Küreselleşme dönemine girildikten sonra çok fazla demokrasi sözü edilmeğe başlandı .Gazeteleri açsanız sürekli olarak demokrasi kavramına yer veren yazılar , dergilere baksanız gene demokrasi kavramına öncelik veren makaleler, televizyonları izleseniz her gece demokrasi diye diye kafa ütüleyen göstermelik programlar ile kamuoyunda bir demokrasi kavramının tekelinin oluşturulmağa başlandığı göze çarpmaktadır . Var mı yok mu demokrasi ,her şeyin esası demokrasi ,demokrasi olmadan hiç bir şey olmaz gibi ön yargılar ile diğer bütün kavramların yoğun bir eleştiri altına alındığı ama buna karşılık demokrasi kavramının da fazlasıyla yüceltildiği bir döneme girildiği görülmektedir . Son yirmi senedir ,batı merkezli olarak yetiştirilmiş olan basın ,medya ve siyaset kadrolarının bu doğrultuda demokrasi korosuna katıldığı ve her şeyi bu kavramın hareket noktası olduğu bir bakış açısıyla değerlendirmeğe çalıştığı görülmektedir . Diğer kavramların neden gözden düştüğü ve bu doğrultuda demokrasi kavramının niçin sürekli olarak yüceltildiği üzerinde daha düşünmeğe fırsat verilmeden , bu sihirli kavram üzerinden yeni emperyal yaklaşımların ve senaryoların öne çıkarılmağa ve böylece tekelci kapitalizmin yeni dünya düzeninin oluşturulmağa çalışıldığı anlaşılmaktadır . Var olan siyasal düzenlerin tasfiyesi bile gene demokrasi kavramının çatısı altında gündeme getirilmektedir .
İnsanlık tarihi incelendiği zaman ,hak ve özgürlükler için verilen büyük mücadeleler sonucunda insanoğlunun bugünkü uygarlık düzeyine demokrasilerin gelişmesi sonucunda ulaştığı görülmektedir . Bu açıdan demokrasi insanlık açısından vazgeçilemiyecek en kutsal kavramlardan birisidir .İlkçağlardan modern çağlara insanoğlunun yirmi yüzyıllık serüveni hak ve özgürlükler mücadelesi ile geçmiş ve tarihin her döneminde insanlar baskıya ve zulme karşı çıkarlarken daha özgür ve mutlu bir ortam içinde yaşayabilmenin yollarını aramışlardır . İnsanlığın doğal yaşamdan gelen tarihi her aşamada hak ve özgürlükler için verilen mücadeleler ile doludur . Krallıklara ,imparatorluklara ve her türlü baskı ve diktatörlük rejimlerine karşı insanlar her zaman karşı çıkmışlar , doğal hukuktan gelen direnme haklarını kullanarak hak ve özgürlüklerini daha üst düzeyde kullanabilmenin yollarını aramışlardır . Bu kutsal mücadele insanlık tarihinin ana dinamiği olmuş ve ve her aşamada verilen hak ve özgürlükler kavgası ile insanoğlu bugünkü gelişmiş düzeyine gelebilmiştir . İnsanlık tarihi bu açıdan aynı zamanda insanın insan olma tarihi olarak da kabül edilebilir . Bugünün gelişmiş batı tipi çağdaş demokrasilerin gelebilmek için yirmi asırlık bir süreç işlemiş ve bu dönemlerin geride kalmasıyla çağdaş uygarlık düzeyine erişilebilmiştir .
Demokrasi kavramı o kadar fazla kullanılmaktadır ki , halen geçerli olan cumhuriyet rejimlerinin tasfiye edilmesinde gene demokrasi adına hareket edilmekte , cumhuriyetler demokratikleştirilirken ve bu doğrultuda küreselci güçler tarafından demokratik cumhuriyet kavramı öne çıkarılırken açıkca birer anayasa ile kurulmuş olan pozitif hukuk düzenine dayalı olan cumhuriyet devletlerinin giderek bir tasfiye sürecine sürüklendiği göz çarpmaktadır . Etimolojik köken olarak aynı anlama gelen demokrasi ve cumhuriyet kavramları bu aşamada karşı karşıya getirilmekte , dış destekler ile küreselleşme konjonktüründe demokrasi kavramı dayatılırken cumhuriyet rejimlerinin ve devlet modellerinin giderek daha sınırlı bir konuma dönüştürüldüğü görülmektedir . Normal koşullarda kurulmuş olan cumhuriyet devletlerinin belirli bir gelişme aşamasından sonra demokrasi ile tamamlanması gerekirken , geri kalmış ülkelerdeki cumhuriyet devletleri bile demokrasinin getirilmesi görünümünde ciddi bir yok olma tehlikesi ile karşı karşıya getirilmektedir . Özellikle küreselleşme döneminde bazı İslam ülkelerine ve geri kalmış ülkelere batı emperyalizmi silahlı müdahale ve işgal ile askeri saldırı programlarını uluslar arası hukuka aykırı bir biçimde dıştan dayatmalı olarak gündeme getirirken , gene demokrasi kavramı bir perde ya da örtü olarak kullanılmış , emperyalizmin açıkca hukuka aykırı saldırı ve işgal eylemleri küresel medya tarafından bütün dünyaya demokrasiyi götürme ya da demokrasi ihracı eylemleri olarak hç çekinilmeden lnse edilmeğe çalışılmıştır . Irak gibi bir büyük devlete yapılan askeri saldırı ve işgal sonucunda iki milyon masum Irak vatandaşı demokrasinin zorla getirilmesi adına bir haksız savaş içerisinde en kutsal hakları olan yaşamlarını yitirmişlerdir . Masum insanların emperyalizmin işgali altında haksız yere öldürülmeleri bile demokrasinin götürülmesi biçiminde açıklanmağa çalışılmıştır .
