UFUK ÖTESİ KÖŞESİNE CEVAP ( Aydınlık gazetesindeki 18,19 ve 20 Aralık tarihli yazılara yanıtlar)
Sayın MEHMET ALİ GÜLLER,
Sizinle ilk kez ULUSAL KANAL’ın GÜNDEM ÖZEL programında karşılaştık ve medeni ölçülerde kalarak Avrasya stratejisi üzerine tartıştık.Ben yarım yüzyıla yakın bir süre üzerinde çalıştığım konular ile ilgili olarak ,bir bilim adamı kimliği içinde kalarak görüşlerimi aktardım . Siz ise hem bir köşe yazarı hem de bir siyasi parti mensubu kimliğinizle farklı görüşler dile getirdiniz . Ben hiçbir partiye mensup olmadığım için ,bir genel kamu hukuku ve jeopolitik uzmanı olarak hareket ettim , siz ise beni bazı siyasi çizgiler ile yargılamaya kalkıştınız . Aynı zamanda 68 kuşağının bir temsilcisi olarak üyesi bulunduğunuz siyası partinin hem genel başkanı hem de üst düzey yöneticileri eski arkadaşlarımdır. Kırk yılı aşkın bir süredir birbirimizi tanırız.Ben Atatürkçü kesimin içinden gelirken ,partinizin yönetim kadrosu her zaman solda yer alan bir partinin yöneticileri oldular . Bu çerçevede her zaman görüş ayrılıklarımız oldu ama hiçbir zaman sizin bana karşı kullandığınız sert sözcükler ya da suçlamalar aramızda geçmedi .
Sizi ,yazdığınız gazetenin bir okuru olarak izliyorum . O yüzden düşüncelerinizi de biliyordum . Bu çerçevede ilk kez karşılaştığımız programda size “Türkiye’nin B Planı “ isimli kitabımı imzalayarak takdim ettim . “Atatürk ve Avrasya “ ile “Türkiye ve Avrasya “kitaplarımın mevcutları kalmadığı için veremedim .Kitaplarım ve makalelerimden bilindiği üzere yıllardır hem Türk jeopolitiği hem de Avrasya konularında yayın yapmaktayım . Rusya ve Azerbaycan’da yayınlanan bilimsel araştırmalarda ilgili uzmanlar, beni Türk Avrasyacılığının temsilcisi olarak gösterirken ,siz beni hemen Amerikancı yapıp işin içinden çıkıyorsunuz .Sizin gibi gemi mühendisliği tahsil etmiş bir müspet bilim insanına böylesine kolaycı bir davranışı yakıştıramadığımı açıkca belirtmek isterim . Belki partinizin görüşleri ile kendinizi çok sıkı bağlı hissettiğiniz için farklı görüşlere tahammül edemiyorsunuz ve de bu nedenle biraz kızgın ve sinirli bir üslup kullanarak hemen farklı görüş sahibini yargısız bir infaz ile cezalandırıyorsunuz . 25 bin den fazla hukuk öğrencisi yetiştirmiş bir hoca olarak ,bu tür kolaycı suçlamalar ile çok karşılaştım .Ekşi sözlük sitesine bakarsanız , mandacı,işbirlikçi,cemaatçı ve neoliberal kesimlerin bu tür saldırılarının çeşitli örneklerini görebilirsiniz .
Size takdim ettiğim kitabım da belirttiğim üzere , partinizin Avrasya stratejisi ile çok farklı düşünüyorum . Atatürkçü kesimin bir temsilcisi olarak Atatürk’ün İran ile ortaklığa dayandırdığı Sadabat paktının günümüz koşullarına uygun düşecek yeni bir yapılanmasının Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından daha uygun olacağı kanısındayım .Siz ise “TEORİ” isimli derginizin özel sayısında belirtildiği üzere Batı Asya Birliği adı altında farklı bir yapılanmayı savunuyorsunuz . Bu konuda detaylı bir makalem yakında yayınlanacaktır . O nedenle ayrıntıya girmeden ,farklı düşündüğümüzü açıkca kabül etmek gerekir . Atatürkçüler antiemperyalist olduğu için ben her türlü emperyalizme karşı çıkılması gerektiğini vurguladım . Avrasya bölgesindeki hegemonya kavgasında ABD kadar Avrupa Birliği ,Çin,Hindistan ve Rusya’nin da emperyalist bir çizgide davrandığını , bu nedenle Türkiye’nin bu büyük ülkeler ile ortak bir Avrasya stratejisi geliştiremeyeceğini , ancak , Atatürk ‘ün yaptığı gibi İran ile güçlü bir ortaklığa dayanan işbirliği doğrultusunda bu büyük güçlere karşı ciddi bir alternatif Avrasya stratejisi ortaya konabileceğini dile getirmeğe çalıştım .İran’ın nüfusunun yarısından fazlasının Türk kökenli boylardan gelmesi nedeniyle ,böylesine bir işbirliğinin Türkiye’nin bir Türk devleti kalarak Avrasya stratejisi geliştirmesine katkı sağlayacağını söyledim .Ne var ki , Türkiye’deki gayrimüslim kesimler bir Türk-İran ortaklığına karşı çıkarlarken , Müslüman İran’ dengelemek üzere hırıstıyan bir güç olan Rusya’yı devreye sokmağa çalışmaktadırlar .
