Geçen ay içerisinde bir özel toplantıda, Türkiye'nin önde gelen siyasetçilerinden birisi , Türkiye ve dünya ile ilgili bir değerlendirme yaparken açıkca “Arapların işlerine karışılmaz “ diyerek bugünkü yönetimi eleştirmiş ve giderek Orta Doğu’da liderlik ya da önderlik peşinde koşan bir Türkiye Cumhuriyetinin kendiliğinden Arapların işlerine karışmak zorunda kalacağını ,ister istemez onları kızdıracak bir takım girişimlere alet olacağını söyleyerek , Araplar’dan uzak kalınması gerektiğini vurgulamıştır . Türkiye’nin en uzun süreli yöneticilerinden birisi olan bu eski siyasetçi görevde bulunduğu süreler içinde Türkiye Cumhuriyetinin Arap ülkeleri ile bölgesel sorunların çözüme kavuşturulması sırasında zaman zaman ters düşüldüğünü ,bazen da istemeyerek karşı karşıya gelindiğini öne sürerek , Türkiye’nin hem komşusu olan Arap ülkeleri ile hem de Orta Doğu haritasında yer alan diğer Arap devletleri ile olan ilişkilerinde hem daha dikkatli , hem de mesafeli hareket etmesinin zorunluluğunu ifade etmiştir .Yılların deneyimi ve bilgi birikiminin ortaya koyduğu dersler tartışılırken , Araplar’ın işlerine karışılmaması gerektiği bir kez daha açığa çıkmıştır . Arap ülkelerine yönelik değerlendirmeler yapılırken , Türkiye’nin bir Arap olmayan Orta Doğu devleti olduğu unutulmamalı ve bölgesel ilişkilerde komşuluk ile ortak din olan İslam üzerinden hareket edilmesi gerektiği özel toplantının sonunda dile getirilmiştir .
Türkiye yönetiminde uzun süreler etkili olmuş bir siyasetçi “Arapların işlerine karışılmaz “ diyerek Orta Doğu bölgesindeki gelişmeleri açıklamağa çalışırken ,bugünkü Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin neredeyse bütün Orta Doğu devletleri ile Arap ülkelerinin her türlü ilişkilerine karışmağa çalıştığı görülmektedir . Türkiye Cumhuriyeti yarım yüzyıldır Avrupa Birliğine üye olabilmek için Avrupa kıtasına dönük ilişkilerine öncelik verirken , sırtını Orta Doğu’ya dönmüş, kendisini batılı bir ülke olarak bütün dünyaya kabül ettirmek isterken , Arap ülkelerini görmezden gelmiştir . İsrail’in korunması için İncirlik üssünün Türk topraklarında kurulmasına , Kuzey Irak’ta Kürdistan’ın kurulabilmesi için Çekiç Güç’ün Türkiye’nin güneydoğu bölgesine gelmesine ve bu yüzden İran,Irak ve Suriye gibi bölgenin Müslüman ve Arap ülkeleriyle karşı karşıya kalmıştır . İncirlik üssü ve Çekiç Güç sayesinde bölünme riski ile karşı karşıya kalan Filistin,Irak ve Suriye devletleri Türkiye’ye düşman haline gelirken , Amerikan emperyalizminin merkezi coğrafyaya gelmesine ev sahipliği yapmak durumunda kalan Türkiye , bölgenin bütün Arap ve Müslüman ülkeleri tarafından batı emperyalizminin Orta Doğu’ya uzanan kolu olarak görülmeğe başlanmış ve bu aşamadan sonra Türk devleti Orta Doğu’nun Arap ve Müslüman dünyasından dışlanarak merkezi coğrafya da yalnızlığa mahkum edilmiştir . Batı emperyalizminin soğuk savaşın gergin yıllarında Türkiye’yi bir ileri sınır karakolu olarak kullanması , Türkler ile Arapları karşı karşıya getirmiş ve bu yüzden de bir türlü Türkiye ve Arap devletleri arasında yakın ve sıkı ilişkiler geliştirilememiştir .
