Fransa gibi Avrupa uygarlığının beşiği olan bir büyük ülkenin başına emperyal ve siyonist güçlerin destekleriyle gelen Napolyon kılıklı bir siyaset adamı , geçen günlerde yaptığı bir konuşmada açıkca Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkıyor , Türkiye Cumhurkiyeti’nin hiçbir şekilde Avrupa Birlği üyesi olamıyacağını çünkü zaten Türkiye’nin Asya topraklarında yer alan bir Asya ülkesi olduğunu ifade ediyordu . Bu açıklamalarını yaparken daha da ileri giderek ve bu düşüncesinin temelindeki varsayımı dile getirerek ,Türkiye Cumhuriyeti devletinin üzerinde kurulu bulunduğu toprakların atlaslar ve ansiklopedilerde Asya Minör olarak geçtiğini söylüyordu . Ona göre Asya Minör denilen Anadolu yarımadası üzerinde kurulu bulunan bir ülke, zaten Avrupa topraklarında olmadığı için Avrupa Birliği gibi bir başka kıtasal oluşumun içinde yer almamasını doğal karşılamak gerektiğini dünya kamuoyuna açıklıyordu .Konu ile ilgili kitaplarda Asya Minör olarak gösterilen Anadolu yarımadasının Asya kıtasının bir parçası olması ve bir anlamda küçük Asya olarak ifade edilmesi , bu siyasetçiyi haklı kılıyor gibi görünmesine rağmen ,konunun diğer boyutlarıyla ele alınması , resmen bir demagoji ile Türk devletinin karşı karşıya kaldığını gösteriyordu . Tarihi ve bilimsel gerçeklerin siyasal amaçlı olarak çarpıtılması bazen siyasal alanda görülmesine rağmen aslında bu gerçekler insanın önünde yol göstermeğe devam etmektedir .
Son Osmanlı Meclisi tarafından Ön Asya Türklerinin geleceği için ilan edilmiş olan Misakı Milli sınırları içerisinde yer alan Türkiye Cumhuriyetinin topraklarının yüzde doksanı , Asya Minör adı verilen Anadolu yarımadasında yer almaktadır . Coğrafya kitaplarında dünyanın büyük yarımadaları arasında gösterilen Anadolu yarımadası , Asya kıtasının ortalarından çıkarak Avrupa kıtasına doğru uzanan bir köprü konumunda bulunduğu için aslında bir anlamda küçük Asya konumuna sahiptir . Nitekim bu yüzden Atlaslar ve Ansiklopedilerdeki Anadolu haritalarının üzerinde resmen “Asya Minör” adı yer almaktadır . Tarihin en eski coğrafyasındaki en değerli toprakları üzerinde taşıyan Anadolu yarımadası aynı zamanda en eski tarihi olayların cereyan ettiği Asya kıtasının bir parçası olarak öne çıkmaktadır . Bir anlamda Nazım Hikmet’in şiirlerinde dile getirdiği gibi Asya’nın ortalarından dört nala gelerek Akdeniz’e uzanan Türk coğrafyasının köprü ülkesi konumunda Anadolu’nun tarihsel bir jeopolitiğe sahip olduğu görülmektedir . Tarih atlasları bilimsel gerçekliği Asya Minör olarak açıkladığı noktada Anadolu’nun adı artık küçük Asya’dır .Bu durumu kimsenin değiştirmesi de mümkün değildir .
