Libya gibi bir büyük ülkenin 42 yıllık yönetimi bir askeri saldırı sonucunda , batı emperyalizmi tarafından yıkılmıştır . Bu yılın Mart ayının ortalarında batı dünyasının emperyal devletlerinin ortak saldırısı ile başlayan Libya harekatı altı ay süren bir savaş dönemi sonrasında amacına ulaşmış ve bu ülkenin 42 yıllık devlet başkanı sokak savaşı sonrasında vurularak öldürülmüştür . Dünya medyasına malzeme olacak düzeyde bir sokak çatışması ve bu savaşın sonrasında bir devlet başkanının sokaklarda sürüklenerek öldürülmesi , birkaç gün önce bu ülkeyi ziyarete gelen Amerikan dışişleri bakanının talimatları doğrultusunda böylesine bir komplo ile ölü olarak ele geçirilmesi , her dakika insan hakları diyerek bütün dünyayı aldattığını sanan batı emperyalizminin mazlum uluslara yönelik emperyal saldırılarını ne derece katı ve acımasız bir doğrultuda sürdürdüğünün yeni bir örneği olarak en açık bir biçimde dünya kamuoyunun gözleri önünde gerçekleştirilmiştir . Soğuk savaş sonrasında insan hakları çağına geçildiğini ileri süren batılı ülkeler ,çıkarları söz konusu olduğu zaman devlet başkanlarını bile öldürmekten ya da öldürtmekten çekinmemişler ,özellikle petrol ülkelerinde çevirdikleri siyasal dolapların en ileri bir örneğinin Libya’da gündeme gelmesinde ellerinden gelen her yolu denemişlerdir . Libya devleti ve halkı , hiç de hak etmediği bir büyük saldırı ile karşılaşmış ve batılı gizli servis ajanlarının kışkırtmaları sonucunda altı aylık bir iç savaşa sürüklenerek , binlerce masum Libya vatandaşının haksız yere öldürülmesi gibi bir büyük felaket ile karşı karşıya kalmıştır . Batı emperyalizmi , petrol şirketlerinin yönlendirmesi sonucunda bir Afrika ülkesini daha saldırı ve işgal gibi olumsuz bir duruma sürükleyerek ,emperyal isteklere karşı direnen bir devlet başkanını daha tarih sahnesinden silmiştir .
Eski bir Osmanlı ülkesi olan Libya’yı Türkler Turgut Reis aracılığı ile ı553 yılında ele geçirmişlerdir . Bir Kuzey Afrika ve Akdeniz ülkesi olan Libya aynı zamanda bir Arap,Berberi ve Müslüman ülkesi olmak gibi özellikleri de kendi yapısında taşımaktadır . Arapların Berberileri takdığı LEBU isminden adını alan Libya , kavramsal olarak Berberilerin yani Lebu’ların ülkesi anlyamına gelen bir isme sahip oluştur . Osmanlı İmparatorluğu döneminde Trablus,Bingazi ve Fizan adını taşıyan kentlerin merkezinde yer aldığı üç ayrı eyalet konumunda bir siyasal yapıya sahip olan bu ülke , Osmanlı İmparatorluğu’na karşı açılmış olan üçüncü dünya savaşının ilk cephelerinden birisi olmuş ve karşı kıyıdaki İtalyan devleti tarafından I911 yılında işgal edilmiştir . Modern Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk emperyalizme karşı ilk direniş savaşını bu bölgenin halkının katılımı ile Libya’da vermiştir . Roma İmparatorluğu öncesinde Fenike ve Kartaca gibi devletlerin toprakları arasında yer alan bu ülke ,İslamın ortaya çıkışından sonra Orta Doğu ile Endülüs arasında geçiş köprüsü haline gelmiş ,Endülüs sonrası dönemde de Osmanlı İmparatorluğunun toprakları arasında yer almıştır . Mustafa Kemal ve Enver paşanın öncülüğünde İtalyan emperyalizmine karşı yürütülen direniş savaşı olumlu sonuç vermeyince İtalyan ordusu bu ülkeyi işgal etmiştir . Kırk yıl boyunca , İtalyan işgali sürmüş ve iki büyük dünya savaşı merkezi coğrafyada cereyan ederken , çöken Osmanlı imparatorluğu yerine İtalyan hegemonyası Libya’nın yeni egemen gücü olmuştur .İtalyanların I950 yılında çekilmesinden sonra Libya hükümeti eski Osmanlı devletinin yerini alan Türkiye Cumhuriyeti ile birleşme kararı almış ama ertesi gün Amerikan emperyalizminin araya girmesi üzerine, Libya’nın eski Osmanlı döneminde olduğu gibi yeniden Türkler ile beraber aynı devlet içinde ve ortak çatı altında varlığını sürdürmesine batının yeni süper gücü olarak ABD tarafından izin verilmemiştir . Dört asıra yakın bir zaman dilimi içerisinde Türkler ile Libya Berberileri ortak din olan islamın getirdiği dayanışa ortamında birlikte bir yaşam sürdürürken , batı emperyalizmi merkezi coğrafyaya gelirken geçmişte kalan bu durumun yeniden ortaya çıkmasına kesin olarak izin vermemiş ve önlemiştir .
