Türkiye’nin büyük patronları yepyeni bir anayasa isteyerek gene konuştular . Zaten hiçbir zaman susmayan ve devamlı olarak konuşan bu patron sınıfı her eline geçen fırsatta , zengin olmaktan gelen güce dayanarak ve bu durumdan kaynaklanan üstünlük duygusu ile genel bir ukalalık doğrultusunda topluma yön vermeye çaba göstermektedirler. Kendi çıkarlarını herkesten daha çok öne çıkaran bu toplum kesimi , para gücünün getirdiği ayrıcalıklı konumdan yararlanarak bir anlamda bir azınlık diktatoryası oluşturabilmenin arayışı içine girerken , içinde bulunulan haksızlık düzeni içerisinde para kazanabilmenin şımarıklığından yararlanarak akıl vermeye kalkışmaktadırlar . Ailelerinden gelen servetin getirdiği rahatlık içerisinde fütürsuz bir ruh hali ile kendilerini üstün ırktan gören bu zevat , kendilerinden daha alt düzeyde ya da geri durumda bulunanlara akıl vermeye her zaman için çok meraklı olmuşlar ve bu iflah olmaz tutumları nedeniyle de içinde yaşadıkları toplumun yoksul ve geri durumdaki geniş kitlelerine kendi çıkarlarına uygun düşen doğrular çizgisinde akıl vermeğe devam etmişlerdir . Zenginlerin parası çok olunca , verecek akılları da fazla olmuş ve sürekli olarak zenginliğin getirdiği toplumsal güçlülük konumundan yararlanarak içinde yaşadıkları toplumlara yön vermeğe çalışmışlardır . Dünyanın bütün ülkelerinde görülen bu durumun benzeri gelişmeler ve olayları birbiri ardı sıra Türkiye’de gündeme gelmekte ve şan,şöhret ya da sosyal veya siyasal güçlülük peşinde koşan patronlar her şeye ya işe karışarak çıkarları doğrultusunda yönlendirme yapmağa çalışmaktadırlar .
Karl Marx’ın I848 ihtilalleri sonrasında yaptığı incelemeler sonucunda , para kazanan sermaye sınıfının karşısına çıkan emekçi kitlelere dayalı bir denge düzeninin kurulup kurulamıyacağını bilimsel sosyalizm çerçevesinde ele alarak açıklamağa çalışmıştır . Batı sömürgeciliği sonucunda çok para kazanan zengin sermayedar sınıfın çıkarları toplumu yönlendirmeğe başladığında ,fabrikalar etrafında toplanan işçi kileleri sendikalar aracılığı ile ayaklanarak patronlara karşı bir insiyatif geliştirmişlerdir . On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonra işçi ve emekçi kitleleri sosyalizm içinde örgütlenerek patronlara karşı çıkarlarken ,iş çevreleri ve patronlar karşı dengeler nedeniyle daha sınırlı bir tutum içerisine girmişlerdir . Sömürgelerden kaynaklanan zenginlik patronların tekelinde toplanırken toplum içindeki dengeler bozulmuş ve zamanla zenginlerin egemenliği anlamında kapitalizm bir siyasal rejim olarak batı dünyasında gelişmiştir . İhtilalci sendikalizmden ürken patronlar ,sendikalara karşı kurulan sosyalist partileri desteklemişler ve böylece çalışan halk kitlelerinin sınıfsal mücadeleleri batı tipi demokrasilerde sosyalist akımın çatısı altında gelişmeler göstermiştir . Yirminci yüzyıla doğru Avrupa ülkelerinde kapitalizm ve liberalizmin yanı sıra sosyalizm de bir karşıt siyasal akım olarak gelişmiştir . Büyüyen kapitalizm çerçevesinde patronlar daha da güçlenirken , çalışan halk kitleleri de varlıklarını koruyabilmek ve çıkarlarını en üst düzeyde savunabilmek doğrultusunda sosyalizmi bir bayrak olarak geliştirmişlerdir . Önce sendikalizmin daha sonra da sosyalizmin siyasal akımlar olarak çalışan halk kitleleri ve emekçiler aracılığı ile güçlenmesi ,toplum yapıları içerisinde kapitalizmin ve onun sahibi onumundaki patronların dengelenmelerini de sağlayabilmiştir .
