Türkiye cumhuriyet tarihinin en hızlı günlerini yaşamaktadır .Yirmibirinci yüzyılın ilk on yılı geride kalırken , Türkiye Cumhuriyetinin çok hızlı gelişen ,dışarıdan ve içeriden belirli merkezler tarafından el atılarak yönlendirilen bir olaylar zinciri içerisinde dönüşüme zorlandığı görülmektedir .Batılı uluslararası kuruluşların güdümü ve denetiminde bütün yerleşim bölgelerinde görülen kentsel dönüşüm alanlarına benzer bir biçimde , Türklerin ülkesi de hem devletsel hem de ülkesel bir dönüşüme doğru zorlanmaktadır . Tek tek olaylar düzeyinde ele alındığında fazla anlaşılmayan gelişmeler ve bunların getirdiği değişmeler , belirli bir süreç içerisinde ele alındığında , Türkiye Cumhuriyetinin bir topyekun dönüşüme mahkum edildiği ve bu doğrultuda ortaya çıkarılan bazı olaylar aracılığı ile değişime doğru zorlandığı kolayca anlaşılabilmektedir . Zaman içerisinde kaçınılmaz olan değişimin, belirli plan ve projeler doğrultusunda katı bir dönüşüme zorlanması ,ortaya bazı istenmeyen olaylar ve gelişmeler çıkarmaktadır . Özellikle yirmibirinci yüzyılın ilk on yılında görülen gelişmeler ve ortaya konulan senaryolar , detayları belirli egemen güçler , emperyal devletler ve gizli örgütler tarafından belirlenmiş olan dönüşüm planlarının varlığını ve doğruluğunu kanıtlamaktadır . Türk ulusunun yaşamağa mahkum edildiği olaylar zinciri ve olumsuz gelişmeler , Türkiye dışı güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin çıkarlarının Türkiye’nin ulusal çıkarları üzerinde daha üst düzeyde bir yerlere konulması nedeniyledir .
Türkiye batılı emperyal güçler tarafından hiç bir zaman kendi başına bırakılmayan bir ülke olarak her zaman dış parmaklı oyunlarla karşı karşıya kalmış ve bunlarla uğraşarak bugünlere gelebilmiştir . Batı dünyasında çok bilinen bir deyişle , Türkiye’nin Türklere bırakılamıyacak derecede önemli bir ülke olduğunu söyleyenler ,Türkiye’yi ya doğrudan dış programlar ile ya da işbirlikçi ve mandacı kadrolarla içeriden bir yerlere doğru sürüklemeğe çalışmışlardır .Bu tür müdahalelerde her emperyal ülke , devletler arasında cereyan eden Büyük Oyun’un kurallarına göre hareket etmiş ve kendisini merkeze koyarak kendi ülkelerinden Türkiye’ye bakmıştır . Dışarıdan bakıldığında jeopolitik konumu gereği son derece önemli bir yerde olan Türkiye’yi kendi haline bırakmama konusunda tüm emperyal ve siyonist güçler anlaşmaktalar ,bazan elbirliği ile bazan da tek tek kendi senaryoları doğrultusunda Türkiye’nin iç işlerine ve yönetimine müdahale ederek bu merkezi ülkeyi kendi çıkarlarına uygun düşen bir yapılanmaya doğru zorlamaktadırlar . Bir orta boy ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti bu tür dış parmaklyı emperyal müdahalelere karşı kendisini korumakta zorlanmaktadır . Türkiye’nin jeopolitik konumundan ileri gelen avantajlarını kullanmasına izin verilmemekte , bir orta boy ülke olarak jeopolitik stratejiler ile Türk devletinin emperyalist büyük devletlere karşı kendi savunmasını yapması ,ya da kendi çıkarlarına uygun düşen alternatif politikalara yönelmesi sürekli olarak önlenmek istenmektedir . Batılı müttefikleriyle çıkarlarının çeliştiği ya da farklılaştığı aşamalarda Türk devleti zorlanmakta ve batılı dostlarının dıştan uzanan parmaklarıyla iç çekişme ve çatışma senaryolarına sahne olmaktadır .
