İnsan hakları gibi kutsal ve insanlığın geleceği açısından son derece anlam taşıyan bir kavramın emperyalizm gibi son derece sevimsiz ve korku dolu bir kavram ile ele alınması aslında hiç de istenmeyen bir durum olmasına rağmen , yaşanan dünya gerçekleri açısından bugünkü durum ele alınarak incelendiği zaman hiç de istenmeyen böylesine olumsuz bir görünümün ortaya çıktığı görülmektedir . Bir yanda dünyaya egemen olma mücadelesi devam ederken ,öbür yandan halk kitlelerinin ve dolayısıyla bütün insanlığın yaşam mücadelesi sürüp gitmekte ve bu doğrultuda batı kaynaklı emperyalizm devam edip giderken , dünya ülkelerindeki insan hakları mücadelesine bile karışılmakta ve emperyal çizgide gelişen küreselleşme akımı döneminde, her konu hegemonya girişimlerini sürdüren batılı büyük devletlerin halk kitlelerine ve dolayısıyla bütün insanlığa dönük olarak kullanımına sunulurken , insan hakları gibi kutsal bir kavram da iyi niyetten yoksun bir yaklaşım ile istismar edilerek siyasal girişimlerin konusu olmakta ve dolayısıyla da emperyalizmin çirkin ve kirli yüzünü sakladığı bir perdeleme hareketinin kullandığı bir araç konumuna gelmektedir . Uygarlık tarihi boyunca insanlığın sürdürmüş olduğu hak ve özgürlükler mücadelesi ,yirmi yüzyıl sonra daha ileri bir aşamaya gelecekken , küresel hegemonyaya soyunmuş olan batı emperyalizminin kendi çıkarları doğrultusunda bütün dünya ülkelerine yönelik geliştirdiği dışarıdan müdahale girişimlerinin ya gerekçesi ya da örtülü perdesi olarak öne çıkartılmaktadır . İnsanlığın gelmiş olduğu bugünkü gelişmişlik düzeyinde kesinlikle kabül edilemiyecek bu olumsuz durum her türlü karşı çıkışa rağmen kaba gücün dışarıdan dayatmalarıyla ve her ortaya çıkan fırsattan yararlanarak müdahale girişimlerine kalkışmasıyla sürüp gitmektedir .
Yirminci yüzyılın ilk yarısının iki büyük dünya savaşına sahne olması ve bu doğrultuda ortaya çıkan korkunç vahşetin geleceğe dönük önlenebilme çabaları önce Milletler Cemiyeti yapılanmasını gündeme getirmiş ama bu uluslar arası kuruluş ikinci dünya savaşına giden yonul önünü kesemeyince , yirminci yüzyılın tam ortalarında ikinci dünya savaşı sonrası dönemin koşullarında Birleşmiş Milletler örgütü kurularak evrensel bir insan hakları bildiri yayınlanmış ve Amerikan ve Fransız devrimlerinden gelen temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması çabası , daha üst düzeyde bir yapılanma yolu ile güvenceye alınmak istenmiştir . Birleşmiş Milletler kuruluşundan sonra sürekli olarak yaptığı toplantılarda üye olan bütün devletlerin temsilcilerinin katılımı ve onaylarıyla bir çok alanda temel insan hakları ile kararlar almış ve bu doğrultuda hazırlanan protokollar bütün katılımcı ülkelerin imzaladığı temel belgeler ile insanlığın önüne daha iyi bir dünya yaratabilme doğrultusunda birer rehber olarak konulmuştur . İkinci dünya savaşı sonrasında ilk yirmi beş yıl savaşlara tepkinin oluşturduğu elverişli ortamda böylesine olumlu girişimler ile geçmiştir . Yüzyılın son çeyreğine girerken , soğuk savaş koşullarında dünya dengeleri değişmiş , özellikle Avrupa ve Amerika çekişmesi ortamının yeniden gündeme gelmesiyle beraber öne çıkan gençlik olayları giderek dünya barışını tehdit etmiş ve gençler en dinamik güç olarak öne çıkarken , işçi sınıf ve çalışan emekçi kitleler geçmişten gelen dinamizmlerinin ikinci planda kaldığını görmüşlerdir . Gençlerin bütün dünya ülkelerinde baskı ve devlet otoritelerine karşı başkaldırışı ,devlet yönetimleri ile beraber emperyal güçleri de bir tavır değişikliğine sürüklemiştir . Halklar üzerinde baskı ve otorite kurma eğilimlerine karşı çıkışlar hak ve özgürlük arayışlarını tırmandırırken ,beraberinde insan hakları arayışını da öne çıkarmış ve yeni dönemde Birleşmiş Milletler örgütünün de katkılarıyla her yönetim öncelikle insan hakları arayışına önem vermek zorunda kalmıştır .
