Son dönemde yeşil bir başlıkla özel bir misyon gazeteciliği yapmak üzere yayınlanmakta olan günlük basın organı ,hemen her gün ya Türk Silahlı Kuvvetlerini ya da Türk yargısını manşetlere çekerek , Türkiye Cumhuriyeti devletinin hem yargı gücünü hem de askeri gücünü ciddi boyutlarda yıpratmaya hedefleyen bir yayın senaryosunu gerçekleştirmek için canla başla çalışmaktadır . Normal koşullarda hiç bir gazetenin yapmayacağı ya da yapmaktan çekineceği bir yayıncılık misyonunu kararlı bir biçimde yürütmeye kararlı olan bu yayın organı , dolaylı yollardan Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e de yoğun bir eleştiri kampanyası sürdürmekte ve köşe yazarları aracılığı ile Atatürk ya da Kemalizm’e normalin ötesinde katı eleştiriler ya saldırıları gündeme getirmeyi bir görev bilmektedir .Bu nedenle Türk toplumunun Atatürkçü ya da ulusalcı kesimleri tarafından protesto edilen bu yayın organı , bir türlü tirajını artıramamakta ve kendisinden beklenen psikolojik kamuoyu oluşturma misyonunu gerektiği gibi yerine getirememektedir . Sürekli gündemde kalmak ve üstlenilen misyon doğrultusunda günlük gündemler oluşturmak üzere çoğunlukla gerçek dışı haberler ya da senaryolar birinci sayfadan verilmekte , ve bu doğrultuda mahkemelerde bir çok dava gündeme gelmektedir .
İşte bu gazete geçen hafta içinde bir gün “Atatürk” manşeti ile yayınlandı .Gazeteyi izleyenleri şaşırtan , Atatürkçü kesimlerde ise “Hangi dağda kurt öldü “ sorusunun anımsanmasına neden olan bu manşetin , her gün Atatürk’e ve onun getirmiş olduğu cumhuriyet rejimine saldırmayı bir misyon olarak benimsemiş gazetenin birinci sayfasında yer alması gerçekten dikkati çeken bir gelişmeydi . Bir çok insan böyle bir tutum değişikliğini , genel kurmay başkanının kürsüyü yumruklayarak ,artık Türk Silahlı Kuvvetlerinin sabrının tükenmeye başladığını ilan etmesinin yarattığı bir etki olarak yorumlarken , konunun başka yönlerden ele alınmasını araştıranlar bu manşetin arkasında bir genel kamuoyu araştırmasının yattığını ve bu araştırma sonuçlarının “Atatürk”ü Atatürk karşıtı bir gazetede manşet yaptığını düşünmüşlerdir . Atatürk karşıtlığı ile kendine şöhret yapmış bir yayın organının , Atatürk manşetiyle çıkması , Türk basın tarihine geçmiş bir olay olarak ileride hatırlanacaktır . Atatürk sözcüğü , manşete taşınırken bir kamuoyu araştırmasının sonuçları da beraberinde ilan ediliyordu .