Eski Osmanlı düşüncesine yürekten bağlı olan Sünnüsi hanedanı Libya krallığını kurunca yeniden Türkiye ile yakın ilişkiler içine girmek istemiştir .İtalyan dönemi sonrasında yirmi yıl Sünnüsi hanedanının Libya krallığı devam etmiş ama , I969 yılı içerisinde İngiltere destekli bir darbe ile Albay Kaddafi krallığa son vererek yönetimi ele geçirmiştir . Londra’da İngiliz askeri okullarında yetişen ve daha sonra Türkiye’ye gelerek Türk askeri okullarında eğitim gören Albay Kaddafi ,ikinci dünya savaşı sonrasında soğuk savaşın son döneminde , Akdeniz ve Orta Doğu bölgelerinde Sovyet Rusya emperyalizminin ilerleme göstermesine karşı denge unsuru olmuş , bir anlamda Orta Doğu bölgesinde birinci dünya savaşı sonrasında gündeme gelen Baas rejimleri gibi İslamiyet ile sosyalizmin Libya koşullarına uygun bir sentezinin arayışı içerisinde olmuştur . İkinci dünya savaşı sonrasında ABD desteği ile İsrail’in bir Yahudi devleti olarak Orta Doğu’da kurulması üzerine ,dünya imparatorluğunun eski patronu olarak İngiltere , ABD’yi kullanan İsrail siyonizminin önünü kesmek üzere Kaddafi gibi gözü pek ve cesur bir askerin devlet başkanlığına gelmesini sağlıyordu . Orta çağ sonrasında denizler üzerinden bir büyük dünya imparatorluğu kuran İngiltere’nin merkezi coğrafyaya Birinci dünya savaşı sonrasında uzanması üzerine , Osmanlı hinterlandının yeni patronu olarak devreye girmesiyle Kuzey Afrika’daki eski Osmanlı ülkeleri de İngiltere’nin ilgi alanına giriyordu . Birinci dünya savaşı sonrasında bir pay kapma arayışı içinde Libya’yı işgal eden İtalya’nın konumu ikinci dünya savaşı sonrasında değişiyor , İtalya merkezli faşizm tarihin tozlu sayfalarına doğru sürüklenirken , iki bin yıl sonra Orta Doğu’da kurulan yeni Yahudi devleti ile beraber İsrail siyonizmi yeniden öne çıkıyordu . Faşizim sonrasında Libya’da gündeme gelen Sünnüsi krallığı yirmi yıllık bir ara dönem olarak gündeme geliyor ama ,yirminci yüzyılın ikinci yarısında Orta Doğu’da ABD destekli İsrail kurulduktan sonra yayılmağa başladığı aşamada , Osmanlı sonrasında merkezi coğrafyanın yeni hükümranı olarak İngiltere İsrail siyonizmine karşı bir Arap ve Müslüman militan olarak Kaddafi’yi dünyanın en zengin petrol ülkelerinden birisi olan Libya’nın başında öne çıkarıyordu .
