Soğuk savaş sonrasında batının emperyalist merkezleri tarafından başlatılmış olan küresel emperyalizm son hızı ile yoluna devam etmektedir . Büyük sermayenin ellerinde toplandığı tekelci şirketler ve onların büyük patronları kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir dünya düzeni kurmağa yöneldikleri son yirmi yıl içerisinde bütün dünya ülkelerindeki siyasal ve sosyal düzenleri alt üst etmişler ve planladıkları gibi bir küresel düzen oluşturabilmek üzere önce yıkıcılığa yönelmişlerdir . Yeni bir dünya düzeni oluşturabilmek üzere yola çıkanlar ve bu yolda gizli plan ve programları dolaylı yollardan uygulama alanına koyanlar kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir düzen oluşturabilmek üzere girişimlere başlayınca , öncelikle hedef aldıkları ülkelerdeki geçmişten gelen eski düzenleri karşılarına alarak bunların yıkılması ya da tasfiye edilmesi doğrultusunda gelişmeleri yönlendirmeğe başlamışlardır . Her geçen gün ya da zaman dilimi sonrasında bu durumu kanıtlayan bir çok olay peş peşe gündeme gelince uluslar arası finans kapitalin niyetleri açığa çıkmağa başlamış ve bunlar iyice açığa çıktıktan sonra , küreselleşme olgusu ile dünyanın nerelere doğru götürülmek istendiği artık tartışılmayacak bir biçimde anlaşılmıştır . Karşı çıkılmaz bir olgu olarak insanlığa bir oldu bitti ile kabül ettirilmek istenen küreselleşmenin aslında emperyalizmin en yeni biçimi olduğu ve bütün yeryüzüne egemen olabilmek üzere eskisinden daha ileri bir düzeyde yıkıcı ya da tasfiye edici metotlar kullandığı görülmüştür .
Batı emperyalizminin finans kapital düzeni , küresel sermayenin güdümünde yepyeni bir dünya düzeni kurmak için yola çıkarken , var olan devlet yapılarının çok sınırlı bir düzeye ineceği minimal bir devlet düzenini hedef olarak seçmiştir . Uluslar arası tekelci şirketler devletlerden daha büyük bir düzeye geçerlerken devletleri ellerinden geldiği kadar küçültmeğe çaba göstermişler ve bu doğrultuda devletlerin üzerinde bulunan bir çok kamu hizmetini özelleştirmeler yolu ile devletlerin elinden alarak minimal devletciliğin önünü açmak istemişlerdir . Uluslar arası kuruluşlar devletlerin dış misyonlarını üstlenirken , diğer yandan yerel yönetimlere ve sivil toplum kuruluşlarına da devletlerin önemli misyonlarının devredilmesi batının emperyal merkezleri tarafından ulus devletlere dıştan baskı ve güdüleme yolları ile dayatılarak kabül ettirilmeğe çalışılmıştır . Böylece devletler , üzerlerindeki kamu hizmetlerinin ve bunlar ile ilgili yetkilerin bir kısmını uluslar arası kuruluşlara ,bir kısmını sivil toplum kuruluşlarına , diğer kısmını yerel yönetimlere devrederlerken önemli bir kısmını da özelleştirmeler yolu ile piyasa ekonomisine terk etmek durumunda kalmışlardır . Devletlerin üzerlerindeki en önemli kamu görevlerinin ve bunlar ile ilgili yetki ve statülerin devlet dışı organlara ya da kuruluşlara devredilmesi , ortaya çok ciddi bir kamu otoritesi boşluğu çıkarmış ve bu doğrultuda son yirmi yıldır dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşanan kaos ortamları bir türlü bitmek bilmemiştir . Küresel sermayenin kendi çıkar düzeni doğrultusunda var olan devlet yapılarına dışarıdan müdahale etmesi , uluslar arası kuruluşları bu doğrultuda kullanması devlet düzenlerini alt üst etmiş ve kamu hizmetlerinin gerektiği gibi insanların ve toplumların gereksinmelerini karşılayacak derecede yürütülmesini önlemiştir .