İnsanlığın yirmi yüzyıllık yaşam serüveninden sonra bugün gelinmiş olan uygarlık düzeyinde böylesine çelişkili durumların ortaya çıkması , halk egemenliği anlamına gelen demokrasi kavramının halk kitlelerini ezmek için kullanılmasını izah edecek hiçbir makam ya da otorite bugüne kadar ortaya çıkamamıştır ,çünkü söylenenlerin tamamen tersi bir durum vardır ve artık mızrak çuvala sığmadığı için bu gibi çifte standartlı ve ikiyüzlü durumlar eskisi gibi kolaylıkla saklanamamaktadır . Bir dünya imparatorluğuna soyunmuş olan küresel sermayenin denetimi altındaki basın ve medya kuruluşlarının haksızlığı gizleyen ve güçlü emperyalizmden yana haksızlık dolu yayınlarına rağmen artık gerçekler kendini göstermekte ve demokrasi kavramının arkasına sığınılarak yürütülen insafsız emperyal saldırılar bütün dünya insanlığının vicdanını yaralamaktadır . Halk egemenliği anlamına gelen demokrasi kavramının ,acımasız batı emperyalizminin dünya halklarını ezme girişimlerinin vealdatici küreselleşme politikalarının bir aracı durumuna gelmesi uygarlığın bu aşamasında ortaya çıkması , ne yazıktır ki insanın insan olma sürecinin önünü keserek yeniden köleleşmesinin önünü açmıştır . Baskıcı köleliğe isyanlar ile bugünkü haklar ve özgürlüklerini elde eden insanoğlu yeniden eski sömürge düzenine doğru zorlanırken ,uluslar arası hukuk düzeni ve buna dayalı olarak ortaya çıkmış olan devletlerin geleceği ciddi olarak tehlike altına girmektedir . Sabahtan akşama kadar demokrasi kavramı kullanılmasına rağmen ,hiçbir işte yada devlet yönetiminde halk kitlelerinin kendi ve ülke geleceğine egemen olamadığı görülmektedir .
Demokrasi , eski Yunan’dan gelen anlamı ile halkın gücü demektir . Bu doğrultuda ,egemenliğin halk iradesinden kaynaklandığı rejimin adı olarak da kabül edilmektedir . Küçük kent devletlerinin meydanlarında bir araya gelen kent halkının topluca meseleleri görüşerek karara bağladığı rejime demokrasi adı verilmiştir . İlk çağlarda nüfus az olduğu için kent devletlerinde doğrudan demokrasi görülmüş ama daha sonraları nüfusun artışı ile beraber ülke devletlerine geçilince ,devlet merkezlerinde halk temsilcilerinden oluşan meclislerde temsili demokrasi rejimleri gündeme gelmiştir . Halkın bütünü bir araya gelerek karar alamıyacağı için temsili demokrasiye geçilmiş ama temsilcileri seçme hakkı gene halkın elinde tutulmuştur . İnsanların doğal yaşamdan toplu yaşama geçmeleriyle beraber sahip oldukları kendi iradelerinin bir kısmını topluma devredilmesi öngörülmüş ,toplumu oluşturan bir sosyal sözleşme doğrultusunda halk egemenliğinin demokratik yönetimler aracılığı ile gerçekleşmesi benimsenmiştir . Toplumu oluşturan tek tek bireyler devlet çatısı altında sınırlı bir yaşama razı olurken , onların iradelerinden oluşan bir bütün olarak halk egemenliği devletin asıl gücünü oluşturmuştur . Devletlerin anayasasında halk egemenliğine dayalı cumhuriyetler kurulmuş ve daha sonraki aşamalarda da demokrasiye geçilerek devlet biçimi ile beraber toplumsal yaşam düzenin de gene halk egemenliği esasına dayanması kabül görmüştür . Her ülkede devleti halkın temsilcilerinden oluşan siyasal iktidarlar yönetecektir ve bu temsilcileri halk kitleleri doğrudan genel seçimler aracılığı ile belirleyeceklerdir . Halkın egemen olduğu rejimlere demokrasi denilirken , halk kitlelerinin etkili olamadığı rejimlere ise antidemokratik rejimler adı verilmiştir . Halk kitlelerinin hem kendi eğilimleri hem de ülke çıkarları doğrultusunda hareket etmesiyle beraber demokrasiler ,dünyanın en hukuka uygun rejimleri olarak öne çıkmıştır . Hak ve özgürlükler normal demokrasilerde en üst düzeyde var olabilmişlerdir .