Bu aşamada Amerika Birleşik Devletlerinde bir fıstık çiftliği sahibi olarak Carter başkanlığa seçilmiş ve ilk yaptığı başkanlık konuşmasında bu aşamadan sonra Birleşik Devletlerin dış politikasının bütünüyle insan hakları kavramına dayanacağını resmen açıklamıştır . 20 Ocak I977 tarihinde yaptığı yemin töreninde yeni ABD başkanı ileri sürülecek bir yeni rüyanın olmadığını ama eski rüyaya taze bir inancı teşvik etmek doğrultusunda geleceğe dönük Amerikan politikasının bütünüyle insan hakları kavramına dayanacağını ilan ediyordu . Artık Amerikan politikası ile beraber diplomasinin de insan haklarına dayalı bir doğrultuda geliştirilmeğe başlanması bütün dünya için yeni bir barış dönemini müjdeliyordu .Carter yönetiminin dış siyasetinin bütünüyle insan hakları kavramına dayalı bir düzeye gelmesi üzerine , yılların emperyalist gücü ABD’nin artık eski saldırganlığını bırakacağı ve küresel bir barış döneminin başını çekeceği gibi yeni umutları yeşertiyordu . Kişi dokunulmazlığının devletler tarafından ihlal edilmemesi ana ilke olarak benimsenirken İnsanın doğuştan gelen temel haklarına saygı gösterilmesi ve bunların elbirliği ile güvenceye kavuşturulması çabaları son derece olumlu karşılanıyor ,ayrıca devletlerin giderek artan sosyal ve ekonomik görevleri insan haklarının alt yapılarını oluşturma çizgisinde geleceğe dönük umutları yükseltiyordu .Yeni Amerikan yönetimi hem başkanın hem de dışişleri bakanının ağzından , Amerikan halkının sahip olduğu en üst düzeydeki siyasal hakların tamamının bütün dünya halkları için bir hak olduğu ve bu temel hakların evrensel düzeyde yaygınlık kazanabilmesi doğrultusunda yoğun bir diplomasi yürütüleceği kamuoyuna duyuruluyordu . Bütün dünya ülkelerine batı tipi bir gelişmiş demokrasiyi kazandırma doğrultusunda en üst düzeyde insan haklarının yaygınlık kazanması gerektiği açıkca en güçlü ülkenin yeni yönetimi tarafından dile getiriliyordu . ABD bir anlamda insanlığa ve dünya ülkelerine karşı bir söz veriyor ve bu aşamadan sonra insanlığın kurtuluşu yolunda her aşamada insan haklarına öncelik vereceğini açıklayarak kendisini bağlıyordu .