Kaddafi almış olduğu askeri eğitimin yanı sıra siyasal bilgiler konusunda da yetiştirildiği için , hem Arap hem de Müslüman kimliği ile Orta Doğu’daki siyonist İsrail devletine karşı açıkca karşı çıkıyor ve İsrail’in baş destekçisi olan Amerika Birleşik Devletleri ile de bu yüzden sürekli olarak ya çatışıyor ya da savaşıyordu .İngiliz desteği ile işbaşına gelen Kaddafi yönetimi Orta Doğu’da sürekli olarak İsrail ile uğraşırken , İngiltere’de bir uçak düşüyor ve bunun Libya gizli servis ajanları tarafından hazırlanış olan bir sabotaj sonucunda gerçekleştiği öne sürülerek , siyonist lobilerin kontrolu altındaki büyük medya organları tarafından Kaddafi açıkca suçlanıyordu .Orta Doğu’da İngiliz ve İsrail çekişmesi sürerken önce Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Adnan Menderes’i taşıyan bir Türk uçağının İngiltere’de düşmesi ve daha sonraki yıllarda gene bir başka uçağın Libya merkezli düşürüldüğünün ileri sürülmesi , açıkca Orta Doğu’daki hegemonya kavgasının ne derece sert geçtiğini gösteriyordu . Osmanlı sonrasında merkezi alanının yeni egemen gücü olan İngiltere , İsrail’in kurulmasından sonra iki önemli uçak düşüş olayına sahne oluyor ve Libya ile Türkiye’de bu süreç içerisinde İngiltere ve İsrail arasındaki güç kavgası arasında sıkışıp kalıyorlardı . İngiltere’de düşen uçağın uçlusu olarak Kaddafi’nin gösterilmesi , Kaddafi ile İngiltere’yi karşı karşıya getiriyor,ABD ve İsrail ile karşı karşıya kalmış bir Türk başbakanının uçağının İngiltere’de düşmesi de İngilizlere ve İngiltere üzerinden Türk hükümetine bir uyarı olarak gündeme geliyordu . AIBD ile Büyük İsrail projesi yüzünden karşı karşıya gelen Türk başbakanının uçağı İngiltere üzerinde düşürülürken , İngiltere’nin İsrail siyonizmine karşı sahaya sürmüş olduğu Kaddafi’nin arkasındaki İngiliz desteğinin ortadan kaldırılması amacıyla Lockerbe olayına Libya gizli servisleri üzerinden Kaddafi karıştırılarak İsrail karşıtı İngiltere-Libya ittifakı çökertilmek isteniyordu . Lockerbe olayı dünya basınında büyütülerek Kaddafi başlıca suçlu olarak gösterilince ,Amerikan kamuoyu Libya karşıtı bir çizgiye getirilerek süper güç olan ABD’nin Libya’yı bombalamasının önü açılıyordu .
Büyük çoğunluğu çölde yaşayan Libya’nın yeni devlet başkanı olarak Kaddafi çölden gelen bir kahraman olarak çöl faresi rolüne soyunuyor , ikinci dünya savaşı yıllarında Alman generali Rommel’in oynadığı çöl faresi oyununu tekrarlıyarak ,İsrail siyonizminin güdümü altına girmiş olan Amerikan emperyalizmine meydan okuyordu . ABD’y meydan okumanın faturası olanan Libya’ya Amerikan uçaklarının hava saldırısı gündeme geliyor ve Kaddafinin çöldeki çadırı vurulurken ,devlet başkanının çocukları ve aile fertleri ABD emperyalizmi tarafından öldürülüyordu . İsrail lobilerinin ABD’yi bütünüyle esir alması ve siyonizmin çıkarları doğrultusunda Amerikan politikalarını etkilemesi üzerine , Kaddafi soğuk savaş döneminin koşullarından yararlanmak üzere önce Sovyetler Birliği’ne daha sonraki aşamada ise Rusya Federasyonuna yakın durarak ,uluslar arası dengelerin kendi lehine oluşması için çaba gösteriyor ama her zaman için Atlantik emperyalizmine rakip olan büyük Avrupa gücü olarak Almanya’ya da yakın durmağa çalışıyordu . Rusya ve Almanya ile geliştirilen iyi ilişkiler üzerinden ABD ve İsrail ikilisine karşı yeni dengeler oluşturmağa çalışan Kaddafi yönetimi , kendisini işbaşına getiren İngiliz devleti anlayışlı davrandığı sürece istediği sonuçları alabiliyor ama İngilizlerin uzak durduğu konularda ise girişimlerinde başarısız kalıyordu . Lockerbee olayının İngiltere ile Libya’yı karşı karşıya getirmesi üzerine , Kaddafi yalnızlığa itiliyor , ABD-İsrail ikilisinin Orta Doğu’da yürüttüğü emperyal girişimlere karşı Kaddafi’nin karşı çıkma şansı azalıyordu . Avrupa’nın güney ülkeleri olan İspanya,İtalya ve Fransa ile de yakın ilişkiler kurmağa çaba gösteren Kaddafi Libya’nın sahip olduğu petrol zenginliğinin bölüşünde ve paylaştırılmasında bu ülkelere zaman zaman bazı avantajlar sağlıyarak ABD v İsrail ikilisine karşı yeni Orta Doğu ve Akdeniz dengelerinin arayışı içerisine giriyordu . Güney Avrupa ülkelerindeki demokratik seçim yarışlarında Sarkozy ya da Berlosconi siyasal liderler seçim masraflarının Kaddafi tarafından karşılanmasını talep edebiliyorlardı . Bu doğrultuda Kaddafi petrolü olmayan Arap ve Müslüman ülkelere de çeşitli yardımları sürdürerek , Orta Doğu’da ABD ve İsrail’in öne geçmesini önlemeğe çalışıyordu . Bu tür yardımlardan zaman Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’de nasibini alıyordu . Türkiye’nin Kıbrıs harekatı sırasında bütün batı dünyası ve diğer ülkeler uzak dururken , Kaddafi yönetimi Türkiye’ye hem para hem de silah yardımı yapmaktan geri kalmıyordu . Türkiye bir çok ekonomik darboğazı aşarken ,Libya’nın istikrarlı petrol ve para yardımları sayesinde ,batılı emperyal devletlere muhtaç kalmaktan kurtulmuştur .
