Kilis Yardımlaşma derneği 
 

 

 

 

 

Sevgisiz dostluk olmaz!

Devamı  

 Türkiye'nin tek buz müzesi binlerce ziyaretçi ağırladı

 

 


  

 



 
14 MAYIS'TAKİ SEÇİMLER İÇİN 6 ADIMDA OY

KULLANMA REHBERİ



 
DEVAMI

 

magazin

NEVİN BALTA'NIN SON
KİTABI YAYINLANDI

 Devamı 

CACA OYUNU CADDEBOSTAN KÜLTÜR MERKEZİ'NDE


 

 

 

Milli Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Temel ile Röportaj 


Klasik Türk müziği sanatçısı, icracı ve bestekar, Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca, vefatının birinci yılında yad ediliyor.


KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI FİLM ARŞİVİ

 
 
 
  AKPINAR Temmuz 2017 Sayısı
 
 
 AKPINAR Mart 2017 Sayısı
 
 
 
Bir insanlık dersi...
 
 

 Orhan SELEN

Devamı

 

  
Hava Durumu Bilgileri

 
Döviz Kurları

Anket
Anket Seçilmemiş
Diğer Anketler

Ziyaretçiler
Toplam Ziyaretçi :  29933042
Bugün Ziyaretçi :  29083
Aktif Ziyaretçiler :  5891