Ne var ki , bugün dünya ülkelerinde yaşanan gelişmelere bakılırsa , insanlık tarihi ile beraber batı tipi demokrasilerin gelişim sürecine tamamen ters düşen son derece aykırı olaylar ve birbirini izleyen yenilikler öne çıktığı görülmektedir . Sürekli olarak küreselci güçlerin demokrasi sözünü ağızlarından düşürmemelerine rağmen halksız bir demokrasiye doğru pupa yelken bir gidiş olduğu açıkca göze çarpmaktadır . Göstermelik seçimler yolu ile belirli aralıklar ile halk kitlelerinin oyları alınmakta ama gene halk iradesinin hiçbir biçimde etkili olamadığı bir yapıya doğru kayılırken ,halk kitlelerinin devre dışı kaldığı bir siyasal oyunun demokrasi adına oynandığı anlaşılmaktadır . Halk görünüşte var olarak sayılmakta ama devlet ve toplumun idaresi ile ilgili bütün kararlar halkın dışında kalan egemen güçler ya da güç merkezleri tarafından alınarak siyasal kadrolara empoze edilmektedir . Halkın görünüşte var olduğu ama aslında halksız bir oyun olarak ortaya çıkan halksız demokrasilerde egemenlik kitlelerden daha çok egemen güçler , güç merkezleri ve gizli siyasal oluşumların insiyatiflerinde kullanılmaktadır . Böyle bir rejimde alınan kararlar ve belirlenen yönetimlerde halk kitleleri sürekli olarak devre dışı bırakıldığı için iktidar gücü artık halkın elinden çıkmıştır . O zaman da bu tür rejimlere halk gücü anlamında demokrasi denilemiyeceği açıktır . Güç kimin elinde ise iktidarın sahibi o dur . Halk deyimi ile mühür kimde ise Süleyman o dur . Mühürü kullananlar halk kitleleri yerine egemen güçlerin temsilcisi gibi hareket ettikleri noktada ,rejim demokrasi olmaktan çıkarak güç sahiplerinin egemenliğinde bir aristokrasiye ya da oligarşiye dönüşür .
Soğuk savaşı sona erdiren küreselleşme hareketinin arkasında küresel sermaye olduğu için bir anlamda paranın diktatörlüğü dönemine geçilmektedir . Kim daha fazla paraya sahipse onun dediği olmakta , kapitalist sistemdeki hızlı gelişmeler de beraberinde uluslar arası alanda büyük tekelleşme olgularını öne çıkarmaktadır . Tekelci sermaye bütün dünyayı kontrol etmek istemekte ve bu doğrultuda aldığı kararları uluslar arası kuruluşlar aracılığı ile dünya devletlerine zorla dikte etmektedir . Dünya Bankası , Uluslar arası Para Fonu ve Dünya Ticaret Örgütü , gibi geniş kuruluşlar küresel sermayenin dünya imparatorluğu amacı doğrultusunda çalışmaktadırlar . Dünya Ekonomik Forumu,Bilderberg Klübü , Dış İlişkiler Komisyonu , Üçlü Komisyon adını taşıyan uluslar arası kuruluşlar , küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda bir dünya devleti oluşturabilmek doğrultusunda görev yapmaktadırlar . İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan bu evrensel örgütlerin yönlendirilmesi ve çalışmaları tek bir merkez olarak dünya finans kapitali tarafından izlenmekte ,denetlenmekte ve yönlendirilmektedir . Büyük zenginlerin , küresel şirketlerin ve uluslararası tekellerin temsilcilerinin yukarıdaki kuruluşlarda bir araya gelerek ortak hareket etmeleri bir anlamda kolektif emperyalizmi gündeme getirmiş ve bu doğrultuda koalisyon birlikleri ya da oluşumları yeryüzü haritası üzerindeki bütün dünya devletlerine yönelik senaryoları düzenlemişlerdir . Son olarak zengin petrol ülkesi olan Libya’ya karşı yürütülen ortak askeri saldırıyı ,gene batının önde gelen zengin ülkelerinin katılımı ile oluşturulan bir koalisyon ordusu gerçekleştirmiştir . Soğuk savaş döneminin hür dünyayı koruma ordusu olan Nato , asıl hedeflerinin dışına çıkarılarak küreselleşme döneminde zengin batı ülkelerinin ortak çıkarlarını koruyan ve küresel sermayenin bütün işleri ve yatırımlarının güvenliğini sağlamayı hedefleyen bir özel koruma gücüne dönüştürülerek, zengin kaynaklara sahip olan ülkelere karşı bir işgal ordusu durumuna sokulmuştur . Devletlerin ,halkların ortak çıkarları ve güvenliği yerine şirketlerin ,patronların ve sermayenin güvenliğine öncelik veren bir düzene geçilmiştir . Bu noktada da halkın yerini patronlar ,devletlerin yerini şirketler hukukun yerini de sermaye almıştır . Bir anlamda küreselleşme politikaları aracılığı ile sermayenin egemenliği düzenine geçilmektedir .
