Yıllar hızla geçmekte ve uygarlık her geçen gün daha üst düzeye doğru tırmanmaktadır . Ne var ki , insanlığın ilkel dönemlerden gelme hegemonya kurma ve bu doğrultuda emperyalizm saldırıları sürüp gitmektedir . Hukuk filozoflarının söylediği gibi insan insanın kurdu olmaya devam etmekte ve her türlü uygarlık birikimine rağmen bu olumsuz durum bir türlü önlenememektedir . İlk çağlardan başlayarak tarihin her döneminde görülen hegemonya kurma girişimleri çevreye ve dünyanın çeşitli bölgelerine yapılan saldırılar ile kalıcı bir düzene bağlanmaya çalışılmış ,insanın diğer insanlar üzerinde baskı ve sömürü düzeni kurma eğilimleri dünya halkları üzerinde baskı ile yürütülmeye çalışılmıştır . Yirmi birinci yüzyılda dünya geleceğe dönük bir doğrultuda yolunda ilerlerken , gene eskisi gibi emperyal düzen kurma ve bunu her türlü engele rağmen baskı ile sürdürme ,evrensel barışı tehdit etmekte ve insanlığın savaş belasından bir türlü kurtulamamasının nedeni olmaktadır . Kalıcı bir dünya barışı doğrultusunda uygarlık düzeni oluşturmağa çalışan iyi niyetli girişimlere rağmen , insanın insanın kurdu olması ilkesi doğrultusunda çıkarlara dayalı bir hegemonya düzeninden hiçbir zaman vazgeçilmediği için , barış çabalarını sonuçsuz bırakan insanlık dışı savaş saldırıları bir türlü önlenememektedir . Böyle bir durumda , gene bir düşünürün dile getirdiği gibi, uygarlık ya da medeniyet tek dişi kalmış bir canavara dönüşmektedir .
Tarihin her döneminde büyük devletler kendi merkezi gücünü oluşturduktan sonra önce çevresine bakmış ,daha sonra da dünya haritasındaki boş alanlara egemen olabilmek üzere işgal ve saldırı girişimlerine kalkışmışlardır . İlk çağlarda bu tür olumsuz girişimler kısmı ve bölgesel olarak görülürken , orta çağdan çıkış sonrasında Avrupa merkezli dünya imparatorluğu oluşturulması doğrultusunda batı Avrupa’nın önde gelen devletleri denizlere açılarak ve okyanusları aşarak yeryüzü kıtalarına açılmışlar , adaları fethettikten sonra büyük kıtaların merkezlerine doğru sahillerden başlayarak kendilerine bağlı sömürge imparatorlukları oluşturmuşlardır . Karanlık orta çağın bin yılında Avrupa merkezli sürdürülen yaşam , İstanbul’un fethi ve Endülüs’ün yıkılması üzerine bütün dünya kıtalarına cesur gemiciler ve emperyal donanmalar aracılığı yayılmıştır . Avrupa karanlığından kaçanlar , yeni bir güneş ülkesi aramağa başlamışlar , daha güzel bir yaşam ile daha değişik düzenler ve ülkeler için yeryüzünde emperyal girişimler artırılarak sürdürülmüştür . Böylesine bir yayılma ve hegemonya kurma süreci içerisinde , insanlık ciddi bir emperyal saldırıya maruz kalmıştır . Güçlü ve gelişmiş ülkeler yerkürenin geri kalmış yörelerinde kendilerine bağımlı sömürü düzenleri kurmuşlar ve bunlar üzerinde baskılar uygulayarak , akla gelebilecek her türlü şiddet ve vahşeti zayıf ve güçsüz topluluklar üzerinde zorla denemişlerdir .