Türk ulusu ya da Türkiye Cumhuriyeti açısından büyük bir şans olarak değerlendirilmesi gereken bu jeopolitik konumun , Avrupa kıtasına giriş ya da Avrupa Birliği’ne üyelik açısından ciddi bir engel olarak gösterilmesi gerçeklere ters düştüğü gibi ,Türkiye Cumhuriyeti devletini Avrupa’nın dışında tutarak Orta Doğu bölgesi ya da Avrasya kıtasının çeşitli yerlerinde , emperyal ya da Siyonist emeller taşıyan bazı güç merkezleri açısından da önemli bir dayanak noktası olarak kullanıldığı görülmektedir . İngiltere ,Amerika Birleşik Devletleri ya da İsrail gibi batı blokunun Avrupa’nın dışında kalan ülkeleri Türkiye’ye bakarken sürekli olarak ,bu ülkenin merkezi Avrupa kıtasının kontrolu altına girmesini önlemek ve bu ülkeyi hem Avrupa’ya hem de Orta Doğu’ ya yönelik politik girişimlerinde kullanmak için çaba harcadıkları göze çarpmaktadır . Bu nedenle Fransa gibi bir merkezi Avrupa ülkesinin başında olmasına rağmen , “Amerikalı” tanımıyla başa geçen bir babası Macar ve annesi Selanik Yahudisi olan bir kişinin Türkiye Cumhuriyetini Avrupa kıtasının dışında tutabilmek üzere , Türk devletinin Asya Minör ülkesi olduğunu açıklaması ve bu durumu da Türklerin Asyalılığına bağlaması bütünüyle Amerika ve İsrail’in çıkarlarına uygun düşen bir yaklaşımın sonucudur . Türkiye Cumhuriyeti’nin böylece Avrupa Birliği’ne tam üye olmasının önlenmesiyle ABD ve İsrail’in merkezi coğrafya planlarında kullanacağı bir ülke durumuna Türkiye sürüklenmekte ve Fransa ile aynı devlet modeline sahip olan bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti , bu ülke ile daha yakın bir konuma gelmesi gerekirken , tamamen karşı karşıya gelmek gibi istenmeyen olumsuz bir durum ortaya çıkmıştır .
Dünya sahnesindeki olaylarda Avrupa kıtası ile Asya kıtasının adı çok fazla geçmesine rağmen bu iki kıta arasında yer alan merkezi bölgenin adı olan Avrasya kavramı pek fazla kullanılmamaktadır . Avrupa’nın ortalarından başlayan bir çizgi kıtanın doğusuna doğru açılırken , Asya’nın ortalarından başlayan bir başka çizgide bu kıtanın batısına doğru açılmakta ve her iki çizgi iki kıtanın birleştiği noktadaki küçük Asya denilen Anadolu yarımadası üzerinde birleşerek Avrasya kıtasının bütünlüğünü ortaya koymaktadır . Bu bölgenin tanımı bakış açısına ya da farklı yaklaşımlara göre ifade edilmekte ve sınırları değişik bölgelere dayalı bir biçimde çizilebilmektedir . Kimine göre Adriyatik’ten Çin seddine ,bazılarına göre Viyana’dan Pekin’e ,başkalarına göre de Ön Asya Türk devleti olarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarından , Orta Asya Türk devletlerinin en doğusunda yer alan Kırgızistan ya da Tacikistan’a kadar uzanan topraklar Avrasya kıtası olarak açıklanmaktadır . Buna göre , Türklerin tarih sahnesine çıktığı Orta Asya’dan başlayan ve bin yıllık bir zaman dilimi içinde ön Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinde devlet kurdukları bölgelerin tamamı bir arada Avrasya bölgesini meydana getirmektedir . Avrasya kavramı birleşik bir terim olarak Avrupa ve Asya kavramlarının bir araya gelmesinden oluşmakta ve bu iki kıta arasında kalan merkezi coğrafyayı ifade etmektedir . Dünyanın ana karaları Asya-Avrupa-Afrika üçgeninde ortaya çıktığı için bu anakaralar bölgesinin merkezinde yer alan bölgeler genel olarak Avrasya olarak açıklanmaktadır . Bu açıdan Avrasya bölgesi dünyanın merkezi coğrafyasını kapsayan alan olarak tanımlanabilmektedir .