İnsan varlığını en yakından ilgilendiren sağlık ve eğitim gibi iki önemli alanın da devlet tarafından terk edilmesi ve bu iki yaşamsal alanın özel sektör kuruluşlarına bırakılması ,batılı kapitalist merkezlerin baskı ve dayatmaları sonucunda ulus devletler tarafından yerine getirilmeğe başlanmış ve bu doğrultuda büyük çapta özelleştirmeler yapılarak , eğitim ve sağlık hizmetlerinden devletlerin geri çekilmeleri sağlanmağa başlanmıştır . Bir toplumun sağlıklı insanlardan oluşabilmesi için devletlerin sağlık hizmetlerini bir kamu hizmeti gibi gerektiği gibi yürütmesi varken , yeni kurulmuş şirketlere devletin köklü sağlık kuruluşları satılarak devredilmiş,bir anlamda devlet gücü ile yapılmış olan büyük sağlık merkezleri ya da tesisleri yok fiyatına yabancı şirketlere ya da onların yerli ortaklarına devredilmiştir . Aynı şekilde eğitim kurumları ve kuruluşları da gene küresel emperyalizmin uluslar arası tekelci şirketlerine ya da onların yerli ortağı konumundaki şirketlere asgari ücretlerde devredilerek kamusal mal varlığı önemli ölçülerde zarar ve ziyana uğratılmıştır . Devletler sağlık ile beraber eğitim alanından da geri çekilirlerken , büyük masraflarla yapılmış olan kamunun önde gelen eğitim birimlerinin de yavaş yavaş özel sektör kurumlarına devredildiği bir çok ülkede görülmüştür . Devletlerin küçültülmesi sırasında vatandaşa ve halk kitlelerine eğitim vermek durumunda olan önemli kamu eğitim kuruluşlarının ilgisiz insanların eline ya da yönetimine şirketler üzerinden geçtiği görülmüş ve böylesine olumsuz bir durumun ortaya çıkardığı sorunlar ile boğuşulmağa başlanmıştır .
Her devletin kendi anayasal düzeni çerçevesinde ve yasama organının çıkardığı yasalar doğrultusunda ciddi bir kamu hizmeti olarak vermesi gereken eğitim hizmetlerinin ,özelleştirmeler yolu ile ilgisiz kişilerin ve patronların eline geçmesi bir çok ülkedeki eğitim düzenini alt üst etmiştir . Zaman zaman devletlerin öncülüğünde gerçekleştirilen eğitimde reform girişimleri özel sektör düzeninde yapılamaz hale gelmiş ve bu nedenle de birçok ülkedeki eğitim düzenlerinin istenen düzeylerde geliştirilebilmesi ya da yenilenerek reform denemelerine doğru geliştirilmesi mümkün olamaz bir duruma getirilmiştir . Devletlerin kamu yararına her türlü riski ve maliyeti göze alarak yapmış olduğu eğitim girişimlerine aynı doğrultuda yeni eğitim kuruluşlarının sahibi olan şirketler ya da firmaların yönelmediği görülmüştür . Özel sektörün en büyük kuralı olan en düşük masraf ile en yüksek kazanca ulaşma ilkesi eğitim alanındaki şirketlerde de görülmüş ve bu nedenle ,öğrencilere daha iyi ve geliştirilmiş yöntem ya da araçlar yolu ile eğitim verilmesi gerekirken , masraflardan kısarak daha fazla kazanç elde etmeğe yönelen çeşitli firmaların gereken zamanda zorunlu masrafları yapmaması ya da yeni yatırımlar yolu ile daha gelişmiş eğitim hizmetlerine yönelmemesi nedeniyle öğrenci kitlelerinin mağdur olduğu açıkça ortaya çıkmıştır . Böylesine olumsuz bir durum da eğitimin özelleştirilemiyecek kadar kamu hizmeti kalması gerçeğini ve gerekliliğini bir kez daha kanıtlamıştır . Eğitim işinin şakaya gelmeyeceği , olur olmaz firmaların bu gibi işlere yeterli bir düeye gelmeden girdikleri , eğitim bakanlığının şirketlere yeterlilik verme konusunda üzerine düşen hassasiyeti göstermediği görülünce bunun üzerine ,eğitimde özelleştirme furyası yavaşlatılmıştır . Bazı olumsuz nedenler yüzünden de başlatılan özelleştirme çalışmalarının durdurulması zorunlu hale gelmiştir .