Bugün yaşanmakta olan olayların perde arkasında gene Türkiye’yi kendi emperyal çıkarları doğrultusunda bir yerlere çekmek ya da sürüklemek üzere geliştirilen emperyal ve siyonist oyunlar açıkca göze çarpmaktadır . Yıllardır bu tür oyunlarla sürekli olarak karşılaşan ve bunlarla mücadele ederek bugünlere gelebilen Türk ulusu da artık büyük bir deneyim sahibi olmuş ve her türlü siyasal gelişmenin arkasında ne gibi oyunlar ya da planlar olduğunu anlayabilecek derecede olgunlaşmıştır .Edirne’deki çiftçiden Hakkari’deki işsiz köylüye , İstanbul’daki iş adamından Ankara’daki bürokrata kadar , Türk toplumunun belirli bir bilinç düzeyine sahip olduğu son yıllardaki sbeçim sonuçlarına bakıldığında anlaşılmaktadır . Türk halkı ortaya çıkan siyasal hareketlere ya da önderlere bir şans vermekte ama bunların ülke çıkarlarını koruyamaz bir çizgiye sürüklendikleri aşamada ,siyasal iktidarlara seçim sandıklarında dersini vererek geleceğe dönük bir yeni alternatifi oylarıyla devreye sokabilmektedir . Özellikle soğuk savaş sonrasında Türk seçmeni daha rahat hareket ederek sürekli tercih değiştirmiş ve böylece ülkenin ulusal çıkarlarına ters düşen iktidarları cezalandırmıştır .Bu durumdan ders alan emperyal güçler büyük paralar dağıtarak ve medya organlarını daha fazla kullanarak ,ayrıca Truva atı konumunda neoliberal işbirlikçi aydın kadroları kullanarak ve Türk seçmeni üzerinde aldatıcı etkileri yaygınlaştırarak sürdürmek istemiş ama bu oyun da ters tepmiştir . Türk halkı bir türlü küresel emperyalizmin oyununa getirilememiş ve tam olarak teslim alınamamıştır . Türk devletinin geçmişten gelen siyasal birikimi de buna eklendiği zaman , gene Türkiye dışarıdan yönlendirilemez ülke olmuştur .
Ne varki , bu duruma rağmen huylu huyundan vazgeçmemiş ve emperyal güçler Türkiye üzerinde baskılarını artırarak , Atatürk’ün çağdaş cumhuriyetini büyük bir kıskaç altına almışlardır .Türkiye Cumhuriyeti devletinin Türk halkının çıkarları doğrultusunda kendisini yenilemesine ve değişen koşullarda alternatif politikalar uygulamasına bir türlü izin vermek istemeyen batı ülkeleri ,dünyanın merkezi coğrafyasında Türkiye’yi Nato üzerinden kendi karakolları olarak görmüşlerdir . Soğuk savaş sırasında sınır ülkesi konumuna sürüklenen Türkiye Cumhuriyeti ,bu aşamada bile batılı güçlerin doğulu güçlere karşı kullandığı bir ülke olmaktan kurtulamamıştır . Atatürk’ün merkez ülke modeli olarak kurduğu bu devleti daha sonraları batılı güçler sınır karakolu konumuna düşürerek kendi çıkarları doğrultusunda karşı kutba karşı kullanabilmenin yollarını aramışlardır . Soğuk savaş sırasında elde ettikleri bu alışkanlıklarını küreselleşme döneminde de ısrarla sürdürmek isteyenler bir türlü Türk devletinin kendi halinde bir bağımsız devlet olarak öne çıkmasını kabül edememişlerdir .Sürekli bir oyalama taktiği ile , Türklerin batının hegemonyası altında kalması sağlanmış ,batı sistemine Nato çatısı altında giren Türkiye Cumhuriyetinin dönüşümü , Irak ve Afganistan gibi sistem dışı ülkelere uygulanan açık işgal ve savaş yolları ile değil ama sürekli olarak dost ve müttefik görünümü kullanan dolaylı girişimlerle gerçekleştirilmek istenmiştir . Sovyetler Birliği döneminde batı güvenlik sistemi planları ile bu amaç elde edilmiş ,daha sonraki aşamada ise Avrupa Birliği süreci kullanılarak , ulusal olmayan ulusal programlar ve uyum adı altındaki uyumsuzluk paketleriyle Türkiye batının çıkarları doğrultusunda bir yerlere iteklenmiş ve dönüşüme zorlanmıştır . Bu yüzden Türk devleti çok zor durumlarda kalmış , batı dünyasını karşısına almadan kendi çıkarlarını koruyarak yoluna devam etme konusunda fazlasıyla zorlanmıştır . Türklerin geleneksel hoşgörüleri ve anlayışlı tutumları ,batılı emperyal devletlerin dayatmaları yüzünden ,Türk devletinin bazan uluslararası ilişkilerde enayi ya da geri zekalı ülke konumuna düşürülmesi gibi , hiç istenmeyen durumların ortaya çıkmasına neden olmuştur . Merkezi coğrafyadaki uluslararası gelişmeler tarihsel olarak incelendiğinde ,bu gibi durumlara batılı dostları tarafından Türkiye cumhuriyetinin fazlasıyla düşürüldüğü görülmektedir . Bu açıdan Türklerin fazlasıyla olumsuz deneyimi olmuş ve bu gibi gelişmelerin sonucunda da Türk devleti ciddi bir birikim sahibi olmuştur .