Batı tipi bir ülke olmayan Türkiye’de ise gelişmeler daha farklı olmuş ve kapitalizm tam olarak gelişemediği gibi , zaman içerisinde de arızi bazı gelişmeler beklenmedik bir biçimde ortaya çıkmışlardır .Asya tipi üretim tarzının geçerli olduğu Osmanlı topraklarında Avrupa tipi feodalizm yaşanmadığı için , daha sonraki aşamalarda işveren ya da sermayeci patronların ortaya çıkmadığı anlaşılmıştır . Dışa açılma ve batılı ülkeler ile daha dengeli bir ilişkilerin kurulmasıyla ekonomik alanda hareketlilik başlamış ve bu olumlu durum da daha sonraki aşamada zenginleşmeyi hızlandırarak patron sınıfının oluşumunu beraberinde getirmiştir .Sömürgeciliğin en üst düzeylere tırmanmasıyla beraber kapitalizm bir ekonomik ve siyasal sistem olarak dünya ülkelerinde yaygınlık kazanmağa başlamıştır . Bu nedenle de ,kapitalist sistemin temsilcisi olan kapitalist iş adamları bulundukları ülkenin en önde gelen vatandaşları olma konumunu kazanmışlardır . Hızla artan nüfus yapılarında çalışan kitlelerin sayıları milyonları bulurken , sayıları onlarda ya da yirmilerde kalan patronların konumu daha da güçlü bir konuma gelmiştir . Osmanlı devletinin farklı konumu nedeniyle fazla zengin ortaya çıkmamış ,saraya yakın duran toprak sahipleri ise bu boşluğu doldurmağa çalışmışlardır .Arazi sistemi nedeniyle bulundukları bölgenin patronu konumundaki ayanlar , imparatorluğun içindeki en zengin sınıf olarak konuşmuşlar ve sonunda padişah ile benzer bir biçimde kararlı adımlar atarak ülkede yeni bir düzenin oluşumunu katkıda bulunmağa çalışmışlardır . Osmanlı döneminde önemli bir sermaye birikimi olmadığı için öne çıkarak konuşacak bir sermayedar sınıfı oluşamamıştır . Bu yüzden Osmanlı devleti dışa açılma ile beraber sürekli olarak borçlanarak en sonunda batma noktasına getirilmiştir .Osmanlı devletini ekonomik açıdan kurtaracak bir işveren sınıfı oluşamamış ,zengin patron konumuna ise bu durumda sadece yabancı şirketlerin yerli ortakları ile temsilcileri görülebilmiştir . İşadamı ya da sermaye sınıfı olmayan devletlerin giderek bataklığa sürüklenmesi gibi bir uçurumdan dönme noktasında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti ise, gene de bu durumu düzeltebilmek üzere yerli işveren ve ulusal burjuvazinin yaratılacağı plan ve programlara öncelik vermiştir . Cumhuriyet dönemi Türk ekonomik hayatı aslında bir yandan milli burjuvazi görünümünde yerli sermaye sınıfının oluşturulmasına öncelik vermiştir .
Cumhuriyet yönetiminin teşvikleri ve destekleriyle oluşan yerli sermayedarlar başlangıçta kendilerini yaratan Türk devletinin yanında yer almışlar ama ABD’nin Orta Doğu’ya gelişinden ya da İsrail’in kuruluşundan sonra dışa açılma bahanesi ile giderek devletten uzaklaşmışlardır . Devletin desteği ile işadamı olan yerli sermayeci kesim zaman içerisinde dışa açılınca ABD’nin desteğinde giderek Türk devletinden uzaklaşarak ,dünya ekonomisi içerisinde kendilerine ülkelerinden bağımsız bir yeni konum içerisinde olmuşlardır . Devletin desteğinin yanı sıra , iç piyasada para toplayarak zenginleşen sermayeciler elde ettikleri sermaye birikimini yabancı bankalar üzerinden dış ülkelere götürürlerken ,ülke ekonomisinden uzaklaşarak dünya ekonomisinin birer oyuncusu durumuna geliyorlardı . Ekonomi biliminin verileri doğrultusunda yönlendirilen Türk şirketleri ve bunların patronları ,kendi çıkarlarına öncelik verince ülkelerinin ulusal çıkarlarının dışına çıkıyorlar ve dünya ekonomisinin gereksinmeleri