Yirminci yüzyıla kadar her türlü acımasızlığı ile devam edip gelen küresel emperyalizm batının önde gelen büyük devletlerinin öncülüğünde sonuna kadar uygulanmış ve böylesine olumsuz bir sürecin sonucunda dünya iki büyük cihan savaşı yaşamak zorunda kalmıştır .Yirminci yüzyılın ilk yarısında bu yüzden yüz milyondan fazla insanın ölümüne yol açılmış , batının büyük devletlerinin dünya hakimiyeti kurma arzusu yüzünden masum ve zavallı insanlar haksız yere ölüme mahkum edilmişlerdir . İkinci dünya savaşının toplama kampları ile belirli toplum kesimlerini ,ırkları ya da dinleri hedef alan çatışmaları dikkate alındığında ,her insanın doğuştan sahip olduğu başlıca temel hakkı olan yaşama hakkının batılı emperyal güçler yüzünden ortadan kalktığı görülmüştür . Dünya halklarına yerküreyi zehir eden ,yaşadıkları ülkeleri insan toplumları için hapishaneye çeviren ,dünya kıtalarının zenginliklerini batı Avrupalı bir avuç zengine peşkeş çeken emperyalizm , insanlık tarihinin yüz karası olarak bugüne kadar sürüp gelmiştir . En büyük insanlık suçlarından birisi olan emperyalizm önlenemeyince , insanların en kutsal hakları olan yaşam hakkının ortadan kalktığı ve güçlülerin zayıfları ortadan kaldırdığı insanlık dışı savaşlar birbiri ardı sıra devam edip gitmektedir . Her ülkeye ya da bölgeye yönelik emperyalist girişimler ya da saldırılar her zaman için doğal bir tepki ya da toplumsal refleks ile karşı karşıya kalmış ,insan toplumları dıştan gelen her türlü emperyal saldırıya karşı çıkarak direnmişler ve böylece büyük güçlerin evrensel diktatörlüğünü önlemeye çalışmışlardır . Etnik temizlik ya da soykırım gibi büyük insanlık suçlarını evrensel hegemonya düzeni uğruna işlemekten çekinmeyen emperyal güçler ,sahip oldukları güç üzerinden dünya kıtalarına egemen olmağa çalışmaktan vazgeçmemişler ,sonuna kadar dünyanın her köşesindeki insan topluluklarını rahatsız ederek amaçlarına ulaşmağa çalışmışlardır .
Orta çağ sonrası yaşanan yeni ve yakın çağlar tam anlamıyla sömürgecilik dönemleri olarak dünya tarihi içerisinde yerini alırken ,sömürge ülkelerden getirilen hammaddeler ve değerli madenleri işleyerek kapitalist sisteme geçişi gerçekleştirmişlerdir .Kapitalizmin ilk aşaması olan merkantalizm döneminde , büyük gemiler ile dünya denizlerine açılan batılı tüccarlar , gittikleri sömürge ülkelerdeki bütün zenginlikleri kendi asıl ülkelerine taşımışlar ve böylece batı Avrupa beş yüz yıl süre ile hem dünya ekonomisinin hem de sömürgecilik üzerinden dünya siyasetinin merkezi konumuna gelmiştir . Sömürgecilik ve sömürü kavramları batı Avrupa’nın güçlü devletlerinin izlediği politikaların ana odağı konumuna gelince ,insanlık dışı baskı ve vahşet yeryüzünün bütün kıtalarına yayılan bir olumsuz durum olarak yüzyıllarca devam etmiştir . Değerli madenleri ve Avrupa’da olmayan çeşitli zenginlikleri kendi ülkelerine taşıyan tüccarlar ,yarattıkları büyük zenginlikler ile merkantalizmden kapitalizme geçişin öncüsü olmuşlardır . Büyük gemiler yüzlerce yıl sömürülen ülkelerin zenginliklerini batı Avrupa ülkelerine taşımışlar ve bunun sonucunda da giderek zenginleşen ve güçlenen batı Avrupa ülkeleri arasında sömürge savaşları başlamıştır . Dünyanın çeşitli bölgelerindeki sömürgeleri birbirlerinin ellerinden alabilmek üzere savaşan emperyal devletler,daha sonraki aşamalarda da büyük dünya savaşlarına giden yolda kanlı bir rekabet içerisine girmişlerdir .Birbirlerinin oyunlarını bozmak üzere saldırıya geçen emperyal güçler yeryüzünün çeşitli bölgelerini savaş coğrafyasına çevirirlerken , beş yüz yıllık sömürgecilik döneminin en sonunda iki büyük dünya savaşına sürüklenerek , küresel hegemonya ya da imparatorluk uğruna birbirlerini yok etme aşamasına gelmişlerdir .