Siz ise ABD emperyalizmine karşı Çin ve Rusya ile açıkca işbirliği yapılması gerektiğini savundunuz . Maocu gelenekten gelen bir partinin bugün de Çin ile işbirliğini savunması bir ölçüye kadar anlaşılabilir ama , soğuk savaş döneminde Rusya’yı sürekli olarak sosyal emperyalist olmakla suçlayan bir geleneğin temsilcisinin günümüzde Rusya ile işbirliğini savunması ciddi bir çelişki meydana getirmektedir .Daha önceleri emperyal bir güç olan Rusya bugün de daha güçlü bir emperyal devlet konumuna gelmiştir . Önceleri bağımsızlığını tanıdıkları Çeçenistan’ı üç yüz bin insanı ezip geçtikten sonra yeniden bir emperyal Avrasya stratejisi geliştirme doğrultusunda yakın çevre doktirinini ilan etmiş ve bu doğrultuda eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinde yenig bir türlü emperyalizm geliştirmeğe yönelmiştir . Son gelinen aşamada Ukrayna , Belarusya ve Kazakistan gibi büyük devletleri yanına çekerek yeni bir tür Sovyetler Birliği yapılanmasını ilan ettiği Avrasya Birliği ile gündeme getirmiştir .Antiemperyalist bir ulusal kurtuluş savaşı sonucunda kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin emperyalist ABD’nin kucağından kalkarak benzeri doğrultuda emperyalist Rusya veya Çin’in kucağına oturması düşünülemez . Rusya anti-Atlantikçidir ama kendisi bir emperyalist olarak antiemperyalist değildir .
İkinci dünya savaşı sonrasında Doğu Türkistan’ı işgal ederek Uygur devletini ortadan kaldıran Çin emperyalizmi ,aynı zamanda Moğolistan,Mançurya,Tibet gibi ülkelerdeki geçmişten gelen işgallerini sürdüren bir emperyalist devlettir . Yıllardır Tibetlilere yapılan baskı ve zulmün benzeri Uygur özel bölgesinde de yürütülmekte ve bu ülkenin Türk ve Müslüman asıllı halkı bazen katliamlar yolu ile bazen da zorunlu sürgünler yolu ile eritilmeğe çalışılmakta ve gelecekte yeniden bir bağımsız Uygur devletinin tarih sahnesine çıkmasını önleme doğrultusunda her türlü emperyal senaryo ve müdahale açıkca insan haklarına aykırı bir çizgide uygulanmaktadır . Mançurya,Tibet ve Uygur ülkelerini emperyal işgal altında tutan ve bunların birer bağımsız devlet olmasına izin vermeyen bir Çin ile antiemperyalist ve dayanışmacı bir Avrasya stratejisine kalkışılamıyacağı açıktır .Rusya gibi Çin’de çağımızın iki büyük emperyal güçleri olarak dünya hegemonyası yarışında ABD ve AB’ye karşı Rus ve Çin Avrasyacılıklarını kendi hegemonyalarını pekiştirecek girişimlerde bulunurken ,bütün Avrasya ülkelerini kullanmağa kalkışmaktadırlar . İran’a yönelik olarak Rusya ve Çin’in giderek artan ilgileri ve yardımları da kendi Avrasya stratejilerine uygun bir çizgide gelişmektedir .