İkinci dünya savaşı sonrasında Stalin’in Türkiye’den toprak talebinde bulunması üzerine ,Türk devleti Nato şemsiyesi altına girmiş ,bölgeye Nato’nun bir batı savunma ittifakı olarak gelmesinden sonra da Türkiye’deki üsler hem Sovyetler Birliğine hem de Orta Doğu’daki Arap ve Müslüman ülkelere karşı kullanılmış ve bu yüzden de bütün Arap ve İslam dünyası Türkiye batı emperyalizminin bölgedeki taşeronu ve üssü olarak görmeğe başlamışlardır . Türkiye bu konumu ile hiç kimseye yaranamamış ve sürekli olarak başı derde girmiştir . Bir anlamda Türk devleti sahip olduğu özellikler ile bulunduğu bölgenin jeopolitik konumundan ileri gelen siyasi faturaları sürekli olarak ödemek zorunda kalmıştır . Türk devleti Müslüman millet ile laik devleti bir arada barındırmanın faturası olarak ,hem Brüksel’deki Avrupa Birliği zirvesinden dışlanmış hem de Tahran’daki İslam Birliği toplantısından uzaklaştırılmıştır . Müslüman milleti ile içinde yer aldığı İslam birliğinden laik devlet yapısı nedeniyle dışlanan Türkiye Cumhuriyeti , benzeri bir biçimde laik devlet yapılanması ile üye olmağa çalıştığı Avrupa Birliği zirvesinden de Müslüman millet yapısı nedeniyle uzaklaştırılmıştır . Türk iye’nin yakın tarihinde doğudaki Tahran zirvesi ile Batıdaki Brüksel zirvesinden ayrılmak zorunda kalması , iki dünya arasında nasıl sıkıştığının en açık göstergesidir . Türkiye ,laiklik ile İslam dünyasından dışlanırken , Müslümanlık ile de hırıstıyan Avrupa’nın dışında tutulmuştur .
Türkiye’nin sahip olduğu ulusal kimliği bir yönüyle Avrupa’dan dışlanmasına yol açarken , diğer açıdan da Orta Doğu’nun dışında tutulmasına neden olmaktadır .Avrupalılar ile beraber Orta Doğu’nun Arapları ve Müslümanları da Türkleri kendilerinden saymamakta ve dışlamaktadır . İki ayrı dünya arasına sıkışıp kalan Türkiye Cumhuriyetinin bu sürüklendiği durumdan , Avrupa’nın dışındaki bir batılı emperyal güç olan Amerika Birleşik Devletleri ile , hem Müslüman hem de Hırıstıyan olmayan bir Yahudi devleti olarak İsrail kendi çıkarları doğrultusunda olabildiğince yararlanmağa çaba göstermektedirler . Bu nedenle , ikinci dünya savaşı sonrasında ABD Orta Doğu’ya gelirken , Türkiye’yi merkezi coğrafyaya yerleşmek için ana üs ülke olarak seçmiş ,ABD’nin sağladığı olanaklar ve destekler sonucunda kurulan İsrail devleti de Türkiye Cumhuriyeti’ni hem Araplara ,hem İslam dünyasına ,hem de Avrupa’nın önde gelen Hırıstıyan ülkelerine karşı bazen bir şemsiye bazen da bir köprü olarak kullanmıştır . Soğuk savaş döneminin sonlarına kadar devam eden bu konum Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine değişmiş,merkezi coğrafyadaki doğu batı gerginliği devre dışı kalınca , Avrupalı emperyal devletlerin Orta Doğu’da yeniden egemen bir konuma gelmelerini önleyebilmek için Amerika Birleşik Devletleri bir körfez savaşı olayını hem kışkırtarak hem de bahane ederek bölgeye gelerek yerleşmiştir . İsrail ile petrol kuyularının güvenliğini her şeyin üzerinde tutan bir Atlantik emperyalizmi anlayışı ,soğuk savaş sonrası dönemi Orta Doğu’da sürekli savaş dönemine dönüştürmüş ve bu yüzden de ABD ile İsrail devletleri Orta Doğu’nun bütün Arap ve Müslüman devletleri ile karşı karşıya gelmişlerdir .
