Türkiye Cumhuriyetinin dışişleri bakanlığı iki yıldır meslekten gelmeyen ve meclis dışından hükümete katılan bir kamu yönetimcisi tarafından yönetilmektedir .Bir üniversitenin kamu yönetimi bölümünü bitirdikten sonra , yüksek lisans çalışmaları sırasında uluslar arası ilişkilere yönelen ve bu doğrultuda pasifik okyanusu kıyılarındaki bir Müslüman ülke olan Malezya’ya kadar uzanan bir bakanlık danışmanı olarak , daha sonraki aşamada danışmanlık yaptığı bakanların koltuğuna oturma şansını elde eden bir öğretim görevlisi yeni bakan ,Türk dışişlerini bambaşka kulvarlara doğru çekerek yeni bir dönemi başlatmış bulunmaktadır . Kendisi göreve gelene kadar devam edip gelmiş olan batı merkezli dış politikaya son veren yeni bakan ,kariyer yıllarında uygarlığın transformasyonu,İslam dünyası ya da alternatif paradigmalar gibi yeni dünya düzeni arayışının gündeme getirdiği konular ile uğraşırken , İslam dünyasından aldığı güç ile Amerika merkezli arayışların doğrultusunda kendisini bir gün Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığı koltuğunda bulmuştur .
İşin ilginç yanı , Büyük Orta Doğu projesinin eş başkanı olduğunu her yerde söyleyen bir başbakanın yönettiği hükümette diplomasi ile ilgili bakanlığın yetkilisi konumuna gelen sayın bakan tam da Büyük Orta Doğu projesinin sona erdiği,Büyük İsrail projesinin tam olarak iflas ettiği aşamada bakanlık koltuğuna oturma şansını elde etmiştir . İki yıl önce Mayıs ayının ilk gününde dışişleri bakanı olan bu bilim adamı ,uluslar arası konjonktürün çekişme hattının daha kuzeydeki Avrasya bölgesine kaydığı aşamada , Türk devleti parlamento dışından bir uzmanı dışişleri bakanı olarak göreve getirmek durumunda kalmıştır . Malezya üniversitelerindeki görev döneminde İslam dünyası ile ilgili birçok uluslar arası konuda çalışmalar yapan yeni bakan ,Büyük Orta Doğu projesi ABD tarafından İslam dünyasına dışarıdan dayatılırken , ılımlı İslam ile yeni bir dış açılıma sürüklenen Türk devletinin danışmanlığını yürüten sayın bakan ,bu gibi projelerin bittiği aşamada bakanlık koltuğuna oturabilmiştir . Olmayacak bir projelerin ve işlerin ardında doğuya doğru kaydırılmağa çalışılan Türk devletinin diplomasi sorumluluğu zaman içerisinde bu konuların uzmanı olan bir teknokratın omuzları üzerine binmiştir . Türkiye böylesine bir değişime hazır olmamasına rağmen olayların birbiri ardı sıra gündeme gelmesi ,Malezya’dan gelen bir bilgi birikiminin bakanlık koltuğuna gelmesini sağlamıştır .