doğrultusunda daha fazla kazança öncelik verince de bir anlamda ortaya çıktıkları ülkeye ve içinden yetiştikleri ulusal ekonomiye sırtlarını dönüyorlardı . Böylesine bir olumsuz gelişmeden ülke ekonomisi zarara sürüklenirken, bunun içinden çıkan şirketler ve bunların patronları sınırsız ekonomik büyüme şansını elde ediyorlardı . İçinden çıktıkları ülkeye ve onun ekonomisine özel çıkarları doğrultusunda uzak duran ve giderek kendi özel çıkarları doğrultusunda uluslar arası bir yapılanmaya yönelen şirketler ve patronları ,kendi devletlerinin kontrolü ve sınırlayıcı önlemlerinden uzaklaşarak kurtuldukça akıllarına estiği gibi hareket etme ve bu doğrultuda her türlü çılgınlığı bir ekonomik faaliyet olarak gündeme getirme şansına sahip olabiliyorlardı . Para parayı getirdikçe , az zamanda büyük sermaye birikimi ve zenginleşmeler devlet kontrolünün dışında elde edilence o zaman dengeler değişiyor ve eskiden kendi ülkelerinin ulusal burjuvazisi durumunda olan yerli işadamları ,yeni dönemde küresel sermayenin içerisine girerek bu uluslar arası ekonomik yapılanmanın içinde yer alarak bu oluşumun bir anlamda militanı konumuna geliyorlardı .
Bütün dünya ülkelerinde bir çok örneği görülen işadamlarının önce kendi ülkelerinde palazlanmaları ve daha sonraki aşamada da dışarıya açılarak uluslar arası kapitalist sistemin bir oyuncusu olmalarına benzer gelişmeler Türkiye’de son zamanlarda fazlasıyla görülmeğe başlanmıştır . Özellikle gayrimüslim çevrelerden çıkan işadamlarının hemen dışarıya açılmaları ve kendi dindaşları ile ortaklıklar kurmaları ,Türkiye gibi Müslüman ülkeler açısından büyük problemler yaratmağa başlamış ,nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen gayrimüslim işadamlarının dış bağlantıları nedeniyle ülkenin sermaye birikimi hızla yurtdışına götürülmüş ve yabancı bankalarda depolanarak küreselleşmeye giden yolda , Türkiye’nin zenginliklerinden devşirilen bu gibi sermaye birikimleri yabancı ve gayrimüslim işadamlarının kontrolu altındaki girişimlere yönlendirilmiştir . Türkiye ve diğer İslam ülkeleri ile beraber diğer üçüncü dünya ülkeleri de bu işbirlikçi kapitalizmden fazlasıyla zararlı çıkarken ,batının zengin ülkeleri böylesine bir ekonomik oyundan son derece kazançlı çıkmışlardır . Bu gibi oyunlar ile dünya ortalamasının çok üstünde zenginleşen batılı ülkeler ,benzeri girişimler ile gene yollarına devam ederek küreselleşme şemsiyesi altında yeryüzünün bütün ülkelerini kendi baskı ve denetimleri altına almağa çaba göstermektedirler . Dünyanın zenginleri hep batı ülkelerinden çıkmakta ve Türkiye gibi batının dışında kasıtlı olarak bırakılmış ülkeleri ise işbirlikçi komprodor burjuvazi aracılığı ile kendi çıkar düzenleri doğrultusunda yönlendirmeğe çalışmaktadırlar .Bu durumdan batının merkezdeki zengin ülkeleri fazlasıyla kazançlı çıkarlarken , giderek batı blokunun uydusu konumuna sürüklenmekte olan dünya ülkeleri ise zaman içerisinde uydu olmanın ötesine düşerek iyice sömürgeleşmektedirler . İki yönlü bu oyunun kazanan tarafı sürekli olarak batının zenginleri olurken , diğer dünya ülkeleri ise ebediyen kaybetmeğe mahkum edilmiş görünmektedirler . Özellikle küreselleşme aşamasına gelindikten sonra bu batı blokunun bu kaymaklı ekmek kadayıfı uygulaması kendi açılarından tırmandırılarak sürdürülürken ,dünya ülkelerinin orta tabakaları ile halklarının giderek yoksulluk sınırının altında bir yaşama doğru itildikleri açıkca göze çarpmaktadır .