Birinci dünya savaşı sonrasında evrensel barış amacıyla kurulmuş olan Milletler Cemiyeti işe yaramayınca ikinci dünya savaşı önlenememiş ve bütün dünya toplumları ikinci kez bir büyük vahşet olgusu ile karşı karşıya gelmişlerdir . Uygarlığın gelişmiş teknolojileri ve endüstriyel yapıları savaşlara yansımaya başlayınca , vahşet daha da artmış ve akla gelmeyecek bir çok insanlık dışı saldırı ve baskı emperyal devletler tarafından güçsüz ve zayıf ülkelere yöneltilmiştir . İkinci dünya savaşı sonrasında eski olayşlardan ders alınarak kurulmuş olan Birleşmiş Milletler yeni bir dünya savaşını önlemek ve bu doğrultuda bir evrensel barış düzeninin gerçekleştirmek üzere oluşturulmuştur . İki kutuplu dünya devam ederken , soğuk savaş döneminin tam ortalarında gündeme getirilen bu uluslar arası örgütlenme , barış yanlıları için bir umut kaynağı olmuş ve bu doğrultuda çeşitli girişimlerin savaş mağduru devletler tarafından desteklenmesiyle beraber ,insanlık için umut ışığı olabilecek bir küresel örgütlenme Birleşmiş Milletler örgütünün çatısı altında gerçekleştirilmiştir . Yarım yüzyılı aşkın bir süredir çalışmalarını sürdüren bu büyük uluslar arası kuruluşa bütün dünya devletleri , devlet olmaktan gelen statüleri ve bu doğrultuda sahip oldukları hakları doğrultusunda ,üye olarak küresel korunma sisteminden yararlanmak istemişlerdir . Birleşmiş Milletler örgütünün ana statüsü ,çalışma ilkeleri ve oluşturduğu evrensel hukuk metinleri , bütün dünya halkları ve devletlerinin dışarıdan gelebilecek her türlü saldırıya ve bu doğrultuda dıştan baskı ile uygulanmak istenen emperyalist girişimlere karşı hem dünya halklarını hem de devletlerini doğrudan doğruya korumaktadır . Bu koruma düzeni aslında bir anlamda da dünya barışının güvencesi olarak devreye girmekte , Birleşmiş Milletler kararlarını dinlemeyen ya da , bu kuruluşun genel kurulunun kararlarıyla kabül edilmiş olan evrensel insan hakları ya da hukuk protokollarına bağlı kalmayarak ,bunları çiğnemeye yönelen emperyal güçlere karşı Birleşmiş Milletler kuruluşu ve hukuku bir evrensel teminattır . Başı sıkışan ,zorda kalan ya da haksız saldırılar ile karşılaşarak mağdur duruma düşen bütün dünya devletleri ve toplumları içinde bulundukları durumları ya da sorunları Birleşmiş Milletlere götürerek ,bütün dünya devletlerinin temsilcilerinden oluşan genel kurul kararları ile kendileri için çözüm üretebilme şansına sahip bulunmaktadırlar .
Büyük devletler gene kendi çıkarları doğrultusunda Birleşmiş Milletler örgütünü kullanmağa ve yönlendirmeğe devam ederlerken , küçük ülkelere karşı büyük ülkeler üzerinden çeşitli manevralar gerçekleştirilerek , güçlülerin emperyalizmine karşı mağdurların bu örgütün çatısı altında haklarını aramalarına izin verilmek istenmemekte ve çözüm arayışları da gene engellenerek beklenen haklı çözümlere dünya halklarının ulaşmasının önü kesilmektedir . Bir anlamda emperyalizme karşı dünya halklarının ve devletlerinin dayanışmasıyla kurulmuş olan Birleşmiş Milletler örgütü , gene büyük emperyal güçlerin haksız baskıları ya da dolaylı senaryoları ile haksızlığa alet olmaktan kurtulamamış ,bir anlamda gene emperyalistlerin güdümünde onların haksızlıklarını perdelemek için kullanılan bir kurum haline dönüştürülmüştür . Hiçbir büyük devlet ,kendi çıkarlarına ters düşen çözümü ya da kararı kabül etmeğe yanaşmamış , emperyalist saldırı ya da