GÜNEYDOĞU, BİR ORTA DOĞU SORUNUDUR
 
Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu bugünkü hassas dönemde iki önemli konuyla karşı karşıyayız ve bugün de bu iki konuyu beraberce ele alıp değerlendireceğiz. Birisi terör, diğeri insan hakları.  Şimdi, ben bir genel kamu hukuku öğretim üyesi olarak üniversitelerde yıllarca bu konularda çalışmalarda bulundum. Tabii, kamu hukuku "siyasal hukuk" demektir. Mesele tek yönlü değil. Bir yönüyle terör "devlet otoritesinin reddi" demektir. Bir yönüyle hak ve özgürlükler devletin sağlamakla zorunlu olduğu ortamı ifade eder. Genel kamu hukuku açısından konuya baktığımız zaman madalyonun bir yüzünde otorite vardır, öbür yüzünde hak ve özgürlükler vardır. Hak ve özgürlüklerle otoritenin beraberce ele alınıp değerlendirilmesi bugün bütün dünyada bütün devletlerin karşı karşıya kaldığı bir durumdur. Bu noktada bazen otorite ön plana geçer, bazen hak ve özgürlükler ortaya geçer ve bu iki alan arasındaki çatışma ve çekişme de siyasetin yönlenmesini sağlar. Ben her iki alanda da çalışmalarda bulunan bir arkadaşınızım, hem Türkiye'de devlet modeli -ki Atatürk'ün devlet modelidir- hem de hak ve özgürlükler -ki bu konu maalesef küresel emperyalizm tarafından kullanılmakta ve istismar edilmektedir- küresel emperyalizm öncesinde de Türkiye'de insan hakları üzerinde çalışmış bilim adamlarından birisiyim ama 1990 itibarıyla Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan tabloda artık kavramların yer değiştirdiğini, değişen kavramlar çerçevesinde de konuların daha farklı boyutlarda ele alındığını görüyoruz. Şimdi, beni bugün bu toplantıya çağırmanıza neden olan son olayı öne alırsak ve son olay üzerinden konuya bakarsak, bugün, gerçekten Uludere'de yaşanan olay bütün toplumu, bütün ülkeyi sarsmıştır. Her yönüyle sarsmıştır çünkü yaşanan dram -ki dün akşam oğlumla konuşuyordum, ölen 35 kişiden birisi bilgisayar borcunun son taksitini ödemek üzere mazot kaçakçılığı yapmak zorunda kalıyor- gerçekten bir insanlık dramıdır. Yani burada devletin sadece ölenlerin haklarıyla ilgili değil ama oradaki sorunu çözememesinden kaynaklanan bir başka boyut vardır, bunun da üzerinde durulması gerektiği kanaatindeyim ama bu Uludere'de yaşanan olayı genel perspektif içerisinde ele alırsak konuya sadece terör açısından, sadece insan hakları açısından değil ama bir bütünsellik çerçevesi içerisinde baktığımızda dünyanın en hassas bölgesi konumuna gelen Orta Doğu ve gelecekte bir potansiyel savaş alanı olmaya doğru sürüklenen bu çevre, ki bütün devletler, Orta Doğu'daki bütün devletler şu an, özellikle son on senedir Amerikan ordusunun bölgeye gelmesiyle beraber savaş alanına dönüşmüştür yani normal koşullar yoktur.
.
Şimdi, burada meseleye sadece demokrasi açısından bakıp konuyu ele aldığımız zaman demokrasilerin ancak barış ortamında olabileceğini, savaş alanına dönüşmüş olan ülkelerde demokrasilerin normal koşullarda yaşayamayacağını görmek durumundayız ama küreselleşme süreci içerisinde "demokrasi" kavramının bir farklı boyutta ele alınması ve bu çerçevede konuya bakıldığı noktada da ortada bir demokratikleşme süreci üzerinden gündeme getirilmiş olan devlet ve toplum yapılanmasının dönüştürülmesi süreciyle karşı karşıyayız, ki burada Türkiye Cumhuriyeti devlet modelinin zorlandığını, burada toplumun geleneksel boyutlardaki yaşam süreci içerisinde bir zorlanmanın ortaya çıktığını görüyoruz ki bütün bunlar ele alındığında ortaya farklı bir tablo çıkmaktadır. Yani olayın yaşandığını ertesi gün gazete manşetlerine "devlet halkını bombaladı" diye manşet atmak, ki bütün dünyada yankı yaratmıştır, uluslararası yayın organları bu konuyu maalesef manşetlere taşımışlardır, burada Türkiye'ye karşı bir komplo olup olmadığı çok ciddi boyutlarda ele alınmaktadır ve bu komplonun uzaktan kumandalı bir manipülasyon süreci içerisinde bu bölgeye empoze edildiği konusu da ciddi boyutlarda tartışılmaktadır. Demek ki konu sadece orada yaşanan bir olay ve olayın dayandığı bir hata ya da bir kusur meselesi değil çünkü bir biri peşi sıra gündeme gelen bir süreç içerisinde konunun medyaya yansıtılması ve istismar edilmesi noktasında gene uzaktan kumandalı