Dünya konjonktürü içerisinde Türklere en son yaşatılan Avrupa Birliği sürecinde de Türkiye Cumhuriyetinin fazlaszıyla olumsuz deneyimi olmuştur . On tane uyum paketini dış zorlama ile kabül eden ve bu doğrultuda kendi varlığından ödün verircesine tasfiye olma aşamasına sürüklenen Türk devleti , verdiklerinin karşılığını hiç bir biçimde alamamıştır . Otuz yıl önce tanınması gereken serbest dolaşım hakkı Türklerden esirgenirken ,Türkiye’den yüz yıl geri Doğu Avrupa ülkelerine bu hak tanınmış ,bütün devletler önce tam üyeliğin koruması altına alındıktan sonra gümrük birliği uygulamasına sahne olmalarına rağmen , Türkiye üye olmadan gümrük birliğine zorla sokularak ciddi boyutlarda fakirleştirilmiş ,Kopenhag kriterleri adı altında alt kimlikleri hortlatan bir uygulamaya zorla sokulurken ulusal birliğini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır . Gene de Avrupa Birliği gibi bir uygarlık projesini Türklere bir hayal olarak usanan batılı emperyal devletler ,Osmanlı İmparatorluğu sonrasında çöken bu merkezi devletin topraklarında kendi kontrolları altında bir bölgesel federasyonun arayışı içerisinde olmuşlardır . Londra,Paris,Berlin,Washington ya da Moskova,Tel Aviv gibi başkentlerden eski Osmanlı coğrafyasına bakıldığında kesinlikle onun yerini alabilecek derecede güçlü ve büyük bir devlet istenmemekte ,aksine bu topraklarda alt kimliklerden oluşacak küçük eyalet devletçikleri , tıpkı Balkanlar’da olduğu gibi geliştirilerek hepsinin topluca emperyal denetim altındaki bir merkeze bağlanmaları istenmektedir .Böylece ,dünyanın merkezi alanında tam bir emperyal hegemonyanın gerçekleşebileceğini batılı emperyal ve siyonist devletler düşünebilmektedirler . Osmanlı’nın yerine onun gibi bir büyük imparatorluğu istemeyenler , Türkiye gibi ulusal ve üniter bir devlet yapılanmasını da kendi çıkarları açısından tehlikeli görmekteler ,çünkü her an büyüme ve güçlenme şansına sahip böylesine bir orta boy devlet eski Osmanlı hinterlandını kontrol edebilecek bir güce erişebilir , ya da bu doğrultuda bölgesel bütünleşme projelerini emperyal devletlere karşı geliştirebilir . İşte bu yüzden eski imparatorluğun onda biri kadar topraklar üzerinde orta boy bir devlet olarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devleti , batılı emperyalistlerin merkezi alana egemen olma planları açısından önemli bir engel olarak görülmekte ve zaman içerisinde bir Balkanizasyon projesine mahkum edilerek ortadan kaldırılmak istenmektedir .Alt kimlikçi etnikçi bölücülüğün Osmanlı imparatorluğunu Balkanlarda parçalaması gibi ,ikinci kuşak bir Balkanizasyonun Türkiye Cumhuriyetini parçalaması doğrultusunda kültürel haklar senaryolarıyla alt kimlikçilik yeniden hortlatılarak ,Türk devleti ikinci Balkanizasyon sürecinde ortadan kaldırılmak istenmektedir .