ABD ve AB gibi büyük siyasal yapılar batı blokunu bir güçlülük içerisinde temsil ettikleri sürece , batılı zenginlerin çıkarları doğrultusunda yürütülen kapitalist uygulamalara kararlı bir doğrultuda devam edilmiş , ve eskisi gibi Dünya Bankası,Uluslar arası Para Fonu ile Dünya Ticaret Örgütü batı merkezli kapitalist sistemin taşeronları olarak yeryüzü kıtalarına dağılmış olan bütün ülkelere eski hegemonya düzeninin yeni versiyonlarını kabül ettirmeğe çaba göstermişlerdir . Gidrek on milyara doğru tırmanan dünya nüfusunun yeni koşullarda kontrolunun eskisi gibi batı üzerinden sürdürülebilmesi için yeni açılımlar ve atılımlar gerekmiş ve okyanus ötesi merkezlerden bu doğrultuda geliştirilmiş olan yeni planlar küresel alanda uygulanmak istenmiştir . Başta ABD olmak üzere batının zengin ülkeleri ile gene batının dümen suyunda çalışan uluslar arası kuruluşlar böylesine yeni bir yaklaşım doğrultusunda dünya ülkelerine yönelirlerken artık eskisi gibi devletleri ve onların başkentlerini muhatap alarak hareket etmeyi bir yana bırakmışlar ve daha çok deniz kenarında üstlenmiş olan liman kentlerindeki sermaye yapılanması üzerinden ekonomik politikaları ve girişimleri ülkelerin ve devletlerin önüne çıkarmışlardır . Bu doğrultuda dünya liman kentleri birliği olarak Propeller’s Club gibi evrensel kuruluşlar oluşturmuşlar ve daha uluslar arası Yahudi lobileri ile işbirliği yapan şirketlerin temsilcileri üzerinden liman kentleri aracılığı ile dünyaya yeni açılımlar planlanarak gündeme getirilmiştir . Amerika’da New York,Rusya’da Petersburg,Almanya’da Hamburg,Fransa’da Nice,İtalya’da Venedik ,Çin’de Şangay,Hindistan’da Bombay ya da Mumbai,Brezilya’da Rio de Jenerio gibi sahil kentleri , uluslar arası sermayenin yerli işbirlikçileri ile devletlere ve başkentlere karşı açtıkları savaşların merkezleri konumuna getirilmişlerdir . Türkiye’de de benzeri bir süreç yaşanırken , küresel sermayenin yerli işbirlikçileri olan gayrimüslim işadamları ve onların yabancı ortaklı sermaye yapılanması , başkent Ankara’ya ve Türk milletinin ulus devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir yapılanmayı ,Propeller’s Club üzerinden eski Bizans’ın merkezi olan İstanbul üzerinden yürütmeğe başlamışlardır .
Bu aşamada anayasal düzen açısından bir Türk kenti olarak Türkiye Cumhuriyetinin sınırları içerisinde yer alan İstanbul kentinin , bu kentte yaşayan gayrimüslimler üzerinden yeni bir bölgesel Bizans yapılanmasında öne çıkarılması , Propeller’s Club üzerinden de küresel sermaye düzeninin dayatılmasıyla birleşince , İstanbul hem dışa açılmanın merkezi hem de dışarıdan gelen yabancı insiyatiflerin Türkiye’ye yönlenmesinin yeni istasyonu olarak öne çıkmıştır . Bizans İmparatorluğunun başenti olarak yaşamını sürdüremeyen bu kozmopolit kent daha sonraki aşamada da Osmanlı İmparatorluğunun da başkenti olma yükünü uzun süre taşıyamamış ve bir aşamadan sonra pes ederek batılı emperyal güçlere teslim olduğu aşamada merkezi Türk hegemonyası tehlikeye girmiştir . Türkiye Cumhuriyetini bir bağımsız devlet olarak yaratan ulusal kurtuluş savaşına Türk insanı Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti çatısı altında yönelirken , eski B:izans uzantısı İstanbul bitmiş ,çökmüş ve teslim olmuştur .Bu yüzden Türk siyasal tarihine bu kentin teslim oluşunu ifade eden Mütareke İstanbul’u kavramı girmiştir . Tarihte iki kez büyük bir çöküntüye sahne olan bu dağınık liman kenti,şimdilerde Propeller’s Club üzerinden şimdide Türkiye Cumhuriyeti’ni ve başkent Ankara’yı çökerterek teslim alma girişimlerine alet edilmekte ve bu kentte yaşayan büyük sermayedarların örgütü de böylesine bir büyük projeye alet edilmektedir . Bir anlamda İsrail’i kurtarmak ,diğer anlamda ise yeniden eski Bizans dönemine doğru bir kayışı gerçekleştirmek gibi yan hedefler de bu girişimlere eklendiğinde , Propeller’s Club ile bu kadar Türk ve Türkiye aleyhtarlığına rağmen adında hala Türk ismini taşıyan sanayici ve işadamları derneği ciddi bir ortaklığı küresel sermayenin dünya imparatorluğu hedefi doğrultusunda yürüttükleri anlaşılmaktadır . Zenginleri insan olarak kabül eden , diğer insanları ve halkları ikinci sınıf yaratık olarak görmeğe alışmış olan kapitalist sömürgecilik zihniyetinin devamı olan yeni sömürgeci girişimlerin bugün gelinen aşamada ısrarlı bir biçimde uygulanmak istenmesi üzerinde Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından durulmasında yarar bulunmaktadır .