Yirminci yüzyılın sonlarına doğru yaklaşırken , yüzyılın ilk yarısındaki çok kanlı iki dünya savaşından ders çıkardığı tahmin edilen ABD yönetiminin yeni dönemde kendisini insan hakları öncüsü ve savunucusu konumuna koyarak insanlığa öncülük yapacağı bekleniyordu . Ne var ki , savaşlar sonrasında ilk kez I975 yılında Helsinki’de bir araya gelen ABD ve SSCB başkanları iki ayrı kutbun temsilcileri olarak tek bir insan hakları bildirisi anlamında Helsinki şartını imzalıyorlar ve bu aşamadan sonra da ,Demirperde gerisindeki sosyalist sisteme karşı batı dünyasından sürekli olarak yükselen insan hakları baskılarıyla doğu blokunun çözülme sürecine doğru sürüklendiği görülüyordu .Avrupa Güvenlik ve İşbirliği örgütü çatısı altında meydana gelen iki blok arasındaki yakınlaşma , Helsinki şartının ve daha sonraki aşamada da Paris şartının ortaya çıkardığı yeni gelişmeler sayesinde dünyanın doğu yarısında yer alan sosyalist sistemin çözülmesine giden yolu açıyordu . Sürekli olarak batı basını aracılığı ile baskı altına alınan sosyalist ülkeler ve rejimler ,insan hakları üzerinden yargılanıyor ve böylece dağılmağa ve çöküşe doğru bu yapılar itiliyordu . İnsan hakları gibi kutsal bir kavramın böylesine bir yıkım amacıyla kullanılması , kavramın siyasal amaçlı bir işleve doğru kaydırıldığını ve bu kavram üzerinden karşı blokun yargılanarak çözülmeğe mahkum edildiği kısa zaman sonra anlaşılıyordu . İyi niyetten yoksun bu yaklaşımın emperyal batı ülkeleri tarafından ısrarlı ve sistemli bir biçimde devam ettirilmesi ,iki kutuplu dünyanın sona ermesine giden yolu açıyordu . Sosyalist ülkelerin tek parti yönetimleri ve onların uzun süreli otoriter başkanlıkları , bir süre sonra dünya kamuoyu önünde insan hakları açısından yargılanarak ve tartışma konusu haline getirilerek çöküşe doğru yönlendiriliyorlardı .Dünya devletinin başbakanı konumundaki eski ABD dışişleri başkanı Henry Kissinger ,bu durumu açıklarken , tarihin gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğu olan Sovyetler Birliğinin tek bir kurşun atılmadan yıkıldığını çünkü ,atom bombasından daha güçlü bir silah olarak insan haklarının bu amaçla kullanıldığını yıllar sonra yazmış olduğu anı kitaplarında kabül ediyordu .
Batı dünyasının yeryüzü üzerinde oluşturduğu küresel hegemonya düzeninin eski sömürgecilik dönemlerinden gelen doğrultuda yoluna devam edebilmesi için karşı kutup olarak Sovyetler Birliği ve bu büyük devlete bağlı olarak oluşturulmuş olan sosyalist sistemin yıkılması gerekiyordu . Nitekim ,batı emperyalizmi bu öncelikli amacına kısa bir zaman dilimi içerisinde ulaşırken , insan hakları gibi atom bombasından daha güçlü bir silahı kullanmaktan çekinmiyor ve bu kavram üzerinden sosyalist sistemin üyesi olan ülkelerde ciddi tartışmaları , kendi kontrolu altındaki evrensel basın ve medya organları üzerinden bu ülkelere taşıyordu . Özellikle ,televizyon yayınlarının uydular üzerinden bütün dünya ülkelerinde izlenebilir duruma gelmesiyle beraber merkezi otoriter yönetime dayalı olarak kurulmuş olan sosyalist sistemler birer birer dökülüyordu. Gorboçof isimli batı kafalı bir genel sekreter zamanında Sovyetler Birliği Komünist partisi Glastnost adıyla dışa açılıyor ve böylece batı dünyasından gelen büyük eleştiriler ile beraber insan hakları doğrultusunda sosyalist sistem yargılamaları ,bu ülke insanlarına yönlendirilerek , sosyalist devletlerin otoriter yönetimlerine karşı bu ülkelerin halklarının isyan etmeleri batılı ülkelerin gizli servislerinin provokasyonları ile gerçekleştiriliyordu . Romanya,Bulgaristan,Polonya gibi doğu bloku ülkelerinde birbiri ardı sıra halk ayaklanmalı kışkırtılıyor ve çalışan emekçi yığınların çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla oluşturulmuş olan sosyalist sistemler , zaman içerisinde kayılmış olan otoriter ve baskıcı düzenlere karşı halk kitlelerinde oluşmuş olan tepkilerin batı dünyası ve emperyal güçler tarafından kullanılmasıyla halklar kendi devletlerine karşı bir çizgide ayaklanıyorlardı . Halktan yana halk demokrasileri olarak kurulmuş olan sosyalist devlet sistemlerinin gene halk kitlelerinin ayaklanmalarıyla yıkılma noktasına gelmesi ,tarihin garip bir cilvesi ama emperyalizmin bilinçli bir oyunu olarak tarih sahnesine çıkıyordu . Son dönemlerde başlatılan güler yüzlü sosyalizm bile çöküşü önleyemiyor ve , insan hakları gibi kutsal bir kavramın otoriter rejimden kurtulma doğrultusunda yeni bir siyasal ideal olarak ortaya atılmasıyla ortaya atılmasıyla , halk kitleleri halkçı demokrasileri yıkmak için ayaklanma aşamasına geliyorlardı . İnsan hakları kavramı sihirli bir büyü gibi ,sosyalist ülkeler üzerinde dolaşarak bu ülkelerin devlet ve siyasal rejim düzenlerini çökertirken ,batı emperyalizmi böylesine bir senaryoyu önceden hazırlıyarak karşı kutbu çökertemek üzere devreye sokuyordu .