manipülasyonla yönlendirilen bir küresel komplo var mı yok mu, ki bugün Türkiye'de küreselleşme çizgisinde yayın yapan liberal ya da dinci çizgideki gazetelerde bile bunların makaleler biçiminde yer aldığını görüyoruz. Yani şuna gelmek istiyoruz: Bugünkü iktidarın göreve gelmesiyle başlayan süreç içerisinde Türkiye'de başlamış olan, yaşanmakta olan o zıtlaşmanın yani geçmişten gelen yapıyla yeni gelmekte olan yapı arasındaki zıtlaşmanın geride kaldığını burada vurgulamak istiyorum çünkü yeni bir durum var. Bu yeni durum çerçevesinde de bölgeye yönelik güvenlik sorunu, ki otuz yıldır yaşanan terör, bu bölgeye yönelik plan ve projeler doğrultusunda bir ön hazırlama hareketi olarak terörün gündeme çıktığını görüyoruz. Meseleyi sadece terör açısından ele alırsak Türkiye'de yaşanan teröre dönem dönem farklı isimler verildiğini de burada vurgulamak isterim. Özellikle bir askerî rejim sonrasında yani soğuk savaşın son dönemlerinde yaşanan terör Türkiye'de bir sol-sağ çatışmasıydı, daha sonra diplomatlarımıza yönelik bir terör yaşadık -ki orada bir etnik terör vardı ASALA terörü- ve daha sonra 12 Eylülle beraber ara rejimin Türkiye'ye gelmesinden sonra yaşanan bir etnik terör var. Buna da bugün "PKK terörü" diyoruz ama artık PKK'nın boyutunu da aştığını görüyoruz. Meselenin tamamen bir bölgesel yeniden yapılanmaya, bölgede bir yeni harita çizilmesine ve bu çerçevede Türkiye'nin iç politikasını zorlamaya, baskı altına almaya ve o doğrultuda yeni bir anayasanın empoze edilmesi ama öbür boyutlarıyla da mesele, Türkiye'de iç politikada hukuksal ve siyasal bir süreç olarak devam ederken, öbür boyutlarıyla da Türkiye'nin sınırları ötesinde bölgesel çerçeveyi ele alan bir çizgide konunun bir projeye, bir yeni yapılanmaya, yeni bir haritaya yöneldiğini ve bu çerçevede de terörün kullanıldığını, sadece Türkiye'ye dönük değil, bütün bölge ülkelerine yönelik olarak kullanıldığını ve önümüzdeki süreç içerisinde de özellikle son bir yılda başlayan Arap ve İslam ülkelerindeki Arap Baharı üzerinden de terörün bir
halkların isyanı görüntüsünde, devletlerle kendi halklarını karşı karşıya getiren bir süreç içerisinde terörün bölgeye yansıtıldığını görüyoruz ki burada kendiliğinden, normal çıkan bir sürecin olmadığını, Libya'da yaşananlara baktığımızda, Mısır'da yaşananlara baktığımızda, burada tamamen dıştan müdahaleye yönelen, özellikle gizli servis elemanları ya da özel güvenlik şirketi elemanları üzerinden terörün bölgeye yansıtıldığını görüyoruz ki Libya olayı incelendiği zaman, gerçekten Libya'da yaşanan süreçte tamamen dıştan müdahaleyle bir provokasyonun yaratıldığını söyleyebiliriz. Benzeri bir süreç bugün Mısır'da yaşanmaktadır. Bütün Arap dünyasına yönelik olarak konu taşınmaktadır. Şimdi, demek ki bölgede böylesine bir süreç, mevcut rejimlere, mevcut devlet yapılarına yönelik bir süreç, halkların isyanı ya da halkların ayaklanması çerçevesinde gündeme geldiği noktada ki bunların terör boyutu var, teröre yansıyan bir sürecin burada rejim değişikliğiyle beraber gündeme geldiğini görüyoruz ki bütün bu çerçevede konu ele alındığında, bir bölgesel yeniden yapılanmayla karşı karşıyayız. Dün aldığım bir bilgiyi burada sizinle paylaşmak isterim.
.
Birkaç gündür Amerikan gazetelerinde, Nisan ayında Orta Doğu'da İsrail ve Amerikan ordularının bir büyük manevraya kalkışacağı yazılmaktadır ve bu çerçevede de özellikle Amerika'da bazı kesimler neden Amerika'nın bir büyük savaşa ihtiyacı olduğu -bakın, bu da çok önemli- Amerikan yayın organlarında dile getirilmekte ve tartışılmaktadır ki burada konunun ekonomik boyutu var, burada konunun siyasi boyutu var, burada dünya enerji yataklarının bulunduğunu dikkate aldığımızda küresel enerji şirketlerince bu coğrafyadaki yatakların bulunduğu alanlara el konulması ki Libya'da bu yaşanmıştır, Irak'ta yaşanmıştır. Irak'a Amerika'nın girmesinden sonra petrol tamamen Amerika'nın yönetimine girmiştir, Libya'da aynı şekilde şimdi aynı şekilde bir paylaşma söz konusudur Avrupa ülkelerinin katılmasıyla beraber. Türkiye'yle beraber bu coğrafyada da ki bu coğrafya petrolün ikinci alanı, yani çöl alanın bittiği ki 2020'lerde bunun biteceği