Türklerin büyük bir fetih ile aldığı İstanbul kentini yeniden Bizans’a dönüştürerek bölgede kullanmayı hedefleyen batı emperyalizminin , dünyanın tam ortalarında yer alan Avrasya bölgesini gene İstanbul üzerinden yönetmeğe ve yönlendirmeğe hazırlandıkları çeşitli girişimler ile ortaya çıkmışy durumdadır . Batının önde gelen üç bin şirketi Avrasya’ya yönelik yatırımlarında İstanbul’u bölgesel merkez olarak seçerlerken , İMF ve Dünya Bankası ile Dünya Ticaret Örgütünün işbirliği çerçevesinde yürütülen yeni bir yapılanma da İstanbul’un dünya ticaret merkezi olarak ilan edilmesiyle öne çıkmaktadır . Bu doğrultuda İstanbul’un gayrimüslim büyük patronları dışarısı ile sıkı bir işbirliğine girerken başkent Ankara’yı karşılarına almışlar ve Türkiye Cumhuriyetini de ortadan kaldırabilecek girişimleri başlatmışlardır . Boğaz’ın iki yakasındaki beş yıldızlı otellerde Propeller’s Clup toplantıları birbiri ardı sıra düzenlenirken , bu klübün üyesi olan gayrimüslim büyük patronların örgütü olarak da Türkiye’nin en büyük sanayici ve işadamları derneği toplantıları ve çalışmaları dıştan güdümlü olarak sürdürülmüştür . Bu doğrultuda kapitalist politikalar çok katı ve ağır bir çizgide gündeme getirilirken , görüntüyü yumuşatmak üzere bazı genç hanımlar böylesine bir kapitalist yutma operasyonunun belkemiğindeki örgütün başkanlığına getirilerek Türk kamuoyu yönlendirilmeğe çalışılmıştır . Büyük patronların kızları ve eşleri başkanlık makamını işgal ederek basın ve medya üzerinden toplumu idare etmeğe çalışırken , kapitalist sistemin acımasız kuralları teker teker uygulamaya konulmağa çalışılmıştır . Yabancı politikalar sertleştikçe örgüt yönetiminde genç ve güler yüzlü bayan bulundurma politikaları artarak devam etmiş ve böylece görüntü değiştirilerek Türk toplumunun vahşi kapitalizmin yıkıcılığını görmesi önlenmeğe çalışılmıştır . ABD ve diğer batı ülkelerinde yaşanan vahşi kapitalizm dönemi bu sefer Türkiye’ye dıştan güdümlü olarak zorla uygulatılmağa çalışılmış ve bu doüğrultuda Türkiye’de öne çıkan bütün siyasal partiler ,Bizans’taki işadamları derneğinin kontrolu altına alınmıştır . Sahip oldukları sermaye gücü ile basın ve medya organlarını denetimleri altına alan ve siyaset sahnesine çıkan politikacıları destekleme yolu ile de siyaseti finanse etme işini üstlenen Bizans işadamları yapılanması ,şimdiye kadar dolaylı yollardan sürdürdüğü Türkiye Cumhuriyetini küresel sermaye ve siyonist İsrail’in emirleri doğrultusunda tarihe gömerken ,artık daha açık ve net adımlar atma ihtiyacını duymağa başladığı için , doğrudan saldırıya geçmeyi zaman kazanmak ve daha hızlı olarak tasfiye işlemlerini tamamlamak üzere uygun görmüşlerdir .