Soğuk savaş döneminin özel koşullarından yararlanan Amerikan emperyalizmi , Siyonizm ile işbirliği yaparak bir Yahudi devletinin iki bin yıl sonra Orta Doğu’nun kutsal toprakları üzerinde kurulmasını bölge devletlerine zorlayarak sağlaması , ikinci dünya savaşı sonrası dönemde Orta Doğu’nun sürekli savaş alanına dönüşmesini beraberinde gündeme getirmiştir . İsrail sürekli olarak bölgedeki Arap devletleriyle savaşırken en büyük desteği Amerika Birleşik Devletlerinden almış ve bütün askeri destekler de Türkiye’nin Adana bölgesindeki İncirlik üssü üzerinden Siyonist devlete ulaştırılmıştır . Bu konumu ile Türk devleti ,Araplar ve Müslümanlar açısından bir batı işbirlikçisi devlet olarak görülmüş , ABD bu durumdan yararlanarak Türkiye’ye yerleşirken , İsrail de sıkıştıkça Türk devletini bölgedeki Arap ve Müslüman devletlere karşı koruyucu bir şemsiye olarak kullanmaktan hiç çekinmemiştir . Özellikle , ikinci dünya savaşı sonrasında Sovyetler Birliğinin Orta Doğu’ya girmesinin önlenmesinde Türkiye ABD ve İsrail ikilisi tarafından kullanılmış ,Sovyetler Birliğine karşı bölgede Bağdat Paktı kurulmuş ama buna rağmen , Sovyetler Irak’da askeri darbe yaparak bu devleti kendi etkisi altına alınca ,bunun üzerine bozulan dengeleri yeniden oluşturabilmek üzere ABD,İngiltere ve İsrail üçlüsü de karşı darbeyi Nato sayesinde Türkiye’de düzenleyerek , bölgede Sovyet etkisinin artmasını önlemeğe çalışmışlardır . Sovyetler Irak’a girdikten sonra Suriye’ye de müdahale etmişler ve böylece Baas rejimlerinin bulunduğu Arap ülkelerini kontrolları altına alarak ABD ve İsrail yayılmacılığına karşı denge kurmağa çalışmışlardır . İşte bu aşamadan sonra Orta Doğu’da Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm işbirliğine karşı Rus ve Arap dayanışması devreye girmiş , Ruslar Irak ve Suriye üzerinden geliştirdikleri yeni ilişkiler sayesinde , Arap coğrafyasında etkilerini artırmağa yönelmişlerdir .
Osmanlı İmparatorluğu sonrasında bölgeye gelen Avrupalı emperyalistler olan İngiltere ve Fransa bu coğrafyada ele geçirdikleri bölgelerde kendilerine bağlı sömürge devletleri kurmuşlar ve bu yeni düzeni kendi hegemonyaları altında ikinci dünya savaşı sonrasına kadar sürdürmüşlerdir . Türkiye bu dönemde ,ikinci dünya savaşının dışında kalarak bölgedeki hesaplaşmanın dışında kalmış ve bir izolasyon dönemi geçirdikten sonra , ABD’nin bölgeye gelmesi üzerine ABD ve onun yavrusu olan İsrail’in doğrudan etkisi altına girmiştir . Türkiye’nin ortada kalan jeopolitik konumundan yararlanmasını iyi bilen ABD ve İsrail ikilisi bu ülkeye yerleşerek , hem Sovyet dünyasına hem Avrupa ülkelerine hem de Arap ve İslam dünyasına dönük ilişkilerini Türkiye’nin merkezi konumundan yararlanarak yerine getirmeğe çalışmışlardır . Merkezi alanda böylece bir ABD,İsrail ve Türkiye birlikteliği yaratılırken , bu durumdan zarar gören , İncirlik üssünü bir türlü affetmeyen Araplar kendiliğinden Türkiye’ye düşman bir konuma doğru sürüklenmişlerdir . Filistin’de haksız bir İsrail işgalinin kurulması ,saldırgan Yahudi devletinin ABD’nin koruması ve desteği altında gelişmeler göstermesi Türkiye’yi sürekli olarak güç bir durumda bırakmış, Türk devleti Orta Doğulu komşularına , ABD ve İsrail yüzünden düşman konumuna itilmiştir . ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizmi yüzünden komşularıyla ve dindaşlarıyla karşı karşıya kalan Türkiye Cumhuriyeti ,Orta Doğu bölgesinde bir türlü kendi politikalarını yürütememiş ,başkalarının politikalarına alet olacak düzeyde diplomatik bir zafiyet gösterdiği için de sürekli olarak zarar gören ya da fatura ödeyen bir konumda olmuştur . Türkiye doğu ve güney komşularıyla ikili ilişkilerini geliştiremiyecek bir duruma sürüklenince , Orta Doğu’dan dışlanmış ve bu yüzden bölgesel politikalarını yürütememe çıkmazına saplanmıştır .