Son yıllarda kamuoyu yoklamaları ve seçim tahminleri alanlarında en gerçekci ve doğru sonuçları yakalayan ciddi bir araştırma şirketinin yapmış olduğu soruşturmada , deneklerin yanıtlarına göre , Türk halkının yarısı kendisini “Atatürkçü “ olarak tanımlıyordu . Türk halkı içerisinde seçmen düzeyinde yapılan bu kamuoyu araştırmasında seçilen deneklere nasıl bir kimlikle kendilerini tanımladıkları sorulduğunda gelen yanıtların yarısından fazlasının “Atatürkçü”tanımlamasıyla kendisini anlatmağa çalışması ,gerçekten günümüz koşulları açısından bakıldığında hem şaşırtıcı hem de düşündürücü oluyordu . Her gün Atatürk’e, cumhuriyete ,Atatürk ilkelerine ,Kemalizm’e ; liberal ,batıcı ve dinci gazeteler tarafından neredeyse küfür edilir bir biçimde saldırıların birbirini izlediği bir dönemde halk kitlelerinin hala kendilerini “Atatürkçü” diye tanımlamaları karşısında ya “Vallahi pes “ ya da “Vallahi helal olsun” demek gerekiyor . İkinci cumhuriyetçi dinci ve liberal ittifakının Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığında birleştikleri bir noktada , halk kitleleri hala laik,ulusal ve üniter devlet yapısına sahip çıkan bir doğrultuda kendisini “Atatürkçü “ diye tanımlayabiliyorsa ,bu noktada küreselleşme sürecine girilmesiyle beraber,yirmi yıldır ulusal,üniter,laik ve merkezi devlet yapısını ortadan kaldırma doğrultusunda emperyal merkezlerin güdümünde oluşturulan kutsal ittifakın bir işe yaramadığı , zaman içerisinde tamamen aksi yönde bir tepki yarattığı ,her gece televizyon ekranlarında ya da her sabah gazete sayfalarında kafa ütüleyenleri protesto edercesine ,onların yüzsüz bir düzeye inerek sürdürdükleri haksızlıkları kınarcasına bir “Atatürkçülük “ itirafı gündeme gelmektedir . Böylesine bir sonucun kamuoyu araştırması sonucunda kesinleşmesini , ilgili ve yetkili çevreler ile beraber , Atatürk’e,O’nun rejimine ve ordusuna ,özellikle Türk yargısına alet olan ikinci cumhuriyetçi dinci ve liberal kesimler tarafından da değerlendirilmesi gerekmektedir .Artık bir dönemin sonuna gelinmiştir .Sovyetler Birliğini dağıtan batı emperyalizminin bütün dünyayı kendi çiftliğine dönüştürmesi anlamında Türkiye’ye yönelik saldırıların artık ters teptiği , ikinci cumhuriyetçiler Atatürk’e saldırdıkça , Türk halkının Türkiye Cumhuriyeti devletininin kurucusunun çizgisinde daha fazla kenetlendiği ortaya çıkmaktadır . Bu doğrultuda yayınlar yapan en aşırı gazetenin manşetine bir kamuoyu araştırması sonrasında “Atatürk” kavramının gelip oturması , böylesine bir durum değişikliğinin en açık göstergesi olarak algılanmalıdır . Bu araştırmanın bizzat Türkiye’nin en güvenilir kamuoyu şirketi tarafından yapılması ve bu kuruluşun kamuoyu tarafından iyi tanınan hukukçu başkanı tarafından açıklanması da önemli bir güvence olarak öne çıkmaktadır .
Araştırma sonuçları ile ilgili söyleşi incelendiğinde , Türk halkının ruh halinin değiştiğini ,artık eskisi gibi belirli kalıplar ya da değerlendirmeler üzerinden Türk halkının düşünce yapısını kalıplar halinde ortaya çıkarmanın mümkün olamadığı anlaşılmaktadır . Türk insanı kendisini öncelikle “Atatürkçü “ olarak tanımlarken ikinci olarak da milliyetçi kimliğini benimsemektedir . Kimlik tanımlama sorularında üçüncü yanıt laiklik ve dördüncü yanıt ta dindarlık olarak gerçekleşmiştir .ABD emperyalizminin CİA örgütünün Türkiye masası şefi hiç çekinmeden “Yeni Türkiye Cumhuriyeti “ adı altında kitap yazarak ,Türkiye’yi artık Atatürk’ün laik ve çağdaş bir cumhuriyeti olarak değil ama gerçekleri bilmeden ve utanmadan bir din devleti olarak tanımlayabilmektedir . Öncelikle , Fuller gibi emperyalizmin uzmanlarının kendi kafalarındaki senaryoları gerçekleştirmek üzere Türkiye’nin yapısını değiştirmeğe çalıştıkları artık iyice belli olmakta ,emperyal senaryolara göre Türkiye’ye bir kimlik biçilmeğe çalışıldığı anlaşılmaktadır .İslam coğrafyasına okyanus ötesinden egemen olmak isteyen ABD emperyalizmi ,İsrail siyonizmi ile işbirliği yaparak ,Türkiye’yi bu doğrultuda kullanmak üzere geliştirdiği siyasal senaryolarda ,Atatürk’ün Türk anayasasındaki belirlenmiş olan değişmez yapısını değiştirmeyi hedeflemekte ve böylece Türk toplumunu ve devletini kendi istekleri doğrultusunda zorlamaktadır . Bütün mesele emperyalizmin isteklerinin yerine gelmesi ve bu doğrultuda zorlanan değikliklerin Türk toplumuna dolaylı yollardan kabül ettirilmesidir . İşte Türk halkı bu duruma karşı çıkmakta ve her gün kafa ütüleyen ikinci cumhuriyetçi kutsal ittifak mensuplarını kınarcasına kendisini “Atatürkçü “ ilan edebilmektedir .Küreselleşme sıldırılarının başlamasından tamyirmi yıl sonra Türk halkının hala kendisini Atatürkçü olarak tanımlaması gerçekten her kesim açısından değerlendirilmesi gereken dersler ile doludur .Zorla güzellik olmayacağı gibi , zorlama ile emperyal planların ya da psikolojik savaş senaryolarının uygulama alanında başarıya ulaştırılmasının mümkün olmadığını , Türk halkının yirmi yıllık saldırı sonrasında kendisini hala Atatürkçü olarak tanımlamasından anlaşılmaktadır . Siyasal koşulların tamamen Atatürk karşıtı bir çizgide gelişmekte olduğu bir dönemde bile ,Türk halkının Atatürk’ten vazgeçmemesi son derece öğretici bir durumdur .