Birinci dünya savaşı sonrasında Doğu isyanları ile başlatılan bu süreç , soğuk savaş döneminde batılı emperyal güçler tarafından desteklenmiş ,Avrupa Birliği sürecinde ise açıkca Kopenhag kriterleri ile realize edilmeğe çalışılmıştır . Avrupa Birliği macerası devam ettiği sürece her uyum paketi bu doğrulytuda bir çözülme paketine dönüşmüş ve ulusal kurtuluş savaşı sırasında dış güçlere karşı geçilmez bir kale gibi oluşturulan Anadolu ve Trakya halkının sarsılmaz birlikteliği çözülmeğe doğru alt kimlikçilikle zorlanmıştır . Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üye olma umudu devam ettiği dönemde fazlasıyla büyütülmeyen dağılma tehlikesi , Sarkozy ve Merkel dönemi ile beraber bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır . Yarım yüzyılı aşkın bir süredir Avrupa Birliğinin bekleme odasında oyalanan Türkiye içeriye alınmazken , alınacakmış gibi bir sahte hava yaratılarak , eski emperyal bakış açısı doğrultusunda merkezi bir federasyona zorlanma doğrultusunda dönüşüme ve başkalaşıma doğru iteklenmiştir . Değişim ve dönüşüm sözcüklerinin Türkiye’nin yaşadığı olumsuz süreci anlatmakta yetersiz kaldığı bir aşamada , resmen Türk devleti hem aşşağılanma hem de iteklenme dönemlerini beraberce yaşamış ve görmüştür . Bekleme odasına hapsedilen Türkiye eski köleci dönemde görülen efendi-köle muamelesine benzer girişimlere maruz kalmış ,kendilerini dünyanın efendisi gören Avrupa Birliğinin patronları , efendilerin kölelerine yaptıkları kötü muameleyi ve Türklere işkence çektiren dış tutumları görünüşte uyum paketi denilen girişimleri aslında karşılıksız uyumsuzluk paketleri olarak Türk devletine dayatmışlardır . Bunlara topluca bakıldığında , hedefin ulusal,üniter ve laik devlet olarak Türkiye Cumhuriyetinin ortadan kaldırılmasına yönelik bir planın gerçekleştirilmesi olduğu anlaşılmaktadır . Varolan devlet modelini bir türlü kabul etmeyen batılılar , Atatürk ile beraber onun devlet modelini ortadan kaldırmak için çaba gösterirlerken eski Osmanlı hinterlandında federasyona giden yolu açmaktaydılar . Açıkca Türk devletinin kuruluş ilkelerine ve diğer devlet yapılarından farklı olan modeline karşı çıkan batılı emperyalistler önce dolaylı olarak dile getirdikleri bu durumu ,soğuk savaş sonrasında açıkca ifade etmeğe başladıklarında ,Türkiye dahil olmak üzere bu bölgedeki devletlerin hiç birisinin sınırlarını kalıcı olarak görmediklerini de belirtmekten çekinmemişlerdir . Avrupa Birliğinin resmi kararlarında Türkiye’nin güney ve doğu sınırlarının belirsizliği açıkca yazılmış , Orta Doğu devletlerinin kalıcı olmadığına dair söylemler geliştirilmiştir . Açıkca , federasyoncu bir bakış açısı ile soğuk savaş sonrasında merkezi coğrafya ele alınarak ,batının ve de onun bölgedeki uzantısı olan İsrail’in çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmek istenmiştir .