Amerika’daki Yahudi sermayesinin son yıllarda ucuz işgücü hesaplarıyla Çin’e akması nedeniyle Çin giderek ABD’ye rakip bir kapitalist emperyal ülke konumuna gelmiş ,bütün dünya ülkelerinin büyük tekelci üreticileri Çin’e giderken , bu ülke eskisi gibi sosyalist kalamamış ve giderek ABD’ye rakip en büyük kapitalist devlet konumuna gelmiştir . Pekin merkezli Çin’de eski sosyalist devlet simgesel olarak muhafaza edilirken , Şangay merkezli ikinci bir Çin tamamen kapitalist bir üretim gücü olarak dünya sahnesinde ön plana çıkarılmıştır . New York’taki dünya devleti merkezine karşılık Çin merkezli yeni kapitalizm Şangay’ı hem Asya’nın hem de dünya ekonomisinin yeni emperyal merkezi konumuna getiriyordu . Çin malları her yerde en ucuz mallar olarak piyasaya sürülürken ,bütün Avrasya ülkelerinde ekonominin giderek Çin emperyalizminin kontrolu altına girdiği görülmekte ,eskiden Rusların asker ile işgal ettiği bütün Avrasya ülkelerini Çin ucuz mallarıyla işgal ederek yeni bir tür Çin emperyalizmini Avrasya bölgesine taşıyarak , gelecekte bütün dünya güçlerine ve başta ABD olmak üzere batılı emperyal devletlere meydan okumaktadır . ABD emperyalizminin Avcrasya kıtasına girmesine karşı oluşturulacak antiemperyal bir cephe de ya da dayanışma örgütlenmesinde , bugünkü yapıları ile iki büyük emperyal güç olarak Rusya ve Çin’in yer alması düşünülemez .Avrasya ülkeleri kendileri gibi küçük ve orta boy devletler ve komşuları ile ulusal egemenliklerini koruyabilme doğrultusunda işbirliği yapabilirler ama Çin ve Rusya ile eşit ilişki ve dayanışma geliştiremezler .Eşyanın tabiatı fille yatağa girilemiyeceğini açıkca göstermektedir . Maocular Çin’e ,Leninciler Rusya’ya daha duygusal bakabilirler ama Atatürkçüler için emperyalist ülkeler arasında hiçbir fark yoktur .İngiliz ,Fransız , İtalyan ve Yunan emperyalizmine karşı savaşarak bağımsızlığı yakalayan Kuvayı Milliye hareketinin bugünkü temsilcileri olarak Atatürkçülerin bütün emperyal güçlerin hepsine karşı çıkması doğaldır . Emperyalistlerin batılısı ya da doğulusu diye bir ayırım yapılamaz.Türkiye gibi bağımsız ulus devletler kendi varlıklarını koruyabilmek amacıyla bütün emperyalistlere karşı çıkmak ve hepsine karşı aynı mesafeli tutumu sürdürmek zorundadırlar .
İkinci dünya savaşı sonrasında Çin Doğu Türkistan’ı işgal ederken , ABD’de Orta Doğu’ya gelerek ,gizlice dolaylı yollardan Türkiye’yi işgal etmiş ve işbirlikçi bir devlet olarak,Siyonizmin kalesi olan İsrail’i kurmuştur . Bu aşamadan sonra ABD’nin merkezi coğrafya ve Avrasya kıtasına dönük bütün girişimlerinde İsrail’in önde gelen bir rolü olmuş ve dünyaya Siyoınizmin egemen olabilmesi doğrultusunda gelişecek bir Avrasya stratejisine ABD kilitlenmiştir . ABD Türkiye’yi işgal ettikçe ve kendi çıkarları doğrultusunda bölgede daha fazla kullandıkça , Türkiye’nin komşularıyla arası açılmıştır . İncirlik üssü sayesinde İsrail’i kuran ABD , çekiç güç ile de ikinci İsrail olarak Kürdistan’ı kurmuştur .Şimdi de füze kalkanı sayesinde ABD-İsrail ikilisi İran’ı devre dışı bırakarak Kafkasya üzerinden Hazar bölgesine girmeğe hazırlanmaktadırlar . Küresel kapitalizm Türkiye ve İran sınırını bir dünya sınırı haline getirdikten sonra ,Doğu Anadolu bölgesini batı blokunun cephe ülkesi konumuna doğru yönlendirmiştir . Doğu Anadolu batının cephe ülkesi konumuna gelirken , Çin ve Rusya’nın yardımlarıyla da, İran’ın batı bölgesi Doğu Asya’nın cephesi durumuna kendiliğinden gelmiştir . Bir üçüncü dünya savaşı sürecinin hızlandırıldığı bu aşamada Nato Türkiye’ye silah yığınağı yaparken Çin ve Rusya’nın da İran’a aynı doğrultuda silah ve cephanelik yüklediği görülmektedir . Yaklaşmakta olan üçüncü dünya savaşının önlenebilmesi için ABD ve Nato’nun Türkiye’yi cephaneliğe çevirmesinin önlenmesinin zorunluluğu gibi Rusya ve Çin’in de benzeri bir tutumu İran’da sürdürmemesi gerekmektedir . Bu nedenle , ABD ve Nato gibi Rusya ve Çin’de bu cephe ülkelerinden geri çekilmelidirler . Aksi takdirde savaş giderek kaçınılmazlaşacaktır .
