirmeli bir halkçılık anlayışını öne çıkarmışlardır .Böylece Rus imparatorluğu kendisini bölecek milliyetçilikleri önlediği gibi , devlet destekli halkçılıkla kendi toplumunu hem korkutmuş hem de baskı altına almıştır . Dış dünya bağlantısı olan Rus yahudilerinin üzerine gidilmiş , Yahudi yerleşim merkezlerine pogrom adı verilen çeşitli katliamlar düzenlenerek ,bu kesimlerin dış bağlantıları kesilmek istenmiş ve ayrıca dış güçlerin mikromilliyetçilik cereyanlarını Rus Çarlığının devlet ve ülke bütünlüğü aleyhine kullanmasına izin verilmeyecek derecede otoriter yönetime kayılmıştır . Bu aşamada Rus Yahudileri Hazar döneminde kalma Tatar boyları ile işbirliği yaparak devlet destekli güçlü Rus milliyetçiliğine karşı Kazan merkezli Türkçülük akımını ortaya çıkarmışlar ve bu yoldan ülkede yeni bir denge oluşturmağa çalışmışlardır . Ne var ki , rus milliyetçiliğinin devlet destekli olarak çok güç kazanması ve terörist bir halkçılık ile diğer milliyetçiliklerin önlenmesi üzerine , Tatar ve yahudi destekli Türkçülük akımı eski Hazar ülkesinde rus milliyetçiliğine karşı bir sonuç alamamıştır . Bunun üzerine bu hareketin öncülerinin ülkeyi terkederek eski Osmanlı ülkesine göçettikleri görülmüştür .
Osmanlı ülkesinde Türkçülüğün ortaya çıkmasını ve yayılmasını sağlayan , Rusya’da eski Hazar İmparatorluğu döneminde olduğu gibi ,yeniden bir Türk hegemonyası kuramayan ve Rus milliyetçiliğine yenilen Tatar asıllı Türkçülerin olduğu görülmektedir . Rusya’da Rus milliyetçiliğine tepki olarak başlayan ve Kırım ile Kazan Tatarları aracılığı ile eski Osmanlı ülkesinde yayılan Türkçülük akımı Birinci Dünya Savaşı sonrasında Rusya yerine eski Osmanlı ülkesinde yayılarak , Anadolu’da Türkocakları öncülüğünde bir ulusal kurtuluş savaşının verilmesine giden yolu açmıştır . Çok uluslu bir etnik yapılanmaya sahip olan Osmanlı ülkesinde ,çoğunlukta bulunan Türk ve Türkmen kökenli boyların hızla Türkçülüğe sahip çıkmalarıyla bir toparlanma başlamış ve Rus hegemonyasının yanıbaşında yeniden bir büyük türk egemenliği Türkiye cumhuriyeti devleti ile devreye girmiştir . Bu nedenle , Türkiye’de ulus devletin kuruluşunda sadece Avrupa’daki gelişmelerin değil ama aynı zamanda Rusya’daki gelişmelerin de önemli bir payı bulunmaktadır . Türk ulus devletinin adındaki Türklük kavramı ,Selçuklu sonrası Türklüğün bu coğrafyaya yayılması kadar , Rusya’da gelişen Türkçülük akımının uzantısı olarak da önem kazanmış ve yeni devletin adını etkilemiştir . Eski osmanlı imparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan , imparatorluk yıkıldıktan sonra zorunlu göçler ile merkezi ülke olan Anadolu’ya gelen halk topluluklarının büyük çoğunluğu bir Türk üst kimliğine dayalı olarak öne çıkartılan Türk milli devletinin çatısı altında toplanmışlardır .Atatürk bu gerçeği gördükten sonra , bir ulus devlet kurarken böylesine bir siyasal yapılanmayı halkçılık esasına dayandırmıştır .Dar kapsamlı bir kafatası milliyetçiliği ya da kanbağına dayanan ırkçılık ile faşist bir ulus devlet kurulmamış aksine , bu coğrafyada yaşayan halk toplulukları birer yaşayan sosyal gerçek olarak ele alınarak ,bu doğrultuda geliştirilen halkçılık esasına dayalı bir ulus devlet kurulması yoluna gidilmiştir .