Geçen hafta içinde , Yeni Bizans’ın yeni merkezi konumuna getirilen mütareke İstanbul’unda bir büyük toplantı yaparak ,kendi adında hala Türk ismini taşıyan büyük patronlar klübü rsmen ve açıkca Türkiye Cumhuriyeti anayasasından Türk,Atatürk ve Atatürk devrimleri kavramlarının çıkartılmasını talep etmişlerdir . Yıllardır Atlantik emperyalizmi ve İsrail siyonizmine hizmet veren bazı hukukçuların hazırlamış olduğu yeni anayasa projesini çekinmeden medya önünde bir büyük toplantı ile açıklayan bu büyük patronlar klübünün, artık hiçbir şeyden çekinmediği ve Türkiye Cumhuriyetini yıkmak ayrıca başkent Ankara’yı çökertmek dahil her türlü maceracı girişimi göze alabilecek kadar kendisini kaybettiği açıkca ortaya çıkmıştır . Hepsi işadamı olan büyük patronların daha fazla ve aşırı kazanç peşinde koşarken Makyalvelizmin en aşırı örneklerini uygulamaktan çekinmedikleri dünya tarihi açısından iyi bilindiğinden ,şimdilerde bir çöküntü ile haritadan silmek istedikleri Türkiye Cumhuriyetine yönelik olarak da benzeri senaryoların gündeme getirildiğini anlamak mümkündür . Aşırı kazanç hırsından başı dönmüş büyük patronların batının önde gelen tekelci şirketleri ve sermaye merkezleri ile daha sıkı bir işbirliği ve geleceğe dönük ortaklıklara yöneldikleri görülürken ,Türkiye Cumhuriyetinden vazgeçtikleri görülmektedir . Bu doğrultuda yeni anayasada Türk ve Atatürk kavramlarının yasaklanmasını isteyecek kadar ileri giderlerken ,Türk milletinin vermiş olduğu ulusal kurtuluş savaşı doğrultusundaki kazanılmış haklarını güvence altına alan Türk anayasasının ortadan kaldırılmasını ve yerine sermayenin isteklerini dayatan yeni bir yasal düzenlemeye gidilmesini açıkca talep edebilmektedirler . Sadece bir kuru teşekkür ile Atatürk döneminin bitirilmesini isteyen büyük patronlar ,küresel sermayenin istek ve taleplerini yeni anayasaya çevirecek bir kurucu meclis talebinde bulunmuşlardır . Atatürk lkelerine ideolojik anlam yüklenmemesini isteyen büyük zenginler ,kapitalizmin ve emperyalizmin önünü açarken Kemalizm’e son verilmesini resmen istemişlerdir . Kemalizm’in uluslar arası kapitalizme ve emperyalizme karşı verilen bir bağımsızlık savaşının düşünce sistemi olması nedeniyle , batılı dış güçler hem Atatürk’ün hem de Kemalizm’in Türk devlet yapısından temizlenmesi için sürekli baskı yapmışlardır . Bu son talep de eski tutumlarında ısrarcı olduklarını göstermektedir .