Özelleştirmeler yolu ile eğitim kuruluşlarının özel sektöre devredilmesinin yanı sıra bir de bakanlığın öncülüğünde ya da kamu kurumlarının yol göstericiliğinde yeni yeni eğitim şirketlerinin siyasal iktidarlara yakın kadrolara kurdurularak bunlar aracılığı ile eğitim alanının ticarileştirilmesine çalışıldığı da son dönemlerin uygulamaları arasında görülmüştür . Özellikle eğitim alanında görev yapan bakanlık ya da kamu kurumlarında göreve gelen siyasal partilerin taraftarlarına ya da üst düzey yöneticilerin akrabalarına yeni şirketler kurdurularak eğitim işlerinin bu yeni yetme şirketler aracılığı ile götürülmeğe çalışıldığı göze çarpmıştır . Hem yeni şirketlere ihalelere girme hakkı sadece iktidara yakın olanlara tanınmış hem de yöneticilerin yakınlarına önceden bilgiler verilerek işlerin onlar tarafından alınmaları gene nüfuz suistimali yapılarak gerçekleştirilmiştir . Böylece evlere şenlik görünümünde ihaleler yapılırken , iktidar partisine yakın kesimlerin zenginleşmeleri sağlanmıştır . İşbaşına gelen iktidarların böylesine kötü uygulamalardan kendilerini kurtaramamaları nedeniyle , küreselleşmenin eğitimi özelleştirme programları beklendiği gibi hızlı gerçekleşememiş ve bu yüzden de eğitim dünyası tam anlamıyla bir kaos durumunun içerisine sürüklenmiştir . Küresel emperyalizmin istediği gibi hızlı bir biçimde eğitim hizmetleri özel sektörün eline devredilemeyince , eğitim alanında hem devlet hem de özel sektör kuruluşları beraberce çalışmak durumunda kalmışlardır . Arada normal koşullarda bir rekabet ya da çekişmenin olması gerekirken , özel sektör kuruluşları patronların sağladığı destekler ile daha da öne geçerek devletin olanaklarından kamu kurumlarından daha fazla yararlanır düzeye gelebilmişlerdir . Rekabet için yeni yatırımlar yapması gereken özel sektör eğitim kuruluşlarının , devletin kamu kurumlarının dökülmeleri nedeniyle kendiliğinden öne geçer bir duruma gelebilmişler ve başarıyla uyguladıkları kulis çalışmalarıyla da devletin olanaklarından en üst düzeyde yararlanır bir konuma gelebilmişlerdir . Siyasi iktidarlar bu durumların örgütlenmesine aracı olmuşlar ve halk kitlelerinin kamuoyuna yansıyan tepkileri yeterince sonuç yaratamamıştır .