Ilımlı İslam ve Büyük Orta Doğu projelerinde uzman olan bir teknokratın tam da bu işlerin bittiği ve iflas ettiği aşamada bakanlık koltuğuna gelmesinin arkasında bir başka nedenin bulunduğunu Prof.Dr.Yalçın Küçük, bir kitabında ayrı bölüm halinde sayfalarca anlatmıştır . Konya Beyşehir kökenli bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen sayın bakanın ailesinin Kırım göçmeni bir geçmişe sahip olması ,onun uluslar arası konjonktürün daha kuzeye doğru kayma aşamasında ve Kırım bölgesinin yeniden dünya çekişmelerinin meydana geldiği merkezi alanda öne geçmesi üzerine ,Kırım’ın tarihinden gelen büyük bir bilgi birikimine sahip olan bir uzmanın Türk devletinin dışişleri bakanlığına gelmesinde etkili olduğu anlaşılmaktadır . Rusya denilen bölgede Rus hegemonyası öncesinde var olan bir büyük Türk devleti olan Hazar İmparatorluğunun bilgi birikimini daha sonraki aşamalarda Kırım merkezli bir bir Tatar yapılanmasının sürdürdüğü anımsanırsa ,Kırım göçmeni bir aileden gelen sayın bakanın da böylesine bir tarihi birikime sahip olduğu anlaşılabilmektedir . Kırım tarihi ile beraber Tatarların siyasi birikimi ve Karayların bilgi ,örgütlenme ve maddi güçleri birbirine eklendiği noktada , Avrasya’nın kuzeyine kayan çekişme ortamında Türkiye’nin böylesine bir bilgi birikiminden yararlanmağa hazırlandığı anlaşılmaktadır . Tarihte yaşanmış olan üzücü olaylar anımsandığında ,bunlardan büyük dersler çıkarmak gerektiği ve benzeri olumsuz gelişmelerin yeniden gündeme gelmemesi için böylesine bir birikimin çok aktif bir biçimde devreye sokulması gerektiği açıkca görülmektedir . Asya,Avrasya ve Rusya tarihleri incelendiğinde bu bölgelerin kilit noktası olan Kırım’ın ne denli önemli bir konuma sahip olduğu ve bu doğrultuda ciddi bir bilgi birikiminin Kırımlı Tatarlar’da bulunduğu bilinmektedir .
İsrail Siyonizminin zorlamalarıyla Orta Doğu ve İslam dünyasına kilitlenen Amerika Birleşik Devletleri ,Irak ve Afganistan maceralarının büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlanması üzerine yeni dönemde yeni bir çıkış yolu ararken , Rusya ve Avrupa ilişkilerinin giderek sıcaklaşması ,enerji hatlarının merkezi konumundaki Rusya’nın Karadeniz üzerinden Avrupa’ya bağlanmasıyla hem Kırım hem de Kafkasya bölgeleri öne geçerken ABD donanması Karadeniz bölgesine girmek üzere harekete geçmiş ve bu durumda bütün Karadeniz ülkelerinin batı ülkelerine karşı bir dayanışma içerisine girmelerine neden olmuştur . Eski komünist Rusya Avrupa ülkeleri üzerinden dünyanın enerji zengini konumuna gelirken , Avrupa’yı elinde tutmak isteyen ABD ile gene eskisi gibi Kırım’da bir Yahudi devleti kurmak isteyen Musevi lobileri hızla devreye girerek Rusya’ya karşı gene Türkiye kartını oynamağa başlamışlardır . Türk dışişleri Büyük Orta Doğu projesi üzerinden İslam dünyasına kilitlenmişken ,bir de Avrasya enerji hatları meselesi gündeme gelince , kuzeye doğru tırmanan çekişme hattı üzerinde merkezi bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti kendi çıkarları doğrultusunda daha aktif bir rol oynayabilmek üzere yeni bir teknokrat bakana sahip olmuştur .