İsrail Orta Doğu’nun en küçük devleti olmasına rağmen sahip olduğu güçlü Siyonist lobilerin dünya düzeyindeki etkili çalışmalarından yararlanarak ,her istediğini bu lobiler ya da ABD üzerinden bölgede gerçekleştirme şansını elde etmiş ve bu doğrultuda Türkiye’deki Yahudi lobilerini de istediği gibi kullanarak Türk devletini İsrail politikalarına paralel bir duruma getirmiştir . Özellikle Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığında etkin bir konuma sahip olan bu lobilerin üyeleri ,Türkiye’nin Orta Doğu diplomasisini İsrail ve ABD ikilisinin çıkarlarına uygun bir duruma getirmişlerdir . Türkiye’deki basın,medya ve siyaset ve ekonomi kadrolarında ABD ve İsrail lobilerinin önde gelen bir temsil şansına sahip olması yüzünden , Türkiye’nin Orta Doğu politikaları ve bu doğrultudaki diplomasisi sürekli olarak ABD ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda gelişmiş ve bu yüzden Arap ve Müslüman komşularıyla sürekli olarak karşı karşıya gelen Türkiye Cumhuriyeti Arapların düşmanı olarak görülmeğe başlanmıştır . Türkiye’deki etkili İsrail lobileri “ Ne Şam’ın şekeri ne de Arap’ın yüzü “ açıkca Arap düşmanlığı besleyen sözler uydurmuşlar ve bu gibi Arap düşmanlığı getiren bazı deyimleri ellerindeki basın ve medya organları aracılığı ile Türk kamuoyuna sürekli olarak yansıtarak toplumsal bilinçaltında bir Arap düşmanlığının Türk ulusunun içinde yaygınlık kazanmasını sağlamağa çalışmışlardır . Köpeklere “Arap “ adı verilerek , Arapların isimleri ile dalga geçilerek , Arapları geri zekalı ya da ikinci sınıf köle halklar olarak göstererek , Türk toplumunda bir Arap küçümsemesi bilinçli ve planlı olarak yayılmıştır . Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap kökenli insanları köle olarak kullanmaktan çekinmeyen bazı gayrimüslim kesimler , Türklere karşı bir Arap düşmanlığı yaratılmasında önde gelen bir role sahip olmuşlardır . Türkler ile Araplar bin yılı aşkın bir süre Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının çatıları altında bir arada kardeşçe yaşamalarına rağmen , imparatorluk sonrasında Osmanlı coğrafyasını paramparça edenler , Türkler ile Arapları karşı karşıya getirmekten çekinmemişler , Birinci Dünya Savaşı sürecinde Osmanlı orduları ile Arap birliklerinin çeşitli cephelerde sonsuz çatışmalara ve savaşlara girişerek Orta Doğu çöllerinde helak olmalarına gene batılı emperyalistler ve İsrail Siyonistlerin çeşitli siyasal oyunları ve komploları yol açmıştır .
Osmanlı İmparatorluğu ana ülkesi olan Balkanlar’da ,çeşitli mikro milliyetçi akımların kışkırtılmasıyla Balkanizasyon sürecine uğrayarak dağılırken , imparatorluğun Hrıstıyan bölgelerinin kopmasını dikkate alan o dönemin padişahı Abdülhamit , Osmanlı başkentini İstanbul’dan Şam’a taşıyarak Orta Doğu’da Türkler ve Araplar’dan oluşacak bir büyük İslam devleti kurmağa yöneldiğinde , 31 Mart olayının kışkırtıldığı ve bunun sonucunda da Hareket ordusunun İstanbul’a gelerek Abdülhamit’i tahttan indirdiği görülmektedir . Abdülhamit kendisini ziyarete gelerek Filistin’de İsrail devleti kurmak üzere toprak isteyen Siyonist heyete karşı koyunca , Siyonizmin Atlantikçi emperyalistler ile işbirliği yaparak Osmanlı padişahının sarayını bastığını ve Almanya ile işbirliği yaparak Osmanlı devletinin bağımsızlığını korumağa çalışan bu padişahın görevden alındığını tarih kitapları bugüne aktarmaktadır . Almanların desteği ile Bağdat demiryolunu yaptıran Abdülhamit , daha sonraki aşamada başkenti İstanbul’dan Şam’a taşıyarak , Türk ve Arap Müslümanları güçlü bir Orta Doğu devletinin çatısı altında birleştirmek istemiş ve böylece hem batılı emperyalistlere hem de İsrail’ci Siyonistlere karşı güçlü bir İslam devletinin çatısı altında direnmeğe çalışmıştır . Yahudiler iki bin yıl sonra yeniden kutsal topraklarda bir İsrail devleti