Avrupa Birliğine Türkiye’nin tam üye olması sürecinin tavsaması üzerine, bu kez gene Türkiye’ Cumhuriyetinin dönüştürülmesini hedefleyen bir açılım politikası , Türkiye’nin siyasal gündeminin tam ortasına oturtulmuştur . Yaz aylarında başlayan açılım tartışmaları altı aydır devam etmesine rağmen bir türlü yetkili ve etkili çevrelerin açılımın ne olduğunu açıklayamadığı görülmüş ,basın ve medya organları aracılığı yürütülen açılım kampanyasına rağmen açıkca bir ilgili kişi ortaya çıkarak açılımdan kastedilenin ne olmduğunu ortaya koyamamıştır . Bu nedenle , açılım kampanyasının netleşmesi sağlanamamış ve bu koşullarda Türk halkının kafasının karışmasından sonra Türk kamuoyundaki beklentiler de bir olumsuz havanın doğmasına yolaçmıştır . Herkes birbirine açılımın ne olduğunu sorarken , açılım tartışmaları kamuoyunu oyalamakta son derece ustalıklı olarak kullanılmış ve kazanılan zaman dilimi içerisinde halktan gizlenen açılımın alt yapısını oluşturacak bazı girişimler gizlice gündeme getirilmiştir . Aslında son yirmi yıldır küreselleşme doğrultusunda dıştan dayatılan yasalar ve hukuk düzenlemelerine bakılırsa gene açılımdenilen yeni yapılanmanın alt yapısını oluşturan taşların döşendiği görülmektedir .Hem küreselleşme hem de Avrupa Birliği süreçleri Türk devlet sistemini çözmesiyle , açılım adı altında yavaş yavaş açıklanmağa çalışılan devlet dönüşümünün ilk adımlarının atıldığı anlaşılmaktadır . Batının Türkiye’den istediği her şey gelip ulusal ve üniter devlet yapılanmasının çözülmesine dayanmakta ve böylece ulus devletten bölgesel federasyona geçişin ön koşulları oluşturulmaktadır . İmparatorluktan ulus devlete geçiş sürecine benzer bir biçimde ulus devletten federasyona geçişin adımları atılmakta ve bu dönüşümü gerçekleştirmek üzere çeşitli paketler ya da yasal düzenlemeler dış zorlamalarla Türk hükümetlerine yaptırılmaktadır . Atatürk’ten sonra işbaşına gelen bütün hükümetler ve yönetimler batı blokunun hegemonyası altında hareket etmişler , Atatürk’ün kendilerine emanet ettiği ulusal ve üniter Türkiye Cumhuriyetini koruyacaklarına , bunu tehlikeye atacak derecede batının federasyona geçiş önerilerine öncelik vererek , Türkiye’yi yavaş yavaş federasyona hazırlamışlardır . Bugün gelinen noktada ,batının merkezi coğrafyada kendine bağlı federasyon oluşturma konusundaki kararlı tutumu ve bu kararlılığın karşısında teslimiyetçi Türk hükümetlerinin gösterdiği zaaflar , Türkiye açısından son derece olumsuz bir tablo çizmektedir .
Altı aydır açılım tartışmalarıyla oyalanmakta olan Türk kamuoyunu tatmin edecek açılım açıklamalarını yetkili kişi ve makamlar yapmayınca bu kez başka yerlerden açılımın ne olduğu ile ilgili daha net konuşmalar gündeme gelmiştir . Özellikle Anayasa mahkemesi kararı ile terör ve bölücülük suçundan kapatılan bir partinin halen parlamento üyesi olan bir milletvekili açılımın ,bölgesel özerklik ,eyalet sistemi ve federasyon anlamına geldiğini dürüstçe ortaya koyabilmiştir . Bu milletvekiline göre , Türkiye çok büyümüştür ve nüfus giderek artmaktadır ve bütün ülkeyi merkezi sistem çerçevesinde Ankara’dan yönetmek mümkün değildir ,bu nedenle yerel yönetimlerin yetkileri artırılarak başkent Ankara’nın yükü azaltılmalıdır .Kapatılan partinin temsilcisi bu milletvekili daha da ileri giderek ,Türkiye’nin yirmibeş bölgeye ayrılması gerektiğini ve bütün bölgelere yerel özerklikler tanınarak yeni bir yönetim yapılanmasına gidilmesi gerektiğini söylemiştir . Dünya Bankası ve IMF programları doğrultusunda