İki binli yılların başından sonra Türkiye’de yeni çıkmakta olan bir İslamcı gazetede dış politika yazıları yazmağa başlayan sayın bakan ,ılımlı İslamcı bir hükümetin kurulmasıyla beraber dışişleri bakanlığı başdanışmanlığına getirilmiş ve o aşamada da eski gazete yazılarından yararlanarak hazırladığı bir derleme kitabı “Stratejik derinlik “ adı altında yayınlamıştır . Kitabın yayınlandığı aşamada danışman olan sayın bakanın koltuğu gelmesinden sonra elli baskıyı geride bırakan bu kitap ,özellikle Müslüman ülkelerde iyi tanıtılarak Türkiye Cumhuriyetinin yeni politikalarının ve diplomasilerinin Arap dünyası tarafından anlaşılmasında etkili bir rol oynamıştır . Malezya ekolünün iktidara gelmesine kadar Avrupa ve Amerika merkezli dış politikalara angaje olan Türk diplomasisi ,bakanlıkta etkili olan Balkan göçmenlerinin ağırlığı ile İsrail’i gözeten bir yaklaşımı da her zaman için sürekli olarak gündemde tutmuştur. Batıya meydan okumadan ABD’nin ılımlı İslamcı dayatmaları ve İsrail’in zorlamalarıyla doğuya doğru kaymakta olan Türk devletinin yeni dönemdeki politikaları daha çok Türkiye merkezli bir bakış açısına doğru yönelmiş ve bu doğrultuda Türk diplomasisine ,sayın bakanın kitabının kapak adı gibi Stratejik Derinlik dönemi adı takılmıştır. Böylece , batı merkezli politikalardan kopmak ya da uzaklaşmak Türk halkına karşı Stratejik Derinlik olarak gösterilmiş ama aslında gene ABD ve İsrail yönlendirmeleriyle ,onların planları doğrultusunda doğuya doğru kaymalar görülmeğe başlanmıştır .
Stratejik Derinlik anlayışının en etkili açılımı Türk kamu oyunda ,komşularla sıfır sorun politikası çerçevesinde görülmüştür . Bu yeni yaklaşıma göre , Türkiye Cumhuriyeti devletinin Lozan barış antlaşması ile resmen kabül edilmiş olan resmi sınırlarının karşı tarafında var olan bütün devletler ile iyi geçinmek ve eskiden var olan sorunları çözüme kavuşturmak ,eskiden var olan sorunları aşarak bütün gerginlikleri arka planda tutmak gibi yeni yaklaşımlar bakanlık kadroları tarafından bakanın güdümünde yürütülmeğe başlanmıştır . Parlamento dışı bir bakan olmasına rağmen ,ılımlı islamın dışişleri bakanı daha çok Orta Doğu bölgesindeki sınır komşularıyla iyi geçinerek geçmişten gelen sorunları çözüme kavuşturmağa dikkat etmiştir . İkinci dünya savaşı sonrasında ABD’nin bölgeye gelmesi ve İsrail’in kurulması üzerine Orta Doğu’nun bütün Müslüman ülkeleri bu duruma karşı çıkmışlar , Türkiye ise Sovyet tehdidinin ağır basması üzerine Nato İttifakına girerek Müslüman komşularının tersine bir çizgide batı blokunun merkezi bölgedeki hem uzantısı hem de üssü konumuna gelince komşularıyla karşı karşıya gelmiştir . İsrail’i merkezi İslam devletlerine karşı koruyabilmek amacıyla kurulan İncirlik üssünün , sürekli olarak bir askeri hareketlilik içerisinde bulunması nedeniyle de Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerindeki bütün komşularıyla arası iyice açılmıştır . İsrail yüzünden bütün komşularıyla ters düşen Türkiye Cumhuriyeti ,özellikle soğuk savaş koşullarının geçerli olduğu o dönemde ciddi çıkmazlar ile karşı karşıya kalmıştır . Batı merkezli politikalar Türkiye’ye soğuk savaş döneminin zor koşullarında dayatılırken , Türkiye hiçbir biçimde manevra yapamamış ve ulusal çıkarlarını koruyacak derecede güçlü ve etkili politikalar geliştirememiştir .Türkiye böylesine pasif bir durumdan ancak soğuk savaş sonrasında kurtulabilmiş ama komşularıyla tarihten gelen bütün anlaşmazlıklarını hemen çözememiştir . Komşularla sıfır sorun politikası bu aşamada devreye sokularak ,Türkiye’nin sınır komşularıyla çatışmalara ya da gerginliklere sürüklenmesi önlenmeğe çalışmıştır .