Her türlü dünya dengesine oynayabilecek bir jeopolitik konumda bulunan Libya’nın asker kökenli devlet başkanı olarak Kaddafi hem soğuk savaş hem de küreselleşme dönemlerinin yeni jeopolitik dengelerinde etkili olmağa çalışmış ,Arap Birliği ve İslam Birliği gibi uluslar arası örgütlerde sahip olduğu petrol zenginliğinden gelen bir güç ile yönlendirici olmağa çalışmıştır . Bu iki uluslar arası örgütün batı emperyalizmine karşı denge sağlayıcı bir etkinliğe sahip olabilmesi açısından petrol ve para gücünü ortaya koyarak Arap ve İslam ülkelerini yönlendirmeğe çalışmış ama ,batı emperyalizminin işbirlikçisi Arap ve İslam yönetimlerinin karşı çıkması yüzünden , Arap ve İslam dünyasındaki bölünmeler devam etmiştir . ABD emperyalizmi ve İsrail siyonizmi , böl ve yönet ilkesi doğrultusunda satın aldıkları işbirlikçi yöneticileri devreye sokarak , Kaddafi’nin getirdiği batı karşıtı politikalara ve siyasal girişimlere izin vermemiş ve önlemiştir . Askerlikten gelen bıçkınlığı bir karakter olarak benimseyen Kaddafi batı emperyalizmine karşı her girişimde ya en başta rol almış ya da en büyük destekçisi olmuştur . Bu yüzden Amerikan emperyalizmi eline her fırsat geçtikce Libya’ya saldırmayı bir görev bilmiş ve bu üçüncü dünya savaşını her fırsatta vurmaktan geri kalmamıştır . Doğu-batı , Akdeniz ya da Orta Doğu ilişkilerinde sürekli olarak batı emperyalizmi ya da İsrail siyonizmi ile karşı karşıya kalan Kaddafi yönetimi çareyi Afrika kıtasına dönmekte bulmuş ve son dönemde birinci öncelik olarak Avrupa Birliği ya da Amerika Birleşik Devletlerine karşı birleşik Afrika’yı büyük bir kıtasal birlik olarak hedeflemiştir . Afrika Birliği kongresine üye olan ve daha sonraki kongre toplantılarında etkili bir biçimde kıtasal birlik olarak Afrika Birliği’ni savunan Kaddafi ,böylesine bir oluşumun öncüsü ve lideri konumunda politikalarını sürdürmüştür . Avrupa’nın emperyal ülkeleri ile ABD ve İsrail gibi büyük güçler , Afrika kıtasını eski sömürgeci devletler gibi paylaşmayı ve sömürmeyi amaçladıklarından Afrika Birliği oluşumunun karşısına çıkmışlar ve böylesine bir kıtasal birliğin öncüsü olan Kaddafi’yi de bir an önce siyaset sahnesinden silinmesi gereken devlet başkanı olarak görmüşlerdir .