Eğitimin bir kamu hizmeti olmaktan çıkartılarak ticari faaliyete dönüştürülmesi ,toplumların geleceğini ciddi boyutlarda tehlikeye atmıştır . Eğitimin başlıca hedefinin geleceğin kuşaklarını en üst düzeyde yeterli ve başarılı bir düzeyde yetiştirmek olması gerekirken , eğitim alanına girmiş olan özel sektör kuruluşlarının kısa vadede azami kazanca yönelmeleri nedeniyle , devletin kalkınma planlarında yer alan eğitim ile ilgili hedefler geri planda kalmıştır . Yirminci yüzyılın koşullarında emperyalizme karşı savaşarak ve direnerek bağımsızlığını kazanmış olan bütün devletler eğitim yolu ile kendi geleceklerini hazırlarlarken , köklü reformlara yönelmişler ve bu yoldan kısa zamanda milyonlarca genci yetiştirerek kendi uluslarının geleceğini güvence altına alabilmişlerdir .Emperyal merkezlerin boyunduruğundan ulusal kurtuluş savaşları yolu ile kurtulabilen yeryüzü sömürgeleri bağımsız devlet olma şansını elde ettikten sonra eğitim yolu ile kısa zamanda kalkınabilmenin yollarını aramışlar ve bunu başararak istedikleri zaferleri elde edebilmişlerdir .Bu tür gelişmelerin en açık örneği Türkiye Cumhuriyeti olmuştur . Atatürk’ün önderliğinde ulusal kurtuluş savaşını zaferler sonuçlandıran Türkiye Cumhuriyeti devleti , eğitim yolu ile hem cumhuriyet rejiminin kurulmasını hem de bu doğrultuda cumhuriyetin yeni kuşaklarının yetiştirilmesini kısa zamanda başarabilmiştir . Bir anlamda batı ülkelerinden üç yüz yıl gecikerek kendi ulus devletini kurma şansını elde etmiş olan Türkler , kurucu önder Atatürk’ün önderliğinde bir eğitim devrimini de başararak aydınlanma devrimi yoluna girmişlerdir . Sovyetler Birliğinden Lenin’in önderliğinde aydınlanma köylerin elektrifikasyonu ile gerçekleşirken , Türkiye’de aydınlanma Atatürk’ün önderliğinde köklü bir eğitim devrimi sayesinde sağlanabilmiştir . Bir devletin kuruluşu döneminde halk kitlelerinin devlet ile bütünleşmeleri gene eğitim yolu ile başarılabilmiştir .
Sömürgelikten kurtulan bütün dünya ülkeleri bağımsız devletleşme süreci içerisinde devletin dayanması gereken halk tabanını yetiştirirken ve çağın modası olan ulus devlet modelininin toplumsal temellerini atarken kendi uluslarını yetiştirme konusunda gene devletin kamu hizmeti olarak yürütmüş olduğu eğitim çalışmalarının fazlasıyla yararlı sonuçları elde edilebilmiştir .Devletin öncülüğünde ve kamu yararı düşünülerek başlatılan eğitim hizmetlerinin sonuna kadar bir kamu hizmeti olarak götürülmesi sonucunda , her devlet kendi hedeflerine uygun bir toplumsal gelişmeyi kendi halk tabanında elde edebilmiştir . Ayrıca ,bütün devletler halk tabanlarının zaman içinde uluslaşmalarına giden yolda bütünleşebilmesi için de , gene ulusal eğitim programlarına öncelik vermiştir . Hiçbir biçimde özel sektör kuruluşlarının göstermeyeceği özveriler , devletler ve onlara bağlı olarak çalışmalar yapan kamu kurumları tarafından devreye sokularak , kısa zamanda eğitilmiş halk kitleleri kamusal eğitim programları sayesinde yetiştirilebilmiştir . Her ülkenin içinde bulunduğu koşullar ve dönemsel olarak ortaya çıkan zorluklar ya da engeller aşılırken ,kamusal eğitim hizmetleri beklenenin ötesinde başarılı sonuçların elde edilmesini sağlamıştır . Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yılları ve daha sonraki dönemleri incelenirse , kamusal eğitim programları aracılığı ile halk kitlelerinin ortaçağ da çağdaş dünyaya yönelmelerini sağlayacak devrimci atılımların gerçekleştirilebildiği görülebilmektedir . Hiçbir biçimde ticari ya da ekonomik çıkar düşünülmeden sadece vatansever duygu ve düşünceler ile geliştirilen bu gibi programlar sayesinde ,ülkeler,devletler ve halklar var olabilmişlerdir . kendi varlıklarını eğitim yolu ile bilinçlendiren kitleler uluslaşarak devletleri ile bütünleşebilmişlerdir . Kendi devletlerinin geliştirdiği eğitim programları sayesinde daha üst düzeyde örgütlenerek dünya sahnesine çıkabilmişlerdir .