Batı dillerinde sermayenin adı kapitaldir . Kapital sözcüğü Latince kökenden gelmekte olup bugün bütün batı dillerinde sermaye de merkez anlamında kullanılmaktadır . Kapital kavramını bilimsel olarak inceleyen ve bu konuda önemli bir kitap yazan Karl Marks , kapital denilince akla gelen ilk isimdir . Sosyalizmin teorisini ortaya koyan ve geleceğe dönük olarak daha adil bir düzen arayışı içine giren bu filozof ,insanların hakça ve eşit koşullar altında yaşayabileceği bir sosyalist düzene geçebilmek için sermaye anlamında kapitali merkeze alan uluslar arası kapitalist sistemin çökmesi gerektiğini vurgulamıştır . İnsanlığın gelişme tarihi inceleyen Marks,kapitalizmin gelişmesinin beraberinde anti tez olarak sosyalizmin gelişimini de getireceğini ve gelişen işçi sınıfının üretim araçlarına el koyarak ülke yönetimini sermaye sahibi burjuvazinin elinden alacağını yazmıştır .Batı ülkelerinde kapitalizmin beş yüz yıllık sömürgeciliğe dayandığını anlatırken , kapitalist sistem içinde gelişecek işçi sınıfının bir proleterya devrimi yaparak ülke yönetimini kapitalistlerin elinden alabileceğini öne sürmüştür . Sömürgecilik ve üretimden gelen artı değerlerin birleşmesiyle bir sermaye birikimi zaman içerisinde ortaya çıkar ve bu sermaye de kapitalist düzenin merkezi gücü olur .Üretimin artırılması , piyasa ekonomisinin yeni pazarlara açılmasıyla beraber kapitalist sistem zaman içerisinde uluslar arası kapitalizme dönüşmüştür . Böylesine bir sistem içerisinde büyük sermaye sahiplerine kapitalist adı verilmiş ,kapitalizmin egemen olduğu devlet düzenlerine de kapitalist devlet tipi denilmiştir . Kapitalistler zaman içerisinde bir sınıf oluşturmuşlar ve daha sonraki aşamalarda bir araya gelerek beraberce hareket etmeğe başlamışlardır . Batı ülkelerinde ,sömürgecilik sonrasında kapitalistleşme aşamasına geçilirken, aynı zamanda batı tipi demokrasiler de gelişmiştir .
Batının gelişmiş ülkelerinde kapitalistleşme ile beraber demokratikleşme süreci de aynı zamanda ilerlerken , görünüşte halk kitlelerinin genel oy üzerinden egemenliği öne çıkmış ama arka planda giderek artan sermaye birikimi doğrultusunda kapitalistlerin bir sınıf olarak ağırlığı siyaset ve devlet yönetimi üzerinde daha fazla hissedilmiştir . İş adamları ülke ekonomisinde üretim araçlarının sahipleri olarak daha fazla pay sahibi olurken ,bu güçlerini sermaye birikimi doğrultusunda kullanmışlar ve zaman zaman ülke politikasına müdahale ederek ara rejimleri gündeme getirmişler ve böylece sermaye birikimleri için fırsatlar yaratmışlardır . Uluslar arası ilişkilerde ekonomi öne geçtikce ,ekonomik güce sahip olan işadamlarının karar mekanizmalarını belirleyici gücü artmış ve zaman içerisinde kapitalist sistem demokrasilerin yönlendirici güç kaynağı haline gelmiştir . On beşinci yüzyıldan sonra batı Avrupa ülkelerinin deniz aşırı ülkelere açılmaları ve küresel boyutta sömürge imparatorlukları kurmalarıyla beraber kapitalizm dünya ekonomisinin yönlendirildiği bir uluslar arası sistem haline dönüşmüştür . Batı Avrupa’nın merkez ülkeleri sömürgeler üzerinden dünyayı yönetmeğe başladıklarında , çok büyük ekonomik malvarlığının da sahibi olmuşlar ve bu ülkeler üzerinden de burjuvazi ,giderek uluslar arası bir yapılanmanın merkezi gücü konumuna gelmiştir .Kendi ülkesinin halkı ile beraber dünya ülkelerinin kaynaklarını da sömürerek gelişen uluslar arası burjuvazi ,beş yüz yıl içerisinde tekelci bir güç haline gelerek , devletlerin ve imparatorlukların ötesinde bir dünya gücü olarak insanlığın önüne çıkmıştır . Birinci ve İkinci Dünya Savaşları senaryoları bu güç merkezi tarafından planlanarak , Avrupa ülkelerinin yüz milyondan fazla insan kaybı yaratılmış ve böylece sömürgeci Avrupa devletlerinin geleceğin dünya devletini oluşturmaları sürecinin önü kesilmiştir . Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla beraber bütün sömürgeler bağımsızlaştırılarak , küresel ekonominin denetimi altına alınmış ve batı Avrupa devletlerinin dünya kıtaları üzerindeki geçmişten gelen yapılanmaları tasfiye edilmeğe başlanmıştır . Böylece ,uluslar arası burjuvazinin küresel dünya imparatorluğuna giden yol açılmağa çalışılmıştır . Yeryüzünde bu tür gelişmeler birbirini izlerken ,batı Avrupa ülkelerinde de giderek bilinçlenen halk kitleleri krallıklara karşı cumhuriyet ve demokrasi kavgası vererek çağdaş demokratik rejimlere giden yolda mücadelelerini sürdürmüşlerdir .