ABD İsrail yüzünden Orta Doğu’ya kilitlendiği zaman , sekiz yıl süren Bush döneminde ABD dünya kıtaları üzerindeki etkisini kaybetmiştir . Bush yönetimi Irak savaşı ile uğraşırken ,Latin Amerika kıtası ABD’den kopmuş , Rusya Federasyonu Kuzey kutbundaki petrol ve maden alanlarına girmiş ,Avustralya bağımsız bir siyasal güç konumuna erişmiş, Çin ve Hindistan gibi iki büyük doğu gücü Afrika kıtasında yayılmağa başlamış , Afrika’nın eski sömürgecileri olarak İngiltere ve Fransa ise eski sömürgelerine geri dönüş yaparak , Afrika kıtasının batı hegemonyası altında kalması için çaba göstermiştir . İsrail ise , zenci Yahudiler olan Falaşalar üzerinden Sudan,Habeşistan ,Kenya ve Uganda gibi ülkelerde etkinliğini artırırken , dünya kapitalist sistemi üzerinden dünyanın en büyük maden cennetlerinden birisi olan Güney Afrika gibi bir büyük ülkeyi kontrolu altına almağa çalışmıştır . ABD batılı ülkeler ile doğulu devler olarak Afrika’da devreye giren Çin ve Hindistan’a karşı işbirliğini geliştirmiş ve Afrika’da yeniden sömürgeciliğin hortlatılmasına karşı canla başla mücadele veren Kaddafi’yi bu açıdan da hedef tahtasına oturtmuştur . Kaddafi ,Libya petrolünden Afrika ülkeleri için pay ayırırken , büyük petrol gelirinin bir kısmını Afrika’nın batı emperyalizmi tarafından geri bıraktırılmış ülkelerinin açlık ve yoksulluk sorunlarının giderilmesi için harcamıştır . Ayrıca , batı emperyalizmine ve İsrail siyonizmine karşı kendi rejimini ayakta tutacak doğrultuda koşu ülkelere de önemli ölçüde ekonomik ve askeri yardımlar yapmış ve böylece büyük emperyal güçlere karşı yalnız kalmaktan kurtularak , bölge ülkeleri ile sıkı bir dayanışma ve güvenlik ittifakı oluşturmağa çaba göstermiştir . Libya’yı güçlü bir askeri güç haline getirdikten sonra , Cezayir,Çad ve Nijer gibi komşu ülkelerde de önemli askeri yardımları ve yatırımları sürdürmüştür .Kaddafi’nin bu gibi bağımsızlığa yönelen , bölgeyi her türlü emperyal saldırıya karşı koruyacak alternatif mekanizmalar geliştirmesi ABD ve müttefikleri tarafından hoş karşılanmamış ve Libya devlet başkanının ortadan kaldırılmasına kadar giden yolda saldırı ve işgal senaryolarını gündeme getirmiştir .Hiç bir yönden kontrol edilemeyen , bütün emperyal plan ve projeleri bozan , hatta Arap ,İslam ya Afrika Birliği gibi batı karşıtı bölgesel birlik projelerini hararetle destekleyen Kaddafi son gelinen aşamada bütün batılı emperyal devletlerin başlıca hedefi konumuna gelmiştir . Kaddafi’nin yok edilmesi ve ölü ele geçirilebilmesi için Amerikan dışişleri bakanının gizlice Libya’ya gelmesi ve Libya halkını isyana kışkırtan batılı gizli servislerin militanlarına Kaddafi’nin vurulması için kesin talimat vermesi de bu durumu doğrulayan gelişmelerin en üst aşamadaki yansıması olmuştur . Kaddafi yok edilmedikçe emperyal ya da siyonist planlarını rahatça uygulayamayacağını iyi bilen batılı emperyal güçler bu emperyalizme karşı dirençli devlet başkanının ortadan kaldırılabilmesi için her yolu göze alarak hareket etmişlerdir . Kaddafi yok edilmedikçe yeniden sömürgeciliği Afrika kıtası üzerinde uygulamaya getiremiyeceklerini iyi bilen batılı güçler , emperyalist sömürgeciliğin önündeki en büyük engel olan Kaddafi’nin bir sokak çatışması sonucunda ortadan kaldırılmasını başarmışlardır .
Dünyanın en büyük dördüncü petrol ülkesi olan Libya’da yeryüzünün en temiz ve kaliteli petrolü çıktığı için batılı ülkeler daha fazla Libya petrolünden pay kapabilme yarışına kalkışmışlardır . Ayrıca ,petrol kaynaklarının giderek azalması tehlikesine karşı uluslar arası petrol şirketleri ve enerji tekelleri artık petrol kaynaklarına doğrudan el koymağa çalışmaktalar ve bu doğrultuda Nato ile beraber Amerikan ordusunu da kullanarak enerji kaynaklarını yatakların bulunduğu ülke ve de devletler ile bölüşmek istememektedirler . Bu doğrultuda körfez savaşı ile Orta Doğu’ya gelen ABD ,Irak gibi bir büyük petrol ülkesini işgal ederek bu ülkenin enerji kaynaklarına bütünüyle sahip olarak kendi şirketlerine paylaştırmıştır . Irak sonrasında ABD diğer üç büyük petrol ülkesine de tıpkı Irak’ta olduğu gibi el koymak istemiş ve bu doğrultuda dünyanın dördüncü büyük petrol ülkesi olan Libya ikinci aşamada bir emperyal saldırı sonrasında işgal edilmiştir .ABD şimdi dünyanın en büyük petrol ülkesi olan Suudi Arabistan ile üçüncü büyük petrol ülkesi olan İran’a da benzer bir biçimde el koyabilmenin hazırlıklarını yapmaktadır .Bu amaçla , Orta Doğu bölgesinde çatışmalar kışkırtılmakta , Sünniler