işgale uğrayan ülkelerin başvuruları tam anlamıyla karşılanarak ciddi ve kalıcı çözümler bu evrensel kurumun çatısı altında gerçekleştirilememiştir . Uluslar arası politika güç dengelerine dayandığı için yeni oluşan güç merkezleri ile eski güç merkezleri arasında çekişme ve rekabet öne çıkmış , bunlar arasında sürekli olarak sürüp giden çekişmeye ne yazıktır ki , Birleşmiş Milletler örgütünün alet olması da önlenememiştir . Güç dengeleri büyük devletler arasındaki çekişmeler yüzünden bozulurken , dünya ülkelerinde var olan yer altı zenginlikleri de küresel alanda bir çekişme ve rekabetin ana konusu olmuş ,büyük devletler gene eski emperyalist dönemlerde olduğu gibi dünyanın zenginliklerine ve yer altı kaynaklarına el koymağa doğru yönelirlerken , yeni yeni siyasal sorunları eski üçüncü dünya ülkeleri üzerinden çıkartarak dünyanın gündemine getirmişlerdir . Sahip oldukları zengin ve güçlü konumlarını korumak isteyen batılı emperyal devletler , beş kıtada yer alan dünya ülkelerinin bütün zenginliklerine el koymayı kendileri için bir hak olarak görebilmişler , ve bu doğrultuda oluşturdukları çeşitli senaryoları uzaktan kumandalı manüplasyon teknikleri ile devreye sokmağa çalışmışlardır . Perde önünde evliya rolü doğrultusunda herkesi kullanan bütün büyük ülkeler,perdenin arkasında eşkiyalık düzenlerini sürdürebilmek üzere ellerinden gelen bütün girişimleri sonuna kadar denemişlerdir . Bu yüzden de insanlığın başı bir türlü beladan kurtulamamıştır .Dış yardım , ekonomik kalkınmaya destek ya da ortak bazı projeler gibi görünüşteki girişimlerin hemen hemen tamamı gene eskisi gibi emperyalist girişimleri yeni dönemde sürdürebilmenin yolları olarak denenmeğe çalışılmıştır . Yoksul ve geri kalmış ülkelerin kalkınmalarına izin verilmezken , onların sahip oldukları bütün yer altı ve yerüstü zenginliklerle serbest piyasa ekonomisi görünümünde el konulmak istenmiştir . Zenginleri daha da zenginleştiren bir kapkaç düzeni ekonomik özgürlükler görünümünde dünyanın yoksul ülkelerine ve halklarına dıştan güdümlü girişimler ile zorla dayatılmıştır . Emperyalizm gene her zaman olduğu gibi sürdürülürken , uygarlığın nimetlerinden ve gelişimlerinden dünya ülkelerinin yararlanmalarına izin verilmemiştir . Emperyalist sömürgenler bir kene gibi dünya ülkelerinin ekonomilerine yapışmışlar ve sülük gibi kanlarını emmişlerdir .
Birinci dünya savaşına giden yolda ,ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında petrol konusu öne çıkınca ve dünya ekonomisi giderek bu enerji hammaddesine dayanmağa başlayınca , petrol dünya ekonomisi açısından stratejik madde konumuna gelmiş,ve merkezi coğrafya bu doğrultuda batının önde gelen emperyal devletleri tarafından istila edilerek , merkezi coğrafyanın dünye devleti olan Osmanlı İmparatorluğu bu doğrultuda yıkılmıştır . Eski Osmanlı hinterlandı bir petrol coğrafyası olarak dünyanın ana gündemine oturunca , Birinci Dünya savaşı bu topraklarda yapılmış ve petrol kaynakları Türkler ile Müslümanların elinden zorla alınmıştır . Bugün dünyanın en çok petrol çıkaran bölgeleri olarak Irak,Arabistan ,körfez ülkeleri ve Libya hızla Türklerin elinden çıkarak batılı emperyalistlerin eline geçmiş ve yaklaşık bir yüzyılı aşkın bir süredir batının önde gelen petrol şirketleri üzerinden dünya ekonomisinin stratejik maddesi olarak kullanılmıştır . Türklerin elinden bütün petrol alanları zorla