Yirminci yüzyılın son on yılına girerken sosyalist sistemin insan hakları kavramı üzerinden çökertilmesi , batı emperyalizmine büyük bir zafer duygusu aşılıyor ve böylece kendine daha fazla güvenen sistem , soğuk savaş sonrası yeni dönemde bu sefer de ulus devletleri karşısına alıyordu . Sosyalist sistemi tasfiye doğrultusunda geçmişten gelmiş olan insan hakları söylemini daha da tırmandırarak ,bu sefer Birleşmiş Milletlere üye olma hakkı kazanmış olan bütün ulus devletlere yönelik yeni senaryolarda gene emperyal ve işbirlikçi çevrelerde insan hakları şarkıları söylenmeğe devam ediliyordu . Sosyalist sistemlerde insan hakları söylemleri özgürlükler üzerinden otoriter tek parti sistemlerini yıkarken , yeni dönemde de ulus devletlerin merkezi ve üniter siyasal yapılarının tasfiye edilmesinde gene insan hakları silahı ve kozları kullanılıyordu . Batı blokunun uluslar arası tekelci şirketlerinin merkezinde bulunduğu bir küresel emperyalizm yeryüzüne yayılırken , kıtalar üzerine dağılmış olan ulusal ve üniter devletlerin parçalanması gerekiyordu . İşte böylesine bir sonucu en kolay yoldan sağlayacak olan senaryo insan hakları kavramının siyasal amaçlı kullanılmasıydı . Ulus devletler içinde yer alan çeşitli alt birimlerin ve etnik toplulukların zaman içerisinde ulusal yapı kazanabilmeleri için Avrupa Birliği çatısı altında ulusal azınlıkları koruma sözleşmesi kabül ediliyor ve böylece öteki kavramının öne çıkarılmasıyla yeni küçük ulusal yapıların oluşturulması hedefleniyordu . Alt kimlikli etnik topluluklara küçük uluslar olarak yeni dönemde yer verilmeğe çalışılmasıyla küçük uluslar üzerinden büyük ulusların parçalanması ve böylece büyük nüfuslu devletlerin küçültülmesi isteniyordu . Daha sonraki aşamada yerel yönetimler özerklik şartının gündeme getirilerek bütün dünya ülkelerine empoze edilmesiyle beraber , devletlerin çatısı ve sınırı içinde başkentlere bağlı konumda bulunan şehirlerin ayrılması ve böylece kendi başlarına ayrı bir geleceğe yönelmeleri planlanıyordu . Başkentlerden koparak özerklik statüsüne kayacak olan kentler üzerinden ayrı kentlerde yaşamakta olan farklı etnik ve dinsel grupların kendi küçük yerel devletlerini zaman içerisinde oluşturması bekleniyordu . Yerel yönetimler özerklik şartı , hem kentlere hem de farklı kentlerde yaşamakta olan alt kimlikli etnik ve dinsel gruplara ulus devletlerden ayrılarak kendi başlarına yaşayacakları küçük devletçiklerin gündeme getirilmesinin önünü açıyor ve böylece , uluslar arası tekellerin önündeki en büyük engel olan ulus devletlerin parçalanarak ortadan kaldırılmasına yol açıyordu . Ulusal azınlıkların korunmasıyla bütün küçük grupların uluslaşması ve böylece alt kimliklerin kendi küçük ulus devletlerini yerel düzeyde oluşturarak büyük ulus devletleri parçalaması bekleniyordu . Küçük ulus devletçikler ile oluşacak yeni eyalet devletleri sayesinde ulusal ve üniter devlet yapılarının zaman içerisinde dışarıdan yönetilebilecek bölgesel federasyonlara dönüşmeleri bekleniyordu . İnsan hakları kavramının büyülü ortamında hem küçük topluluklar uluslayarak büyük ulusları dağıtacak hem de kentler devletleşerek büyük üniter devletlerin ortadan kalkmasına giden yollar açılacaktı .