Türkiye Cumhuriyetinin üzerinde kurulu bulunduğu Anadolu yarımadası , hem bilimsel anlamda küçük Asya olarak ifade edilmekte hem de Avrasya kıtasının merkezindeki ülke olarak öne çıkmaktadır . Bu açıdan Türkiye’nin jeopolitik konumu çok yönlüdür .Türkiye Anadolu yarımadası ile hem bir Asya ülkesidir , Trakya toprakları ile de hem de bir Avrupa ülkesidir . Türkiye Avrupa ve Asya kıtalarının birleştiği bölgedeki merkez ülke olarak aynı zamanda da bir Avrasya ülkesidir . Böylesine çok yönlü konumuyla Türkiye diğer bütün ülkelerden ayrılan farklı bir jeopolitik konuma oturmuş durumdadır . Türk devleti farklı jeopolitiği ile hiçbir ülke ile kıyaslanamıyacağı gibi tek yönlü olarak da değerlendirilemez . Türkiye’yi sadece bir Asya Minör ülkesi olarak lanse etmek ,küçük Asya konumundaki yeri ile bir anlamda küçümsemek gibi görünmekte ama tek yönlü bir bakış açısı olarak gerçekliği hiçbir biçimde Türkiye Cumhuriyetinin gerçek konumunu açıklayamamaktadır . Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan Fransız devletinin başındaki Siyonist zat ,Anadolu yarımadasının Asya Minör kavramı ile adlandırılmaktan gelen küçük Asya tanımlaması ile Türk devletinin önünü kesmeğe çalışırken , aslında bir başka yönden Türkiye’nin çok yönlü konumunu da kabül etmek durumunda kalıyordu . Avrasya bölgesinin tam ortasında yer alan bu büyük yarımada üzerindeki Türk devleti , Asyalı Türklerin ülkesi olarak tarih sahnesine çıkarken aynı zamanda Avrupa kıtasının doğusundaki eski Hun,Avar ve Osmanlı Türklerinden kalan bir büyük mirasın sahibi olarak batı Avrasya denilen Doğu Avrupa’daki Balkanlar bölgesini de kapsama alanı içine aldığı için Avrupalı kimliğine de sahip oluyordu . Türk devleti buradan gelen bir hak ve kimlikle Avrupa Birliğinin tam üyesi olmağa çalışırken ,Avrasya bölgesi üzerinde değişik senaryolar geliştiren ve bunlar doğrultusunda Türkiye’yi ABD ,İngiltere ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda kullanmağa çalışan emperyalist ve Siyonist insiyatifler ile karşı karşıya gelerek mücadele etmek durumunda kalıyordu .
Türkiye Cumhuriyeti sahip olduğu emsalsiz jeopolitik konumu ile , doğu ve batı ya da kuzey ve güney ekseninde her türlü hareket edebilecek ve değişik yönlerde farklı jeopolitik konumlara kayabilecek bir büyük stratejik zenginliğe sahip oluyordu . Türk devleti bu esnek konumundan ve zengin jeopolitiğinden yararlanarak kendi çevresinde her türlü stratejik oluşuma yönelebilecek şansa sahip olmasına rağmen , emperyal güçler Türkiye üzerinde büyük baskılar uygulayarak ve kendi çıkarları doğrultusunda tehditler geliştirerek her zaman önünü kesmeğe çalışmışlardır .Batının önde gelen emperyalist ülkeleri merkezi coğrafyaya dönük geliştirdikleri bütün stratejilerinde Türk devletini planlarına uygun bir tarzda kullanabilmenin arayışı içinde olmuşlar ve hiçbir zaman Türkiye’yi kendi başına bırakmamağa dikkat etmişlerdir . Onlara göre Türkiye kendi başına bırakılırsa , başlarına iş açacak düzeyde farklı jeopolitik konumlara yönelerek onların merkezi coğrafyaya yönelen bütün oyunlarını bozabilir ,ya da farklı alternatifler geliştirerek merkezinde yer aldığı Avrasya kıtasının gerçek egemeni konumuna yükselebilir . Bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti kendisini merkeze koyarak geliştireceği Avrasya stratejileri ile , hem Avrupa’nın hem ABD’nin hem de dünya Siyonizminin kutsal topraklardaki bekçisi olan İsrail’in hegemonya planlarını altüst edebilir . Bu çerçevede Avrupa Birliği,Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail gibi batılı emperyalistlerin Türkiye Cumhuriyetini kendi başına bırakması ve dolayısıyla , Türk devletinin kendisinin merkezinde yer aldığı bir Avrasya stratejisine yönelmesine seyirci kalmaları mümkün değildir . Emperyalistlerin çok iyi bildiği bu gerçeği artık Türk ulusunun ya da Türkiye Cumhuriyeti devletinin de çok iyi bilmesi gerekmektedir . Başıboş bırakılacak bir Türkiye , merkezinde yer aldığı Avrasya kıtasında yeni yapılanmalara yönelerek , batılı devletlerin hegemonya düzenlerini bozabilir ya da yeni bölgesel oluşumlara yönelerek karşıt güçler oluşturabilir , ya da bölgesel büyük devlet yapılanmaları yaratarak bütün dünya dengelerini ve düzenlerini bozabilir .
Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihin her döneminde Avrupa ve Asya ülkeleriyle normal ilişkillerini geliştirmeyi bilmiş ama ,merkezinde yer aldığı Avrasya kıtası ile ilgili kendi merkezli bir stratejik yaklaşım geliştirememiştir . Bunu Türkiye ve Avrasya bölgesi ilişkileri çerçevesinde , Türkiye’nin Avrasya stratejisi olarak açıklamak gerekmektedir . Türkiye merkezinde kendisinin yer alacağı bir Avrasya stratejisini kendi devlet modeli ve Avrasya bölgesinde yer alan üç yüz milyonluk Türk asıllı nüfusu dikkate alarak ortaya koymak ve böylece Türklük bilinci ve ağırlığı taşıyan yeni bir Avrasya stratejisini , Türk Avrasyacılığı olarak ortaya koymak durumundadır . Fin Cumhuriyetinden Yakutistan’a kadar olan bütün kuzey Asya bölgesinde bugünkü Rusya sınırları içerisinde yer alan sekiz Türk asıllı Cumhuriyeti unutmadan ve bunların önemini iyi bilerek ortaya konacak bir stratejide , Orta Asya’daki bağımsız Türk devletleri ile beraber , Kafkasya ve Anadolu’daki Türk toplulukları ile beraber İstanbul’dan Viyana’ya kadar uzanan Osmanlı mirası Balkanları iyi bir yere koyarak hareket etmek gerekmektedir . Adriyatik’ten Çin seddine , Finlandiya’dan Yakutistan’a kadar uzanan bir büyük coğrafya ya Türkiye merkezli bir Türklük stratejisi ile uzanırken ,bağımsız Türk devletleriyle beraber başka devletlerin çatısı altında yaşayan diğer Türk topluluklarını da bir büyük bütünün parçaları olarak görmek ve değerlendirmek gerekmektedir . Milattan önce onbinli yıllarda başlayan Türk tarihi , tarihin her döneminde bir büyük Türk devletini gündeme getirmiş , Kuzey,Orta,Güney ve Doğu Asya’dan sonra Batı Asya’da da Türk hegemonyası değişik zamanlarda farklı Türk devletleri aracılığı ile ortaya konulmuştur . Harzemşahlar İmparatorluğunun ve Hazar devletinin yıkılışını Selçuklu İmparatorluğu izlemiş , Selçuklu sonrası dönemde de Osmanlılar bir büyük Türk imparatorluğunu kurarak merkezi coğrafyanın yeni egemenleri olmuşlardır .
Türkiye’nin üzerinde kurulu bulunduğu toprakların küçük Asya olması ,Türk devletinin merkezi coğrafyadaki önemli konumunu değiştirmemekte , Türkiye bu konumu ile büyük Avrasya’nın kilit ülkesi konumuna gelmektedir .Bir anlamda Türkiye Asya Minör’den Avrasya majöre ulaşabilecek konumuyla , dünyanın merkezinde yer alan büyük Avrasya kıtasının en önemli ülkesi konumuna gelmektedir . Türkiye Cumhuriyeti bu konumu ile geliştireceği yeni Avrasya stratejileri üzerinden bütün Avrasya kıtasının hem merkezi hem de modeli olarak öne geçebilir ,bir anlamda yeni oluşacak Avrasya düzeninin Türk ağırlıklı bir model olarak öne çıkmasını sağlayabilir . Türkiye’nin geliştireceği Avrasya stratejisi bir anlamda Türk Avrasyacılığı olarak ortaya çıkacak ve bu büyük kıtanın geleceğe dönük yeni yapılanmasında Türklüğün önde gelen bir ağırlığı olmasını sağlayacaktır . Türk Avrasyacılığı , merkezi coğrafya da Osmanlı İmparatorluğu ve daha sonraki aşamada da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği gibi iki büyük imparatorluk gücünün ortadan kalkmasından sonra meydna gelen otorite boşluğunun doldurulmasını sağlayarak , yeni dönemde dünya dengelerinin barış ortamı içinde oluşmasına önemli ölçülerde