ama 2020'lerden sonra "secondary zone" denilen ikinci alana yönelmesi ki bu Kuzey Irak'ın dağlık bölgesinde başlayan, Türkiye'nin Doğu Anadolu'sunu, Kafkasya'yı ve bütünüyle Hazar havzasını içine alan bir alandır. Konuyu bu şekilde belirledikten sonra, konunun Türkiye'ye yansımasına baktığımızda. Biz Doğu Anadolu'yu Türkiye'nin arka ülkesi olarak görürüz ki Osmanlı dönemine baktığımız zaman da Anadolu Osmanlının arka ülkesiydi. Bizim için, şu aşamada Doğu Anadolu arka ülke ama Amerika-İsraii ve küresel şirketler, küresel emperyalizm çerçevesinde baktığımız zaman, Doğu Anadolu'nun Batı dünyasının ön yüzü ve cephe ülkesi konumuna geldiğini görüyoruz ve tam bu aşamada, ilginçtir, depremler, zelzeleler, terör ve Doğu Anadolu'daki yerleşik yapıyı altüst edecek birtakım gelişmeler birbiri ardı sıra gündeme gelmekte ve bu süreç içerisinde de bir Türk-İran savaşı önce Irak üzerinden Şii-Sünni çatışması olarak, şimdi gene Suriye üzerinden gündeme getirilmek İstenmekte ve bu coğrafyadaki iki büyük ülke ki Amerikan-İsrail
projelerine karşı direnebilecek güce sahip olan iki büyük ülke Türkiye ve İran'ın bir büyük savaş süreci içerisinde karşı karşıya getirilerek bu coğrafyadaki mevcut devlet yapılarının çökertilmesine yönelik bir sürecin zorlandığını görüyoruz. Şimdi, bu çerçevede baktığımız zaman, son Uludere olayında da basına yansıdı, Sayın Genelkurmay Başkanımızın hatalı istihbarat raporu verildiğini söylediğini görüyoruz ama dolaylı olarak, bu hatanın farklı boyutlarda başka merkezlere yöneltildiğini görüyoruz ki Türkiye'de küresel sermayenin güdümündeki medya burada Türkiye'nin istihbarat kuruluşunu suçlarken öbür tarafta insansız hava uçakları üzerinden tamamen NATO ve Amerika bağlantılı olarak Türkiye'nin böyle bir darjpoğaza sokulacak, sürüklenecek bir şekilde böylebir olayla karşı karşıya kalmasına yol açan bir yanlış istihbaratın Türk Silahlı Kuvvetlerini yönlendirdiğini görüyoruz ki burada Sayın Başbakanın da açıklamaları bu durumu doğrulamaktadır. Yani gelinen noktada öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki son birkaç senedir Türkiye'nin zorlandığı, küresel süreçte zorlandığı, bölgesel süreçte zorlandığı bir açılım olayı durduğu noktada, yeni bir anayasa tartışmalarının yeni bir anayasal sürece doğru zorlandığı noktada ki Parlamentoda siz bunun tamamen içerisindesiniz, bu süreci yaşıyorsunuz ama yeni anayasa sürecinin durması ve bu açılımın durması noktasında böyle bir olayın gündeme gelmesinin hemen ertesinde Habertürk Televizyonunun o akşam saatlerce bir yayını "Açılımda ikinci dönem" şeklinde gündeme getirmesi noktasında, acaba açılımda yola devam etmek isteyenler, açılımın durmasını aşmak isteyenler Türkiye'yi böylesine bir olaya sürüklediler ve kamuoyunda açılımda ikinci bir dönemi zorluyorlar mı, zorlamıyorlar mı tartışmasını gündeme getirmiştir. Değerli arkadaşlar, bu çerçevede konuyu genel boyutlarda ele aldıktan sonra bir de özel boyutlarda baktığımızda, gerçekten bugün Güneydoğu Anadolu'da halkı kaçakçılığa zorlayan, Güneydoğu insanını böylesine bir süreç içerisinde terör ortamında, savaş ortamında, sınır boyunda kaçakçılık eylemlerine sürükleyen nedenler üzerinde de biraz durmak istiyorum ve maalesef, Türkiye Cumhuriyeti devletinin şimdiye kadar yapmadığı bir şeyi de burada vurgulamak istiyorum, o da Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun hâlâ Türkiye'nin arka bölgesi, arka ülkesi konumunda kalmasıdır ki Osmanlı dönemine bakarsak Osmanlının bütün yatırımlarının Balkanlara yapıldığını, Anadolu'nun ihmal edildiğini görüyoruz Abdülhamid dönemine kadar ama şimdi, benzeri bir süreç maalesef Türkiye'de de Ankara'nın batısı ve Ankara'nın doğusu gibi ülke ikiye bölündüğü noktada Doğu Anadolu'nun ihmal edildiğini ve bu coğrafyaya ciddi yatırımların yapılmadığını görüyoruz ama bu coğrafyaya Türkiye Cumhuriyeti en büyük yatırımını yapmıştır biliyorsunuz, GAP projesi ama GAP projesi Türkiye'nin öncelikli projesi değildir. Türkiye'nin öncelikli projesi Konya Ovası Projesi'dir ama Amerikan ve özellikle Türkiye'ye Amerika'nın gelmesi ve bakın, Türkiye'de uzun yıllar siyasette etkin olan bir siyasi liderin su mühendisi olması, bu coğrafyanın geleceği çerçevesinde su