Arabistan , Şiiler de İran çevresinde toplanmaktadır . Irak’a körfez savaşı sonrasında nükleer silah yalanları ile giren ABD , Libya’ya İngiltere ve Fransa’yı yanına alarak düzenlediği bir kışkırtma operasyonu sonrasında el koyarken , yeni dönemde Orta Doğu’da bir büyük şii ve Sünni savaşını İran ve Arabistan üzerinden planlamakta ve böylece dünyanın birinci ve üçüncü petrol ülkelerini savaşa sürükleyerek ve birbirlerine karşı mezhep ayrılığı üzerinden kışkırtarak uzun süreli bir savaşa doğru yönlendirmekte ve böylece ikinci ve dördüncü büyük petrol ülkelerinden sonra hem İran hem de Arabistan enerji kaynakları bir savaş sonrasında uluslar arası enerji tekellerinin sonsuz kullanımlarına açılabilecektir . Irak ve Libya sonrasında İran ile Arabistan’ın da sıraya girmesiyle , bu iki ülkedeki siyasal rejimler yıkılarak , daha küçük parçalardan oluşacak eyalet devletçikleri petrol ve enerji tekellerinin isteklerine uygun bir doğrultuda dünya haritası üzerinde yapılandırılabilecektir . İşgal sonrasında Irak’ın üçe bölünmesi gibi ,şimdi de Libya’nın üçe bölünmesi gündeme getirilmiş , Trablus bölgesi İngiltere’ye bırakılırken , Bingazi bölgesi Fransa’ya ve güneydeki çöllük alan olan Fizan bölgesinin de bir sus payı olarak Almanya’ya tahsisi öngörülmüştür . Amerikan genel kurmayında hazırlanan haritalar doğrultusunda bugünkü Suudi Arabistan devletinin de üçe bölünmesi düşünülmekte , Mekke ve Medine bölgesi tıpkı Vatikan gibi bir kutsal İslam devletine dönüştürülürken , Arabistan’ın geri kalan topraklarında yabancı petrol şirketlerine kuyuların paylaştırılması için daha küçük Arap devletçikleri eyalet düzeninde planlanmakta ve Suudi krallığına son verilmesinin plan ve projeleri devreye sokulmağa çalışılmaktadır . Petrol ve diğer fosil yakıtlar bitene kadar batılı emperyal devletlerin merkezi coğrafyadaki bütün enerji yataklarına sahip olabilmek için her yolu deneyecekleri anlaşılmaktadır .
Orta Doğu coğrafyası bugün enerji kaynağı olarak kullanılan petrol kuyuları nedeniyle öne çıkarken , gelecekte bu kuyuların tükenmesiyle beraber yeni enerji kayağı olarak güneş ışınlarının devreye gireceği söylenmektedir . Özellikle son zamanlarda , atom santralarındaki patlamalar ve deprem gibi beklenmeyen afetlerin bu tür santraları insanlık için büyük tehlike kaynağı konumuna getirmesi yüzünden insanlığın gelecek yüzyılda petrol ve doğalgaz enerjilerinden güneş ve rüzgar enerji sistemlerine geçeceği ve en fazla güneş ışını alan Orta Doğu ülkelerinin bu yüzden yeni bir emperyal paylaşım savaşına hem konu hem de alan olacağı bazı uzmanlar tarafından öne sürülmektedir .Almanya’nın son zamanlarda nükleer santraları kapatma kararı alması ve bunun yerine güneş enerjisine yöneleceğini açıklaması yeni bir tartışma başlatmıştır . Dünyanın en az güneş alan kıtası olarak Avrupa bölgesinin kendi güneşinden enerji gereksinmesini karşılayabilmesi mümkün görünmemektedir .Bu nedenle ,Fransa’nın bir Avrupa Birliği ülkesi olarak devreye girmesi ve İngiltere ile ABD’yi ikna etmesi üzerine Akdeniz ve Afrika bölgelerinin en çok güneş alan güney Libya’daki Fizaın bölgesi gelecekte Almanya tahsis edilecek gibi görülmektedir . Nükleer santralarını kapatmağa başlayan Almanya’nın Güney Libya’da güneş santraları inşasına başlayabilmesi için Kaddafi’nin gitmesi gerekiyordu ve bu yüzden Almanya son Libya saldırılarına resmen katılmamakla beraber aldığı sus payı doğrultusunda Kaddafi’nin canavarca sokak ortasında öldürülmesine de seyirci kalabilmiştir . Petrolü olmayan Fransa Bingazi bölgesine yerleşirken , Almanya’da Fransa’nın öncülüğünde güney Libya’ya yerleşerek Avrupa’nın enerji gereksinmesini karşılayacak yeni güneş santraları kurulmasına yönelecek gibi görünmektedir . Gelecekte su kaynakları kuruyacak Orta Doğu ülkelerinin enerji gereksinmelerini bütünüyle güneş enerjisinden karşılamaları söz konusu olacak ve bu doğrultuda devletler yeniden yapılandırılacaklardır . Enerjinin petrolden ve doğal gazdan güneş ile rüzgara yönelmesi , bütün dünya düzeninde önemli yapısal değişiklikleri de beraberinde getirecektir . Kuuuzey Amerika ve Avrupa kıtasında gündeme gelebilecek bir buzul çağı döneminde , yoğun güneş ışınlarının geldiği Orta Doğu bölgesinin ,batılı topluluklar için yeni bir cazibe alanı olarak öne çıkması söz konusu olabilecektir . Batılıların Irak sonrasında Libya’ya da girerken ve saldırı sonrasında bu ülkeleri işgal ederken , geleceğin dünyasını oluşturma girişimlerinin öne çıktığı anlaşılmaktadır .