Türkiye’ye zorla kabül ettirilen Ekonomik Kalkınma Ajansları yasasına bakıldığı zaman da ,Türkiye’nin yirmibeş bölgeye ayrıldığı görülmekte ve her bölgede kurulacak ajanslar aracılığı ile bölge kalkınması ve yönetimi ile ilgili bütçelerin gene yerel bir biçimde hazırlanarak uygulamaya geçirileceği anlaşılmaktadır . Küresel güçler ile bölücü parti temsilcisinin aynı şeyleri söylemesi , yıllarca Türkiye’yi teröre mahkum eden bölücü terör örgütü ile Avrupa Birliği ve batılı kuruluşların gene benzer isteklerde bulunarak bunları Türkiye’ye dayatmaları gerçeği karşısında ,açıkca bütün dış güçlerin Türkiye’yi bir bölgesel federasyona doğru zorladıklarını göstermektedir . Nereden bakılırsa bakılsın ,dış ilişkilerde Türkiye her yönü ile bir federasyon planı ve dayatması ile karşı karşıya kalmaktadır . Kopenhag kriterleri üzerinden alt kimlikçiliğin hortlatılması ve Avrupa birliği dayatmalarıyla Balkanizasyon olgusunun Anadolu’ya taşınması ,Büyük İsrail projesi doğrultusunda Balkanizasyon sürecinin bütün orta Doğu devletlerinde Türkiye üzerinden uygulanmak istenmesi ,Türkiye ‘yi her yönü ile bir federasyon zorlamasıyla karşı karşıya bırakmaktadır . Büyük Avrupa , Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projeleri gibi bütün batı kaynaklı emperyal planlar, merkezi bölgenin geleceğini bir federasyon yönetimine doğru iteklemekte ve bu doğrultuda bölge halklarının alt kimlikleriyle kışkırtılmasına neden olmaktadır .Irak’ta işgal sonrası emperyalizmin kurduğu işbirlikçi kukla devletçiğin bir etnik kökene dayandırılması ,geri kalan bölgelerde birer Şii ve Sünni eyaletleri ilan edilmesi de ,emperyalizmin bölgesel federasyon planınlarını açıkca gözler önüne seren gelişmeler olarak kabül edilebilir . Bölücü parti milletvekilinin açıklamaları da , Türk ulus devletini bölmek üzere yola çıkanların emperyalizmin desteğinde bölgesel federasyon planının gerçekleşmesine hizmet ettiğini açıkca doğrulamaktadır .Bu doğrultuda eski Osmanlı ülkeleri olan Türkiye,Irak,Suriye ,Arabistan ve hatta İran’ın da bölgesel federasyon planları doğrultusunda eyaletlere bölünmesi gündemdedir . Daha sonra bu eyaletlerin Kudüs ya da İstanbul’a bağlanmasıyla bir merkezi federasyon planı gerçekleştirilmeğe çalışılmaktadır .
Bizin deniz anlamına gelen Mare Nostrum sloganı ile yola çıkan neoliberal gayrimüslim aydınların büyük çoğunluğu ,ulusal , üniter ve laik cumhuriyet devletine saldırırlarken Türk kimliğine karşı çıkarak kendi farklı kimliklerinin çok uluslu ve çok kültürlü bir bölgesel yapılanma içerisinde devamından yana olduklarını dolaylı yollardan ortaya koymaktadırlar .Onların denizinde etnik,dinsel ve kültürel bütün alt kimliklere yer olacak , bu coğrafyada bir üst kimlik kurumlaşması olan ulus devletler yıkılacak ,halkların,dinlerin ve kültürlerin kaynaşmalarıyla bölgesel bir federasyon batı emperylalizminin ve onların bölgedeki işbirlikçisi ya da ortakları olan sermaye güçleri tarafından oluşturulacaktır . Böylesine bir kapitalist ve emperyalist plan olduğu için, bu bölgedeki bütün federasyona çıkmaktadır . Önceden bütün yolların Roma’ya çıkışı gibi zamanımızda da bütün yolların Kudüs’e çıkışı organizasyonlar ile sağlanmak istenmekte ,Büyük İsrail’e giden yol doğrultusunda her türlü alt kimlik kışkırtılarak ,cemaat yapılanmaları dışarıdan büyük parasal güçler ile desteklenmektedir .ABD emperyalizminin desteği ile Irak’ın Arap halkının başına getirilen Kürt aşiret reisi Talabani , bütün hayalinin İstanbul’un başkent olacağı bir Orta Doğu