Uluslar arası ilişkiler ve siyaset bilimi uzmanı olarak yönetime katılan yeni bakan ,sahip olduğu bilgi birikimini üst yönetimde devreye sokarken fazlasıyla zorlanmış ve dışişlerinin cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu yana gelen geleneksel batıcı kadrolarıyla bir çok olayda karşı karşıya gelinmiştir .İktidar partisi üst yönetimi bu aşamada büyükelçileri monşerler kavramı doğrultusunda dalgaya almaktan çekinmemiş,bazı diplomatların gayrimüslim oluşu mesele yapılarak ,bakanlık kadrolarına parti içerisinden gelen bazı cemaat mensuplarının girebilmesinin önü açılmak istenmiştir . Başörtüsü açılımı dışişlerinde de gerçekleştirildikten sonra ,Türk dış politikasının daha çok İslam dünyasına doğru kaydığı görülmüştür . Tam bu aşamada Türkiye Avrupa Birliğinden dışlanmağa başlamış ,Avrupa ile Türkiye arasındaki tam üyelik görüşmeleri zamanla duraklamış ve bir süre sonra da kesilmiştir . Dış işlerindeki stratejik derinlik açılımının en önemli sonucu ,Türkiye’nin Avrupa’dan hızla uzaklaşarak Arabistan’a doğru pupa yelken yol alması olmuştur . Türk dışişleri böylesine bir dönemecin tam ortasında giderek bocalamağa başlamış ve Avrupa Birliğinden uzaklaşma ile beraber batı dünyasından yoğun bir biçimde eksen kayması suçlamaları ortaya çıkmıştır . Batı ülkelerinin önde gelen üniversitelerinden mezun olan dışişlerinin geleneksel diplomat kadrosu yeni dönemde ,ılımlı İslam damgalı bir Büyük Orta Doğu projesinin doğrultusunda Yemen çöllerinden Kuzey Irak dağlarına doğru tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde olduğu gibi koşuşturmak zorunda kalmıştır . Stratejik derinlik arayışı bazen Türkiye’nin önüne dağları bazen da çölleri çıkarmış ,eski Osmanlı hinterlandına Türk diplomasisi hapsedilirken Türkiye’nin batı dünyası ile olan bazı ilişkilerinin kopma noktasına geldiği görülmüştür . Bu durumu kabül edemeyen bazı monşerler bakanlık bürokrasisinden ayrılırken ,diğerleri de daha pasif görevlere doğru geri çekilmek zorunda kalmışlardır . Atatürk’ün çağdaş cumhuriyetinin temsilcileri olarak çalışmayı ilke olarak benimsemiş olan diplomatların bir kısmı ,tekrar Osmanlı dönemine gidişe yönelen İslamcı bir diplomasiye ayak uyduramamışlardır .
Stratejik derinlik arayışları ,Türk dışişlerini batı ülkelerinde dehlizlere sürüklemiş derinlik sarhoşluğu batılı ülkeler ile olan geleneksel ilişkilerin bozulmasına ya da yara almasına neden olmuştur . Soğuk savaş döneminde Asya ve kıtasına ve İslam ülkelerine sırtını dönmüş olan Türkiye Cumhuriyetinin yeni dönemde yüzünü Büyük Orta Doğu projesine çevirmesiyle beraber bu kez batı dünyasına sırt çevirme gibi bir durumu gündeme getirmiştir . Türkiye’nin yüzünü batıdan doğuya çevirmesi stratejik derinlik olarak yansıtılmış ama gerçekler kamuoyundan gizlenmiştir . ABD’nin Türkiye üzerinden İslam dünyasını kontrol etme planları ile İsrail’in bütün Orta Doğu bölgesini Büyük İsrail projesi doğrultusunda ele geçirme hesapları Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliği ile olan macerasının arkasına saklanarak , Türk halkının İslami kimliği öne çıkartılmış ve bir yeni dünya düzeni masalı doğrultusunda Türkiye ‘nin Türk toplumu yeniden Osmanlıcılık doğrultusunda uyutulmağa çalışılmıştır . Avrupa’dan uzaklaşan Türkiye hızla Arabistan’a doğru dönüşürken eski Osmanlı masalları ABD ve İsrail güdümündeki medya ve basın organları aracılığı ile Kanuni Sultan Süleyman dizilerine ya da Saidi Nursi filmlerine varana kadar halkın beynine aşılanmağa çalışılmıştır . ABD Balkanları Avrupa Birliğinden kurtarmağa çalışırken , İsrail bütün Orta Doğu’yu gene eskisi gibi Türkiye üzerinden kontrol etmeğe hazırlanırken , iki merkez de Yeni Osmanlıcılığı öne çıkararak Türkiye’yi eskisi gibi uyutabilmenin çabası içerisinde olmuşlardır .Stratejik derinlik arayışlarının Türkiye’yi gene eskisi gibi Osmanlı dönemindeki gibi bölgesel problemler ile karşı karşıya bıraktığı açıkca gözlemlenmiştir .