alınırken , Arapların üzerinde yaşadığı topraklardaki petrol kaynakları da bu coğrafyanın önde gelen işbirlikçi ve mandacı hanedanları ya da diktatörlük rejimleri ile paylaşılma yoluna gidilmiştir . Petrolün normal koşullarda bu doğrultuda kullanılması bir yüzyılı aşkın bir süre devam etmiş ama bu stratejik enerji kaynağının giderek azalması ve son çeyrek yüzyılına girmesi üzerine emperyal devletlerin ciddi bir tavır değişikliğine yöneldiği görülmüştür . Giderek azalan ve yirmibeş yıl sonra bitecek olan petrol kaynaklarını batılı emperyal devletler ve onların yavrusu olarak öne çıkan tekelci büyük petrol şirketleri artık eskisi gibi Arap devletleri ya da hanedanları ile paylaşmak istememekte ve bu yüzden de petrol coğrafyasına dönük yeni bir emperyal saldırı atağına geçmektedirler . Petrolü iki asıra yakın bir zaman dilimi içerisinde stratejik ham madde olarak kullanan ve bu madde üzerinden dünya ekonomisini kontrol eden batılı büyük güçlerin zorda kalmadıkça kurmuş oldukları bu menfaat düzenini sonuna kadar sürdürmeğe kararlı oldukları anlaşılmaktadır . Petrol kaynakları tükendikçe , petrol şirketleri paniğe kapılmakta yeni kuyuların açılmasıyla beraber yeni petrol alanları yaratılmasına çalışılmakta ya da eski petrol kuyularından elde edilmiş olan haklar daha da genişletilerek ,Arap devletleri ya da hanedanları ile eskiden kurulmuş olan ortaklıkları geride bırakacak düzeyde çeşitli siyasal senaryolar devreye sokularak petrolün tamamına el konulmağa çalışılmaktadır . Petrol üzerinden dünya ekonomisinin yönlendirilmesi devam ettikçe bu tür oyunların daha da tırmanacağı ve giderek evrensel barışı tehdit edecek sıcak çatışmalar ile yeni bölgesel savaşlara neden olacağı açıkca görülmektedir . Petrol bitmeden bu stratejik madde üzerinden geçmişte kurulmuş olan hegemonya düzenin sonuna kadar sürdürülmesi istenmekte ,hiçbir şekilde petrol kozunun batının dışındaki büyük devletlerin eline geçmesi istenmemektedir . Bu doğrultuda kaynak ülkelerin konumu giderek tartışmalı bir noktaya gelmiş , kaynak ülkeler ile doğunun yeni küresel alana çıkmış olan büyük devletlerinin petrol konusunda tıpkı batılıların eskiden yaptığı gibi ikili ortaklıklar ile batı karşıtı ya da batılı ülkeler ile şirketleri devre dışı bırakan bir yeni yapılanmaya gidilmesi önlenmek istenmiştir .
Yirmi birinci yüzyıla girerken gündeme gelen körfez savaşı ve daha sonraki aşamada Irak’a yönelen haksız saldırı ve askeri işgal girişimleri yeniden petrol savaşlarını dünya gündemine sokmuştur . Yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla geçerken ,Orta Doğu’da Irak üzerinden iki savaş dönemi yaşanmış ve bunun sonucunda Amerikan emperyalizmi ile İsrail siyonizminin de istekleri doğrultusunda en büyük Arap gücü konumundaki Irak devleti tasfiye edilmiştir . Irak’a uydurma ve yalan bir senaryo ile girilerek yıllarca savaşılmış ve bu sırada petrol kuyularına el konularak , Arapların yönetimine son verilmiştir . Amerikan devletinin yetkilileri ABD ordusu ve Nato güçlerinden yararlanarak bölgeye egemen olurken , Irak’ın zengin petrol yataklarını da Amerikan kimliği taşıyan büyük enerji tekellerine tahsis ederek onlar arasında büyük bir paylaşımı emperyal bir güc olarak gerçekleştirmiştir.