Federasyonunun çatısı altında yaşamak olduğunu resmen Türkiye’yi ziyaret ederken söylemiştir . Ulus devlet karşıtı küreselci bir öğretim üyesiolarak Prof.Dr.Mete Tuncay , yirmi yıl önce yayınlanan ikinci cumhuriyet tartışmaları isimli kitapta açıkca Yakın Doğu Konfederasyonu kurulursa , Osmanlı coğrafyasının bütün sorunlarının çözüme kavuşacağını açıkca belirtmiştir . Aynı kişi geçenlerde gene ,Türkiye’nin içine sürüklendiği bu çıkmazdan ancak federasyona dönüşerek çıkabileceğini ifade etmiştir . İsrail’in güdümündeki bazı neoliberalaydınlar tarafından dinci cemaatlar ile beraberce yürütülen Yeni Osmanlı projesi de Osmanlı hinterlandında yaşayan halkların ve küçük devletçiklerin bir bölgesel merkezi federasyona yönelmelerinin hem ortamını hem de altyapısını hazırlamaktadır . Tarihçi Murat Çulcu’da ,Osmanlı İmparatorluğu sonrasında İstanbul’u işgal eden İngiliz emperyalizminin merkezi alan planının bir Yakın Doğu Konfederasyonu kurmak olduğunu Marjinal Tarih Dersleri isimli kitabında açıkca yazmıştır . Bu doğrultuda bir çok kitap ve makalede de benzer düşünceler dile gtirilmiş ve bölgede batılı güçlerin egemenliğini sağlayacak bir federasyon açıkca istenmiştir .
Türkiye ve bölge federasyona doğru sürüklenirken , daha hala açılımın ne olduğunu tartışmak artık anlamsız görünmektedir . Türkiye Cumhuriyeti anayasasında ulusal ve üniter merkezi devlet yapılanması esas olduğu için ve bu yapıyı kuran başlangıç maddelerinin değişmesi anayasa açısından yasak olduğu için , Türkiye’de açıktan federasyon tartışmaları yapılamamaktadır .,Siyasi kadrolar anayasal yasak yüzünden açıkca federasyonu tartışamamaktadırlar .Açılım beraberinde federasyon yapılanmasını getireceği için anayasaya aykırı düşymektedir. Bir kamu hukuku uzmanı olarak Prof.Dr.Çetin Yetkin ,bu hali ile üniter ve ulusal devlet yapılanmasını aşmayı ya da geride bırakmayı hedefliyen açılım girişiminin açıkca bir anayasal suç olduğunu yazmaktadır . Açılım isteyen emperyal ya da bölücü çevreler artık açıkca federasyon isteklerini dile getirdiklerine göre , açılım bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti anayasasının kaldırılmasını gündeme getirmektedir . Nitekim bu durumu gören bazı çevreler ,bu anayasa ile açılım olamıyacağını kesinlikle Türkiye’nin yeni bir anayasaya gereksinmesi olduğunu açıkca söylemekte ve yazmaktadırlar . Bu durumda ,çıkacak bir yeni anayasanın emperyalmizmin bölgesel federasyon planına hizmet edeceği ve Atatürk’ün devlet modelini ortadan kaldıracağı anlaşılmaktadır . Bir milyon dolara mandacı neoliberal bilim adamlarına okyanus ötesi tarafından hazırlattırılan anayasaya bakıldığında , yerel otonomi düzenleri ve cemaatçı yapılanmalarla federasyona giden yolun açılmak istendiği görülmektedir . Türkiye cumhuriyeti anayasası bir ulus devletin temel hukuk belgesi olarak ,her türlü etnik ya da yerel özerklikçi yapılanmaya kapalıdır . Cemaatçı yapılanmaların anayasanın laiklik ilkesini geride bıraktığı görülürse , Türkiye’nin ciddi bir devlet bunalımına sürüklendiği anlaşılmaktadır . Bu aşamada Türk siyaseti ve kamuoyu ,ulusal devletten yana olan ulusalcılar ile neoliberal aydınlar ile dincilerin federasyoncu işbirliği doğrultusunda ikiye bölünmüştür .Emperyalizm ulusal kurtuluş savaşından bu yana gelyen Türk halkının ulusal birlikteliğini sarsarak federasyoncu planlar doğrultusunmda alt kimlikleri kışkırtmayı başarmıştır .Bu nedenle , Türk toplumundaki yeni ayrışma siyasal anlamda ulusalcılar ile federasyoncular arasında öne çıkmaktadır.