Araştırma ile ilgili açıklamalarında , araştırma şirketi başkanı ,sonuçları güçlendiren konuları dile getirmekte ve Türk halkının en büyük sorununun işsizlik ve yoksulluk olduğu bir dönem de bile halkın çoğunluğunun birinci derecede Atatürkçü kimliği ile kendisini tanımlamağa çalışması gerçekten ,Türk ulusunun Ata’sına olan bağlılığının somut bir göstergesi olarak anlaşılmaktadır . Türkiye’nin dıştan güdümlü bir doğrultuda çok ciddi bir değişime zorlandığı bir aşamada , Türk insanının kimliğini yitirmemesi ve ulusal kurtuluş savaşından sonra kazanılan zaferin bir ürünü olan Atatürk’ün devlet modline bağlılığını gösterircesine kendisini “Atatürkçü” olarak tanımlaması ,ikinci sırada milliyetçilik ve laiklik ile tamamlanmaktadır ,çünkü Atatürk’ün devleti hem laik hem de milli bir siyasal yapılanmadır . Yirmi yıllık zorlamaya rağmen Türk halkı kendisini dindar ya da İslamcı olarak nitelememekte , sorulara verilen yanıtlarda dindarlık ancak dördüncü sırada yer almaktadır .Dinine bağlı bir halk olarak Türk halkı kendisini dinsiz olarak tanımlamazken ve ,dindarlığa dördüncü sırada yer verirken ,koyu din devletlerinde olduğu gibi dindarlığı ya da dinciliği ön sıralarda değil ama, arka sıralarda ancak dördüncü sırada vurgulayarak asıl özelliklerini Atatürkçülük ve onun temel ilkeleri olan laiklik ve ulusalcılık ile öne çıkarmaktadır . Bu durumda Türk halkı laik devlete bağlı ve milli toplumun bir üyesi olarak Atatürkçülük ile en doğru biçimde tanımlanabilmektedir .
Bu aşamadan sonra nüfusunun büyük çoğunluğu müslüman olmasına rağmen ,Türk halkı milliyetçi ve laik bir yapıda Türk devletine bağlı bir toplum olarak açıklanabilecektir . Türkiye’yi din devleti olarak göstermek,ya da yavaş yavaş insan haklarını siyasal malzeme olarak kullanarak ulus devletten uzaklaştırmak isteyenler ,bunun böyle olmadığını hatta tamamen aksi bir yönde olduğunu görmek ve her aşamada hatırlamak durumundadırlar . On yıla yakın bir süre ülkede dinci bir partinin iktidarda olması bile durumu değiştirmemekte , dıştan güdümlü her türlü dinci politika son zamanlarda zorlanarak uygulama alanına getirilse bile sonuç değimemekte ve Türk halkı Kuvayı Milliye yıllarından gelen bir doğrultuda , Atatürkçülük’ten ve Atatürk ilkelerinden kesin olarak vazgeçmemektedir . Emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin ,dini siyasal malzeme olarak kullananlar ile gayrimüslim kimliklerini gizlemek üzere kendilerini liberal olarak gösteren bazı işbirlikçi ve mandacı aydınların böylesine bir tarihsel olguyu artık görmeleri ve buna göre hareket etmeleri gerekmektedir .Bugüne kadar bir türlü Türk halkının Atatürkçü kimliğini değiştiremeyenlerin artık bir durum muhasebesi yaparak ona göre hareket etmeleri ve yeni bir tutum belirlemeleri zorunlu olarak gündeme gelmektedir .Atatürk ile Türkiye ve Türklerin ne kadar yoğun bir biçimde bütünleştiğini , bugünün koşullarında Atatürk’e ve onun eserine sahip çıkan Türk halkı ortaya koymaktadır . Her türlü alt kimlikçiliğin ötesinde hareket ederek Türk üst kimliğinde bütünleşen Anadolu ve Trakya halkı , bu doğrultuda kendisini en yoğun bir biçimde Atatürkçü olarak ilan insan hakları görünümündeki alt kimlikçilik oyunlarına karşı çıkmaktadır .