Atatürk ,Türkiye cumhuriyeti ulus devletini kurarken hem milliyetçilik cereyanlarının osmanlı dvletini parçalamasından hem de rus çarlığının benzeri akımların kendi bütünlüğünü ortadan kaldırmasına karşı geliştirmiş olduğu devletçi halkçılık uygulamalarını beraberce değerlendirerek Türkiye açısından bir sonuç çıkarmayı denemiş ve her iki gelişmeden ders alarak , ikinisinden de farklı bir yola yönelmiştir . Milliyetçiliğin kendisini bölmesini önleyemeyen Osmanlı yönetimi gibi çaresiz davranmamış aksine , Rusya’daki devletçi terörist halkçılık uygulamalarından yararlanarak ,yeni kurduğu ulus devleti halkçılık esasına dayandırmıştır . Bu nedenle , Türk ulusunun tanımlanmasında Türkiye halkı kavramını esas almıştır .Yeni Türk devleti Atatürk’e göre bir halk devletidir ve mazlum halk topluluklarının dayanışma içerisinde verdikleri bir kurtuluş savaşı sonrasında kurulmuştur . Ulusal kurtuluş savaşına ve ulus devletin kuruluşuna katılan bütün halk toplulukları hm türk ulusunun bir parçasıdır hem de Türk devletinin eşit statüde vatandaşlarıdır . Rusya’da Rus milliyetçiliğinin faşist bir baskı ile Rusya halklarına kabül ettirilebilmesi doğrultusunda terörist bir çizgide kullanılan Rus halkçılığına aykırı olarak , Türkiye’deki Atatürk halkçılığı barışçı ve dayanışmacı bir yaklaşımın sonucunda devreye girmiştir . Tepeden inme zorla kabül ettirilen bir Türk milliyetçiliği benimsenmemiş ama imparatorluk devletinin çöküşünden sonra açıkta kalan eski Osmanlı halklarına bir üst kimlik cumhuriyet devletinin hukuksal çatısı altında demokratik yollardan benimsetilmeğe çalışılmıştır . Zaman zaman ortaya bazı sertliklerin çıkmasının nedeni emperyal güçlerin ,böylesine çağdaş ve modern bir siyasal oluşumu kendi hegemonya projeleri doğrultusunda engellemeğe çalışmaları nedeniyledir . Sürekli olarak etnik isyanlar kışkırtarak çağdaş bir ulus devletin halkçılık özüne dayalı olarak kurulmasını önlemeğe çalışan batılı emperyalistler yüzünden bazı sertlikler yaşanmış ama , Türkiye cumhuriyeti ulus devleti kararlı bir biçimde bir halk devleti olma doğrultusunda halkçılık ilkesini sonuna kadar uygulamağa çalışmıştır . Ulus devlet halk egemenliği üzerine inşa edilmiştir .
Atatürk’ün altı ilkesi içinde milliyetçilik ile beraber halkçılık ilkesinin bulunması da , halkçılık özüne dayalı bir ulus devlet kurulma çabasının en açık göstergesidir . Atatürk devrimi dünyanın merkezi coğrafyasında gerçekleştirilirken , Fransız devrimi ve Rus devriminin gerçekleştiği alyanların tam ortasında yer alıyordu . Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleriyle beraber milliyetçilik batı dünyasından ve Avrupa kıtasından gelirken , halkçılık ilkesi de devletçilik ve devrimcilik ile beraber doğu bölgesinden ve Rusya’dan geliyordu . Atatürk bir devrim yaparken merkezi coğrafyada bir doğu ve batı sentezi gerçekleştirmeğe çaba göstermiştir . Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu derin tarih bilgisi ile böylesine kalıcı bir senteze yönelirken , milliyetçilik ile beraber halkçılığı da ana ilke olarak benimsiyor ve Türk ulus devletinin halkçılık özüne dayanmasına dikkat ediyordu . Milliyetçilik varken bir de halkçılığın benimsenmesinin Türkiye açısından özel bir anlamı bulunmaktadır . Devletin kurucusu olan Atatürk bir milli devleti , laik bir kavram olan ulusa dayandırırken , farklı alt kimlikleri temsil eden halk topluluklarının da böylesine bir çağdaş oluşum içerisinde özgürce yer almalarını sağlayacak biçimde halkçılık ilkesini öne çıkarıyordu .Halkçılık ilkesi doğrultusunda Osmanlı imparatorluğunun arka ülkesi konumunda kalan Anadolu’daki ortaçağ uykusunda kalmış olan halk kitlelerinin ayağına gidilerek , halkın bir bütün olarak eğitimi ve uyandırılması sağlanacak ve gene halk yığınlarının eşit ve ortak katılımları ile çağdaş cumhuriyet devleti ve demokrasi sistemi kurulacaktı . Kurulmuş olan Türk ulus devleti , milliyetçiliğin dışa dönük aşırı ya da içe dönük bölücü katılığı ile değil ama halkçılığın her yönden dayanışmacı ,katılmacı ve eşitlikçi yapılanmasıyla korunarak yaşatılacaktı . Halkçı yönü ile Türkiye cumhuriyeti diğer milli devletlerin baskıcı ve aşırı yönlerinden uzak kalarak varlığını bugüne kadar sürdürebilmiştir . Milliyetçiliğin aşırıya kaçan yönleri bazı otoriter devletlerde baskıcı ve yokedici,asimilasyoncu eğilimleri beraberinde getirirken , Türk devletinin ulusalcılığı halkçı yapısı ile böylesine zararlı ve tehlikeli eğilimlerden uzak durarak halkçılık özüne dayalı ulus devleti günümüze kadar yaşatabilmiştir .