Ne var ki , Türk halkı bu federasyoncu zorlama karşısında daha tam olarak kararını vermemiştir . Güneydoğu halkının yüzde doksanları Türk devleti ile beraber yaşamayı seçtiği bir aşamada alt kimlikler yolu ile Türkiye’de bir federasyon yapılanması oluşturmanın son derece zor olduğu görülmektedir .Milyonlarca nüfus ile kendilerini açıklayan bölücüler ilan ettikleri kendi etnik nüfus miktarının onda biri oranında oy alabildiklerini görmek durumundadırlar .Bu nedenle ,bölücüler bir türlü ikna edici olamamakta , eyalete yönelen bölücülüğün yeterli toplumsal taban bulamadığı bir ortam da ise federasyon arayışları gayrimüslim aydınların fantezisi olmaktan ileri gidememektedir . Yeni Bizans ya da Yeni Osmanlı arayışları ile merkezi coğrafyaya egemen olmak isteyen hırıstıyan ve yahudi dinleri , bölgedeki ulus devletleri ve Türk toplumunun ulusal yapısını aşamadığı noktada her türlü zorlamaya rağmen bir türlü ileri gidememektedirler .Müslümanların diğer dinlerin emperyal oyunlarına alet olmamaları beklenirken ,cemaatçı yapılanmalarla federasyon arayışlarına ortak olmaları ulusal çevreler tarafından hoş karşılanmamaktadır . Türk ulusu bu tür olumsuz gelişmelerden rahatsız olduğunu artık yavaş yavaş çeşitli kamuoyu yoklamalarıyla dile getirmektedir . Ulus devleti savunan partilerin son zamanlarda oylarını iki misli artırmaları açıkca ulusal bir refleksin federasyonculuğa karşı geliştiğini göstermektedir . Kürt açılımı adı altında başlayan girişimin yüzde onbeşler civarında oy kaybı meydana getirmesi de ,girişimin adının hemen milli birlik projesine dönüşmesini gündeme getirmiştir . Eğer açılımın adı milli birlikprojesi ise ,federasyona karşı daha açık ve net bir tavır alınmalıdır . Her türlü alt kimlikçi ve etnikçi yaklaşımlara karşı ulusal birlik ve bütünlük doğrultusunda bir milli çıkış , milli birlik projesinin içeriğini oluşturmalıdır . Anayasal yasaklar çerçevesinde Türkiye Cumhuriyetinin ulusal güvenliğine öncelik verilmeli , Türk halkının büyük çoğunluğunun ulusal hassasiyetlerine öncelik tanınmalıdır . Gerekirse halkoyuna gidilerek , Türkiye’nin bu çıkmazdan kurtulmasını sağlayacak çözümün ,Türk toplumunun vereceği ulusal karar ile gerçekleştirilmesi düşünülmelidir .Düveli Muazzama’ya karşı savaşarak ulusal bağımsızlığını ve bütünlüğünü sağlamış olan Türk halkının, her türlü emperyal oyuna karşı çıkarak , Türkiye Cumhuriyetinin Atatürk’ten gelen devlet modeli ile ilelebet payidar kalmasını sağlayacağı kesindir . Türklük üstkimliği çatısı altında biraraya gelen Anadolu ve Trakya insanlarının bir hukuk devletinin çatısı altında eşitlikçi bir yaşamdan hoşnut oldukları ve büyük bir devletin güvencesi altında kendilerini daha emniyette hissettiklerini olaylar ve gelişmeler bir kez daha doğrulamıştır . Türk ulusu, ulusal ve üniter yapının gücü ile parçalayıcı ve küçültücü federasyonculuğun risklerine karşı direnmeğe devam edecektir .
Prof.Dr.ANIL ÇEÇEN ANKARA KALESİ
|