Bir Arap ve Müslüman ülke olarak Libya her zaman Türkiye’ye yakın olmuş ,hem krallık hem de Kaddafi dönemlerinde Türkiye’in en zor günlerinde yardımcı olmuştur . Özellikle Kıbrıs Barış harekatı sırasında Kaddafi’nin Türkiye’nin yanında yer alması unutulamaz bir dostluğun ve dayanışmasının göstergesi olmuştur . Ne var ki , batılı emperyal devletlerin Kaddafi’den kurtulmak üzere düzenlemiş oldukları son askeri saldırı ve işgal harekatları içerisinde Türkiye’nin de yer alması ,bu dost ülke halkının Türkiye’den kuşku duymasına neden olmuştur . Nato’nun Libya’da ne işi var diyerek bu haksız saldırıya önce karşı çıkan Türkiye’nin kısa bir süre sonra , Nato saldırılarına ev sahipliği yapması , İzmir üsleri üzerinden Libya saldırılarının düzenlenmesi Libya ve Türkiye devletlerini karşı karşıya getirmiştir . Saldırgan emperyal devletlerile işbirliği yapan işbirlikçi ve mandacı Libya’lılardan oluşan geçici yönetim , Kaddafi sonrası dönemde Ulusal Geçiş Konseyi adı altında kurumsallaştırılmağa çalışılmış ve ülkede böylece emperyal saldırılar ile başlatılan iç savaşa son verilmek istenmiştir . ABD,İngiliz,Fransız ve İsrail gizli servislrine bağlı özel güvenlik şirketlerinin militan görevlileri tarafından kışkırtılan Libya ayaklanması ,bütünüyle Kaddafi yönetimine son vermeyi ve daha sonraki aşamada da Libya kaynakları ile ülkesinin emperyalistler tarafından bölünmesini gündeme getiriyordu . Yirmiden fazla büyük kabileden oluşan Libya nüfusu ,Kaddafi yönetimi tarafından Avrupa standartlarının üstünde bir yaşam düzenine kavuşturulmuştu . Kaddafi petrol gelirini Libya devletinin siyasal çıkarları doğrultusunda kullandığı gibi aynı zamanda Libya halkına da petrol gelirinin önemli bir kısmını dağıtarak tam anlamıyla bir sosyal devlet kurmuştu . Bu nedenle , hiçbir Libya vatandaşının Kaddafi rejimine karşı isyan etmesi ya da ayaklanması söz konusu değildi . Ne var ki , batı emperyalizmi Libya’nın zenginliklerine bütünüyle el koymağa kalkınca , bütün kışkırtmalara rağmen Libya halkı ayaklanmış ,bunun üzerine deniz yolu ile gemilerle dışarıdan getirilen özel güvenlik şirketi militanları batılı istihbarat servislerinin yönetiminde evleri basarak karşılarına çıkan Libya vatandaşlarını öldürmüşler ve böylece karışıklık çıkartarak görünüşte bir iç savaş senaryosunu gerçekleştirmişlerdir . Nato üyesi olan Türkiye’ye batılı ülkeler baskı yapmışlar ve başta ABD olmak üzere Türkiye’nin Nato saldırılarına katılması konusunda büyük baskılar yapılarak ,Türk devleti bu eski Osmanlı ülkesi ile tarihin seyrine ters düşerek karşı karşıya getirilmiştir . Libya’nın işbirlikçi yönetimi şimdilik bu konuyu mesele yapmamakta ama ,Müslüman Libya halkı Hırıstıyanların ve Siyonistlerin bu haçlı seferine Türkiye’nin de katılmasını bir türlü anlayamamaktadırlar. Nato’nun ne işi var çizgisinden ,Nato’nun merkez üsü olma konumuna sürüklenerek büyük bir çelişkiye sürüklenen Türkiye’nin bu garipliği komşularına ya da diğer Müslüman ülkelere anlatabilmesi son derece zor olacaktır .