Türkiye’nin güneydoğusunda yaşayan insalara bir alt kimlik biçen emperyal merkezler ,bunu kullanarak Türk ulus devletine karşı bir savaş açarlarken , bu etnik kimlikten yeni bir ulus ve ulus devlet yaratmağa çalışarak çok ciddi bir çelişkiye düşmektedirler .Çok uluslu bir imparatorluktan çağdaş bir ulus devlete dönüşürken , Türk kimliği bir çok boy ve kavimi biraya getirecek biçimde bir üst kimlik olarak benimsenmiş ve imparatorluktan arta kalan çeşitli grupları uyumlu bir bütünleşmeğe doğru dönüştürebilmek için yeni kurulan ulus devletin kimliğini oluşturma doğrultusunda bir üst kimlik olarak cumhuriyetin kurucuları tarafından kullanılmıştır . Kuzey Irak’ta oluşturulan işbirlikçi kukla devletin uzantısı olarak Türkiye’ye sıçratılmağa çalışılan yeni etnik kimliğin ,bir ulus devlete dönüşecek siyasal yapılanmanın tabanını oluşturabilmesi için son yıllarda yoğun bir çaba gösterilmiştir . Her türlü baskı ve yönlendirmeye rağmen , doğu ve güneydoğu bölgelerinde yapılan kamuoyu yoklamalarında halkın yüzde doksanı kendisini Türk ,Türkiye vatandaşı ve Atatürkçü olarak ifade edebilmektedir . Bölücü terör örgütüne yakın hareket ederek bölücülüğü Türk meclisine sokabilen siyasal partilerin her türlü siyasal oyuna rağmen , kendilerini bir başka kimlik ile ifade etmekte zorlandıkları görülmektedir . İç savaş ,bölünme ya da komşularla bölge savaşları gibi çeşitli değişik senaryolara alet edilmek istenen Türk devleti nin Atatürk’ün kurduğu bir siyasal yapılanma olarak Türk ulusunun devleti olduğu açıktır . Türkiye Türklerindir ve Türkler Atatürk’ün evlatlarıdır . Bu nedenle Türk ulusu ile Atatürk arasında tarihten gelen kopmaz bir bağ vardır . Türk halkı kendisini Atatürkçü olarak birinci derecede tanımlarken ,bütün Anadolu ve Trakya halkı bu doğrultuda Türk ulusunun bir ferdi olarak benimsenmekte ve güney doğu insanı için bir ayrıcalık tanınmıyarak onlar da Türk ulusunun eşit ölçülerde bir parçası olarak kabül edilmektedir . Emperyalizmin yeni bir düzeni kendi çıkarları doğrultusunda bütün bölgeye dayattığı aşamada ,güneydoğu bölgesiyle beraber bu bölgenin insanı da farklı bir etnik kimlik tanımlamasıyla Türkiye’nin ulusal bütünlüğünden ve devletin üniter yapısından koparılıp alınmak istenmektedir . Böylesine bir emperyal oyun yıllardır oynanmasına rağmen , doğu ve güneydoğu bölgesinde yaşayan Türk halkının içinden çıkan insanlar da herşeye rağmen kendilerini Atatürkçü olarak tanımlayabilmektedirler .