Eğitimin devletin elinde olması ve kamu kurumları aracılığı ile kamusal programlar üzerinden uygulama alanına aktarılması her ülke için kamu yararı doğrultusunda bir çok olumlu sonuç getirmiştir . Ne var ki , batının emperyal ülkelerinin yüz yıllarca sürdürdüğü sömürgecilik dönemlerinden kalma özelci uygulamalar ile bir çok ülkede özel eğitim kurumları farklı amaçlarda kullanılmıştır . Özellikle ,batının önde gelen tarikat,cemaat ve etnik gruplarının okulculuk işine girmeleri ile yabancı okullar bütün dünya ülkelerinde on dokuzuncu yüzyıl boyunca açılmıştır . Osmanlı imparatorluğunda görüldüğü üzere bu yabancı okullar hem tarikat ve cemaatların yayılma ve misyonerlik merkezleri olmuş hem de emperyal devletlerin istihbarat kuruluşları gibi çalışmışlardır .Bu yabancı okullara gönderilen din hocaları misyonerlik yapmış , yabancı dil hocaları ise açıkca istihbarat ajanlığına soyunmuşlardır . Aradan yüz yıldan fazla zaman dilimi geçmesine rağmen gene , dünya ülkelerine yayılan tarikat ve cemaat okulları , özel sektör kuruluşları gibi çalışmalarına rağmen aslında eğtimin ötesinde misyonerlik ve istihbarat merkezleri olarak kendilerinin bağlı bulundukları ülkelerin devletlerine bağımlı bir düzen içerisinde hizmet etmekten geri durmamışlardır . Dıştan eğiti kuruluşu olarak görülen bu yabancı okulların , dünya sömürgecilik tarihinde önemli rolleri olmuş ve batının emperyal devletlerinin evrensel sömürge imparatorluklarına bu gibi eğitim merkezleri hem ajan hem de misyoner yetiştirmişlerdir . Hal böyle olmasına rağmen ,yirmi birinci yüzyılda da küresel emperyalizm gene aynı doğrultuda özel okullar uygulamasını dayatarak ,devletlerin eğitim alanından çekilmelerini sağlamağa çalışmış ve eskisi gibi ajanlık ile misyonerlik hizmetlerine devam edecek doğrultuda özel eğitim kuruluşlarına öncelik vermiştir . İşin doğasında var olan özel okullar uygulamasının gene yabancı devletlere bağlı olarak hizmet gören çeşitli cemaatların önderliğinde yeni dönemde de sürdürülmek istenmesi ,emperyalizmin eski huyundan vazgeçmediğinin en açık göstergesi olarak öne çıkmaktadır .