Hükümet bu yeni durumu fark edince hemen komşularla sıfır sorun politikasını açıktan uygulama alanına getirmiş , ve eski sıcak sorunların yeniden gündeme gelerek Türk devletini sınır komşularıyla çatıştırmaması amacıyla komşu ülkelere öncelik ve ağırlık veren yeni girişimler birbiri ardı sıra gündeme getirilmiştir . Batı ile ayrılan yollar, komşularla kurulan yeni sıcak ilişkiler ile dengelenmeğe çalışılmış , Vatikan bağnazlığının yönetimindeki hırıstıyan Avrupa’nın dışladığı laik Türk devleti ABD ve İsrail ikilisinin öncülüğünde tezgahlanan ılımlı İslam politikaları ile Arabistan’ın orta çağ düzenine doğru kaydırılmağa başlanmıştır .,Bu aşamada stratejik derinlik kavramının eskiye dönüş ve ortaçağa doğru yönelme biçiminde bir yaklaşımı öne çıkardığı görülmüş ve bu nedenle Atatürk’ün kurmuş olduğu çağdaş cumhuriyet rejiminden yana olan toplum kesimlerinin bu stratejik derinlik kavramından uzak kalmağa çalıştıkları anlaşılmıştır . ABD gibi dev bir ülkeyi kullanan küresel sermayenin İsrail güdümündeki siyonist lobilerin kontrolu altında bulunması da ,stratejik derinlik kavramını zaman içerisinde kürsel sermayenin en büyük kozu olan ekonomi kavramına hapsetmiştir . Sermayenin dünya imparatorluğu uğruna liberal dogmalara ve neo-liberal politikalara esir olan yeni diplomasi de stratejik derinlik kavramı , Atatürk’ün tam bağımsız ve antiemperyalist dış politikasından uzaklaşmanın adı olmuş,batı blokunun çıkarları doğrultusunda Türkiye bulunduğu bölgede ya merkez üssü ya da arabuluculuk girişimlerine soyunan Truva atı konumuna gelmekten kurtulamamıştır . İç politikada kendisini muhafazakar ilan eden ılımlı İslam hükümeti ,dış politikada stratejik derinlik kavramı doğrultusunda yenilikçi ve devrimci adımlar atarak , geçmişten gelen her türlü geleneksel diplomasinin stratejik derinlik adına red edildiği bir politikayı ısrarlı bir biçimde uygulamaktan çekinmemiştir .