kurarlarken ,İngiliz emperyalizminden yararlanarak bölgeye gelmişler ve bu aşamada da İngiliz yönetiminde Yahudi asıllı İngilizler aracılığı ile etkinlik sağlayarak , Araplar ile Türklerin yeniden büyük bir İslam devletinin çatısı altında ortak bir yaşama yönelmelerini önlemişlerdir . Abdülhamit’in tahttan indirilişini İttihat Terakki örgütünün iktidara geçmesi takip etmiş ,İngiliz istihbarat servisleri de Orta Doğu’daki bütün eski Osmanlı topraklarında Türk ve Arap milliyetçiliklerini kışkırtarak Abdülhamit’in Türk ve Arap birlikteliğine dayanan İslam devleti projesini bozmuştur . Anadolu’da Türk milliyetçiliğini destekleyen batılı gizli servisler , Orta Doğu bölgelerinde de Arap milliyetçiliklerini destekleyerek iki halkı birbirlerine karşı kışkırtmışlardır . Mekke emiri Şerif Hüseyin Arap milliyetçiliğini bütün Arap yarımadasında örgütlerken ,Osmanlı orduları arkadan vurulmuş ve bu doğrultuda Türkler Arapların yaşadığı bölgeleri terk etmek zorunda kalmışlardır . Misakı Milli sınırları içerisinde de gelişen Türk milliyetçiliği dışarıdan desteklenince Türkler ve Araplar bütünüyle karşı karşıya gelerek birbirlerinden ayrılmışlardır . Osmanlı ve Selçuklu çatısı altında bin yıl birlikte yaşayan Türkler ve Araplar ,batı emperyalizminin Orta Doğu’ya girişi ve Siyonizm’in İsrail’i yeniden kurmasıyla ters düşmüşler , emperyal oyunlara gelerek , din kardeşi olmalarına rağmen birbirlerini arkadan vurmuşlar ve bu oyunun sonucunda da birbirlerinden koparak ayrı devletler çatısı altında yaşamağa başlamışlardır . Bugünkü ,Orta Doğu haritası böylesine bir gelişimin sonucudur . Türkler ile Araplar birbirlerinden ayrıldığı gibi , Arap toplulukları da farklı devlet çatıları altında yaşamağa mahkum edilmişlerdir .
Bugünün dünya haritasında bazı ada devletleriyle birlikte elliden fazla Arap devleti olduğu görülmektedir . Araplar Orta Doğu’nun en eski halklarından birisi olarak ve Yahudilerin akrabası kavimler görünümünde binlerce yıldır merkezi coğrafyada yaşamalarına rağmen , Türkler gibi tarihte bir Arap imparatorluğu kuramamışlardır . İslamiyetin çıkışından sonra bu dinin katkılarıyla Emevi ve Abbasi imparatorlukları gibi büyük devletler oluşturabilmişler ama daha sonraki aşamada Türklerin Müslüman olmalarından sonra bu coğrafya Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları aracılığı ile Türk hegemonyasına geçmiş ve bölgenin Arap toplulukları Türk hegemonyasını kabül ederek Türkler ile yüzyıllarca birlikte yaşayabilmişlerdir . Ne var ki , batılı emperyalistlerin ,Hırıstıyanların ve Yahudilerin devreye girmeleri yüzünden bu uzun süreli birliktelikler bozulmuş ve sonraki aşamalarda ortaya bir de Türk –Arap düşmanlığı çıkmıştır . Soğuk savaşın sona ermesinden sonra , Türkler yeni dönemin daha rahat siyasi koşullarında, bölgedeki Müslüman komşularına ve Arap ülkelerine yeni bir dostluk köprüsü kurarak yaklaşmağa çalışmış , İngiltere sonrasında Amerika savaşa yöneldiği aşamada Türkiye geçmişten gelen batı hegemonyasını bir yana bırakarak , komşularıyla sıfır sorun politikalarına yönelmiş ve bu doğrultuda önemli mesafeler kat ederek yeniden Türk Arap dostluğunun geliştirilebilmesi için önemli girişimlerde bulunmuştur. Soğuk savaş döneminden gelen güvensizlik ortamı kaldırılmağa çalışılmış , Irak’a komşu ülkeler platformu adı altında bölge ülkeleriyle Türkiye yan yana gelerek ,Amerika’nın Irak saldırısı sonrasında yeniden bir Türk Arap dayanışmasını geliştirebilmenin yollarını aramıştır . Ne var ki , batılı ülkelerden gelen müdahaleler bir türlü istenen çizgide Türk Arap ilişkilerinin sıcak bir çizgide gelişmesine izin vermemiştir .Zaman içerisinde ABD ve İsrail ikilisi yeniden devreye girince , Irak’a komşu ülkeler platformundan istenen sonuçlar alınamamış ve yeni dönemde ciddi bir Türk Arap dostluğu ortaya çıkarılamamıştır .