Küresel sermaye yirmi birinci yüzyılda kendi egemenliği altındaki bir imparatorluğun çatısı altında birleştirmeğe çalışırken , eğitimi hem bir ticaret alanı olarak görmekte hem de eğitim kuruluşları üzerinden yürütülecek küresel eğitim programları sayesinde bir an önce küresel dünya devletini kurabilmenin çabası içine girmektedir . Eğitim kuruluşlarını devletin elinden alacak olan uluslar arası şirketler , yabancı devletlere bağlı olarak çalışmalarını sürdüren çeşitli cemaat ya da tarikat okulları ekonomi dünyasının içerisinde fazlasıyla para kazanarak hızla zenginleşebilmenin arayışına yönelmektedirler . Cemaatlar kendilerinin yaygınlık kazanabilmeleri için ele geçirdikleri okulları her açıdan kullanmayı doğal olarak zorlarlarken ,hem eğitim dünyasına zarar vermekteler hem de geleceğin fikri,vicdanı ve irfanı hür olarak yetiştirilmesi gereken yeni kuşaklarını tarikatların dışa ve bilimsel gelişmeye kapalı bağnaz yapılarının içerisine hapsedebilmektedirler .Eğitim ticareti küresel şirketlere ve tarikat şirketlerine fazlasıyla para kazandırırken ,eğitimi olması gereken çizgiden çıkartarak giderek yozlaşmasına neden olmaktadırlar . Eğitimin bir ticari meta haline dönüşmesi ve küresel emperyalist düzene uygun bir ekonomik yapılanma çerçevesinde yapılanması ,eğitim ile elde edilmek istenen kamu yararını iyice geride bırakmıştır . Kamu yararını düşünmeyen , özel sektör zihniyeti ile eğitim alanında ticareti geliştirmek isteyen ve bu yoldan eğitimi bir ticari meta konumuna getiren küreselci yaklaşımın eğitime çok büyük zararlar verdiğini günümüzdeki örnekleri ile kolayca görmek mümkündür .Ticaret nasıl ki her alanda daha fazla kazancı ve para kazanmayı gerekli kılıyorsa eğitim alanında da benzeri bir yapılanmayı doğal olarak beraberinde getirerek yozlaşmanın önünü açmıştır . Şirketler ya da tarikatların kontrolu altındaki bir eğitim düzeninden toplum için bir fayda beklemek giderek zorlaşırken , devletlerin ciddi denetimi altındaki kamu eğitim kurumlarının her türlü yozlaşmadan uzak kalan ve resmi denetime açık yapısı ile eğitim alanındaki hedeflere ulaşılabilmesi açısından gene de yararlı olabildikleri görülmektedir .
Büyük patronların denetimi altındaki küreselleşme sürecinin ekonomi yolundan bir evrensel entegrasyonu hedeflemesi , eğitimin bir çok diğer alan gibi özelleştirilmesini gündeme getirmiştir ., Bu doğrultuda geliştirilen plan ve programlar ülkelerin eğitim düzenlerini yıktığı gibi , ciddi eğitim düzeninden uzak kalan genç kuşakların da adam gibi yetişmelerinin önünde bir engel olarak çıkmaktadır . İnsanlık için olduğu kadar toplumların da geleceği açısından son derece önemli bir yara sahip olan eğitimin ,Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Kurumu olan UNESCO’nun denetimi altında yapılması ve bu uluslar arası örgütün gözetiminde yeni eğitim reformlarının devreye sokulması dünya halklarının ve devletlerinin kalkınabilmesi açısından son derece zorunludur . Ülkelerin milli kültürlerinin yaratılması ve zenginleştirilmesi açısından olduğu kadar ,bu kültürel yapıların geleceğe dönük sürdürülmeleri de gene kamunun öncülüğünde uygulama şansı olan eğitim programları sayesinde mümkün olabilmektedir . Bir ulusun ya da devletin varoluşu ya da kuruluşu için olduğu kadar vatandaşların ya da toplumların kendi ülkelerine ya da bağımsız geleceklerine sahip çıkabilmelerinde gene kamusal eğitimin önemli payı bulunmaktadır . UNESCO üyesi olan bütün ülkelerde Birleşmiş Milleler kararları ile uluslar arası prensiplere bağlanan eğitim ile ilgili kurallar ancak kamusal eğitim düzenlerinde uygulanabilmektedir . Eğitimin bir ticaret alanına dönüştürüldüğü özel sektörcü ülkelerde ise böylesine kamu yararına dönük uygulamalardan söz edebilmek mümkün değildir . Yeni bir dünya ya da toplum yaratabilmenin yolu eğitimden geçtiği için , finans kapitalin patronları hiçbir biçimde eğitim alanının devletlere bırakmak istememekte , şirketler aracılığı ile eğitim çalışmalarının sürdürülmesini bu yüzden desteklemektedirler . Eğitim herkes için olmalı ve her isteyen her türlü eğitim faaliyetinden yararlanabilmelidir . Yeni nesiller eğitim sayesinde ve öğretmenlerin özverili çabaları ile yaratılabilecekken , özel eğitim kurumlarında daha fazla kazanca yönelik uygulamalar ister istemez böylesine özverili çalışmalara izin vermeyecektir .