Emperyal oyunlara ve saldırılara karşı Türk milliyetçiliği yükselirken , buna karşı bir çizgide de terör örgütü üzerinden güneydoğu etnik kimliği yeni bir milliyetçilik akımı olarak tırmandırılmak istenmiş , ve bu doğrultuda “Ne mutlu kürdüm diyene “başlığı altında yazılar yazılabilmiştir . Açıkca Atatürk’ü hedef alan bu tür saldırgan yazılar , emperyalizmin kendine bağlı bir bölgesel federasyon yaratabilme planları doğrultusunda Atatürk’e ve Türklüğe karşı bir çizgide yayınlanabilmiştir . Yabancı güçlerin çevirdikleri oyunlara tepki gösteren aklı başındaki güneydoğulular bu tür tahrik senaryolarına kapılıp gitmeyerek sağduyulu bir tutum içerisinde olmuşlardır .Türkiye’de para kazanan ve zengin olan güneydoğulu Türk vatandaşları açıkca Türk-Kürt çatışmasına karşı çıkarlarken ,ülkenin birliği ve bütünlüğü için Atatürk döneminde olduğu gibi yabancı güçlere ve emperyal saldırılara karşı Misakı Milli sınırları içerisinde yaşamakta olan halkın bütünüyle dışa karşı birlikteliğini sonuna kadar savunmuşlardır . Hiç bir güneydoğulu vatandaş ülkeyi terk etmek ya da dışarıya gitmek gibi bir ayrılıkçı çözümü düşünmezken ,dış güçlerin içerideki işbirlikçilerinin tırmandırdığı çatışma ortamını önlemek üzere çeşitli barış girişimlerini gündeme getirmişlerdir . Güneydoğulu iş adamları kendi yetiştikleri bölgeye yatırım yaparak İstanbul sermayesinin ayıbını gidermeğe çalışmışlar ,ülkenin batı bölgeleri kadar doğu bölgelerinin de ekonomik olarak kalkınabilmesi için llerinden gelen her yolu iyiniyetle denemişlerdir .Her türlü dış tahrike rağmen hala bir iç savaş çıkartılamadıysa ,bunun açıklamasında her iki tarafın anlayışlı davranması ve Kuvayı milliye günlerinden gelen dış tehlikelere ve saldırılara karşı kardeşlik ve dayanışma duygularının eskisi gibi devreye girmesinin birleştirici rolünün devam ettiği söylenebilmektedir . Bosna olaylarından bu yana Anadolu’yu Bosna’ya çevirme planları yirmi yıldır zorlanmasına rağmen bu yüzden yürümemiş ve başarısız kalmıştır . Türkiye’nin çevresinde soğuk savaş sonrasında yaşanmış olan sıcak çatışmalardan Anadolu gerekli insanı gereken dersleri çıkarabilmiş ve Anadolu’yu Bosna’ya çevirme planlarını kardeşlik dayanışmasını koruyarak ters yüz etmesini bilmiştir. Son yirmi yılın yoğun yaşanan olaylarına rağmen hala toplumsal barış Türkiye Cumhuriyetinin bütün bölgelerinde korunabilmekte ve bu doğrultuda başlatılmış olan toplumsal ve siyasal işbirliği sonuna kadar hedefine ulaşabilmesi için çalışmalar kararlı bir biçimde toplumun değişik kesimlerinde bugün de sürdürülmektedir . Her türlü provakasyona rağmeniç çatışmaların çıkmaması , emperyalizmin Türkiye’de iç savaş çıkartarak ülkeyi bölme oyunlarını bütünüyle devredışı bırakmıştır .