Türkiye’yi her zaman için batı blokunun kontrolu altında görmeğe alışmış olan Avrupa ülkeleri yeni dönemdeki bu köklü değişikliği anlamakta zorlanmışlar ,stratejik derinlik adına Türk devletinin doğuya ve İslam dünyasına açılmasını açıktan eksen kayması olarak eleştirmekten çekinmemişlerdir .Türkiye eksen kaymasını batı medyasının kışkırtması ile tartışırken aslında ciddi bir disk kayması ya da omurga kayması tehlikesinin içine sürüklenerek ulusal,üniter ve laik devlet yapılanmasını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır .ABD ve İsrail ikilisinin küresel sermayenin direktifleri doğrultusunda Türkiye’yi Orta Doğu ve İslam dünyasına yönlendirmeleri ,laik ve ulus devlet modelinin ortaya çıktığı Avrupa kıtasını derinden sarsmış , Türkiye’nin bu kesin dönüşümü stratejik derinlik kavramının arkasına saklanılarak açıklanmağa çalışılırken , Avrupa ülkeleri de ABD ve İsrail ikilisi gibi stratejik bakamadıkları için kendi derinliklerinde ve dehlizlerinde hapis kalarak ciddi bir alternatif yaklaşım ortaya koyamamışlardır . Stratejisi olmayan bir derinliğin hiçbir işe yaramadığı sürekli olarak ABD karşısında kaybeden Avrupa devletlerinin perişan durumlarıyla bir kez daha kanıtlanmıştır . Avrupa’nın eski emperyalist büyük devletleri bir araya gelerek dünyaya ortak bir çatı altından bakamadıkları için sürekli olarak çekişme durumunda olmuşlar , demokrasi adına her kafadan bir ses ya da her devletten farklı bir politika çıkınca da , daha merkezi ve otoriter davranabilen ABD ve İsrail ikilisi malı götürmüştür .Bu nedenle , Türk devleti son yıllarda Avrupa Birliğinden daha çok ABD ve İsrail ikilisinin dayatmaları ve baskıları ile uğraşmak zorunda kalmış, kendi ulusal ,üniter ve laik devlet modelinin beşiği olan Avrupa kıtasından uzak kalınca da ,ABD ve İsrail ikilisinin dümen suyunda hem ılımlı İslam cumhuriyetine hem de başkanlık sistemi ve yerel yönetimlere özerklik girişimleri üzerinden bölgesel federasyona doğru iteklenmeğe çalışılmıştır .Bir anlamda stratejik derinlik ,Türkiye için ciddi bir yapı değişikliğinin dışarıdan güdümlü bir biçimde dayatılması anlamında geçerlilik kazanmıştır .
Yeni dünya düzeni süreci içerisinde ılımlı İslam ve Büyük Orta Doğu projelerine ayak uydurmağa çalışan Türk devleti ,bu politikaların çıkış merkezi olan ABD ile paralele ve işbirliği içerisinde yol almağa çalışırken aslında bir anlamda da stratejik Amerikancılığa doğru kayma göstermiştir . İkinci dünya savaşı sonrasında merkezi coğrafyaya gelerek İsrail’i kuran ve Nato üzerinden Türkiye’ye yerleşen Amerika Birleşik Devletleri bazı girişimlerini kendisi temsilcileri aracılığı ile yürürken ,bazı dolaylı girişimlerinde de Türkiye’de oluşturduğu gizli ve sivil Amerikancı kadroları kullanmaktan çekinmemiştir . Tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde olduğu gibi bazı gayrimüslim aydın çevrelerde nasıl İngiliz ve Fransız mandacılığı ortaya çıkmışsa , günümüzde de bu Amerikan taşeronluğu Türkiye’de ciddi bir ABD mandacılığını örgütlemiştir . Asıl proje sahibi olarak ABD ,hem küreselleşme hem de Büyük Orta Doğu projeleri ile beraber Avrasya stratejisi ni de Türkiye’deki taşeron kadrolarıyla da siyasal yapılar üzerinden sürdürmeyi uygun gördüğü noktada , Türkiye üzerinden her türlü taşeron girişimi desteklemekten çekinmemiştir . Dünya ana karasına on bin mil uzakta kalan ABD , merkezi coğrafyanın merkez ülkesi olan Türkiye’yi her türlü politik girişimlerinde kendi planlarına uygun bir doğrultuda yönlendirirken ,ülkedeki askeri varlığını da güvenlik stratejileri doğrultusunda kullanmaktan geri kalmamıştır . İsrail lobilerinin zorlamalarıyla ABD Türkiye’yi Irak savaşında Mezopotamya çöllerinde öncü piyon güç olarak kullanmak istemiş ama bunu başaramayınca ,yeni dönemde benzeri bir stratejiye Türkiye’yi İran savaşına dönük olarak kullanmak istemiştir . İşte bu aşamada stratejik derinlik kavramı işe yaramış ,bu kavram önceleri Avrupa’nın dışında bir Avrasya stratejisine Türkiye’yi sürüklerken , Irak savaşı sonrasındaki değerlendirmelerde Türkiye’nin İran savaşına da karışmaması gerektiği konusunda ulusal kamuoyunda önemli bir fikir beraberliğini oluşturarak , Atatürk’ün Cumhuriyetinin bir üçüncü dünya savaşına alet edilmesi gibi çok ciddi bir tehlikeyi önlemiştir .