katkı sağlayacaktır . Akdeniz ve Orta Doğu bölgeleri üzerinden geliştirilen yeni stratejiler aracılığı ile Avrasya bölgesine batıdan girmeğe çalışan Atlantik emperyalizmi ve İsrail Siyonizmi Orta Doğu üzerinden Kafkas bölgesini zorlarken , yeni bir Hazar hegemonyasına giden yolu açmak ve bu doğrultuda değişen koşullara uygun düşecek yeni Avrasya stratejilerine yöneldiklerini göstermektedir . Asya Minör üzerinde kurulu bulunan Türk devletinin ,Türk kökenli bir Avrasya stratejisine yönelmesiyle Avrasya majör yapılanması kendiliğinden devreye girebilecektir . Türkiye Avrasya bölgesindeki kardeşleri ve akrabaları ile bütünleşerek ,her türlü emperyal girişime daha rahat karşı çıkabilecek ve Türk kimlikli Avrasyacılığın öne çıkmasıyla beraber de , Avrasya ‘da majör düzeyde bir yeni kıtasal oluşum , dışarıdan bu kıtaya müdahale etmek isteyen kesimlere ve emperyal güçlere karşı direnecek bir düzeyde gerçekleşebilecektir .
Avrasya bölgesi genel anlamda kuzey ve güney hatlarıyla ikiye bölünmektedir . Moskova bu bölgenin kuzey yarı küresinin merkezidir . İstanbul ise Osmanlılar döneminden gelme Avrasya’nın güneyden kalan kısmının merkezi olan kenttir .Ruslar Moskova üzerinden Atlantik ve Pasifik okyanuslarını karalar üzerinden birleştirerek Avrasya bölgesini köprü gibi kullanırlarken , benzeri bir girişimi Türkiye’de Osmanlı döneminden gelme bir yapılanma ile İstanbul üzerinden başarmaya çalışmaktadır . Avrasya kıtası kuzey ve güney olarak ayrılırken Rus Avrasyacılığı bağımsız bir akım olarak çıkarak Türk Avrasyacılığına rakip bir konuma sürüklenmiştir .Rus Çarlığı döneminden gelme bütün kuzey Asya bölgesine sahip çıkma eğilimi , Rusya’nın Avrasya stratejisini de yönlendirerek ortaya emperyal bir planın çıkmasına giden yolu açmıştır . Ruslar , Hazar Türklerinden devraldıkları bugünkü ülkelerinde ayakta kalabilmek ve devlet birikimlerini Asya kıtasının her bölgesinde bir hegemonyaya dönüştürebilmek için açıkca Rus Avrasyacılığı yapmaktadırlar . Rus Avrasyacılığı Rusya’nın merkezinde yer aldığı ve Rus devletinin çıkarları doğrultusunda bu bölgenin bütün Türk ve Müslüman halkların Rusların kontrolu altına girdiği bir düzeni ifade etmektedir . Rus Avrasyacılığı ,kıtanın geleceği için Türk ve Çin düşmanlığına dayanmakta , Ruslar Avrasya kıtasının kendi denetimleri altına tam olarak girebilmesi için Türkiye’ye karşı İran’ı ve Çin’e karşı da Japonya’yı Avrasya işbirliğine davet etmektedir . Avrasya’daki Türk çoğunluğunun Türkiye’nin denetimine kaymasını önleyebilmek üzere İran ‘ı kendisine partner seçen Rusya , Avrasya kıtasının yanında bir büyük güç olarak emperyalizme yönelmek üzere harekete geçen Çin’i durdurmak ya da önünü kesebilmek için Japonya’yı doğal ortak olarak ilan etmiştir . Sarı ırkın mensubu olan Japonya ile Çin’i Avrasya kıtasında Rusya karşı karşıya getirirken ,tıpkı Türkiye’ye yaptığı gibi Çin’i de karşısına almakta ve bir Avrasya rekabeti ortamında Çin’in yanıbaşındaki Avrasya kıtasına emperyal bir güç olarak uzanmasını önleyebilmek üzere Avrasya’nın çok uzağında bir ada ülkesi olan küçük ülke Japonya’yı doğal partner olarak seçerek Avrasya kıtası üzerinde ciddi bir emperyal oyuna kalkışmaktadır .