Atatürk’ün ulusal kurtuluş savaşının yönetici kadrosu ile beraber kurucu iradeyi oluşturan misyonunu görmezden gelerek ,şu an Türkiye’de anayasal düzen olarak varlığını sürdüren ulusal,üniter,laik ve merkezi devlet yapılanmasının ortadan kaldırılmasını isteyen büyük patronlar Türkiye’yi Arabistan’a benzetecek derece dinci değişikliklerin de yeni anayasa çerçevesinde ele alınmasını resmen talep edebilmişlerdir . Büyük patronların derneğine yirmi yıl önce başkan olarak seçilen bir eski işadamı açıkca toplantıda insanların mutluluğu için devletin ve ülkenin bölünebileceğini söylebilmesi de olayın vahametini göstermek açısından son derece ilginç bir çıkış olmuştur . Patronların kişisel çıkarları bütün eski Osmanlı ülkelerine yayılmaktan geçtiği için , Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini tasfiye etmeyi kafalarına koymuşlar ve bu doğrultuda geliştirdikleri önerileri de devletin ve siyasetin kadrolarına zorla yaptırmak istemişlerdir . İstanbul merkezli bir bölgesel federasyonu kendilerine bağımlı siyasal kadrolar aracılığı ile oluştururlarken Atatürk’ün ,ulusal,üniter,merkezi ve laik devlet modelini bir an önce ortadan kaldırabilmenin arayışı içine girmişlerdir . Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri doğrultusunda ,resmen devletin aleyhine suç işleme fiili oluşturabilecek derecede ağır sonuçlar getirebilecek bu gibi girişimler işadamlyarından ya da büyük patronlardan gelince suç olmuyor ama herhangi bir yazar kazara bu çizgide birkaç satır yazsa ya da söylese suç oluyor . Böylesine bir çifte standart Türkiye’de hukuk alanında geçerli olunca başkaları için suç olanların büyük patronlar ve işadamları için suç olmadığı görülmektedir . Bu durumun en açık örneği de banka soyguncuları cezalandırılırken , banka dolandıran büyük patronların cezasız kalmasıdır . Büyük ekonomik suçlar cezasız kalırken , küçükler göstermelik olarak cezalandırılmaktadır . Böylesine çifte standartlı hukuk uygulamalarından yararlanmayı bir ayrıcalık olarak gören büyük patronlar ,ekonomik suçları geride bırakarak siyasal suç niteliği taşıyabilecek düzeyde devletin aleyhine suç girişimlerinde bulunarak resmen Türkiye Cumhuriyeti devletini ayasal yapılanması ile beraber ortadan kaldırmayı gündeme getirebilmektedirler . Yıllarca bölücülerin suçlanmasına ve yargılanmasına neden olan devletin bütünlüğü ya da devletin laik yapısı aleyhine suçlar işadamları tarafından dile getirilip açıkca talep edilince hiçbir hukuki takibat sözkonusu olmamaktadır . Türkiye Cumhuriyetinin hukuk organlarının böylesine gündeme gelmiş olan çifte standartlı durumları dikkate alarak , tartışarak bir hukuksal çözüm üretilmesi gerekmektedir . İlgili anayasa toplantısı üzerine Türkiye’de yayınlanan bir çok gazetede işadamları ile bölücülülerink kol kola Türkiye Cumhuriyetinin ulusal ve üniter hukuk düzenine karşı işbirliği yaptığına dair yazı ve haberler yayınlanmıştır . Bölünmekten mutluluk duyan işadamları ,sınır ötesi ticarete öncelik verince bütün Osmanlı hinterlandında at koşturmanın cazibesiyle kendi ülkelerinin üniter ve ulusal statüsüne karşı çıkabilmektedirler .
Kurucu iradenin ortaya koymuş olduğu ulusal,üniter,merkezi ve laik devlet düzenini ortadan kaldıracak derecede ağır talepleri dile getirmekten çekinmeyen büyük patronlar klübü ,resmen Türkiye Cumhuriyeti anayasasının omurgasını oluşturan değişmez maddelerin değişmesini isteyebilecek kadar cüret gösterebilmişler ve böylece içinde yaşadıkları Türk milletinin bir ölüm kalım savaşı vererek elde etmiş olduğu kazanılmış haklarının ortadan kaldırılmasını talep edebilmişlerdir . Bir anlamda Türk milletinin ulusal çıkarları ile büyük patronların ekonomik çıkarları karşı karşıya gelmiştir . Patronlar daha fazla kazanabilmek için ulus devlet sınırlarını aşacak yeni yapılanmayı eski Bizans üzerinden yürütmeğe çalışırken Fas’tan Endonezya’ya kadar bütün İslam devletlerinin yapılarının ve sınırlarının değiştirilmesini ana amaç olarak ortaya koymaktadırlar . Eski ABD dışişleri bakanı Rice’ın açıkca dile getirdiği bu büyük Orta Doğu projesinin uygulanma