Batı emperyalizminin dışarıdan kumandalı federasyon projeleri doğrultusunda alt kimlikçiliği hortlatarak , ulus devleti dağıtmayı hedefleyen gayrimüslim neoliberal kesimlerle müslim siyasal islamcı ittifakının ,Atatürk’ün diğer ulus devletlerden çok farklı olarak çağdaş bir yaklaşım ile kurmuş olduğu halkçı ulus devleti anlamamakta ısrarlı oldukları görülmektedir . Bu aşamada , imparatorluk sonrasında bir ulus devlet olarak Türkiye cumhuriyetini kurmuş olan Atatürk’ün ,böylesine bir ulus devleti kurarken çok yararlandığı Türk Ocaklarını kapatarak Halkevlerini açması üzerinde durulması gerekmektedir .Bir Türk ulus devleti kurarken çok gerekli olan Türk Ocaklarından yararlanmasını iyi bilen Atatürk ,devleti kurup cumhuriyeti ilan ettikten on yıl sonra Türk Ocaklarında , Hitler ve Mussolini benzeri bir milliyetçiliğin içe dönük bölücü olabileceğini görerek ,güneydoğu bölgesinde benzeri bir örgütlenmenin oluşumunu önlemek ve Türk dünyasının büyük çoğunluğunun yaşadığı Sovyetler Birliğinin tepkilerinin önünü kesmek üzere , Türk Ocaklarını Mason dernekleri ile beraber kapatarak devlet desteği ile Halkevlerini açtığı görülmektedir . İçe dönük milliyetçiliğin tehlikelerini önlemek üzere Türk Ocakları ve dış bağlantıların ülke yönetimini ulusal çıkarlara aykırı olarak etkilemesini önlemek üzere de Mason derneklerini beraberce kapatan Atatürk ,bir devlet kurucusu olarak tam anlamıyla bir devlet aklı kullanmıştır . Devlet kurucusunun aklı ,kurmuş olduğu devleti yaşatabilmek için yeni önlemler almağa ve Atatürk cumhuriyetini geleceğe dönük kalıcı bir yapıda kurumlaştırmağa yöneldiğinde ,Türk Ocaklarından Halkevlerine geçildiği görülmektedir . Böylece , kurulmuş olan ulusal devlet halkçılık esasına dayandırılarak geleceğe dönük bir doğrultuda kurumlaştırılmağa çalışılmıştır . Atatürk ulusalcılığı bütünüyle halkçılığa yönelerek, ülkenin birlik ve bütünlüğünün halkçı bir anlayış çerçevesinde geleceğe dönük olarak korunmasına dikkat etmiştir .
Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarının ileri sürdüğü gibi Atatürk ulusalcılığı bir faşizm değil ama aksine bir halkçılık uygulamasıdır . Türk Ocaklarının kurucusu Atatürk değildir . İknci Meşrutiyet yıllarında Türk Ocaklarını Rusya’dan gelen Kazan ve Kırım Tatarları kurarak örgütlemişlerdir . Böylesine bir örgütlenmeden Atatürk ulusal kurtuluş savaşı ve Türk ulus devletinin kuruluş yıllarında yararlanmasını bilmiş ama geleceğe dönük olarak Türk ulus devleti kurumlaştırılırken , devlet katı bir milliyetçiliğe değil aksine halkçılık özüne dayalı dayanışmacı ,ortaklaşmacı ve paylaşımcı yumuşak bir ulusalcılığa dayandırılmağa çalışılmıştır . Halkçılığın özünde var olan bu ilkeler türk ulusalcılığının özünü oluşturmuşlardır . Bu nedenle , Atatürk ve Türkiye cumhuriyeti hiç bir zaman Rusya’daki gibi katliamlara ya da asimilasyonlara yönelmemiş , ama aksine Halkevleri aracılığı ile çağdaş bir çizgide ulusal entegrasyona yönelmiştir . Türk Ocaklarının asimilasyoncu yaklaşımından zaman içerisinde uzaklaşılarak , Halkevleri çatısı altında halkçılığın dayanışmacı,ortaklaşmacı ve paylaşımcı çizgileri ulusal bir entegrasyon için öne çıkarılmıştır . Bu doğrultuda Türk ulus devleti , Atatürk’ün diğer ulus devletlerden farklı olarak gündeme getirmiş olduğu halkçılık özüne dayalı bir ulusalcılığı ana siyasal çizgi olarak bugüne kadar devam ettirmiştir . Emperyalizm ve siyonizm , şimdi Türkiye cumhuriyeti ulus devletini ortadan kaldırarak bölgesel bir manda yönetimini dıştan güdümlü bir federasyon olarak gerçekleştirmek istedikleri için , bütün gerçeklere ve tarihsel olaylara ters düşerek , Türkiye’deki Truva atları aracılığı ile Atatürk’ü faşist önder , Türk devletini de faşist devlet olarak ilan etmekten çekinmemektedirler . Ülke ve devletin geleceği için Türk Ocaklarını istemeden kapatmak zorunda kalan , Türk devleti kurmasına rağmen ,Türkçülüğün ana örgütünü Halkevlerine dönüştürerek halkçılık özünde bir ulusalcılığı geleceğe dönük kurumlaştırmağa çalışan Türkiye cumhuriyetinin kurucusunun , bu özel tutumunun bugün yeniden iyi hatırlanması ve yaşanan olaylar doğrultsunda yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir .
Halkçılık özüne dayanan bir ulusalcılık faşizm olarak suçlanamaz . Milliyetçiliğin demokratikleşmesinin , halkçı yaklaşımlarla gerçekleştirilmeğe çalışıldığı bir ülkede bütün alt kimlikli grupların Atatürk’ü bir kez daha okuyarak iyi anlamağa çalışmaları gerekmektedir . Dünyanın hiç bir ülkesinde bir devlet kurucusu Türk devleti kurarken , Türk Ocaklarını kapatmaz .Bu yüzden mlliyetçilerin önemli bir kesimi Atatürk’e kızgındırlar. Atatürk , bugün yaşanmakta olan emperyal saldırı ve provakasyonları çok iyi gördüğü için Halkevleri aracılığı ile halkçılık özlü bir ulusalcılığı ülkesel bütünleşme amacıyla gündeme getirerek yurt düzeyinde örgütlemeğe çalışmıştır . Atatürkçülük bu nedenle günümüzde , Atatürk’ün halkçılık özüne dayanan ulus devletini korumak ve savunmak doğrultusunda Atatürk ulusalcılığıdır . Anayasa’da var olan Atatürk milliyetçiliği bu doğrultuda anlaşılmalıdır . Türk devleti içinde yer alan her etnik ya da dinsel grup,çağdaş bir hukuk devletinin eşitlikçi ve özgürlükçü çatısı altında hem kendi alt kimliklerini hem de vatandaşlıktan gelen ulusal üst kimliklerini beraberce yaşayarak , halkçılık özüne dayanan Atatürk ulusalcılığı doğrultusunda ortak yaşamlarını sürdürmeğe devam edeceklerdir . Ulusalcılık bir faşizm değil ama Atatürk’ün halkçılık özüne dayanan çağdaş cumhuriyetinin ve demokratik ulus devletinin yaşatılması çabasıdır .Devletimizin kurucusunun geliştirmiş olduğu halkçılık özüne dayalı ulusalcılık sistemi ile Türkiye Cumhuriyeti geleceğe dönük olarak varlığını koruyacak ve yeni dönemde bir model ülke olarak benzeri devletlere yol gösterecek ve örnek olacaktır .
|