Türkiye için en büyük tehdidin ABD ve İsrail’den geldiği çok açıktır . Siz bunu sadece ABD’ye indirgerken İsrail’i görmezden gelmeniz çok büyük bir eksikliktir . Unutmayalım dünyayı yöneten Siyonist lobiler ABD’yi de yönetmekte ve İsrail’in çıkarlarına bu dev ülkeyi kilitlemektedirler . Türkiye’de yaşayan Yahudiler yüzünden İsrail’i görmezden gelmek son derece yanlıştır çünkü ABD’deki güçlü Yahudi lobileri de dünya barışını tehdit eden İsrail projesine açıkca karşı çıkmaktadırlar . Türkiye’deki Yahudi lobileri ABD’kiler kadar açık ve net olamadıklarından , Türk kamuoyunda bir türlü ulusal çıkarlar doğrultusunda toparlanma olamamaktadır . ABD ve İsrail ikilisini en büyük tehdit olarak görürken , Rusya ve Çin’in büyük tehditler olduğunu ileri sürmek hiçbir zaman Amerikancılık olamaz .Bu konu siyah ve beyaz gibi çok net değildir ve gri tonlara sahiptir . Rusya ve Çin’e karşı çıkmak Amerikancılık değil ama bütünüyle bir antiemperyalizmdir . Batı emperyalizmi konusunda sadece ABD’ye karşı çıkmak ,dünya devletinin gerçek kurucusu İngiltere’yi görmezden gelmek ya da Fransa ve Almanya gibi büyük devletlerin emperyal politikalarını görmemek , Avrupa kıtasının emperyal güçlerinin önünü açabilir . Rusya ve Çin’in emperyalist olduklarını öne sürmek nesnel Amerikancılık değil ama bütünüyle tutarlı ve hiçbir ayırıma yer vermeyen antiemperyalizmdir . Bunun karşıtı bir çizgide sadece ABD emperyalizmi ile uğraşmak hem Avrupalı hem de Asyalı emperyal güçlerin önünü açacaktır . Bazı batılı emperyal ülkelerin de kendilerine göre Avrasya stratejisi bulunmakta ve bunlar da sadece ABD ile uğraşırlarken , Çin,Rusya ve Hindistan gibi doğulu dev ülkeler ile bir Avrasya stratejisi ortaklığına yönelebilmektedirler .
Avrupa Birliği birbirine düşerken , Almanya Rusyla’ya yakınlaşmakta , Fransa geleneksel Akdeniz stratejisi ile ABD ve İsrail ikilisi ile ortak harekete geçerken , İngiltere de eski sömürgesi Hindistan ile bir araya gelerek , alternatif Avrasya stratejileri gelişterebilmektedir . Dünya devletinin kurucusu olarak İngiltere küresel kapitalist dünya yapılanması için , Asyalı dev ülkelerin dağılmasını ve Asya kıtasının doğu,batı kuzey,güney ve orta olarak beşe bölünmesini , bu doğrultuda Çin,Rusya,Hindistan ve İran gibi büyük ulus devletler ya da güçler yerine ,gelecekte doğu,batı,kuzey,güney ve orta Asya birliklerinin kurulmasını planlamaktadır .Böylece Asyalı devlerin Avrasya bölgesini yutmaları önlenecek ve beş büyük Asya federasyonu daha sonra kurulacak olan Dünya Konfederasyonuna bağlanacaktır .Küresel kapitalizmin New york’tan sonra gene eskisi gibi Londra üzerinden yöjnlendirilmesi , İngiltere’yi yeniden büyük aktör haline getirmekte ve bu eski emperyal devlet Commonwealth ülkeleri üzerinden eskisi gibi güneş batmayan imparatorluğunu sürdürerek , İsrail’in öne geçmesine izin vermemekte , ABD’nin bütünüyle Siyonist lobiler tarafından yönlendirilmesine de karşı çıkmaktadır . Bu çerçevede batının Avrasya stratejilerini sadece ABD merkezli olarak ele almak son derece eksik bir tutumu yansıtmakta , gerçekliğin tam olarak kavranabilmesini önlemektedir . Bilimsel açıdan , batı emperyalizminin sadece ABD’ye indirgenemiyeceğini vurgulamak ta gene Amerikancılık olarak düşünülemez . Dünya ulusları ve devletleri bütün emperyalistleri aynı düzeyde ve derecede ele alarak değerlendirirlerse , o zaman emperyal güçler arasındaki çekişmede taraf olmaktan kurtulabilirler ve emperyal oyunlardan uzak kalarak ulusal çıkarlarını koruyabilirler .