Küresel emperyalizm küreselleşme döneminde ulus devletleri yeni hedef olarak seçince ,bu devlet yapılarına istediği an ve yönlerde her zaman için dışarıdan müdahale edebilecek yöntemler geliştirmeğe başlamış ve bu doğrultuda gene insan hakları kavramı öncelik kazanarak devreye girmiştir . Dünya ülkelerinden hangisi uluslar arası konjonktürde öne geçerse o ülke ile ilgili sorunlar hemen gündeme getirilerek ,insan hakları üzerinden bu ülkelere müdahale edebilmenin yolları aranmıştır . Birleşmiş Milletler ya da uluslar arası diğer kuruluşlar evrensel düzeyde çalışmalarını yürütmelerine rağmen , bu kuruluşların ağır çalışmaları ve diğer ülkelerin katılımı ile karar vermeleri nedeniyle , bu kuruluşlar üzerinden istedikleri ülkelere müdahale olanağı bulamayan batının önde gelen emperyal devletleri gizli servislerini araya sokarak bunları ajanları ya da yerli işbirlikçileri aracılığı ile çeşitli olaylar çıkarabilmişler ve bu olaylar üzerinden istedikleri devletlere müdahale ederek iç işlerine karışabilme olanağını ele geçirmişlerdir . Birleşmiş Milletler örgütünün anayasasına göre her devletin birbirinin sınırlarına saygılı olması ,içişlerine karışmaması ve hiçbir nedenle dışarıdan müdahale etmemesi gerekirken , yeni geliştirilen insan hakları stratejisi üzerinden batının emperyalist devletleri hemen istedikleri ülkelere müdahale ederek içişlerini karıştırmayı hedeflemişler ve böylece dünya ülkelerine istediklerini dolaylı yollardan kabül ettirirlerken gene insan hakları kavramından fazlasıyla yararlanmışlardır . Sosyalist sistemi yıkan insan hakları kavramı yeni dönemde ulus devlet yıkıcılının da en çok kullanılan silahı konumuna getirilmiştir . Yeryüzünde bulunan iki yüz civarındaki devletin yüzyılın sonuna adar iki bine çıkartılması amaçlanırken , halen küresel alanda etkin olan ve bütün kıtalar üzerinde ticareti yönlendiren en büyük elli bin uluslar arası tekelci şirketin öne çıkacağı yeni dönemde, küresel ekonominin beş bin civarında daha büyük tekelci firmaya bırakılmasının düşünüldüğü anlaşılmaktadır . Küreselleşmenin yıkıcı ve parçalayıcı etkisini insan hakları kavramı gerçekleştirirken ,tekelci şirketlerin önündeki en büyük engel olan ulus devletlerin ortadan kaldırılmasına katkı sağladığı görülmektedir . İnsan hakları adına savunulan alt kimlikçilik, ya da öteki kavramı üzerinden öne çıkarılan farklı kimlikler , birbirinden ayrı etnik topluluk ve dini cemaat kimlikleri de ,çok kültürcülük ya da farklılıkların bir arada yaşaması söylemi ile gerçekleştirilerek , homojen bir temele dayanan ulus devletlerin üniter statülerinin ortadan kaldırılmak istendiği anlaşılmıştır . İnsan haklarının bireysel düzeyde ele alınması ,neo-liberal düşüncelerin toplum içerisinde bireyciliği tırmandırırken , insan hakları kavramı da toplumu parçalayacak derecede bir atomizasyon etkisi yaratmağa devam etmiştir . İnsan haklarının bireyle bütünleşen bir çizgide yorumlanması , toplumun dağılmasına giden yolda atomizasyonu güçlendirmiş ve bazı zayıf toplum ve devlet yapılarının hemen çözülmesinde etkili olmuştur . İnsan hakları normal insanlarda bir bilinçlenme ve uyanma sağlarken aynı zamanda bireyciliği de öne çıkararak insanların kendi toplumları ile geçmişten bağları zayıflatmış ve belirli bir süreç içerisinde de ulusal kültürü ve birikimi yıkarak ulus devletlerin yıkılmasında etkili olmuştur .