Batılı emperyal güçler tarafından , işbirlikçi bir çizgide sürekli olarak Arap ve İslam dünyasına karşı kullanılmak istenen Türkiye son aşamada yeniden bir başka senaryo ile karşı karşıya bırakılmıştır . Küreselleşmenin başlamasından sonra geçen yirmi yıllık zaman dilimi içerisinde Avrupa Birliği bir türlü tam olarak örgütlenemeyince , bu kıtanın güneyinde yer alan Akdeniz ülkeleri teker teker iflas etmeğe başlamışlar ve bu dökülen güney Avrupa devletlerine ABD araya girerek sahip çıkarken ,Avrupa’nın Akdeniz ülkelerini Müslüman olmayan bir başka Akdeniz ülkesi olarak İsrail ile yan yana getirmeğe çalışmıştır . Avrupa Birliği çatısı altında barınamayan Akdeniz ülkeleri birer yapay çöküntü senaryosu ile kıtasal birlikten koparılarak Akdeniz üzerinden İsrail ile buluşmağa doğru yönlendirilmişlerdir . Böylece , önce Akdeniz baharı başlamış ve Avrupa’nın Hırıstıyan güney ülkeleri dökülerek Akdeniz havzasına düşürülmüşlerdir . Yunanistan ve İtalya kesin olarak IMF yönetimi altına alınırken benzeri bir süreç , İspanya ve Portekiz için de hazırlanmağa başlanmıştır . Tam bu sırada ,Avrupa’nın karşı kıyısı olan Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinde giderek eskiyen diktatörlüklere karşı halk ayaklanmaları başlatılmış Akdeniz ülkelerinde başlayan çöküntü ve bahar isyanları ,yeni aşamada Arap ülkelerinde gelişmeye başlamış ve ortaya Arap Baharı denen olaylar zinciri çıkmıştır . ABD hegemonyası Orta Doğu’da İsrail merkezli bir siyasal düzeni bölge devletlerine doğru dayatırken , Orta Doğu’nun Arap ülkeleri bu duruma karşı çıkarak direnmiş ve savaşmıştır . Büyük İsrail projesi bu nedenle karalarda gerçekleşemezken , denizler üzerinden alternatif bir yapılanma gündeme getirilmiş ,böylece Orta Doğu’da İsrail merkezli bir Büyük İsrail federasyonu kurulayınca , bu plana alternatif olarak İsrail merkezli bir Akdeniz Birliği gündeme getirilmiştir . Akdeniz’in Avrupa yakasındaki ülkeler batı tipi demokrasilerle yönetilirken , Akdeniz’in güneyindeki Kuzey Afrika ülkeleri askeri diktatörlükler altında yıllarca ezilmiş ve bu ülkelerin baskı altındaki halkları ABD,İngiltere ve İsrail gizli servisleri aracılığı ile kendi devletlerinin başındaki dikta rejimlerine karşı isyanlara teşvik edilmişlerdir . Böylece , Arap halklarının soğuk savaş döneminden kalma baskı rejimlerine karşı ayaklanmaları sağlanarak , Arap Baharı adı altında batı medyası üzerinden dünya kamuoyuna yansıtılmıştır .