Tarihsel süreç açısından batı bloku ele alınırsa , tek bir batının olmadığı ve iki yüzlü bir batı dünyasının geliştiği görülmektedir . Rönesans ve reform sonrasında aydınlanma devrimi ile ortaya çıkan batı dünyasının uygar yüzü halk egemenliğine dayanan çağdaş demokrasilerdir . Beş yüz yıllık sömürge imparatorluklarından gelen kapitalist batı ise , batı dünyasının insanlık dışı karanlık yüzünü yansıtmaktadır . Genel olarak batının bu karanlık yüzü dünya kamuoyundan gizlendiği için, batı merkezli hegemonya çağdaş batı demokrasilerinin arkasına saklanarak yürütülmeğe çalışılmaktadır . Batı demokrasilerinin görünen yüzü halk kitleleri görünmeyen yüzü ise kapitalist sistemin büyük patronlarıdır .Kendilerini burjuvazi olarak nitelendirerek masum vatandaşlar topluluğunun bir parçasıymış gibi görünmelerine rağmen , uluslar arası örgütler ve yer altında çalışan gizli yapılanmalar aracılığı ile var olan devlet yapılanmalarının ötesinde ve genel olarak küresel boyutta çok büyük bir güce sahip bulunmaktadırlar . Sahip oldukları gücü her yönü ile kullanabilmek ve dünya nimetlerini kendi çıkarları doğrultusunda paylaşabilmek doğrultusunda bazen açık bazen da gizli toplantılar yaparak ,dünya siyasetini ,medyasını,sivil toplum kuruluşlarını ve de asıl olarak şirketlerini kendi çizdikleri plan ve programlar doğrultusunda yönlendirmektedirler . Bütün dünya nimetleri ,yer altı kaynakları ,ülkelerin ve toplumların sahip oldukları diğer zenginliklerin tamamı büyük patronların önündeki haritalarda bulunmakta ve bunlar ile ilgili kararları gene kapitalizmin para babaları vererek , beş kıtadaki devletler ile dünya halklarını belirli doğrultularda ya da amaçlarda yönlendirebilmektedirler .
Yayınlanan bir çok kitapta ve İngiliz istihbaratının her elli yıl sonrasında yaptığı açıklamalarda ,Büyük Sovyet Devriminin Rus halkı tarafından değil ama dünyayı yöneten para babaları tarafından organize edildiği anlaşılmaktadır . Kendi çıkarları doğrultusunda sosyalist enternasyoneli kurarak bu yolu açan ve New York borsasından verilen paralar ile Troçki’yi New York’tan Moskova’ya göndererek destek sağlayan ,daha sonraki aşamada İsviçre’den özel bir tren ile Lenin’i Moskova’ya gönderen para babaları ,geleceğin dünya devletinin çekirdek örgütü olarak kurdukları kapitalist enternasyonel in çıkarları doğrultusunda belirli bir aşamada batı Avrupa devletlerinin hegemonya düzenlerini ortadan kaldırmak için , sosyalist devrimi ve geçici olarak Sovyetler Birliği gibi dev bir yapılanmayı dünyayı korkutmak için yaratmışlar ve kullanmışlardır .Daha sonraki aşamada böyle bir yapılanmaya gereksinme kalmayınca tek bir kurşun atmadan bu büyük imparatorluğu tasfiye ettirerek bugünkü küreselleşme döneminin önünü açmışlardır . Bu arada dünya savaşları olmuş ,yüz milyondan fazla insan ölmüş ve yeryüzü bütünüyle yıkılmıştır ama büyük patronların giderek Siyonizm ile bütünleşen küresel imparatorluk oluşturma hayalleri hiçbir zaman sönmemiştir . Atlantik kıyılarından başlayan küresel emperyalizm , dünyanın merkezi coğrafyasına ve kutsal topraklara yöneldiği bir süreç içerisinde her türlü savaşı ve siyasal olayı yaratmayı evrensel planın bir parçası sayan para babaları , batı demokrasilerini de bu büyük hedefe doğru yönlendirirlerken sahip oldukları sermaye gücünü ekonomik bir koz ya da silah olarak kullanmışlar ve görünüşte halkın egemenliğine dayanıyormuş gibi görünen demokrasileri aslında sermayenin egemenliğine dayandırarak