sorununun ana sorun olarak bölgesel çerçevede ele alındığı noktada GAP projesinin sadece Türkiye için değil ama Orta Doğu için yapıldığını ve GAP projesinin yapılmasıyla beraber de, başlamasıyla beraber de Güneydoğu'da terörün gündeme geldiğini görüyoruz. Ben 90'lı yıllarda dokuz yıl süreyle hükümet müşavirlikleri yaptım, devletin içerisinde bulundum, devletin özellikle Avrupa Birliği, Amerika ilişkilerinde çeşitli heyetlerinde bulundum, Türkiye'yi temsil eden bürokrat kadronun içerisinde bulundum ve şunu gördüm:
.
Gerçekten, devletin içerisinde öyle bir yapılanma var ki Doğu Anadolu'ya yatırımı engelleyen, Doğu Anadolu'ya ekonomik yatırımı engelleyen bir süreç var ki bugün işte görüyorsunuz Türkiye'nin en büyük zenginlerinin İstanbul civarında toplandığını, o yeşil Bursa Ovası ile Sakarya Ovasfnın sanayi tesislerine gömüldüğünü ve Doğu Anadolu'ya yatırım yapılmadığını. İlginçtir, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'ya yatırım yapmayanlar bugün Kuzey Irak'a yatırım yapmaktadırlar. Bu süreç, bu çelişkiyi biz çözemediğimiz noktada yani Türkiye'nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu'suna ekonomik yatırım yapıp oradaki işsiz köylüleri işçi sınıfına dönüştürmezsek ki aynı hatayı İran Şahı da yapmıştır: Petrol gelirini sanayiye dönüştürmediği içindir ki daha sonra bir din esaslı siyasi ayaklanma ya da devrimle indirilmek durumunda kalmıştır. Yani şunu vurgulamak istiyorum: Doğu Anadolu'ya Türkiye kendi iç dinamikleriyle, Türkiye'de oluşan sermaye gitmediği içindir ki işsizlik yoğun bir şekilde devam etmiştir ve ilginçtir, cumhuriyet tarihi açısından bakarsak Doğu Anadolu'da toprak reformunun yapılamaması Doğu Anadolu'da feodal düzenin bugüne kadar devam etmesine yol açmıştır ki bakın, hâlâ Doğu Anadolu'dan gelen temsilcilerin feodal yapının temsilcileri olduğunu görüyoruz ve sürekli aynı aileler, aynı aşiretler o bölgeyi temsil ediyorlar ki bunun bir örneği Dersim'dir ki Dersim'deki feodal yapı biliyorsunuz devlete direnen bir yapıdır bugünkü tartışmalar açısından baktığımızda ama aynı süreci Güneydoğu Anadolu'du da görüyoruz. Devlete direnen bir yapıda oradaki feodal yapının o coğrafyada etnik ya da bölgesel yeni siyasi oluşumlar ya da devlet yapılanmalarına yönelik birtakım iş birliklerine yöneldiğini görüyoruz ki bu süreç, yani bölgenin feodal kalması, bölgeye ekonomik yatırım yapılmaması, bir de Başbakan Ecevit zamanında gündeme getirilen, o coğrafyaya devletin hâkim olması noktasında dağınık köylerin birleştirilmesi, merkez köylere yönelinmesi ki bu köy-kent projesi olarak gündeme getirildi ama bu Güneydoğu'da uygulatılmadığı içindir ki Doğu Karadeniz'de başladı köy-kent projesi fakat orada kaldı. Yani köylerin orada dağınık kalması, o bölgenin halkının sahipsiz kalmasına, feodal beylere bağlı kalmasına, feodal beylerin kişisel ve özel ilişkileri çerçevesinde o halk kitlelerinin yönlendirilmesine, İstanbul sermayesinin, büyük sermayenin Güneydoğu ve Doğu Anadolu'ya yatırım yapmaması noktasında da o coğrafyada yoksulluğun devam etmesi ve maalesef o yoksul kitlelerin içerisinden devşirilen kadroların da yoğun bir şekilde teröre yönlendirilmesinin gündeme geldiğini görüyoruz.
.
 Yani bugün eğer bir terör süreci yaşıyorsak o coğrafyaya ekonominin, yatırımın götürülmemesi nedeniyledir ki Sayın Başbakan bunun farkına vardı ve geçen sene yaptığı bir basın toplantısında, evet, GAP'a öncelik verilmiştir ama aynı şekilde Doğu Anadolu ve Konya Ovası projelerinin de gündeme geleceğini söylemiştir ama bunlar çok geçtir. GAP'tan önce yapılması gereken Konya Ovası'dır. Bakın Başkent Ankara'nın susuzluğa maruz kalmasının ana nedenlerinden birisi de, bunu ben söylemiyorum teknik uzmanlar söylüyor, Konya Ovası'nın sulanmamasıdır. Yani Türkiye sınırları içerisinde, Misakımilli sınırları içerisinde Ankara merkezli, kendi ulusal önceliklerini belirleyen bir devlet politikası uygulayamadığı içindir ki kendi ülkesini geleceğe yönelik yapıiandıramamış, tamamen bölgesel dinamiklere, Amerika'nın bu coğrafyaya gelmesiyle beraber ki bakın, bu coğrafyaya gelmeyle beraber, GAP projesinin 1950'li