Her türlü dış baskı ve emperyal oyuna rağmen gene de bir büyük devlet olarak dünyanın tam ortasında yoluna devam edebilen Türkiye Cumhuriyetinin stratejik derinlik adına dışarıdan ya da içeriden çeşitli maceralara alet edilmesinin mümkün olamıyacağı yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır . Orta Doğu gibi mayınlı bir tarlada Türk devleti tıpkı Osmanlılar gibi at sırtında cirit atabilir ama bu yalnızca Türkiye Cumhuriyetinin ulusal çıkarları söz konusu olduğu zaman gerçekleşebilecektir . Eğer ABD ve İsrail ikilisinin küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda bu bölgede savaş,terör ya da sıcak çatışma çıkartabilecek girişimlere Türkiye bir bölge ülkesi olarak kesinlikle karışmamak ya da alet olmamak durumundadır . Türk dış politikası eğer gerçekten stratejik derinliğe dayanacaksa o zaman öncelikle Türkiye Cumhuriyetinin ulusal çıkarlarına uygun olacaktır . Emperyal güçlerin ,büyük devletlerin ya da başka ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri stratejilerin yakından ve yerinde izlenmesi gerekmekte ve bu doğrultuda yapılacak bilimsel değerlendirmeler doğrultusunda da ulusal çıkarlara öncelik verecek adımların atılmasıyla ,Türk diplomasisi gerçek anlamda stratejik derinlik boyutu kazanabilecektir . Türkiye hiçbir ülkeye benzemeyen jeopolitik konumundan hareket ederek kendi merkezli politikalar üretmeğe başladığında o zaman gerçek anlamda bir stratejik derinlik yaklaşımının dünyanın merkezi alanında hem kurucusu hem de yürütücüsü olabilecektir . Böylesine bir yaklaşımın gerçekleşebilmesi için ,Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulu bulunduğu topraklardaki bin yıllık Türk hegemonyasının birikiminden en üst düzeyde yararlanabilmek durumundadır . Avrupa ve Amerika’da tahsil gördükten sonra dünyaya batı merkezli bakarak hiçbir şekilde stratejik derinlik oluşturulamaz . Gerçek anlamda stratejik derinlik için gerekli olan asgari jepolitik bilincin Türk kamuoyuna taşınması gerçekleşmedikçe,hiçbir strateji de derinlik boyutu elde edilemiyecektir . Her devlet gibi Türk devleti de kendi modelini koruyarak ve kendisini merkeze oturtarak ciddi bir stratejik derinliği diplomasi alanında yakalayabilecektir . Dıştan güdümlü projeler uğruna devlet modeli değiştirilerek ,stratejik derinlikli yaklaşımlar geliştirilemiyecektir . Türkiye’nin uluslar arası gerçek konumu ,stratejik derinlikler arama uğruna harcanamıyacak kadar yaşamsal öneme sahiptir .