Birinci Dünya Savaşı yıllarında kurulmuş olan Müslüman Kardeşler örgütünün ,iktidara gelmesi batılı gizli servisler tarafından önlenmiş , küreselleşme döneminde ise bu eski örgütün önde gelen yöneticileri Amerika’ya davet edilerek eğitimden geçirilmişler , ve böylece Müslüman Kardeşler örgütü Amerikan Kardeşleri örgütüne dönüşmüştür . Mısır’daki en eski Müslüman Kardeşler Birliği resmen açıklama yaparak iktidara gelmek istemediklerini , önce demokrasi istediklerini ,eğer sonra koşullar elverişli olursa ılımlı bir İslam anlayışı çerçevesinde iktidara gelebileceklerini ,liberal partiler ile koalisyonlara giderek batı dünyası ile yakın ilişkiler geliştirecekleri açıkca ilan edebilmişlerdir . Mısır’daki Müslüman Kardeşler ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi doğrultusunda ılımlı İslama yönelerek işbirlikçi bir çizgiye kayarken , Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütü de kendi ülkesindeki Şii yönetime karşı çıkarak , Müslüman Türkiye’nin ordusunun gelip Suriye’yi işgal etmesini istemiştir . Suriyeli Müslüman Kardeşler ‘de Amerikan Kardeşlerine dönüştükten sonra ABD stratejisine uygun bir biçimde Türkiye’nin Suriye’ye askeri olarak müdahale etmesini açıkca talep etmiş ve , batılı Hırıstıyan ordularının Suriye’ye girmemesi gerektiğini , bu nedenle Müslüman Türkiye’nin Suriye’ye girmesinin doğru olacağını resmen açıklayabilmişlerdir . Eskiden beri ABD ve İsrail ikilisi Türk ordusunu Suriye’ye sokarak bu ülkede bir Şii-Sünni çatışması çıkartmağa çalıştıkları ve daha sonraki aşamada da İran’ı kışkırtarak savaşa sokmağa ve uzun süreli bir Türkiye-İran savaşını çıkartabilmek üzere her türlü provakasyon ve senaryonun devreye sokulduğu açıkca görülmektedir . Tam bu aşamada Suriye’de çoğunluğu temsil eden Sünnilerin temsilcisi olarak , Suriyeli Müslüman Kardeşlerin açıkca Türk Ordusunun Suriye’yi işgal etmesini istemesinin , Türkiye açısından hiçbir biçimde kabül edilemiyecek bir emperyal ve Siyonist senaryo olduğu açıktır . ABD ve İsrail’in merkezi coğrafyaya egemen olabilmeleri doğrultusunda Türkler ve Araplar bir kez daha karşı karşıya getirilmektedir .
Irak ‘ta ABD’yi kullanan İsrail , şimdi İran savaşında da Türkiye’yi kullanmağa çalışmaktadır . Ne var ki , İsrail bugünkü Türk devletinin arkasında bin yıllık bir merkezi Türk hegemonyası birikimi olduğunu unutmaktadır .,ya da işine öyle geldiği için görmezden gelmektedir . Soğuk savaşın baskılı koşullarında her türlü siyasal senaryoyu çeşitli komplolar ile bu coğrafyada gündeme getiren emperyal ve Siyonist güçler yeni dönemin açık toplum koşullarında eskisi gibi rahat hareket edememekte ve zorlanmaktadırlar . Arap ülkelerinde gündeme gelen ayaklanma ve isyan olaylarını hem dikta rejimlerine hem de hanedan yönetimlerine karşı destekleyen ABD ,İngiltere ve İsrail üçlüsü tam bu aşamada Büyük Orta Doğu projesinin siyasal yapılanması olarak ılımlı islamı ve bunun üzerinden de bir çeşit Müslüman demokrasi anlayışını empoze etmeğe çalışmaktadırlar . Böylece , hanedanları ve diktatörlükleri kendi halklarının isyanları yolundan tasfiye etmeyi düşünen Atlantikçi emperyalistler ile Siyonistler , ılımlı İslam yapılanması için Araplara karşı yeniden Türkiye’yi bir taşeron ya da Truva Atı konumunda piyasaya sürmeğe kalkışmaktadırlar . CİA’nin Türkiye masası şefi Fuller’in kitabında dile getirdiği ılımlı İslam modeli olarak ,Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti öne sürülmek istenmekte laik bir devlet Arap halklarına ve ülkelerine ılımlı islamın örneği olarak sunulmaktadır . Türkiye’de laik rejime karşı çıkan ılımlı islamın temsilcisi , Mısır’a gidince açıkca laiklik rejimini savunabilmekte ,ABD patentli bir yapay Muhafazakar Demokrasi anlayışı , Arap ülkelerine Müslüman Demokrasi olarak lanse edilmektedir . Batı ülkelerindeki Hrıstıyan Demokrat partiler gibi , müslüman Arap ülkelerinde de benzeri bir yapılanma Müslüman Demokrat Parti olarak gündeme getirilmek istenmekte , Amerika’da kurslardan geçirilen Müslüman Kardeşler ,istenen Müslüman Demokrat Parti yapılanmalarının öncüleri olarak ortaya çıkarak Amerika’nın istediği doğrultuda hareket ederek uyumlu bir çizgide politika yapmaktadırlar . Türkiye’de batı ve Siyonizm karşıtı Milli görüş çizgisi devre dışı bırakılarak bu hareketin içinden ılımlı İslam kadrolarının devşirilmesinin benzerlerinin Arap ülkelerinde yapılmağa çalışıldığı ve Arap Baharının arkasında ciddi bir rejim değişikliklerinin işbirlikçi bir çizgide Müslüman Arap ülkelerinde gerçekleştirilmeğe çalışıldığı anlaşılmaktadır . Batı ile işbirliği ve İsrail ile normal ilişkiler doğrultusunda bir Müslüman Demokratlık yaratılmağa çalışılmaktadır . Bütünüyle Arapların yaşam ve devlet düzenleri değiştirilmek istenmekte ve Arap halkları bu yüzden batılı gizli servisler aracılığı ile isyan ve ayaklanmaya yönlendirilmektedir .