yıllarda gündeme geldiğini görüyoruz. Biliyorsunuz, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde İncirlik Üssü'nün kurularak İsrail'in Türkiye'den Arap ve İslam dünyasına karşı kurulduğunu görüyoruz ki Çekiç Güç de aynı şekilde uluslararası hukuka aykırı bir şekilde ki bakın, bunu bir teknik hukukçu olarak burada üzerini çizerek söylüyorum, kayıtlara geçsin diye ve meselenin bu boyutta ele alınması gerekir, Evet, bugün İsrail varsa bu İncirlik Üssü sayesinde vardır. Bugün ikinci bir İsrail Kuzey Irak'ta kuruluyorsa bu Çekiç Güç sayesindedir. Demek ki Türkiye bu coğrafyada diğer bölge devletlerinde de görüldüğü gibi maalesef bir devlet olarak kendi çıkarları doğrultusunda hareket edememiş, emperyalizmin Batı'dan bu coğrafyaya yönelik bir bakış süreci içerisinde böylesine politik bir kıskaca maalesef sürüklenmiştir. Şimdi, bu çerçevede konuya baktığımız zaman, bugün geldiğimiz noktada terör niye bitmiyor? Efendim, işte, zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetleri çıkıyor "Biz terörü bitirdik." diyor ya da eski bir başbakan çıkıyor diyor ki "Benim dönemimde terör sıfırlanmıştı." Ama terör hâlâ devam ediyor. Terörün kesilmesi için demek ki o coğrafyada feodalitenin ortadan kalkması, o coğrafyaya tıpkı batı bölgelerinde olduğu gibi ki Kayseri, Gaziantep gibi, o bölgede yeni sanayi tesisleri, büyük merkezler ortaya çıkmalı. Benzeri bir sürecin Diyarbakır'a, Van'a ve o bölgedeki diğer kentlere taşınması noktasında bölge halkı işsizlikten, yoksulluktan kurtulacağı için feodal beylerin yönlendirmesinden kurtulacağı için bir normalizasyon süreci başlayacaktır. İşte, o normalizasyon süreci içerisinde konunun ele alınmasıyla dışarıdan istismar edilen bir bölgesel proje doğrultusunda kullanılan terörün de etkisini kıracağını ve Güneydoğu halkının, Doğu Anadolu halkının terör örgütü tarafından yönlendirilmesinin önünün kesileceğini söyleyebiliriz ama bu yapılmadığı sürece bölge halkı teröre açıktır. Yoksulluk ve işsizlik devam ettiği sürece terör bunun doğal bir sonucudur ki Naci Bey beni anlayacaktır bir sosyolog olarak. Bu konularda zaman zaman sizlerin de yazılarını çeşitli gazetelerde okuduğumu hatırlıyorum. Şimdi, bu çerçevede baktığımız zaman değerli arkadaşlar, evet, demek ki terör bir neden değil ama bir sonuç ve geçmişten gelen hataların, eksik politikaların bir sonucu ve bugün önlenememesi de maalesef bu coğrafyaya bizim dışımızdaki devletler üzerinden gelmiş olan ki biliyorsunuz terör uzun süre Suriye üzerinden Türkiye'nin güneydoğusuna yönlendirildi, daha sonra Kuzey Irak üzerinden yönlendirildi, şimdi PKK'nın bir alt kolu olan PJAK'ın devreye girmesiyle beraber İran-Türkiye ilişkilerinde de terörün sahaya taşınmaya çalışıldığını ve iki ülkenin terör üzerinden karşı karşıya getirilmeye çalışıldığını görüyoruz ki İran'ın meseleye bir başka boyutta, 1950'li yıllarda muhatap olmasını da hatırlamamız gerekiyor. Biliyorsunuz, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgedeki harita iki yeni devletin kurulmasıyla ortaya çıkmıştır, birisi Amerika'nın İngiltere destekli İsrail'i kurması, öbürü de Sovyetler Birliği'nin İran'da bir Kürt devleti, Mahabad Cumhuriyeti'ni kurmasıdır ama o Mahabad Cumhuriyeti uzun süreli olamamıştır, İran'ın parçalanması o dönemde gündeme gelmiştir ama İngiltere ve Amerika devreye girerek Mahatad Cumhuriyeti'ne son vermişlerdir. Yani Sovyetler Birliği'nin kurduğu Kürt devletine İran'da son verilmiştir çünkü haritaya bakarsanız jeopolitik olarak Sovyetler Birliği'nin Basra Körfezi'ne inmesi için Mahabad Cumhuriyeîi'nin kurulması gerekiyordu. Şimdi, Kuzey Irak'ı sadece Irak'ın bölünmesi, Kürt devleti, yok efendim o bölgede ikinci İsrail olarak değil ama nasıl Sovyetler Birliği kuzeyden güneye, sıcak denizlere inme noktasında İran üzerinden Mahabad Cumhuriyeti'ni çizdiyse Amerika-İsrail ikilisinin de bu sefer tersine yani sıcak denizlerden kuzeye, yani Orta Doğu'dan Hazar bölgesine yönelik bir süreç içerisinde Sovyetler Birliği'nin yapamadığını yani Kuzey Irak'ta bir Kürdistan'ı kurarak yavaş yavaş bunu da Ermenistan'ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarına taşıyarak çünkü Kuzey