28 Şubat olayı da bir farklı değerlendirme nedeniyle tartışma konusu olmuştur . Küreselleşme döneminde postmodern yarı darbe olarak gerçekleşen bu müdahalenin niteliği konusunda da ortak bir değerlendirme olamamıştır . Batı emperyalizminin İslam dünyası ve merkezi coğrafyayı ele geçirme saldırılarına karşı Milli görüş iktidarının geliştirmiş olduğu D-8 bloku oluşturulmasını batılı emperyal güçler bir türlü kabül edememişler ve gelecekte bir alternatif kapitalist örgütlenme olarak İslam ortak pazarına gidebilecek olan D-8 örgütlenmesinin önünü kesebilme doğrultusunda , 28 Şubat müdahalesi batıcı liberal lobilerin provakasyonları ile gündeme gelmiştir . Türkiye ve İran arasında D-8 örgütlenmesiyle başlayan işbirliğinin gelişmesi bu aşamada engellenmiş ve D-8 modeli bir ekonomik alternatifin öncüsü olan milli görüş partisi iktidardan uzaklaştırılmıştır . Milli görüş çizgisinin antiemperyalist tavrının kesin ve kararlı olması nedeniyle ,bu hareketin içinden yenilikçi bir kadro çıkartılarak ,ılımlı İslamcılığın önü açılmış ve Müslüman taban batı emperyalizmi ve Siyonizme karşı daha yumuşak bir noktaya getirilmiştir . 28 Şubat olmasaydı , D-8 örgütlenmesi hızla bir Avrupa Biurliği benzeri İslam ortak pazarkına dönüşebilirdi ,ve böyle bir sürecin sonunda da Milli görüş tek başına Türkiye’de iktidar olabilirdi . ı960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisinin iktidara giden yolu nasıl siyasal senaryolar ile kesildiyse Milli Görüş partisinin antiemperyalist bir çizgide iktidara yönelmesi 28 Şubat olayı ile önlenmiş ve Büyük Orta Doğu Projesinin eş başkanlığı doğrultusunda ılımlı ve işbirlikçi bir siyasal İslam anlayışı gelişerek öne çıkmıştır . Ilımlı İslam iktidarının önünü açan 28 Şubat müdahalesinin haçlı –irtica biçiminde değerlendirilmesi yetersiz kalmaktadır çünkü ,28 Şubat olayından en çok yararlanan İsrail olmuştur . Büyük İsrail projesinin önünün açılması doğrultusunda Büyük Orta Doğu konusunu öne çıkaran bir ılımlı İslamcı akım bu müdahaleden sonraki gelişmeler ile iktidar olabilmiştir . Milli görüşün antiemperyalizminden sapmalar , ABD ve İsrail ikilisiyle beraber Avrupa Birliğinin de Türkiye üzerinde etki ve baskılarının artmasına neden olmuştur . Ecevit hükümeti Milli görüş iktidarından ılımlı İslam iktidarına geçişinbir köprüsü olmuştur . ABD ve İsrail güdümlü politikalar ,Milli görüş sonrasında Ecevit iktidarında başlatılmış ve ılımlı İslamcı iktidara ülke hazır hale getirilmiştir . Bu çerçevede 28 Şubatın arkasında Vatikan merkezli haçlı irticayı değil ama İsrail merkezli Siyon yıldızlı irticayı aramak daha doğru olacaktır .
Türkiye’nin Avrasya stratejisinin ne olması gerektiği konusundaki bir tartışmanın Atatürk’ün Rusya ile ittifakına getirmek doğru olmayan bir yaklaşımdır ,çünkü eğer Mustafa Kemal Rusçu olsaydı o zaman daha ulusal kurtuluş savaşı yıllarında Sovyetler Birliği’ne Türkiye’yi üye yapar ve batılı emperyalist güçler ile bağımsızlık için yıllarca mücadele etmezdi . Mustafa Kemal’in Lenin ile mektuplarına ve Lenin’in enternasyoneldeki konuşmalarına bakılırsa , Sovyetler Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki yakınlaşmanın batılı emperyal güçlerin merkezi coğrafyaya yönelik saldırılarına karşı geçici bir antiemperyalist ittifak olduğu açıkca ortaya çıkmaktadır . Sosyalist devrim sonrasında Kemalist devrim gerçekleşirken , batı kapitalizminin merkezdeki ülkeleri yutmağa yönelmesine karşı Ruslar ve Türkler tarihin o döneminde kendilerini koruma doğrultusunda geçici bir ittifaka yönelmişlerdir .Lozan Antlaşması sonrasında batılı emperyal güçler bölgeden geri çekilince Türkiye ve Rusya ayrı ayrı ülkeler olarak kendi yollarında gitmişler ve hiçbir zaman kalıcı bir ittifaka yönelmemişlerdir . Atatürk cumhuriyetin onuncu yılında yapmış olduğu bir konuşmada ,Türk dünyasının büyük çoğunluğunun Sovyetler Birliğinin çatısı altında olduğunu ama bu durumun bir gün değişeceğini ve Türkiye Cumhuriyetinin bağımsız bir Türk devleti olarak Türk dünyasının özgürleşeceği gelecekteki dönemlere hazırlıklı olması gerektiğini açıkca dile getirmiştir . Türk dünyasının beşte dördünü Sovyet baskısı altına alabilen bir Rusya ile bir Türk devleti olarak Atatürk Cumhuriyetinin ciddi bir ittifak içine girmesi eşyanın doğasına açıkca aykırıdır . Türk dünyasını esir alan bir siyasal imparatorluk ile