Rusya tıpkı Türkiye gibi hem Avrupa hem de Asya ülkesi olduğu için , bu iki yönlü kimliği ile bölünmüş bir siyasal yapıyı temsil etmekte ve bu bölünmüşlüğünü aşabilmek üzere de Avrasya imparatorluğuna yeniden soyunmaktadır . Rus Çarlığı döneminde çok az olannüfus yapıları karşısında son derece rahat hareket eden Rusya , daha sonraki Sovyetler Birliği döneminde gene Avrasya kıtasının patronu gibi hareket ederek , bu büyük coğrafyanın Türk ve Müslüman asıllı halklarını baskı ve esaret altında tutmuştur . Rus ayısı imajı tarihten gelen bir görüntü olarak , Türk dünyasında haklı bir tehdit olarak algılanmış ve Rusların Türkler ile Müslüman halkların yaşadığı ülkelere yönelik saldırıları , tıpkı bir ayının her yeri ve her şeyi ezerek geçmesi gibi gerçekleştiği için Rus imajı ayının hayvansallığı ile açıklanmağa çalışılmıştır . Yüzyıllarca küçük bir nüfus ile büyük coğrafyaları hegemonyası altına almayı başaran Rus devleti Avrupa’nın ve Asya’nın kuzey bölgelerini işgal ederken , orta Asya ve Kafkasya gibi Avrasya’nın önde gelen merkezlerini de sürekli saldırılar sonucunda ele geçirerek buraları uzun süre askeri işgal altında tutmuştur . Avrasya Türk dünyasının bir parçası olan Türkiye Cumhuriyeti Rus emperyalizminin bu uzun süreli emperyalizmi ve gaddar yönetimi karşısında ,bölgenin diğer Türk devletleri ve komşuları ile bir araya gelerek beraberce hareket etmek durumunda kalmıştır . Rusların özellikle sınırları içerisinde yaşayan Türk ve Müslüman topluluklara karşı uyguladığı baskı ve şiddet politikaları ile vahşilik kokan saldırı ve işgalleri , Türk ve müslüman toplulukları Rus emperyalizmine karşı uyarmıştır . Hazar ve Altın ordu gibi iki büyük Türk imparatorluğunu yıkan , sonraki dönemlerde de Türk hakanlıklarını ezip geçerek kendisine sömürge olarak bağlayan Rusların Avrasya stratejisinin, hiçbir biçimde Türkleri ve Müslümanları bir Avrasya ortağı olarak görmediğini ve bu halkları sürekli olarak ezip geçerek , ya da haksız saldırı ve işgal girişimleri ile köle durumuna sürüklediğini tarihsel süreçte yaşanan olaylar açıkca gözler önüne sermiştir . Özellikle , Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bağımsızlığını tanıdığı Çeçenistan Cumhuriyetini sonradan ezip geçerek üç yüz bin insanı bu ülkede katletmesi ,Ruslyar ile Türklerin ya da Müslüman halkların ciddi bir Avrasya yapılanması stratejisi içinde hiçbir zaman işbirliği yapamıyacaklarını açıkca göstermiştir .