Bugün gelinen noktada , otuz yıldır bölücü terörün önderliğini yapan kişi bile Kemalizm’de birleşmekten söz etmektedir .Son zamanlarda bu kişinin yazdıkları ve söyledikleri incelendiği zaman , kışkırtılmak istenen Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin bir iç savaş yaratma tehlikesine karşılık yeniden Kemalizm’de birleşmekten sözetmekte , ulusal kurtuluş savaşı yıllarında olduğu gibi Türklerin ve Kürtlerin aynı bölgenin insanları ve ülkenin kardeşleri olarak , dışa karşı ve emperyalizmin salmdırganlarını önlemek üzere eskisi gibi birlikteliklerini Atatürkçülük çizgisinde korumalarını önerebilmektedir .Yıllarca Atatürk’ün partisi doğu ve güneydoğu illerinden en çok oy alan siyasal parti olarak siyasal varlığını devam ettirmiş ama bugün gelinen aşamada batı emperyalizminin güdümü altındaki liberal politikalara teslim olarak Atatürk döneminden gelen bu birleştirici konumunu yitirmiştir . Bugün Atatürk’ün partisi yüzde yirmilerde oy sahibi olabilirken Türk halkının yüzde ellisinden fazlasının hala Atatürkçülük diyerek yolunu çizmeğe çalışması karşısından yeniden düşünmek gerekmektedir . Bölücübaşının türkiye’nin geleceği için iç savaşın önlenmesi doğrultusunda Kemalizm’i yeniden doğu ve güneydoğu halkına önermesi karşısında her gün Atatürk’e saldıranların durup yniden düşünmeleri zorunluluk kazanmaktadır . Batı emperyalizmi ya da İsrail siyonizmi doğrultusunda Türkiye’yi çok kimlikli federasyona ya da bir din devletine sürüklemek isteyenler , Atatürk’e ve onun laik ulus devletine saldırırlarken ,otuz yıl boyunca bölücülüğün önderliğini yapan ama bu doğrultuda başarı sağlayamayan kişi açıkca bölgedeki barışın yolunun Kemalizm’den geçtiğini söylemektedir . Bu doğrultuda Türkiye’den kopartılmak istenen doğu bölgelerinin halkı da kendini Atatürkçü olarak tanımlayabilmekte ve Türkiye’nin geleceği için bu bölgenin ulusal sentezi olan Atatürkçülüğü açıkca bunalımdan çıkış yolu olarak savunabilmektedir . Türkiye için iç savaş senaryoları yazan emperyal kesimlerin ülkede yeniden bir konsensüs ya da geleceğe dönük birlikte yaşam doğrultusunda oluşan ortak rızayı görmezden gelmeleri mümkün değildir . Bu nedenle artık senaryolarını değiştirmelerinin zamanı geldiğini de anlamaları gerekmektedir . Bölücübaşının önerdiği bir Kürt Kemalizm’ini devredışı bırakmak için islamcı kesimler ile siyonizmin kontrolu altındaki liberaller yoğun çaba göstermelerine rağmen , bu bölgeyi emperyalizmin saldırılarından kurtarmış olan Mustafa Kemal’in Türklerin olduğu kadar Kürtlerin ve diğer bölge halklarının kurtuluş savaşının önderi olduğu unutulmamalıdır . Kurtuluş savaşı sırasında Atatürk ,Irak ve Suriye’den gelen halk temsilcilerine açıkca emperyalizme karşı işbirliği ve dayanışma önermiş ve kurtuluş savaşı kazınıldıktan sonra yeniden eskisi gibi bir ortak yaşam düzeninin kurulabileceğini , kendisini ziyarete gelen temsilcilere açıkca söylemiştir .
Bir siyaset bilimcisi ve siyaset sosyolojisi uzmanı olan Prof.Dr.Türker Alkan , Radikal gazetesinde kaleme aldığı köşe yazısında ,Türkiye’nin en güvenilir araştırma şirketinin yaptığı kamuoyu yoklamasında halkın yarısından fazlasının Atatürkçü olarak çıkmasını ,demekki halk kitlelerinin çoğunluğu yaşanan olaylara ve saldırılara rağmen hala Atatürkçülük çizgisini savunduğu biçiminde yorumlamaktadır . Atatürk’ü ve onun eserini tarih sahnesinden silmeğe yemin etmiş emperyalizm ve siyonizmin kararlı saldırılarına rağmen , Türk halkının yarısından fazlasının kendisini Atatürkçü olarak tanımlamasını ,Türkiye’nin önde gelen siyaset sosyolojisi uzmanı açıkca demekki halkın çoğunluğu herşeye rağmen Atatürkçü görünmektedir , diyerek değerlendirmiştir . Ayrıca halkın ikinci özellik olarak milliyetçiliği ve üçüncü niteleme olarak da laikliği dile getirmesi de ,ana karakter olan Atatürkçülüğü besleyen ve destekleyen eğilimler olarak öne çıkmaktadır . Ayrıca Türk halkı dördüncü olarak kendisini dindar nitelemesiyle açıklarken , bunun Atatürkçülüğe ters düşen bir yanının olmadığı da ortaya çıkmaktadır . Esas mesele siyasal islamı ulus devletleri tasfiye etmek için kullanan emperyalizm ile Türk ulusu