Türkiye ancak iyi komşuluk ilişkileri geliştirebilirde ,bu yüzden Atatürk Rusya ile ortaklık değil ama dostluk ilişkilerine önem vermiş ama nüfusunun yarısından fazlası >Türk asıllı olan İran ile de Rus hegemonyasına karşı bir araya gelerek , bölgesel ittifakı kalıcı olarak kurabilmenin arayışı içinde olmuştur . Atatürk’ün bölge ağırlık dış politikasının üç ana ögesi olarak ,Türk-İran ortaklığı,Türk-Rus dostluğu ve batı emperyalizmine karşı antiemperyalist mücadele birbirini tamamlayan ilkeler olarak sürdürülmüştür . Atatürk’ün ittifakları hep antiemperyalist çizgide olmuş ama kesinlikle yeni Türk devleti hiçbir emperyal güç ile ittifaka yönelmemiştir . Rusya ile soğuk savaş döneminde geliştirilen dostluk ilişkileri ile Türkiye tam bağımsızlığını güvence altına almış ama İngiltere’nin kucağından kalkarak Rusya’nın kucağına oturmamıştır . Batı emperyalizminin dünyayı fetih girişimlerine karşı iki anti-emperyal devlet kısa süreli dostluk ilişkileri geliştirmiş ama bu durum hiçbir zaman Türkiye’yi Sovyet kampının üyesi yapmamıştır .
Atatürk üç dünya ortasında tam bağımsız devlet kurmuştur . Bunu başarırken , batı emperyalizmine olduğu kadar doğu emperyalizmini temsil eden Sovyetler Birliğine karşı da mesafeli davranmıştır . İslam dünyasıyla da arasına laik devlet yapılanması nedeniyle mesafe koyan Atatürk ,hem sosyalist komşusu Rusya ile dostluk kuruyor ama bir İslam devleti olan İran ile ‘de Sadabat Paktı çatısı altında ortaklığa giriyordu .Ayrıca Irak gibi bir Arap ve Müslüman devleti de böylesine bir bölgesel birliğin içine alırken , Arap ve İslam dünyasını da yanına alarak tam bağımsızlığı koruyabilme yolunda yeni bölgesel dengelere yöneliyordu . Bu açıdan Atatürk’e bir ittifak insanı demek tam anlamıyla doğruları yansıtmamaktadır . Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olarak Atatürk için söylenebilecek en doğru tanımlama ancak dengecilik olabilir .Atatürk bir denge önderi olarak Batı dünyası ,Sosyalist blok ve İslam coğrafyası ile dengeli ilişkileri yürüterek kurmuş olduğu merkezi devleti , farklı modeliyle beraber ayakta tutabilmiş ve sonrası için de bütün Avrasya ülkelerine , Türk ve İslam dünyasına örnek bir model devlet yapılanması olarak Türkiye Cumhuriyetini kendi bağımsız çizgisinde geliştirmiştir . Emperyalizme karşı bir Türk –Rus işbirliği vardır ama açıkca imzalanmış bir uluslar arası antlaşma yoktur . Atatürk ve Lenin yazışmaları bu açıdan en büyük dayanak noktasıdır . İki devletin birbirlerine gönderdikleri özel elçiler bu doğrultuda değerlendirilebilir ama Atatürk Türkiye ‘nin bağımsız geleceği doğrultusunda bu tür girişimleri Fransa,İtalya,Almanya gibi batılı ülkelerle de geliştirerek her zaman için Türkiye’yi koruyacak dengeler peşinde koşmuştur .Atatürk Türkiye’ye Rusya ile kalıcı bir ittifak bırakmamış ama dünya dengeleri açısından örnek alınabilecek mesafeli bir dostluk bırakmıştır . Ne var ki , Atatürk sonrasında göreve gelen İnönü , hemen Atlantik ülkeleriyle gizli antlaşmalara yönelerek , bölgede Atlantik Avrasyacılığına giden yolu açmıştır . Atatürk İran ile ortaklık kurarak bir Türk Avrasyacılığını Afganistan’a kadar uzanan çizgide oluşturmağa çalışırken , ikinci adam olan İnönü’nün Atlantik ülkeleriyle gizli bir ittifaka yönelmesiyle Atatürk Cumhuriyeti tam bağımsızlığını yitirerek Atlantik emperyalizminin bölgedeki askeri üssü ve Truva atı konumuna sürüklenmiştir . Taksim anıtında Atatürk,İnönü ve Çakmak’ın Rus generaller ile beraber heykellerinin bulunması bu tarihi gerçeği değiştirmemekte , cumhuriyetin kuruluş dönemindeki temsilcilerin sadece o dönemde kalan birlikteliklerini günümüze yansıtmaktadır . Türkiye’nin ulusal kurtuluş savaşı sırasında Rus generalleri ya da askerleri batılı emperyalistlere karşı Türkler ile beraber savaşmamıştır , ama Alman generaller ile askerler Çanakkale savaşında Türkler ile beraber Anadolu’yu fethe gelen İngiliz ve Fransız ordularına karşı beraberce savaşmıştır . Çanakkale savaşının muzaffer komutanı olarak Mustafa Kemal Osmanlı imparatorluğunu yıkan başlıca güçlerden birisinin rus ordusu olduğunu iyi biliyordu ve bu yüzden de tarihsel bir bilinçle Ruslara karşı mesafeli davranıyordu . Ruslara karşı mesafeli bir tutuma tarihsel koşullar genç Türk devletini zorluyordu ama , o dönemin dünya konjonktürü de bir Rus-Türk dostluğunu zorunlu kılıyordu .