Rusya gibi Çin ‘de Avrasya’nın yanı başında yer alan ve Asya’nın doğu gücü olarak kıtanın ortalarına doğru açıldığında ,Avrasya kıtasını işgale yönelen bir büyük emperyal devlettir . Çin tarihin de gösterdiği gibi bütün Asya kıtasını hegemonyası altına almak istediği noktada Avrasya bölgesinin Türklerini kendisine rakip görmüş ve bu toplulukları ezip geçerek ya da yok ederek Avrasya’nın egemeni olmayı milli bir jeopolitik strateji olarak hedeflemiştir . Rusya’nın kendisine karşı Japonya’yı doğal müttefik olarak görmesi nedeniyle Çin , baş düşmanı Hindistan’ı pasifize edebilmek üzere İran ve Pakistan’ı doğal bir ortaklar olarak seçmiş ve Afganistan üzerinden bu iki büyük ülke ile bir dostluk çizgisi geliştirebilmek üzere harekete geçtiği aşamada Amerika Birleşik Devletleri ,Taliban adı altında bir terör örgütü kurdurarak bu örgüt ile göstermelik bir savaşa kalkışarak Afganistan’a Çin’in girmesini ve bu ülke üzerinden Çin’in Pakistan ve İran ile işbirliğine yönelmesini önlemeğe çalışmıştır .İkinci dünya savaşı sonrasında Çin’in Doğu Türkistan’a girerek Uygur bölgesini işgal etmesi ve uzun süre Uygur Türklerine baskı ve şiddet uygulaması ,Çin’in de tıpkı Rusya ve ABD gibi emperyal bir ülke olduğunu açıkca ortaya koymuş ve Avrasya bölgesinde yer alan bütün Türk ve Müslüman topluluklar Rus emperyalizmine karşı çıktıkları gibi Çin’in emperyal maceralarına karşı da direnmişlerdir . Sovyetler Birliğinin yıkılması ve yeni dünya düzeni arayışı içine girilmesi aşamasında Avrasya bölgesi kendi özgür geleceğini ararken ve bu bölgenin Türk ve Müslüman asıllı halkları bir büyük Avrasya kucaklaşmasına yönelirken ,Rusya gibi Çin ‘de Asyalı bir emperyal güç olarak Avrasya ülkelerini tıpkı Uygur bölgesinde olduğu gibi emperyal macera ve saldırı ,işgal senaryoları ile tehdit etmektedir . Uygur bölgesinin nüfusunun değiştirilmesi ve bu topraklardaki değerli madenlere Çin tarafından el konulması da Çin’i de tıpkı ABD ve Rusya gibi emperyal güçler sınıfına dahil etmektedir . Asya’nın üçüncü büyük ülkesi olarak eski İngiliz sömürgesi olan Hindistan son dönemde öne çıkmaktadır . İkinci dünya savaşı sonrasında bağımsız olan Hindistan ‘da tıpkı Çin ve Rusya gibi Asya kıtasının yeni büyük gücü olarak devreye girerken bir Hint emperyalizmi olgusunu , ağababaları olan İngilizlerden öğrendikleri emperyal metotlar ile devreye sokmağa çalışmaktadırlar . Hindistan’ın Pakistan ve Bangledeş üzerinde sürdürdüğü baskı politikalarına ek olarak yarım yüzyıldır sürdürdüğü haksız Keşmir işgali de çok ciddi bir emperyal olgu olarak Hindistan’ı da emperyalistler arasına sokmaktadır . Müslüman nüfusu ile Pakistan’ın bir parçası olan Keşmir’in uzun süren Hint işgali altında kalması ,bölgedeki diğer Müslüman ülkeleri rahatsız etmekte ve bütün Avrasya ülkeleri için üçüncü bir Asyalı tehdit olarak Hint emperyalizminin Avrasya bölgesine yönelebileceğini açıkca göstermektedir . İngilizler’den önce Babür Şah İmparatorluğu çatısı altında uzun süre Türk yönetimi altında kalan Hindistan , yeni dönemde emperyalizme yönelirken , kendisini eskiden yönetmiş olan Türk dünyasının Avrasya’daki varlığını açıktan tehdit etmektedir . Son zamanlarda Hindistan’ın İsrail ile ilişkilerini geliştirmesi ve denizden petrol boru hattı ile iki ülkenin birbirine bağlanması projesi ile beraber , İsrail’in İslam dünyasına karşı kullanacağı büyük ordu ihtiyacının karşılanmasında Hindistan’ın devreye girdiğinin anlaşılması da bu büyük ülkeyi Avrasya bölgesinde yaşamakta olan Türk ve Müslüman ülkeler için ciddi bir emperyal ve askeri tehdit olarak gündeme getirmektedir . Dünyanın geleceğini belirleyecek bağımsız Avrasya yapılanmasının önündeki üçüncü büyük tehdidin Hint emperyalizmi olduğu artık açıkca kabül edilmek durumundadır . Hindistan tıpkı Keşmir’i işgal ettiği gibi bir gece ansızın eski bölgesi olan Pakistan’ı da işgal edebilir ve bu ülke üzerinden Avrasya hegemonyası macerasına kalkışabilir .