Eğitimin özelleştirilmesiyle beraber , eğitim kuruluşlarına giriş sınavlarına gençleri hazırlayan dershaneler de birer kazanç yatağına dönüşmüş durumdadır . Öğrencilerden daha fazla kazanabilmek uğruna bir çok gereksiz ve yararsız eğitim programlarının ya derslerin bu özel kazanç hanelerine dönmüş olan dershanelerde yürütülmeğe çalışılması , halk kitlelerinin sömürülmesine ve zaman içerisinde ciddi tepkiler içine düşmesine neden olmaktadır . Dershanelere düşen gençler buralardan kendilerini kurtaramadıkları gibi ,bir para tuzağı cenderesi içine yuvarlanarak içinden çıkılmaz bir serüvene alet olmaktan kurtulamamaktadırlar . Eğitim sisteminin bir parçası olması gereken dershaneler , özel eğitim kuruluşlarına girişin ön kapısı konumuna geldikleri noktada sistemin ya da sistemsizliğin bütün çıkmazlarını barındırır bir konuma sürüklenmekten kurtulamamaktadırlar . Özel eğitim kurumları olarak farklı bir statüde düzenlenmeye çalışılan dershanelerin de tıpkı diğer eğitim kuruluşları gibi kamusal amaç ve hedeflere uygun olarak yeniden düzenlenmeleri gerekmektedir .Dershaneleri kazanç kapısı gören tarikatlar ya da şirketler bu özel eğitim kuruluşlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan vazgeçerek , eğitimin kamusal hizmet hedeflerine öncelik vermelidirler . Eğitim bakanlığı ve diğer kamu kurumları devletin dayandığı esaslar ve cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda bu tür özel eğitim kuruluşlarını denetleyerek , aşırı kazanç ya da siyasal veya dinsel istismar girişimlerinin önüne geçebilmelidirler . Dershaneler diğer özel eğitim kurumları gibi yasalara uygun işlerini yürütmeli ve kesinlikle amaç dışı bir ticaret alanı olmamalıdırlar . Bu gibi kuruluşların üst birliklerinin oluşturulması ve bunlar aracılığı ile ciddi denetim altında tutulmaları kamu yararı açısından zorunlu görünmektedir .
Küresel emperyalizm her alanı bir ticaret ya da ekonomi alanına çevirmek istediği gibi eğitim dünyasına da aynı doğrultuda bakmaktadır . Her ülkenin kendi gerçekleri doğrultusunda oluşturduğu eğitim sistemleri küresel sermayenin dünya imparatorluğu hedefi nedeniyle bozulma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır . Dış müdahaleler ülkelerin eğitim sistemlerini bozarken ,yabancı eğitim kurumlarının ya da şirketlerinin küresel emperyalizmin hedefleri doğrultusunda çeşitli ülkelere giderek buralarda şubeler açmaları tam anlamıyla eğitim dünyasında bir karışıklık yaratmakta ve bu nenle de ülkelerin eğitim sistemleri bozulmaktadır . Devletlerin ya da ulusların hedefleri doğrultusunda ülkeler kendi eğitim sistemlerini yirmi birinci yüzyılın başlarına kadar sürdürerek olumlu sonuçlar elde etmelerine rağmen ,yeni dönemde küresel emperyalizmin ticari dayatmalarına teslim olmaları ya da alet olmaları çok büyük zararlara yol açmaktadır . Her şeyin ekonomi ile ölçülmesi , devletin sırtındaki kamu hizmeti alanlarının bu doğrultuda özel sektör kuruluşlarına devredilmesi eğitim dünyasını karışıklık ve kaos dönemlerinden sonra sistemsizlik durumuna mahkum etmiştir. Her ülkenin birbirinden ayrılan koşulları ,kendine özgü durumları ,toplumsal ya da siyasal düzenleri arasındaki farklar ,ülkeden ülkeye ayrı eğitim sistemlerini gündeme getirmesi gerekirken , dıştan müdahaleler yolu ile küresel emperyalizmin hedefleri doğrultusunda ticaretin zorlanması bir çok ülkeyi ciddi çıkmazlara sürüklemiştir . Eğitimde özelleştirme ile gelen paralı eğitim düzenleri , dünya halklarının yoksulluktan kurtulamamaları nedeniyle komik durumlar yaratmıştır. Bir tarafta paralı okullara gidemeyen yoksul gençler sokağa itilirken , diğer tarafta lüks eğitim kurumlarının dolmayan ve boş kalan sınıfları birbirini tamamlayan çelişkili durumları gündeme getirmiştir. Dünyaya gelen her insan insan onuruna yakışan bir eğitim düzenine , diğer hemcinsleriyle beraber eşit koşullarda sahip olmak durumundadır . Bu da ancak devletlerin öncülüğünde kamusal eğitim düzenlerinin oluşturulmasıyla mümkün olabilmektedir . Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği çatısı altında benimsenen uluslar arası eğitim ile ilgili belgeler ve yönergeler bütün devletlere birer kamu hizmeti olarak eğitim alanında gereken koşulları ve kuralları gündeme getirmektedir . Her devlet öncelikle bu tür uluslar arası protokollarda güvence altına alınan eğitim haklarının gerçekleşebilmesi için adım atmak ve gerekli önlemleri almak zorundadır . Bu tür uluslar arası belgelerin ötesinde , küresel emperyalizmin eğitimi ticaret metaı haline dönüştürme girişimlerine karşı bütün devletler gereken önlemleri alabilmeli ve UNESCO çatısı altında bir araya gelerek küresel şirketlere karşı direnebilmelidirler . Sermayenin küreselleşme doğrultusunda dini kullanması nedeniyle cemaatların eğitim işine girmeleri ile ilgili olarak da , gene UNESCO’nun öncülüğünde yeni bir uluslararası protokol hazırlanarak eğitim alanının bilimin etkisi altında kalması sağlanmalı ve dinler arası savaşlar ile ,misyonerlik faaliyetlerinde cemaatların yararına eğitim kurumlarının kullanılmasını önleyecek uluslar arası hukuk önlemlerinin karara bağlanması bir an önce gerçekleştirilmelidir .
Eğitim hakkı herkes için eşit koşullarda olması gereken bir doğal haktır ve hiçbir biçimde ticaret konusu yapılmamalıdır .Herkes doğuştan sahip olduğu bu hakkı kendi ülkelerinin koşulları ve devletlerinin olanakları doğrultusunda kullanabilmelidir . Ekonomik yönden bir imparatorluk kurmak için her ülkeye müdahale etmeğe kalkan küresel sermayenin emperyalizmine karşı dünya halkları bir araya gelerek , kendi geleceklerine sahip çıkabilmeli ve eğitimin bir ticaret metaı olmasını önleyecek düzeyde uluslar arası örgütlenmelere gidebilmelidirler . Eğitim bir hak olduğu için kutsaldır ,bu nedenle alınıp satılamaz .Hiç kimse para ile eğitime zorlanamaz . Parası olan gider okur ama olmayana da her devlet eşit koşullarda eğitim hakkını gerçekleştirecek önlemleri almak zorundadır . Küresel emperyalizm hiçbir biçimde eğitimi ticarileştiremez .Hiç kimse paralı eğitime zorlanamaz . Hiçbir emperyal devlet eğitim şirketleri aracılığı ile küresel hegemonya girişimlerine kalkışamaz . Yabancı okullar parasal düzenler çerçevesinde misyonerlik ya da istihbarat merkezleri olarak kullanılamaz . Eğitim hakkının kutsallığı bu gibi olumsuz girişimlerin önünde en büyük engel olarak kabül edilmeli ve UNESCO öncülüğünde kabul edilecek protokollar ya da anlaşmalar yolu ile ,bütün devletlerin benimseyebileceği uluslararası çözümler getirilmelidir .
|