Irak'taki Kürtlerin önemli bir kesimi Amerikalılar bu bölgeye yerleştikten sonra Ermenistan'ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarına taşındığını ve böylece Sovyetlerin güneye inmede kullanamadığı o köprünün, Kürt köprüsünün bu sefer Kuzey Irak üzerinden Kafkasya'ya ve Hazar bölgesine taşınmak istendiğini görüyoruz ki işte bu noktada Türkiye'nin Güneydoğu'su ve Doğu Anadolu'su da Amerikan-İsrail ikilisinin Kafkasya'ya ve Hazar bölgesine girmesi süreci içerisinde bir köprünün ana merkezi hâline geldiğini görüyoruz yani bölgenin ciddi boyutlarda bir ernperyal yapılanma ve bir havzaya yeniden el koyma noktasında gündeme geldiğini görüyoruz ki bu Birinci Dünya Savaşı öncesindeki tabloya da baktığımız zaman görünecektir. Burada özellikle Fransa'nın Suriye üzerinden Hazar bölgesine yürürken Maraş olaylarının yaşandığını biliyoruz, İngiltere'nin Irak üzerinden, Mezopotamya üzerinden Kafkasya'ya yöneldiği noktada da biliyorsunuz o süreç içerisinde Rusya'da bir devrimin olduğunu ve Sovyetler Birliği yapılanması gündeme gelerek Avrupa ülkelerinin Orta Doğu'dan Kafkasya'ya girmelerinin önlendiğini görüyoruz. Bunu tekrar etmek istiyorum. Sovyetler Birliği'ndeki Sovyet devrimiyle beraber İngiltere-Fransa ikilisinin temsil ettiği Avrupa ülkelerinin Orta Doğu üzerinden Kafkasya'ya girmesinin önü kesilmiştir, Bakû Kurultayına baktığınız zaman bölgedeki Sovyet ağırlığının Avrupa ülkelerinin Hazar bölgesine girmesine karşı bir ağırlık olarak gündeme geldiğini görüyoruz ki bugün, yüz yıl önce yapılamayan o girişimin yani İngiltere ve Fransa'nın Hazar'a girişi önlenmiştir
.
Sovyet devrimiyle ama bugün, Amerika ve İsrail ikilisi aynı hat üzerinden bu sefer Kürt meselesini ve Kürtleri bölgeye taşıyarak kullanmak istemektedir ve maalesef, böyle bir süreç içerisinde de Türkiye'de yaşanan etnik terör, Güneydoğu'da bir Kürdistan'a yönelen ki Kuzey Irak'ta bu başarılmıştır bir savaş sonrasında, maalesef bu çerçevede bölgeye zorlandığını görüyoruz. Yani emperyalizmin evet devletleri değişmiştir, yapısı değişmiştir ama hegemonya plan ve projeleri değişmemiştir. Orta Doğu'ya egemen olan Kafkasya'ya ve Hazar bölgesine girmektedir. Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi de Hazar'a ve Kafkasya'ya egemen olan Orta Doğu'ya girmektedir ki Orta Doğu'daki çatışmalar, işte biliyorsunuz 1958 Bağdat'taki darbenin arkasında Sovyetler Birliği vardır, 1960 Türkiye'deki darbenin arkasında da Amerika vardır. Böylesine bir denge vardır. Bakın, bu söylediklerimin maalesef basına ve kamuoyuna böyle yansımadığını da biliyorum çünkü yayınları takip ediyorum. Tartışmaya açık şeyler söylediğimin de farkındayım ama konulara bu şekilde bakabilirsek o zaman gerçek anlamda devlet boyutuyla konulara bakabiliriz, o zaman günlük çekişmelerin ve çatışmaların üzerine çıkabiliriz. Yani Diyarbakır Milletvekili Sayın Hanımefendi oğlunu neden kaybetti? Sizi tanıyorum, olayı takip ediyorum, biliyorum. İşte, maalesef, mesele burada, bu projelerden gündeme geliyor. O bölge halkının Türk Devleti'ni düşman görmesi, yani Türkiye Cumhuriyeti devletini düşman görmesinin ben yanlış olduğunu vurgulamak istiyorum çünkü burada eğer böyle bir devlet varsa bu devletin oluşumunda verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı beraber, yani Güneydoğu halkıyla, Doğu Anadolu halkıyla batı Anadolu halkının ortak hareket etmesiyle verilmiştir ve o nedenle, Birinci Dünya Savaşı sonrasında bir imparatorluğun çöküşünden sonra böylesine bir büyük devlet yapılanması gündeme gelmiştir ve bu devlet yapılanması da sadece ve sadece bizim Kurtuluş Savaşı'mızla değil, yani İngiltere'nin sonunda ki bakın Sovyet devrimi Batı ülkelerinin ki burada değerli eski arkadaşımı da görüyorum...
.