aşamasında ,Türkiye hem stratejik olarak merkez ülke hem de sahip olduğu büyüklükler ve özellikler dikkate alınarak laboratuar ülke olarak okyanus ötesi emperyal güçler tarafından belirlenmiştir . Bugün dıştan güdümlü baskılar ile bu doğrultuda hem Türkiye , hem de bölgedeki diğer Müslüman devletler zorla dönüşüme doğru sürüklenmektedirler . Büyük patronlar klübününkırk yıldır istekleri de bu doğrultudadır . İstanbul’n gayrimüslim büyük işadamları böylece kaderlerini içinde yaşadıkları Türk milleti ile değil ama işbirliği ve ortaklıklar içerisine girdikleri küresel sermaye patronları ile birleştirdiklerini ortaya koymaktadırlar . Son yıllarda her konuda devreye girmelerinin , her alanda ilgili uzmanlara büyük paralar ödeyerek raporlar ve projeler hazırlatmalarının ana nedeni budur . Türk okullarında okutulacak Tarih ve Coğrafya kitaplarını bile küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda Türk gençliğine öğretecek kitapları bile hazırlatabilen bu büyük patronlar klübünün ,son anayasa toplantısı ile beraber bütünüyle küresel ve emperyal sermaye tekellerine teslim olduklarını göstermektedir . Türk halkının müşteri olarak katkı sağladığı ve iç piyasadan sağladıkları kazançlar ile büyüyenlerin Türk devletine ve başkent Ankara’ya sırtlarını dönmelerini Türk ulusunun unutması ya da affetmesi mümkün değildir . Türk devletinin teşvikleri ile büyüyenler in ya da Türkiye Cumhuriyetinin çatısı altında her türlü devlet olanaklarından yararlanarak gelişenlerin ,uluslar arası tekellyer ile ortaklıklara girerek kendi çıkarları doğrultusunda dışarıya yöneldikleri aşamada kendi ülkelerine sırtlarını dönmelerinin , hakkaniyet ve haklılık açısından Türkiye’den kazandıklarının karşılığını Türkiye’ye yatırım yaparak ödemeleri gerekenlerin dışarıya açıldıktan sonra kendilerini büyten devletin parçalanmasına ya da bölücülüğüne soyunmalarının arkasında yatan nedenlerin iyice anlaşılması Türk kamuoyu önünde açıkca tartışılması gerekmektedir . O zaman hem Türk halkı hem de dünya kamuoyu gerçekleri daha açık olarak görebileceklerdir .
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve ülkesi büyük patronların çiftliği değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır . Kendi çiftliklerini yönetmekten bile aciz olan bazı patronların, dış desteği arkalarına alarak Türkiye’ye meydan okumalarına gereken cevabı Türk milleti verecektir . Derneklerinin adına”Türkiye” kavramını koyarak kendi gayrimüslim kimlilerini saklayan büyük patronlar ,Türk kimliğine karşı çıkarlarken ve anayasadaki Türklük kavramının Atatürk ilkeleri ile beraber ortadan kaldırılmasını isterlerken önce kendi derneklerinin adından “Türkiye” kavramını kaldırsınlar ki , Türk ulusu oynanmak istenen bu emperyal ve siyonist oyunu daha iyi kavrayabilsin . Türkiye Cumhuriyeti anayasasından Türk ve Atatürk kavramlarının kaldırılmasını isteyen büyük patronlardan Türk ulusu da ,kendi derneklerinden “Türkiye” adını kaldıramayanların böyle bir talepte bulunma haklarının bulunmadığını karşı talep yolu ile istemelidir . “Türkiye” adı altında Türklük ve Atatürk karşıtlığı yapılmasına artık eskisi gibi hoşgörü gösterilmemeli ve gereken hukuki ve siyasi önlemler alınabilmelidir . Türklük ve Atatürk kavramlarının özünde bulunduğu bir anayasal düzen çatısı altında yaşamak istemeyen başka kimlikli büyük patronların sermayelerini götürdükleri ve yatırım yaptıkları başka ülkelerde de yaşama hakları vardır . Türklük ve Atatürk onları rahatsız ediyorsa o zaman yaşama haklarını bu gibi ülkelerde değerlendirebilirler ama Türk ulusunun büyük bir kurtuluş savaşı vererek elde etmiş oldukları kazanılmış haklarını elden almalarını Türk ulusunun kabül etmesi mümkün değildir . Bunun aksi Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletinin sonu olacağı için , Türkler kazanılmış haklarını yani tam bağımsız bir ulus devletin üniter çatısı altında ve çağdaş bir laik düzen çerçevesinde yaşama haklarını kullanma şansını sonuna kadar koruyacaklardır .Türkiye , Türk ulusunun anavatanıdır ama hiçbir zaman büyük patronların çiftliği değildir .
|