İsrail için Irak tehdidine son verilirken , Irak’ın her şeyine el konulmuş ,ülke üçe bölünmüş ve askeri işgal sürekli kılınarak batı hegemonyasının Mezopotamya bölgesindeki üstünlüğü sürekli kılınmıştır . Üç yılda iki milyon insanı haksız yere öldüren bu emperyal saldırı ve işgal harekatı sonrasında bütün Irak petrolünün Arapların elinden alınarak uluslar arası tekellere tahsis edildiği , geleceğin petrol bölgesi olarak ilan edilen Kuzey Irak bölgesinde ise işbirlikçi bir kukla devletin aşiret düzeninden dönüştürme biçiminde ortaya çıkarıldığı görülmüştür . Bölgedeki diğer komşu ülkeler için bölücü bir tehdit olarak gündeme getirilen bu işbirlikçi kukla devletin kurulu bulunduğu toprakların altındaki büyük petrol yataklarının ise yeni dönemde ABD hegemonyası altında çıkartılacağı açıklanarak ,küresel emperyalizmin gene bu stratejik enerji kaynağı üzerinden merkezi coğrafyada etkili olması sağlanmıştır . Son on yılda Irak’ta yaşananlar koskoca bir ülkenin nasıl anarşiye sürüklendiğini ,nasıl milyonlarca insanın katledildiğini ve büyük bir ülkenin çökertildiğini gözler önüne sermiştir . Petrol olunca hiçbir haklı gerekçeyi dinlemeyen emperyalizm ,petrol ülkesine el koyabilmek için bir sürü uydurma senaryo ortaya atabilmiş ve bu gibi yalanlar doğrultusunda haksız saldırı ve işgal eylemlerini uygulama alanına aktarabilmiştir . Irak’ın işgalinden sonra petrolün çıkarılışı ve akışı yeni bir düzene konurken , ülke halkının da etnik ve dini toplukluklar olarak ayrışmaları sağlanarak iç savaş senaryoları kışkırtılmıştır . Emperyal istihbarat servisleri ,ülke halkını iç savaşa sürükleyebilmek üzere çeşitli saldırı senaryoları düzenlemişler ve Irak halkı birbiriyle savaşırken , küresel petrol şirketleri malı götürmüşler ve Irak petrolünü dünya piyasalarında pazarlamağa devam etmişlerdir . Irak bir devlet ve ülke olmaktan çıkarken , bu bölge her türlü senaryonun uygulanabileceği bir otorite boşluğu ve çatışma alanına da dönüştürülmüştür .
Dün Irak’ta yapılanların benzeri bugün diğer bir petrol zengini ülke olan Libya’da gündeme getirilmektedir . Bir anlamda dün Irak bugün de Libya işgal edilmekte ve batılı emperyalistlerin ortak yürüttüğü emperyal koalisyonun dayatmasıyla hiç yoktan bir savaş senaryosu daha bir Müslüman ülke üzerinden dünya gündemine taşınmaktadır . Eski bir Osmanlı ülkesi olan bu Müslüman devlette yaşayan halk kitleleri petrolden elde edilen gelir sayesinde belirli bir düzene bağlanmış ve ülkede ciddi bir kalkınma hareketi başlatılmıştır . Özellikle ülkenin güneyinde çöl bölgesinde bulunan büyük su yatakları sayesinde çöl olan bölgeler yeşillendirilmeğe çalışılırken ,Libya Afrika’nın en hızlı kalkınan ülkeleri arasında başa geçmiştir . Bir Kuzey Afrika ülkesi olarak aynı zamanda Akdeniz bölgesinde yer alan bu ülke Avrupa kıtası ile karşı karşıya bir jeopolitik konuma sahip olduğu için her zaman için Avrupalı emperyalistlerin hedefi olmuş , Osmanlı dönemi sonrasında kırk yıllık bir İtalyan işgali yaşamıştır . Yirminci yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlığını elde eden bu ülke bir askeri yönetimin başa getirdiği devlet başkanı tarafından yarımyüzyıla yakın bir süre istikrar içerisinde yönetilmiştir . Yirmiden fazla kabinlin ortak yaşadığı bu ülkede , petrol zenginliği ile bütünleşen devlyet gücü sayesinde hiçbir biçimde iç savaş ya da çatışma ortamına sürüklenilmemiş ,güçlü bir devlet başykanı sayesinde Libya’lılar hızlı bir kalkınma süreci içerisinde zenginleşmişlerdir . Petrolü dengeli dağıtan Kaddafi rejimi herkesi