zaman içerisinde demokrasilerin sermaye egemenliği rejimi olan kapitokrasiye dönüşmelerine yol açmışlardır . Halk kitleleri görünüşte demokrasi oyunu oynarken ,para babaları batıda oluşmuş olan kapitalist enternasyonelin çıkarları ve talimatları doğrultusunda kapitalin gücünü siyaset sahnelerine dayatmıştır . Özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında ,hemen hemen bütün ülkelerde bu doğrultuda yeni iktidar yapılanmaları oluşturulmuş ve okyanus ötesinden gelen kapitalist enternasyonel emirleri doğrultusunda bütün devletler dışa bağımlı siyasal kadrolar aracılığı ile yönlendirilirken dünya halklarının demokrasicilik oynamalarına görünüşte izin verilmiş ama arka planda ve siyasetin perde arkasında küresel sermayenin imparatorluğu doğrultusundaki planlar ,programlar ve talimatlar , ya çeşitli siyasal ya da ekonomik senaryolar aracılığı ile gerçekleştirilmiş ya da faşist baskılar yolu ile her yerde dayatılmıştır . Bir anlamda ,kapitalist enternasyonel bütün uluslar arası kuruluşların ve devletlerin üstünde ve ötesinde süper bir güç olarak hareket etmiş ve sermayenin dünya imparatorluğunu yarı yarıya gerçekleştirmiştir .
Kapitalist enternasyonel , bütün ülkelerdeki büyük sermayedarları ve güçlü para babalarını kendine bağlı örgütlerin çatısı altında toplayarak hareket ettiği için bir anlamda kolektif hegemonyşa düzenine yönelinmiş ve bu doğrultuda özellikle son yıllarda dünya sistemline direnen ülkelere yönelik askeri saldırı ve işgal eylemlerinde koalisyon güçleri adı altında dünya halkları ve devletlerine karşı bir çıkar birlikteliği sergilenmiştir . Her türlü siyasal atraksiyon küresel emperyalizmin çıkarları doğrultusunda gündeme getirilirken , gene yabancı sermayenin denetimi altındaki medya ve basın organları üzerinden bu atılacak yeni adımların sanki halkın çıkarına uygunmuş gibi atmosfer yaratılmış , büyük şirketlerden yabancı para birimleri üzerinden ücret alan göbeğinden dışarıya bağımlı mandacı ve işbirlikçi aydın,yazar ,gazeteci ,bilim adamı ve siyasetçiler bu doğrultuda gene kapitalist enternasyonelin adamları tarafından kullanılmışlardır .Kapitalizmin çıkarlarının ,demokrasilerde işbirlikçi ve mandacı kadrolar tarafından halk kitlelerine dolaylı yollardan benimsetilerek karar mekanizmalarının çalıştırılması gibi bir durumda ,demokrasilerin halk egemenliği doğrultusunda değil ama kapitalizmin hegemonyası doğrultusunda işlediği görülmektedir . Görünüşte bir halk egemenliğinin korunmuş olması siyasal rejimin gerçek anlamıyla demokrasi olduğunun delili olarak görülemez . Karar mekanizmaları sonunda kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda çalıştırılıyorsa ve halk kitlelerinin oyları bu doğrultuda yönlendiriliyorsa o zaman var olan rejimin adı demokrasi olamaz , bu rejime kesin olarak bir ad konulması gerekiyorsa o zaman kapitalin egemenliği anlamında kapitokrasi denilebilir , çünkü en sonunda kapitalist sistem kazanmakta ve kapitalist enternasyonelin istek ve direktifleri halk kitlelerine işbirlikçi medya ve siyasal yapılar üzerinden onaylatılarak görünüşte bir demokrasicilik oyunu aptal yerine konulan halk kitlelerini ya da insanlığı tatmin etmek için oynatılmaktadır . Para babaları her sene dünyanın en güzel köşelerinde toplanarak ararlar alırken ,dünya devletlerinin parlamentoları ve halkların gerçek iradeleri devre dışı bırakılmaktadır . Böylesine olumsuz koşullarda gerçek anlamda demokrasilerden söz edebilmek giderek zorlaşmaktadır .