arasındaki karşıtlıktır . Küreselleşme sürecinde Türkiye Cumhuriyetinin arkasında var olan bir sosyal güç olarak Türk ulusu devredışı bırakılmak istenirken , hiç utanmadan din olgusu kullanılmağa çalışılmış , ulusal varlık dinsel yapılanma içerisinde eritilerek kapitalist sistem ile işbirliği yapmakta olan cemaatlar ön plana çıkarılmak istenmiştir .Türk ulusu tarihten gelen sağduyusu ile ,dış güdümlü bu millet ve din çekişmesini önemsememiş , bunu Atatürk’ün getirmiş olduğu siyasal sistem çerçevesinde zamana havale etmiştir . Aradan geçen zaman dilimi içinde , sonradan oluşturulan dinci cemaatların işbirliği ile Türk toplumunun ulusal yapısının ortadan kaldırılamıyacağı anlaşılmıştır . Bu noktadan sonra tornistan yapan cemaatlar , bu sefer Türk toplumunun milliyetçi kimliğine de sahip çıkarak varlıklarını sürdürebilmenin arayışları içine girmişlerdir .Son zamanlar da bu yüzden bazı cemaatların kendilerini yurtdışında tanıtırken, Türk kimliğini öne çıkardıkları görülmekte ama siyasal islamın emperyal amaçlı kullanılması yüzünden bu akımların bir türlü , Türk devletinin kurucusu olan Atatürk ile aynı çizgiye gelmeleri mümkün olamamaktadır .Halbuki Oliver Roy’un yirmiyıl önce yazdığı kitabın başlığındaki gibi ,siyasal islamın iflası çoktan gündeme gelmiş ve siyaset sahnesinde dini kullanma olgusu önemini çoktan yitirmiştir . Ne var ki , emperyal oyunlarını bu doğrultuda kurmuş olan siyasal merkezler ,sahip oldukları büyük çıkarları koruma doğrultusunda ,siyasal islamın iflasını görmemekte hala direnmekte ve bu nedenle de siyasal gelişmelerin millet ve cemaat çatışması içinde ilerlemesine neden olmaktadırlar . Böylesine olumsuz bir durumun sürüp gitmesindeki en ana faktörün de, dünyanın merkezi coğrafyasında bir din devleti olarak kurulmuş olan ve hala ciddi bir ulus devlet konumuna gelemeyerek başarısız bir ulus devlet olarak tarihe geçen İsrail deneyi olduğu anlaşılmaktadır . Dünya siyasetini oluşturan küresel merkezlerin bu gerçekleri görerek tutum değşikliğine gitmeleri gerekmektedir .
Herşeye rağmen Türk halkının yarısından fazlası hatta çoğunluğu ,güvenilir kuruluşların yaptıkları araştırmalara göre günümüzde hala Atatürkçüdür . Bunu kendi ağızlarıyla ortaya koyan Türk halkının temsilcileri aslında hem ülkemize hem de siyasal kesimlere yön göstermektedir .Yüz yıl önce dünya düzeni yeniden kurulurken ortaya çıkan tabloda ,Türkiye Cumhuriyeti gibi bir siyasal devlet modelini ortaya koyan tarihsel önder Atatürk’tür . Bu nedenle Türk devleti ayakta kaldıkça Türk halkı da devletinin kurucusunun yolundan giderek geleceğe dönük varlığını sürdürecektir . Dünya haritasındaki ülkeler ve devletler nasıl kendi yollarını değişim süreci içerisinde belirleme hakkına sahip bulunuyorlarsa , benzeri haklara Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Türk halkı da sahip bulunmaktadır.Her türlü etnik ayırımın ve dinsel farklılığın ötesine giderek Türk halkının günümüzde Atatürkçülük kimliğinde ısrar etmesinin nedeni, ortalıkta dönüp dolaşan emperyal oyunları görmesi ve sağduyu ile hareket ederek milletin ve devletin yanında yer almakta kararlı bulunmsasıdır . Dünya haritasının tam ortasındayüz yıla yakın bir süre güçlü bir devlet olarak varlığını koruyan Türkiye Cumhuriyeti , devlet ve millet kaynaşmasını sürdürerek geleceğe dönük varlmığını hem koruyacak hem de güçlendirecektir . Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşları olarak ,Misakı Milli sınırları içerisinde yaşayan her insan , her türlü farklılığın ötesinde geleceğini güvence altına alabilmek için ülkeden ve devletten yana olacak ve bu doğrultuda da cumhuriyetin kurucusunun yolundan giderek kendisini Atatürkçü olarak tanımlayacaktır. Bu nedenle kendini bilen ve aklını kullanan her Türk vatandaşı , bütün iç savaş senaryolarını ve bölge savaşı planlarını devredışı bırakacak bir doğrultuda ülkesine,milletine ve devletine bağlılığını sürdürme doğrultusunda kendisini Atatürkçü olarak tanımlamaya devam edecek ,böylece Atatürk Cumhuriyeti daha da güçlenerek hem bölge hem de dünya barışı doğrultusunda kendisinden beklenen görevleri hakkıyla yerine getirebilecektir .