bir işe ve maaşa bağlarken , halkın tamanını doyurmuş ve petrol gelirinin devlet eliyle kulllanılması sayesinde ülke halkına tam anlamıyla bir sosyal devlet uygulaması kazandırılmıştır . Her türlü sağlık,eğitim ve bakım işlerinin devlet tarafından üstlenildiği bu ülkede halk herhangi bir problemi olmadan istikrarlı bir düzen içerisinde yaşamını yirminci yüzyılın ikinci yarısında sürdürebilmiştir . Libya halkının bu mutlu düzeninden her nedense emperyal ülkeler mutlu olmamışlar ve ülkeyi karıştırmak üzere çeşitli senaryoları birbiri ardı sıra gündeme getirmişlerdir . İsrail ajanlarının Mısır’daki Kıpti klisesini bombalamaları üzerine çıkan olayları küresel sermayenin güdümündeki dünya medyası bütün Arap ülkelerine taşıyarak bölgesel bir istikrarsızlık ortamı yaratmak istemişlerdir .Bu aşamada önce Tunus ve daha sonra da Mısır batılı gizli servis ajanları tarafından provakosyonlar aracılığı ile karıştırılmış ve batılı kışkırtıcı ajanlar sayesinde bu ülkelerde iç savaş benzeri halk hareketleri çıkartılarak ,bunlar isyan ya da devrim olarak dünya kamuoyuna sunulmağa başlanmıştır .Tunus ve Mısır devlet başkanları olaylar sonrasında dış baskılar ile görevlerinden alınmışlar ve benzeri bir süreç için Libya’da da düğmelere basılmıştır . Dışarıdan gizlice ülkeye giren batılı ajanlar sahil kentlerindeki evleri basarak yakmışlar ve buldukları insanları sokak ortasında öldürerek resmen bir halk isyanını Libya’da çıkartmağa çalışmışlardır . Yoksul,işsiz ve aç insanın bulunmadığı Libya toplumunda diğer Arap ülkelerine benzer isyanların görülmemesi gerekirken , batılı ajanların gizlice ülkeye girerek bir iç savaş çıkartma doğrultusunda saldırı ve tecavüzlerde bulunması üzerine ülkenin doğu bölgelerindeki aşiretlerin bir kısmında hareketlenme gözlenmiş,emperyal devletler de bu durumdan yararlanarak yeni senaryoları uygulamaya koymuşlar ve Libya halkının bir kısmının rejim aleyhine isyana kalkışabilmesi için ellerinden gelen her yolu denemişlerdir . Halk bu tür baskılara rağmen isyan etmeyince bunun üzerine daha büyük senaryoları yeni gönderilen ajan birlikleri aracılığı ile ülkenin önde gelen kentlerinde düzenlemişlerdir .
Uzun süren çabalar sonucunda Libya’da karışıklık yaratan emperyalist devletler ,rejim ile karşı karşıya kalan bazı işbirlikçi kabileleri kurtarabilmek üzere öne çıkarak ,bu ülkeye tıpkı Irak’a yapıldığı gibi bir askeri harekat düzenlenmesine karar vermişlerdir .Durduk yerde Libya petrolüne el koyamıyacaklarını anladıkları için ,ülkeye girebilmek ve rejime el koyabilmenin gerekçesini yaratabilme doğrultusunda ülkenin iç karışıklığa sürüklenmesini sağlamağa çalışmışlardır . Önce karıştır sonra müdahale et ilkesi doğrultusunda hareket eden emperyal güçler , Libya’yı haksız yere karıştırdıktan sonra uluslar arası hukuka aykırı bir biçimde bu ülkeye karşı bir askeri saldırı düzenlemişlerdir . Devlet başkanının kendi halkını öldürmekle suçlayan emperyal güçler , Libya halkını kendilerinin devlete karşı kışkırttıklarını gözlerden saklayarak ,insan hakları ya da insancıl hukuk adına ülkeye müdahele ettiklerini resmen açıklamışlardır . Durduk yerde Libya petrolüne el koyamayanların ,böylesine karışıklık yaratma senaryoları üzerinden bu ülkeye saldırma ve girme hakkını meşru göstermeğe çalışmışlardır . Tam bir emperyalist oyunu , uygarlığın gelmiş olduğu bugünkü ortamda bile sergilemekten çekinmeyen