Küresel sermaye soğuk savaş sonrası dönemde yarı yarıya bir dünya hegemonyası kurabilmiştir ama daha iş bitmemiştir . Planın tam orta yerinde ,birbirini izleyerek yaşanan olaylar çerçevesinde küresel imparatorluk programı açığa çıkmış ve bütün dünya devletleri bu sürece karşı kendilerini koruma doğrultusunda önlemler almağa başlamışlardır . Ayrıca ,New York üzerinden Amerikan devletini küresel imparatorluk doğrultusunda kullananan kapitalist enternasyonele karşı bütün ülkelerde büyük tepkiler öne çıkmıştır . Yüz yıllık süper güçlük döneminin tamamlayan Amerikan devleti giderek güç kaybederken , Rusya,Çin,Brezilya ve Hindistan gibi dev ülkeler yeni kutup başları olarak devreye girmişler ve kapitalist enternasyonelin Amerikan devleti üzerinden sürdürdüğü imparatorluk girişimlerine karşı tavır koymuşlardır . Dünya Ticaret Örgütünde çıkan kavgalar sonucunda Bric ülkeleri olarak bu dört dev ülke batı emperyalizmine karşı bir doğrultuda hareket ederek batı kapitalizminin yeniden küresel bir sömürü imparatorluğu oluşturmasının önüne geçmeğe başlamışlardır . Yeni ABD başkanı G-20 ülkeleri platformu ile tepkileri önleyerek küresel imparatorluğa devam edebilmenin yolunu açmağa çalışmış ama bu girişimlerinde başarılı olamamıştır .Yirmi yıllık küreselleşme döneminin sonuna gelindiğinde bütün gerçekler ortaya çıkmış ve dünya halkları demokrasi perdesinin arkasında gizlenen küresel imparatorluk oyunlarını görmeğe başlamıştır . Patronların desteği ile gündeme gelen neo-liberalizm kısa bir zaman sonra liberal faşizme dönüşmüş ve para babalarının istekleri doğrultusunda dışarıdan gelen talimatlar ,dünya ülkelerinin parlamentolarından gece yarıları gizli oylamalar ile yasa olarak çıkartılmıştır . Halkın temsilcilerinden oluşması gereken meclislerde büyük şirketlerin ya da emperyal devletlerin yanlısı kişiler dış destekler yolu ile oturmağa devam ettiği sürece ,demokrasilerin kapitokrasiye dönüşmeleri kaçınılmazdır . Bütün ülkeler için hazırlanmış olan standart yasalar tercüme bürolarından geçirilerek meclis gündemine alındığı sürece ,kapitalin egemenliğinde bir kapitokrasi devam edip gitmektedir .Ara sıra yapılan seçimler ise halk kitlelerinin demokrasi oyunu içinde kontrol edilmelerini sağlamaktadır . Parlamento adaylarının doğrudan ön seçimler yolu ile halk kitleleri tarafından belirlenmediği durumlarda ve merkez yoklamaları ile iç ve dış egen güçlere yakın kişilerin liste başlarına alındığı ortamlarda gene gerçek anlamda demokrasiden söz edebilmek zorlaşmakta ve bunun yerine kapitokrasi işlemeğe devam etmektedir . Sermaye has adamlarını siyaset sahnesinde öne sürmeğe ve kendi denetimi altındaki medya ile de bunları desteklemeğe ısrarlı bir biçimde devam etmektedir . Ama , Bric ülkeleri tepkisinin dünyaya yayılmasından sonra eskisi gibi bu oyunun rahat oynanamadığı görülmekte ve bu yüzden de işlerin dışarıdan uzaktan kumandalı olarak manipüle edilemediği ülkelerde kasıtlı olarak olaylar çıkartılarak tepkiler doğrultusundaki gelişmeler önlenmeğe çalışılmaktadır . Batılı ülkelerin gizli örgütleri kapitalist enternasyonelin talimatları doğrultusunda her ülkede istendiği gibi olaylar çıkartarak dünya devletlerinin ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmeleri önlenmektedir . Bu gibi olumsuz durumlar da kapitokrasi rejimlerinin istendiği gibi sermayenin çıkarlarına uygun bir biçimde işlediğini göstermektedir . Ulusal çizgiye kayan bütün devletlerde iç karışıklıklar çıkartılarak , küresel plan doğrultusundaki gidişin kesilmesine izin verilmemektedir .
Kapitokrasi çağımızın gerçeği olan bir rejimin adıdır . Ne var ki , kapitalist enternasyonel büyük para babalarının örgütü olarak geliştiği için çok küçük bir azınlığın çıkarlarını korumakta olduğu için gerçek rejimin gerçek adı olan bu kavramı gizlemektedir . Yedi milyarlık insanlık alemini ve dünya halklarını karşılarına almamak için gene eskisi gibi demokrasi oyununu bütün dünyaya küresel medya ile empoze etmekteler ama perde arkasında kendi gerçek düzenleri olan kapitokrasiyi vazgeçilmez bir biçimde devam ettirmektedirler . Karl Mark’ın deyimi ile uluslar arası finans kapital artık yüzyıllar içerisinde iyice büyümüş ve bu dünyaya sığmaz bir güce erişmiştir . Bu nedenle ,hiçbir ülkeye sığamayan kapitalist enternasyonel , Amerikan gücünü kullanarak bütün dünyaya yayılmakta ve , kutsal topraklar da İsrail yapılanmasıyla beraber Siyonizmin hedeflerine uygun düşen bir doğrultuda kutsal topraklar senaryosu üzerinden dünyanın merkezi alanının ele geçirmektedir . Amerikan gücü zayıflarken yerine yeni bir süper güç ortaya çıkamamakta ama doğunun dev ülkeleri devreye girmektedirler . Kapitalist enternasyonel bu nedenle son zamanlarda zor duruma düştüğü için ,tekrar eski gücüne kavuşabilme doğrultusunda üçüncü dünya savaşını kışkırtabilmektedir .İlk iki dünya savaşı arkasındaki kapitalist enternasyonel planları hatırlanırsa üçüncü dünya savaşının da doğu güçlerinin tasfiyesini sağlayarak , merkezi coğrafyaya yerleşme planını gerçekleştireceği söylenebilir . Bu nedenle bütün insanlığın ana görevi üçüncü dünya savaşının önlenmesi olmaktadır,aksi takdirde bu sefer milyarlarca insanın yok olması gündemde olacaktır .Para babalarının ,kapitalist enternasyonel ve bu merkeze bağlı kılınan kapitokrasiler üzerinden emperyal amaçlarına ulaşmalarının önlenebilmesi için, bütün dünya devletlerinin ve halklarının bir araya gelerek , küresel bir dayanışma düzenine yönelmeleri zorunluluğu her geçen gün daha da acil bir duruma gelmektedir .