Türkiye Türkleri ve Türkiye Cumhuriyeti , Orta ve Kuzey Asya ile beraber Ön Asya’yı da kapsayan Türk dünyasının geleceğini düşünerek bir Avrasya stratejisi geliştirmek zorundadır . Çin Seddinin Türk akınlarına karşı yapıldığını , bugünkü Rusya’da Ruslar’dan önce büyük bir türk devleti olarak hazar imparatorluğunun bulunduğunu unutarak hareket edilirse ,yeniden tarihten gelen Çin ve Rus emperyalizmlerineTürk dünyası teslim edilmiş olacaktır . Türkiye’yi yöneten hiçbir hükümet böylesine bir tarihsel hata yapma hakkına sahip değildir . ABD ve İsrail ikilisinin taşeronu olmaya , Türkler nasıl karşı çıkacaklarsa , aynı doğrultuda Çin ve Rus emperyalizmlerine de karşı çıkmalıdırlar .Böylesine bilimsel bir gerçekliği dile getiren bir genel kamu hukuku ve jeopolitik uzmanına ,objektif Amerikancılık yaftası yakıştırmağa kalkışmak ancak sübjektif bir siyasi tavrın hatalı bir yaklaşımı olmaktan öteye gidemiyecektir . I2 Eylül Nato harekatı döneminde üniversiteden atılmış, Wikiliks belgelerinde Nato düşmanı olarak ilan edilmiş, kırkı yılı aşkın bir süre Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün çizgisinde antiemperyalist çizgide mücadele etmiş bir bilim adamına ilk fırsatta Amerikancı ve Nato’cu yakıştırması yapmak , objektif olarak bilimselliğin dışında kalan sübjektif bir karalama hareketi olarak öne geçmektedir . Hele kendisini bilimsel sosyalist olarak ilan edenlerin ,kısa vadeli siyasal manevralar doğrultusunda böylesine bilimsel hatalar yapabilmesi ise ,sosyalizmin bilimselliğine ciddi olarak gölge düşürmektedir .Bilimsellik iddia eden sosyalistlerin ,Sovyetler Birliği döneminde Türkdünyasının Rus hegemonyasının altında ezildiğini de görebilmeleri gerekmektedir . Uygur bölgesi Türkleri ile Kuzey Kafkasya’nın Türk ve müslüman halklarının ezildiği bir dönemde Çin ve Rusya Avrasya bölgesinin geleceği için umut kapısı olamazlar .Yarım yüzyıla yakın mücadelesini antiemperyalist bir çizgide sürdüren bir bilim adamını Nato’cu ve Amerikancı ilan etmek ne derece gerçeklere aykırı ise aynı çizgide ,bilimsel sosyalistlerin bilimselliğini de tartışma konusuna getirmektedir . Tam bağımsızlıkçı ve antiemperyalist Kemalistler ve Atatürkçüler hiçbir zaman sosyalizmin bilimselliği ile ilgilenmemişlerdir , ne var ki , bilimsellik iddiasındaki sosyalistlerin antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı Kemalistleri Amerikancı ve Natocu olarak ilan etmeleri üzerinde düşünmekte yarar vardır . Böylesine bir yargısız infazın arkasında sübjektif politik oyunlar olduğu kuşkusu giderek artarken , Kemalizm ile sosyalizmin karıştırılmaması gerekmektedir . Kendilerini bilimsel sosyalist ilan edenlerin Kemalizmi ve Atatürkçüleri yargılama hakkını nereden bulduklarını sormak gerekmektedir . Unutulmaması gereken ana konu , ulusal kurtuluş savaşından bugüne gelen siyasal birikimin içinde, Şefik Hüsnü geleneği ile Mustafa Kemal geleneği birbirlerinden farklı çizgiler olarak yer almaktadırlar . Şefik Hüsnü ile Mustafa Kemal’in hem partileri hem de gazeteleri birbirinden farklı organlar olarak ulusal kurtuluş savaşı döneminde gündeme gelmiş ve bu ayrı organlar birbirlerinden çok farklı birikimleri sonraki kuşaklar için miras olarak bırakmışlardır .