batılı emperyalistler tıpkı Irak’a grerken yaptıkları gibi uydurma senaryolar ile dünya kamuoyunu aldatmağa çalışmışlar ve bu doğrultuda kendi küresel sermayeleri ile denetim altında tuttukları büyük medya ve basın yayın kuruluşları aracılığı üzerinden kendi istedikleri doğrultuda yeni bir kamuoyu yaratmaya çalışmışlardır . Dün Irak’ta uygulanan emperyal senaryoların başka türdeki benzerlerinin Libya üzerine kullanılmağa başlandığı ve böylece ülkede bir rejim değişikliğine gidilerek , batının işbirlikçisi ,Truva atı ya da emir eri bir yönetimin bu zengin petrol ülkesinin başına getirilmeğe çalışıldığı görülmektedir . Irak’da başlayan petrolü Arapların elinden alma senaryolarının devamı olarak ikinci perdenin Libya’da açıldığı ve bu Müslüman ülkede de tıpkı Irak’ta görülen girişimlerin benzerlerinin devreye sokulmağa çalışıldığı anlaşılmaktadır . Saldırı sonasında Irak’ın üçe bölünmesi gibi daha şimdiden Libya’nın da Trablus,Bingazi ve Fizan ülkeleri olarak üçe bölünmek istendiği belli olmuştur .Petrol şirketlerinin baskısı nedeniyle böyle bir senaryo düzenleyen ABD emperyalizmi ülkede daha tam bir hegemonya kurmadan şirketleri tatmın edebilmek üzer ülkenin üçe bölünmesine öncelik verdiği anlaşılmıştır .Basra körfezinde yedi ayrı petrol şirketine yedi ayrı ülke yaratarak bu bölgeyi paylaştıran İngiliz emperyalizminin yaptığının benzerini bugün ABD emperyalizmi İsrail siyonizminin desteği ile Irak sonrasında Libya’da da uygulamaya geçirmeğe çalışmaktadır . Dün Irak’daki gelişmeleri seyredenler bugün de benzeri oyunları Libya’da izlemek durumunda kalmışlardır .
Dün Irak ,bugün Libya ,yarın da belki sıra Türkiye’ye gelecektir . Orta Doğu’nun petrol zengini iki ülkesi olarak Arabistan ve İran ,tıpkı Irak ve Libya gibi hedefteki ülkeler arasında en başta gelmektedirler . Kuveyt,Bahreyn,katar gibi küçük şeyhliklerde de benzeri senaryolar ile hanedanların indirilmesi ve petrol kaynaklarının doğrudan doğruya ABD’nin denetimi altında uluslar arası enerji tekellerine tahsis edilmesi planlanmaktadır . Dünya enerji sorunu nedeniyle öncelikle petrol ülkelerine el konularak petrol kaynaklarının uluslar arası tekellerin kontrolu altında dünya piyasalarına akışı düzenlenmek istenmektedir . Orta Doğu petrol ükeleri sonrasında yeni petrol kaynaklarının yerkürenin başka bölglerinde bulyunması ya da yer altı zengnlikleri olarak bazı madenler üzerinden dünya enerji ihtiyacının karşılanması planlanmaktadır . Yeni dönemde Türkiye hem kullanılmamış petrol yatakları ile hem de sahip olduğu zengin maden yatakları ile gündemde öne çıkabilir ve bugün olduğu gibi petrol ülkelerine karşı yürütülen haksız saldırı ve işgal senaryolarına hedef olabilir . Türkiye Cumhuriyeti bu süreci iyi izleyerek sıranın ne zaman kendisine geleceğini ve hangi aşamada batılı emperyal devletler ile karşı karşıya geleceğini şimdiden belirleyerek ona göre hareket etmek zorundadır . Dün Irak’ta yapılan haksızlıkların bugün Libya’da görülmesi , yarın için Türkiye açısından umutsuzluk yaratmakta ve karamsar senaryoların önünü açmaktadır . Türkiye cumhuriyeti kendisi gibi batı emperyalizminin saldırı hedefi olan dünya ülkeleri ile bir araya gelerek daha koruyucu ve dengeli yeni bir dünya düzeninin kurulabilmesi için yoğun çaba sarfetmelidir . Ancak bu gibi çabalar ile yarın sıranın Türkiye’ye gelmesi önlenebilir ve alternatif yollar açılabilir .
|