Büyük sermayedarlar ve para babalarının demokrasiler üzerindeki etkileri ,baskıları ve yönlendirmeleri önlenemediği sürece kapitokrasi rejimi yaşanan bir gerçeklik olarak devam edecektir .Bu durum da halk kitlelerinin gerçek anlamda bir egemenliğinden söz eebilmek mümkün olamıyacaktır . Halk egemenliğinin soyut bir kavram olarak demokrasi teorisindeki yerini gene kapitalist sistem yanlısı düşünürler ve yazarlar aldatıcı bir yaklaşım içinde yorumlamağa devam edecekler ama , perde arkasındaki kapitokrasi rejimi üzerinden de para babaları gene malı götürmeğe devam edecektir . Son zamanlar da halk kitlelerinin ekonomik olarak çöküşü , ulus devletlerin ekonomik krizler aracılığı ile bitirilişi dünya halklarının açlığa ve sefalete mahkum edilişleri gene kapitalist enternasyonelin küresel imparatorluk planları doğrultusunda gündeme getirilen yaptırım uygulamaları olarak görülmektedir . Dış baskılara direnen , kapitalist sistemin emperyal dayatmalarına karşı çıkan , kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket eden ulus devletler ve dünya halkları böylesine yaptırım uygulamaları ile kapitalist enternasyonel tarafından cezalandırılmaktadır . Finans kapital hiçbir zaman gerçek demokrasiye izin vermemekte ama demokrasi görünümünde kapitokrasiyi ısrarlı bir biçimde majestelerinin adamlarına uygulatmaktadır .Böyle bir aşamada , dünya halklarının gerçek anlamda demokrasiyi geçerli kılabilmek için yeni bir demokrasi mücadelesine girişmeleri ,bozulmuş olan dünya dengelerini yeniden sağlayabilecektir . Sonuna kadar dünya imparatorluğu peşinde koşan para babalarının yeni sömürü düzeni olarak gündeme getirdikleri kapitokrasinin ortadan kaldırılabilmesi için böylesine bir yeni demokrasi mücadelesine gereksinme bulunmaktadır . Askeri yapılanmaların da kapitalist sistemin bekçiliğine yönlendirildiği bir aşamada ,gerçek anlamda demokrasi için halk kitlelerinin yeni bir toplumsal mücadeleye girişmesi ,bozulan dengeler ve sömürünün önlebilmesi açısından zorunluluk bulunmaktadır . İnsanlığın aldatılarak demokrasilerin kapitokrasiye dönüştürüldüğü bugünkü süreçte ,yeniden gerçek demokrasilere geri dönülebilmesi için ve kapitokrasilerin ortadan kaldırılabilmesi için ,bütün dünya halklarının ve devletlerinin küresel bir dayanışma düzenine yönelmeleri gerekmektedir . Gerçek anlamda halk egemenliğine dayanan demokrasilere yeniden ulaşılabilmesi için ,küresel patronların çıkarları doğrultusunda oluşturdukları kapitokrasilere karşı evrensel bir mücadeleye dünya halkları yönelmek zorundadırlar . Kapitokrasiler zararlı ,demokrasiler yararlı rejimlerdir . Kapitokrasiye dönüşen demokrasilerin yeniden halk egemenliğine doğru yönelmesi için evrensel bir dayanışma ile dünya halkları ortak hareket etmek zorundadır .
NOT; Bu yazı ile ilgili olarak meraklıları ,Karl Marks’ın Kapital , Ernest Mendel’in İktidar ve Para ,Michael Parenti’nin İmparatorluğa Hayır ,Nikitin’in Ekonomi Politik ,Alex Callinicos’un Anti-Kapitalist Manifesto ve Atilla Akar’ın Derin Dünya Devleti kitapları ile , Anıl Çeçen’in Kapitalist Enternasyonel ve Nasyonel Enternasyonel makalelerine bakabilirler .
|