Arap Baharı girişimleri aslında bitmiş ve iflas etmiş olan Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projelerinin ikinci aşaması olarak devreye girmektedir . Arap halklarını kendi devlet düzenlerine karşı ayaklanmaya yönlendiren bu süreç bütün Arap devletlerini yıkılmağa doğru götürmekte ve Irak ile Libya örneğinde olduğu gibi bu devletlerin parçalanarak cemaatlar üzerinden küçük devletçiklere dönüştürülmesini ve bütün bu yeni siyasal yapılanmaların da merkez olarak İsrail’e bağlanması hedeflemektedir . Bir anlamda Arapların her şeyine karışılmaktadır . Devlet düzenleri ve yaşam biçimleri zorla değiştirilirken , bir Arap -İsrail savaşının yeniden çıkmaması için savaş konjonktürü Sünni-Şii ayırımı üzerinden Suriye ve İran’a doğru yönlendirilmeğe çalışılmaktadır . Laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti de Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm işbirliğinin bu senaryolarında hem taşeron hem de Truva Atı olarak kullanılmağa çalışılmaktadır . Tunus ve Mısır’da yeni siyasal yapılanmalarda Türkiye örnek olarak gösterilerek bu ülkelerde Türkiye benzeri bir siyasal oluşum öe çıkarılmakta , Suriye ve İran’daki rejimlerin yıkılması için de gene Türkiye hem Suriye he de İran’a karşı cepheye sürüklenerek savaşın yükünü ABD ve İsrail’in üzerinden alması istenmektedir . Türkiye ABD ve İsrail hegemonyaları doğrultusunda uzun süreli ve çok kanlı bir savaşa doğru zorlanırken ,aynı zamanda diğer Arap ülkelerine örnek gösterilerek bu ülkelerde de batılı güçler Türkiye üzerinden Arapların işlerine karışmak istemektedirler . Türkiye’yi uzun yıllar yönetmiş bir eski siyasetçi tam bu aşamada Arapların işlerine karışılmaz diyerek bir çıkış yapıyorsa , Orta Doğu’daki savaş bataklığından Türkiye’nin uzak kalmasını , kendisinin olmayan bir haksız emperyal savaşa alet olmamasını iyi niyetli bir biçimde dile getirmektedir .Dünya tarihi Arapların kendilerinin dışında yaşadıkları bölgelere gelen emperyal güçlere karşı her zaman direndiklerini ve hiç kimsenin işlerine karışmasını istemediklerini ortaya koymaktadır . Türkiye Cumhuriyeti bu gerçekleri görerek hareket etmeli ve ,batılı emperyalist güçler adına Arapların hiçbir biçimde işlerine karışmamalı , Araplara ya da Müslümanlara karşı savaşmamalı ama Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının yaptığı gibi Araplar ve Müslümanlar ile bir araya gelerek her türlü emperyalizme ,Siyonizme ve Haçlı seferlerine karşı mücadele edebilmelidir . Ancak o zaman üçüncü dünya savaşının merkezi coğrafyada çıkma tehlikesi bertaraf edilebilecek ve bölgedeki Arap ve Müslüman devletlerin dayanışmasıyla Merkezi coğrafyada hem bölgesel hem de küresel barış gerçekleştirilebilecektir . Araplarla uğraşmak ya da onların işlerine karışmak ,Türkiye’ye bir fayda sağlamayacak aksine ,bütün Arap ülkelerini yeniden Türkiye’ye düşman edecektir .
|