Son iki yıldır Türkiye’nin bütün ülkelerdeki elçilerini ve diplomatik temsilcilerini başkent Ankara’ya toplayarak ortak bir dış politika arayışı , diplomaside stratejik derinliğin gerçekleştirilebilmesi açısından doğru bir yaklaşımdır . Senede bir kez bir araya gelecek olan bütün diplomasi kadrosunun bir dış politika ordusu olarak beş kıtada Türkiye Cumhuriyetinin ulusal çıkarlarına hizmet etmeleri Türkiye’nin küresel bir oyuncu olabilmesi açısından son derece önemlidir . Merkezi coğrafyanın orta boy devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin kendisinden büyük devletler ile küresel büyük oyunda baş edebilmesi ve yarışarak öne geçebilmesi açılarından bakanın komutanlığında diplomatlar ordusunun harekete geçirilmesinde büyük yararlar vardır . Küresel düzeyde sözü dinlenen ve saygı gören bir ülke konumuna gelebilmek için akil bir ülke olmak gerektiğini sayın bakan açıkca büyükelçiler toplantısının açılışında dile getirmiştir . Yeni bir dünya düzen kurulurken , Türkiye’nin temelini kuran ülkelerden birisi olabilmesi Türk diplomasisi açısından son derece önemli bir ulusal hedef olarak görülmelidir . Sözüne güvenilir ülke olmak,mazlum ulusların yanında bulunmak ve dışa karşı her zaman için ahlaklı,açık ve dürüst olmanın akil ülke olabilmenin koşulları olduğu dikkate alınırsa,o zaman Türk devleti ciddi bir stratejik derinliği uluslar arası ilişkilerde yakalayabilecektir . Kapitalist emperyalizmin bir küresel dayatmaya yöneldiği bu aşamada her türlü oportünizm siyasal alanda öne geçerken , çağdaş uygarlığın temelinde yatan manevi değerlerin fazlasıyla önem kazandığı , çok açık olarak görülmektedir . Bakanın gündeme getirmiş olduğu akil ülke olma uğruna , Türkiye’nin kendi sorunlarından vazgeçmesi ya da ulusal çıkarlarını tehlikeye atabilecek çözümleri kabül edebilmesi ni h9iç bir zaman düşünmemek gerekmektedir . Yeni dönemde Türkiye’nin akıllı bir durum tespiti yapması zorunlu görünmektedir . Böylesine bir genel durum belirlemesinden sonra seçilecek hedef doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti hem kendi yolunda yürüyecek ,hem de akil ülke olarak dünya sahnesinde öne geçebilecektir .
Dış politikada çok gezerek ,sürekli koşuşturarak ciddi bir stratejik derinlik yakalamanın mümkün olamıyacağını şimdiye kadar yaşanan gelişmeler ortaya koymuştur . Senin üçte ikisini dışarıda geçirecek kadar fazla gezme , kıtalar arasında uzun menzilli koşulara çıkma ,Türkiye’nin acil sorunlarının dışına çıkarak , ABD ya da batılı güçlerin zorlamalarıyla ilgisiz ülkelere gitme,beraberinde bir stratejik derinlik getirmez ,olsa olsa böylesine bir derinlik arayışı içerisinde boğulma ya da kendini kaybetme riskini beraberinde gündeme getirir . Bin yıllık Türk devlet geleneğinin merkezi coğrafyadaki bugünkü temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti ,akil bir ülke olmaya ve bu doğrultuda yakaladığı stratejik derinlikler yolu ile diğer ülkelere yol göstererek daha adil ve eşitlikçi dünya düzeninin barış ve refah ortamı içerisinde kurulabilmesinin öncülüğünü yapmağa ,kurucusu Atatürk’ten kalan siyasal miras doğrultusunda zorunludur . Türkiye stratejik derinliklerde hiçbir zaman boğulmayacak ama gerektiği gibi iyi yüzmesini de bilecektir .
|