Ulusal ve üniter devlet yapılarını görmek istemeyen bir an önce bu gibi güçlü merkezi yapıların dağıtılmasını hedefleyen küresel emperyalizm , bir anlamda insan hakları kavramını emperyal bir silah olarak kullanarak , böylesine kutsal bir kavram üzerinden ulusal ve üniter yapıları zorlayarak çökertme ve dağıtma operasyonlarını örgütlemiştir . Merkezi yapılanma içerisindeki ulus devletlerin kendiliğinden dağılmaları beklenemiyeceğine göre , uluslar arası tekelci şirketler kendi dünya imparatorlukları için bu siyasal yapıları tasfiye etme aşamasında insan hakları gibi kutsal bir kavramı emperyal amaçlı kullanmaktan çekinmemişler ve bir anlamda son dönemde yeryüzünde bir insan hakları emperyalizmini bilinçli ve planlı olarak örgütlemişlerdir . Bir anlamda insan haklarının siyasal amaçlı kullanılması ortaya bir insan hakları emperyalizmini çıkarmıştır . Var olan devletler , uluslar ve üniter ya da merkezi siyasal yapılanmalar tasfiye edilirken , en önde kullanılan koz ya da siyasal enstrüman olarak insan hakları kavramının kasıtlı olarak öne çıkarıldığını ve emperyalizme karşı direnmek zorunda kalan devletlere ya da uluslara karşı emperyal amaçlı olarak kullanıldığı çok sık olarak görülmektedir . Demokrasi kavramı da bu aşamada insan hakları ya da özgürlükler kavramları ile birlikte kullanılarak , demokratik serbestlik içerisinde ulusal ve üniter yapıların tasfiyesine çalışılmaktadır . Bu doğrultuda dıştan destekli olarak çalışmalar yapan uluslar arası kuruluşlar ya da sivil toplum kuruluşları da ortak dağıtma ve parçalama stratejilerinin başlıca silahları olarak hep birlikte dünya uluslarına karşı kasıtlı olarak kullanılmaktadır . Bu durumun farkına varamayan dünya halkları ve devletleri , kutsal bir kavram olan insan haklarına karşı çıkamadıkları için , bu kavram üzerinden gündeme getirilen emperyal oyunlara karşı çıkamamakta ve zaman içerisinde alet olarak dağılmaktan da kurtulamamaktadırlar . Devletler arası oynanan büyük oyunda güçlü devletler zayıf devletleri yenerken ya da yutarken insan hakları kavramını rakip devletlerin tasfiyesinde alt kimlikleri hortlatmak ,ya da toplumları sivilleşme adına kendi devletlerine karşı kışkırtmak üzere kullanmaktan hiçbir zaman için çekinmemişlerdir . Büyük devletlerin küçük devletleri yutması oyununda insan hakları en güzel ve etkili aldatıcı bir unsur olarak her zaman için devreye sokulmuştur .