Geçen hafta içinde basına bir açıklama yapan Amerika Birleşik Devletlerinin Türkiye büyükelçisi , Atatürk’ün çok büyük bir tarihsel kişiliğe sahip olduğunu ,bu nedenle sadece Türklerin değil ama herkesin önderi olduğunu söylemiştir . Dünyanın merkezi coğrafyasında yeni bir düzenin kurulmasına önderlik yapan Atatürk ,ortaya koyduğu devlet modeli ile yıkılan bir büyük imparatorluktan meydana gelen otorite boşluğunun doldurulmasını sağlamış ,yaptığı devrimler ve koyduğu ilkeler ile de yarattığı Türkiye Cumhuriyeti devleti modeli ile hem bölge ülkelerine hem de barış ve düzenden yana olan bütün dünya merkezlerine önderlik yapmıştır . Böylesine bir olguyu ABD’nin Türkiye büyükelçisinin içinde bulunulan zaman dilimi içerisinde açıkca dile getirmesinin anlamı çok büyüktür . Her türlü emperyal ve siyonist maceranın ötesinde bölge ülkelerinin barış içerisinde yollarına devam edebilmelerinin ,her türlü savaş tehdidini devre dışı bırakarak bölgesel barışı güvenceye almanın yolu da Atatürk’ün devlet modelini desteklemekten ve bu modeli bölgeye dönük olarak yenilemekten geçtiği iyice ortaya çıkmıştır . Atatürkm hem yurtta hem de dünyada barışı savunarak emperyalizme karşı savaşmıştır . Savaş sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti ile de merkezi coğrafya da barış için bölgesel bir dayanışma yapılanması içi çaba göstermiştir.Bugün gelinen aşamada yurtta ve dünyada barış için bölgede barış zorunlu olmaktadır .Merkezi bölgede barış düzeni ile üçüncü dünya savaşının önlenebilmesi ,Atatürk’ün Türkiye’sinin devreye girerek merkezi bir rol üstlenmesini gerektirmektedir .Bu nedenle on bin kilometre öteden gelerek bu bölgede bir düzen kurma hayalleri sona eren ABD’nin büyükelçisi ,Atatürk’ü sadece Türklerin değil ama yaşanan uluslararası konjonktürde barıştan yana olan herkesin , emperyal saldırılara karşı bölge ülkelerinin ve bu arada Amerika’nın da önderi olarak ilan edebilmektedir .Türk halkının çoğunluğu hala Atatürkçü’dür ama yaşanan olaylar sonrasında akıl ve sağduyu ile düşünen tüm kesimlerin ve bu arada Amerikalıların da Atatürk’ü yaşayan önder olarak kabül ettikleri görülmektedir . O zaman yeniden Atatürkçü politikalara dönmenin zamanı gelmiştir . ABD elçisi bu gerçeği ifade etmeğe çalışmaktadır . Türk halkı da kendini Atatürkçü olarak tanımlarken aynı gerçeği söylemektedir .
Prof.Dr.ANIL ÇEÇEN ANKARA KALESİ
|