Kemalizm ile sosyalizm birbirinden çok ayrı düşünce sistemleridir .Bu nedenle farklı görüş ve ilkelere dayanırlar . Türkiye’de Kemalist geleneği yok sayarak , sosyalist gelenekten gelen tutum ve tavırlar ile Kemalizm’in yargılanması ya da farklı yönlere çekilmesi , Atatürkçüler açısından kabül edilemiyecek bir durumdur . Kemalizm’in doğasında antiemperyalizm vardır ama Sovyet İmparatorluğu döneminde , sosyalizm Rus emperyalizmi doğrultusunda kulanılabilmiştir . Sosyalizmin eşitlikçiliği öne çıkarılarak gözler bağlanırken , sosyalizm görünüm altında Türk dünyasının beşte dördü ciddi bir baskı ve emperyalizm uygulamasına sahne olmuştur . Kemalizm her zaman antiemperyalist olmuştur ama sosyalizm için bu tür bir değerlendirme yapılamaz . Sovyet imparatorluğu döneminde sosyalizm nasıl bir emperyalizme alet olduysa , bugün de Avrupa ülkelerinde sosyalizm sermayeci kapitalist sistemi aklamak üzere gene emperyal amaçlı olarak kullanılmaktadır . Avrupa sosyalistleri kapitalistlerle Avcrupa Birliği çatısı altında ortaklıklara yönelirken , batı emperyalizminin uygulanmasına alet olabilmektedirler . Bu nedenle ,sosyalizm için her zaman antiemperyalizm değerlendirmesi yapılamaz . Bu açıdan Kemalizm , sosyalizm’den daha üstün görünmektedir . Her türlü emperyalizme karşı çıkan bir Kemalist tutumun , Amerikancı ya da Natoculuk ile suçlanmağa çalışılması ise ancak Rusya ve Çin gibi Asyalı eski sosyalist dev ülkelerin , Türkiye’de ki etkinliklerini artırma doğrultusunda , ciddi antiemperyalist Kemalist birikimi tasfiye etme girişimi olarak da değerlendirilebilir . Kemalizm her zaman antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçıdır ama şimdiye kadar uygulanan örneklerine bakıldığında , sosyalizm için aynı değerlendirmeyi yapabilmek Sovyetler Birliği ve Avrupa Birliği örneklerinde görüldüğü gibi pek mümkün görünmemektedir . Bu durumu en iyi bilecek olanlar , Rusya’nın Sovyet imparatorluğunu soğuk savaş döneminde uzun süre sosyal emperyalist olmakla suçlayan eski Maoculardır Soğuk savaş sonrasında ,Eski Maocu takımın içinden fazlasıyla neoliberal kadroların çıkması da bu durumu ortaya koyan önemli bir gelişmedir . Lenincilik Rus emperyalizminin önünü açarken ,Stalincilik bu Rus emperyalizmini bütün doğu bölgesine yayarken ,Maoculuk da Mançurya,Tibet ve Doğu Türkistan üzerinden Çin emperyalizminin önünü açmıştır . İşte Kemalizm , böylesine bir coğrafyada tarih sahnesine çıkarak nereden gelirse gelsin her türlü emperyalizme karşı dik durmayı , dengeleri buna göre kurmayı ve geleceğe dönük bölge ağırlıklı politikalar ile emperyalizmi merkezi coğrafyadan kovmayı başarmış bir akımın adıdır . Atatürk’ün Türkiyesine bu aşamada böylesine bağımsızlıkçı ve antiemperyalist bir yolda yürümek ve Avrasya stratejisini de komşularıyla işbirliği yaparak tüm emperyal güçlere karşı geleceğin özgür Avrasya’sını yaratmak düşmektedir .Bu aşamada Amerikancılar bağımsızlıkçı Kemalistleri Nato düşmanı olarak ilan ederken ,diğer kesimlerin de Natocu ilan etmesi hiçbir biçimde gerçekliği yansıtmamakta ,aksine gerçekleri fazlasıyla çarpıtmaktadır . Müspet bilim tahsil etmiş kişilerin , herkesten önce bu gibi yanlışları görmesi gerekirken ,sübjektif tutumlara sürüklenerek gerçekleri farklı siyasal senaryolar doğrultusunda ve siyasal çizgilerde değiştirmeğe kalkmaları gerçekten düşündürücüdür . Dar siyasal hesapların üstüne çıkılarak geniş bir hoşgörü ile farklılıklara ve ayrı görüşlere saygı gösterilmediği sürece ,Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal çıkmazdan kurtulabilmesi pek mümkün görünmemektedir .
|