Küresel şirketler kendi çıkarları doğrultusunda bir evrensel dünya imparatorluğunu bütün devletlere ve halklara zorla dayatırken , ulus devletlerin kendi iç hukuklarını devre dışı bırakacak doğrultuda yeni bir uluslar arası hukuk düzeni oluşturabilmenin yollarını aramıştır .Hak ve özgürlük kavramları üzerinden var olan hukuk düzenlerine karşı bilinçli bir karşı çıkma kampanyası ,emperyal merkezler tarafından örgütlenirken hukuk düzenlerinin yıkılması ,dolayısıyla da devlet düzenlerinin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır . Etimolojik açıdan hak kavramının çoğulu anlamında hukuk kavramı haklar anlamına gelirken ,hak kavramını bireyselleştirerek ,bireysel hak kavramı üzerinden ülke içi haklar düzeni anlamında ulusal hukuka karşı çıkılmakta ve uluslar arası sözleşmelerin öncelikle uygulanmasıyla ilgili maddeler anayasalara koydurularak , ulusal hukuk sistemlerin ötesinde ve üstünde yeni bir hukuk düzeni oluşturularak ulus devletlerin geçmişten gelen hukuk düzenleri tasfiye edilmektedir . Bu tutum bilinçli ve planlı bir doğrultuda izlenerek , ulusal hukuk düzenlerinden uluslar arası yapılanmaya gidilmektedir . Yeni dönemde hukuk düzenleri ulus devletlerin dışına çıkartılmakta , uluslar arası hukukun yanı sıra bir de küçük bölgelerde yerel hukuk sistemleri oluşturulmağa çaba gösterilmektedir. Ulusal hukuk düzenleri yukarıdan uluslar arası hukuk ile devre dışı bırakılırken , yerelleşme ile gündeme gelen yerel hukuk yapılanmalarıyla da ulusal hukukların taban ile ile olan bağlantısı da kesilmekte , sivil toplum kuruluşlarının belirli alanlarda tam yetkili örgütler olarak dış destekle devreye sokulmalarıyla da , var olan devlet yapılarının bu kez yandan toplumsal yeni oluşumlar üzerinden de devre dışı bırakılmak istendiği göze çarpmaktadır . Bireyselleştirilmiş insan hakları üzerinden haklar düzeni olarak örgütlenmiş olan ulusal hukuklara karşı çıkılırken aynı zamanda diğer hukuk oluşumları birer alternatif yapılanma olarak devreye sokulmak istenmektedir . Tekelci şirketler küresel imparatorluğa yönelirken , kendi çıkarları doğrultusunda yepyeni bir uluslar arası yapılanmayı gerçekleştirirken , ulus devletlerin kendilerine karşı çıkmasını önlemekte ,insan hakları kavramı üzerinden uluslar arası protokollar ile ulusal hukukları devre dışı bırakan yeni bir küresel hukuku oluşturma yolunda gelişmeleri yönlendirmektedirler . Dünya toplumlarının uluslar arası sözleşmelerin öncelikli olarak uygulanması ile , ulusal hukuk düzenlerinden uzaklaştıkları bir döneme doğru gidilmektedir . Dışa açılmalar ve de uluslar arası sözleşmeler üzerinden küresel hukuk düzeni oluşturulurken , şirketler devletlerin yerini almakta ve şirketler hukuku bir anlamda uluslar arası hukuku oluşturarak yeni dünya düzeninin temeli olarak devreye girmektedir . Şirketlerin merkezde yer aldığı bir şirketler hukukunun ,uluslarası hukukun yerine bütün dünya ülkelerinde öncelikli olarak geçerlilik kazanması , var olan bütün hukuki değerleri yıkacağı gibi aynı zamanda kapitalist sistemin halk kitlelerini sömürmesine yol açan uygulamalarının da hukukileşmesini sağlayarak tam anlamıyla bir insan hakları yıkımına yol açabilecektir .
İnsan hakları kavramı doğası gereği ele alınış biçimine göre farklı anlamlara sahip olabilir .Bireyle özdeşleşmiş insan hakları kavramı toplumda bireyciliğin gelişimini sağlayabileceği gibi , topluma mal olmuş insan hakları da beraberinde kolektif yapılanmaları ve hak düzenlerini gündeme getirebilmektedir . İnsan hakları kavramı bireysel bir içerikle bir toplumda yaratacağı atomizasyon etkisi ile ulusların dağılmasına yol açabileceği gibi , ulusal kurtuluş savaşlarının temeli olarak da ulusların bağımsızlığının ve özgür yaşama kavuşmalarının da temelini oluşturabilmektedir . Bireyci insan hakları ile toplumcu içerikli insan hakları kavramlarını bu yüzden birbirinden ayırmak gerekmektedir . Ne var ki , emperyalizm bir toplumu karıştırmak istediğinde bireyleri ayrı hareket etmeğe yönlendirirken , bireyler arası çatışmaların öncüsü olabilmekte , toplumcu içeriğe sahip bir insan hakları anlayışı ise , toplumların belirli kesimlerinde kolektif hak yapılanmalarına neden olarak ,büyük toplumların parçalanmalarına yol açabilmekte ve böylece büyük devlet yapılarından küçük devletlere yönelişi hızlandırabilmektedir . Bu çerçevede insan hakları kavramı ele alınış tarzına göre farklı anlamlara ve etkilere yol açabilmekte , bazen toplumları dağıtırken , bazen da aksine bütünleştirebilmektedir . Küresel emperyalizm olabildiğince küçük devlet yapıları istediği için genel olarak insan hakları kavramının ,uluslar arası alanda dağılma ya da bölünmeyi kolaylaştırabilecek anlamlar doğrultusunda ele alınarak büyük medya organları tarafından kaotik ortam yaratma doğrultusunda kışkırtıcı bir doğrultuda kullanıldığı görülmektedir . Özellikle son yıllarda ortaya çıkan yeni küçük devletlerin eskiden bağlı oldukları daha büyük devlet yapılanmalarından kopuşları sürecinde bu tür manzaralar göze çarpmakta ve bölünmeye doğru uygun ve elverişli ortamlar yaratılırken bir siyasal silah olarak ya insan hakları edebiyatı yapılmakta ya da bir koz olarak istenen sonuçları elde edebilmek için kullanılmaktadır . Emperyal merkezler ile işbirliği içinde hareket eden siyasal örgütler ya da partiler insan hakları kavramını sonuna kadar önceden belirlenen hedef ve planlara uygun olarak kullanabilmektedirler . Böylece , daha önceden hazırlanmış olan siyasal projeler doğrultusunda istenen siyasal hedeflere ,insan hakları malzemelerinin emperyal amaçlı kullanımlarıyla erişilebilmektedir .
Genellikle batı ülkelerinde görülen klasik çağdaş demokrasilerin , emperyal merkezlere bağımlı bir doğrultuda küresel demokrasilere dönüştürülmesinde gene insan haklarının emperyal amaçlı kullanımının öne çıktığı ve böylesine bir dönüşümün elde edilmesinde başlıca siyasal silah olarak etkili olduğu anlaşılmaktadır . Küresel emperyalizmin etki ajanları ile yerli işbirlikçileri ve mandacı neo-liberal aydın takımı ağız birliği yaparak , her dakika ve her fırsatta demokrasi diyerek cumhuriyet rejimlerinin ulus devletlerin ve üniter siyasal yapıların tasfiyesine giden yolları belirli planlar ve stratejiler doğrultusunda açmağa çalışmaktadırlar .Aynı zamanda ,uluslar arası finans kapitalin merkezinde yer aldığı bir evrensel imparatorluğu da böylesine bir söylemin yardımlarıyla oluşturmağa çalışmaktadırlar . Bir avuç patronun ve onların yerli işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda kurulmağa çalışılan bu yeni emperyalist imparatorluğun gerçekleştirme aracı olarak gene insan hakları her vesile ile gündeme getirilerek kullanılmaktadır .Emperyalizm eskisine oranla daha da gelişerek yoluna devam ederken , geçmişte kalmış olan doğrudan baskı ya da saldırı metotları yerine dolaylı yöntemleri kullanmağa çalışmakta ve bu doğrultuda , insan hakları , demokrasi ve özgürlükler gibi insanlık açısından vazgeçilemiyecek düzeyde anlama sahip olan kutsal kavramları da ,emperyal doğrultuda kullanarak bu kutsal kavramları istismar etmekten çekinmemektedir . İnsanlık yepyeni bir emperyalizm olgusu ile karşı karşıya kalmıştır . Br anlamda süper emperyalizm de denilebilecek küresel emperyalizm olgusu her yönü ile insanlığa saldırırken , insan haklarını da açıkca emperyal amaçlı kullanarak insanlığın umudu olan bir kavramı da rezil etmekte ve halk kitlelerinin geleceğe dönük yaşam mücadelelerinin anlamını da yok edebilmektedir . Böylesine olumsuz bir istismardan insanlığın kurtulabilmesi için , dünya halklarının daha üst düzeyde bir bilinç ile hareket ederek bu büyük istismarı önlemesi gerekmektedir . Her türlü emperyalizme karşı çıkıldığı gibi insan hakları emperyalizmine de ezilen halk kitleleri daha gelişmiş bir bilinç ve örgütlenme ile karşı çıkabilmelidir .
|