Batı dünyasından ABD,İngiltere ve İsrail üçlüsü ortaklığı olarak Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm işbirliği ile beraber , Almanya ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa Birliği emperyalizmi de Avrasya kıtasını açıkca tehdit etmektedir . Batıdan gelen emperyal tehditlere doğudan gelen üç büyük Asya emperyalizmi tehdidi de,önümüzdeki dönemde yaşanacak olan Avrasya sürecinin pek de barış içerisinde geçmeyeceğini göstermektedir . Türkiye merkezi coğrafyadaki bir ülke olarak Avrasya kıtasına yönelen bütün bu emperyal tehlike ve tehditleri sürekli olarak izlemeli ve yeni gelişmeleri dikkate alarak , kendisi merkezli Avrasya stratejisini yenileyerek yoluna devam edebilmelidir . Asya minör adı verilen bir yarımada ülkesi olmak Türkiye’nin çıkmazı olmamalı ama ,Avrasya bölgesinin merkezinde yer alan bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti ,kendisini Avrasya’da majör güç haline getirecek büyük stratejilere yönelebilmelidir . Asya Minör’den Avrasya majöre geçişi Türk devleti becerebilmeli , Türk ulusu da Avrasya’nın nüfus çoğunluğunu meydana getiren Türk devletleri ve toplulukları ile işbirliğini geliştirerek bir büyük Avrasya yapılanmasını Türk dünyası üzerinden ve Türk kimliği ile başarabilmelidir . Batının önde gelen devletleri ve hükümetleri de bu durumu dikkate alarak , artık Türkiye’yi Avrasya bölgesinde kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bir yana bırakarak , doğunun önde gelen üç büyük emperyal gücü olan Çin,Rusya ve Hindistan’a karşı Avrasya bölgesinin Türkiye merkezli ve Türk kimlikli oluşumuna destek verebilmelidirler . Batılı güçler Türkiye’yi kullanmadan Avrasya’da kendi hegemonya düzenlerini kuramıyacaklarını görmeli ama bu aşamadan sonra da Türkiye’yi eskisi gibi kullanamıyacaklarını da iyi anlamalıdırlar . Uzaktan gelerek Avrasya’ya egemen olamıyacak batılı güçler , Türkiye merkezli bir Avrasya yapılanmasını doğulu güçlerin emperyalizmine karşı dolaylı yollardan destekleyebilirlerse o zaman , Orta Doğu üzerinden Kafkasya’ya doğru ilerlemekte olan üçüncü dünya savaşının yolunu kesebileceklerdir . Türkiye’nin bölgedeki komşuları ve Orta Asya’daki Türk devletleriyle ortaklıklar kurarak sağlayacağı bir Avrasya açılımı , hem üçüncü dünya savaşının önünü kesebilecek , hem de Türk ve Müslüman nüfusların etkinliğinde bir Avrasya yapılanmasını ortaya çıkararak , Osmanlı İmparatorluğu ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan otorite boşluğu alanının doldurulmasını sağlayarak , çok kutuplu yeni dünya düzeninde emperyal güçlerin Avrasya bölgesine sürekli olarak saldırmalarını ya da bu bölgede sıcak çatışmalara girmelerini önleyerek dünya barışına katkıda bulunabilecektir . Böylesine bir sonucun alınabilmesi için ,Türkiye’nin Asya minörden harekete geçerek Avrasya Majöre ulaşma doğrultusunda bağımsız ve ulusal bir Avrasya stratejisini bir an önce uygulamaya koyması gerekmektedir .
NOT; Daha geniş bilgi için şu kitaplarıma bakılabilir ;
I-Atatürk ve Avrasya – Anıl Çeçen ,Cumhuriyet yayınları ,İstanbul I995
2-Türkiye ve Avrasya –Anıl Çeçen ,Fark Yayınları , Ankara 2006
3-Türkiye’nin B Planı –Anıl Çeçen ,Kilit yayınları ,Ankara 2011
|