Emperyalizmin eli silahlı çetelerine sokak ortasında öldürttükleri Kaddafi’den kurtulan batılı emperyalist güçler ,Libya’nın geleceğini düşüneceklerine , Libya petrolünün paylaşımına ve Libya’nın uluslar arası banka sisteminde birikmiş olan beş yüz milyar dolarlık büyük servete el koyabilmenin arayışı içerisine girmişlerdir . Türkiye üzerinden geliştirmeğe çalıştıkları ılımlı İslam ya da işbirlikçi Müslümanlık anlayışı çerçevesinde Libya’nın zenginliklerini yabancılar ve emperyal devletler ile bölüşmeğe hazır bir mandacı yönetimin ulusal geçiş konseyi görünümünde işbaşına getirilmesi Libya’yı içine düşmüş olduğu sömürge olma çıkmazından kurtaramıyacaktır . Ağzı var dili yok geçici yöneticiler ile Libya bütünüyle sömürgeye dönüştürülerek dağıtılacaktır . Kaddafi yönetiminin çölün ortasında bulduğu suyu kullanarak Libya’yı yeşil bir ülkeye dönüştürme projesi de ,Kaddafinin öldürülmesi rafa kaldırılmıştır . Libya’nın güneyindeki çöl bölgesinde bulunan büyük su kaynaklarını,Nil havzasının su kaynaklarını yeterince kullanamayan İsrail’in kullanmağa hazırlandığı anlaşılmaktadır . Sudan’ı bölen İsrail ABD desteğini de yanına alarak Libya çölündeki su havzalarını boru hatlarıyla İsrail’e taşımağa hazırlandığı görülmektedir . Kaddafi bu suyu kuzeye taşıyarak ,Libya’lıların yaşam alanlarını güneye doğru genişletirken ,İsrail’in Libya suyuna el koymağa hazırlanması ,Libya halkını yeniden çöl koşullarına mahkum edecek ve susuz bırakarak ,beş milyonluk Libya halkının yeniden mahvolmasına neden olabilecektir . Orta Doğu’da susuzluk artarken , İsrail’in artan nüfusunu besleyecek su kaynakları böylece Afrika’dan taşınacaktır .
Küresel sermayenin güdümündeki dünya medyası , Arap baharı ya da Arap uyanışı diyerek kamuoyuna yansıttığı olaylar ,aslında batılı gizli servislere bağlı çalışan özel güvenlik şirketlerinin militan kadrolarınca çıkartılan kışkırtma ve ayaklanma girişimleridir . Tunus ile başlayan olaylar zincirinde , en kanlı iç savaş Libya’da yaşanmış ,Kaddafi yönetiminin oluşturduğu güçlü devlet yapısı direnince altı ay süren çok kanlı bir iç savaş yaşanmıştır . Birleşmiş Milletler üyesi bir bağımsız ülke daha ABD öncülüğündeki batı emperyalizmi tarafından saldırıya uğrayarak işgal edilmiştir . Petrol şirketleri ve enerji tekellerinin çıkarları doğrultusunda el konulan Libya’nın ,yeniden Libya halkının gerçek temsilcilerinden oluşacak bir kalıcı yönetim tarafından yönetilebilmesi için Birleşmiş Milletlerin acilen devreye girmesi gerekmektedir . Birleşiş Milletler mevzuatına ve uluslar arası hukuka göre kurulacak bir Libya koruma yapılanması Birleşmiş Milletler çatısı altında gerçekleştirilebilirse o zaman batılı emperyal devletlerin sömürgeci hedefleri doğrultusunda Libya ‘yı talan etmeleri önlenebilecektir . Bütün uluslar arası kuruluşların ve öncelikle Birleşmiş milletlerin Libya konusuna öncelik vermesiyle ,küresel sermayenin bekçisi konumunda hareket eden Nato üzerinden geliştirilen batı emperyalizminin Libya’yı Irak gibi mahvetmesinin önüne , ancak bütün dünya uluslarının Birleşmiş Milletler çatısı altında ortak hareket etmesiyle geçilebilecektir .Batı eperyalizminin oyununa istemeden sürüklenmiş olan Türkiye ,Müslüman kardeşlerine ve Arap komşularına kendini affettirebilmek için , Birleşmiş Milletler’de Libya’nın lehine sömürgeciliği önleyici bir kararın çıkabilmesi doğrultusunda öncülük yapabilmelidir .Libya’da yaşanan emperyalist saldırı ,işgal ve katliamların bir daha hiçbir ülkede yaşanmaması için gereken önlemler Birleşmiş Milletler aracılığı ile alınabilmelidir .
|