Yani Türkiye'de biz yıllarca, 68 kuşağı olarak solu ve sosyalizmi tartıştık ama bunun da dış bağlantılarını, bunun da nedenlerini görmek durumundayız. Yani 1871'de neden Paris Komünü devam edemedi, neden Marks'ın öngördüğü sosyalist devrim Almanya ve İngiltere gibi sanayi ülkelerinde olamadı da bir kırsal alanda, Rusya'da oldu ve işçi sınıfı olmadan oldu? Bunların üzerinde durmamız gerektiği kanaatindeyim çünkü hepsinin arkasında güç kavgası vardır, güç dengeleri vardır ve o güçler önce kendi ülkelerine hâkim olurlar, daha sonra kendi bölgelerine egemen olurlar, ondan sonra da emperyal hegemonya kavgasına girerler ki bugün yaşadığımız olay da tamamen bu gelişmelerin sonucudur. Bu çerçevede konuyu ele almak durumundayız. Şimdi, bu konulara girmemin sebebi Güneydoğu halkının son aşamada, maalesef bu 35 kişinin Uludere'de kaybedilmesiyle gündeme gelen bir noktada, kaçakçılıkla terörün karşılaştırılması nedeniyledir. Evet, o coğrafyada bir kaçakçılık vardır ama bu kaçakçılık sadece ve sadece o coğrafyayla ilgili değildir. Bugün, Kıbrıs'a gidin, süper lüks villalar görürsünüz. Hepsinin sahibi kaçakçıların
patronlarıdır. Kuzey Kıbrıs bir cennettir, gittiğiniz zaman görürsünüz. Evet, bu coğrafya bir kaçakçılık cennetidir ve bir ticaret yoludur, İpek Yolu'dur. Çin'den Asya'ya, Hindistan'dan Avrupa'ya, Amerika'ya yönelen İpek Yolu'nun tam ortasındayız ve bu coğrafyadaki devlet yapılanmaları da bölgedeki ticarete egemen olma noktasında gündeme gelmiştir. Ya bölgeye Türkler kuzeyden gelmişler, işte Sovyetler Birliği, kuzeyden gelmişler ya da bu bölgedeki dağılma ve çözülme noktasında bu bölgeye mutlaka başka bölgelerden gelerek müdahale edilmiştir çünkü bu bölge dünyanın merkezî coğrafyasıdır. Merkezî coğrafyada da etkinlik dünya hegemonya peşinde koşan güçler tarafından sürdürülmektedir ve bu süreç içerisinde de terör bu coğrafyada gündeme gelmiştir. Bakın, çok ilginçtir. Orta Doğu'da terörün tarihini incelediğimiz zaman şunu görüyoruz: Roma İmparatorluğu bu coğrafyaya geldiğinde bir Yahudi devleti var. Bugün bölgede terörün kaynağı olan Yahudi devleti Roma İmparatorluğu Orta Doğu'ya egemen olurken ayakta kalabilmek için Romalılara karşı terör yaratmışlar. Yani terör tarihini incelediğiniz zaman Orta Doğu'da Roma İmparatorluğu ki bugün Amerikan imparatorluğu Orta Doğu'ya geliyor ve Yahudi devleti Amerikan imparatorluğuyla beraber bölgedeki Arap ve Müslüman çoğunluğuna karşı burada Türkleri kullanıyorlar idi, şimdi kullanamıyorlar, Sayın Başbakanın "One minute" demesi gerçekten büyük bir dönemeçtir. Bunu da burada vurgulamak istiyorum, Ben bunları böyle söylediğim için bana kızanlar var, bunun da farkındayım ama söylemeye devam edeceğiz çünkü tarihî gerçekleri görmek durumundayız. Bakın, iki bin yıl önce Romalılar bu coğrafyaya gelirken terör yapan İsrail, yani o dönemdeki Yahudi devleti, bugün bu bölgeye egemen olmak için yeniden terörü gündeme getirmektedir ki Orta Doğu tarihine baktığımız zaman bu coğrafya dışarıdan gelen, bölge dışı güçlerin bu coğrafyaya egemen olma noktasında terörün beraberinde ortaya çıktığını ve kullanıldığını söylüyoruz ki ben Türkiye'de ve Orta Doğu'da yaşanan terörün tamamen ve tamamen dışarıdan yönlendirildiğini, bölge devletlerini parçalayarak bu coğrafyada Osmanlı sonrasında İngiltere'nin kuramadığı bölgesel federasyonun bugün Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde Amerika tarafından Büyük İsrail Projesi tarafından da İsrail merkezli olarak gerçekleştirilmek istendiğini artık çok net olarak görüyoruz. Yani Türkiye'yi kullanma şansı giderek azaldığı noktada, bir NATO üyesi olan Türkiye'nin NATO'yla ters düşmesi noktasında, bakın Türkiye'de silahlı kuvvetlerin yargılanma noktasına geldiğini görüyoruz. Bırakın son dönemde yaşanan askerî süreçlerdeki çekişmeleri, aslında tarihte kalması gereken olaylar yeniden gündeme getirilerek Türkiye bir iç meseleye doğru sürüklenirken medya kışkırtmalarıyla, gene Türkiye üzerinden bölgeye yönelik hegemonya kavgası ki petrol şirketlerinin -takip ettiğim için söylüyorum- bir an önce Kafkasya'ya, bir an önce İran'a, bir an önce Hazar havzasına el konulması noktasında çok ciddi, Amerika'yı, İsrail'i ve NATO 'yu, özellikle NATO'yu zorladıkları kanaatindeyim. O nedenle Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm ittifakının bu coğrafyada küresel petrol şirketleri, enerji şirketlerinin yönlendirmesiyle acilen savaşa ihtiyaçları var. İşte, Amerika'da son zamanlarda çıkan yazılara baktığınız zaman Amerikan basınında, neden Amerika'nın bir büyük savaşa -"Majör War" diyorlar- ihtiyacı olduğunu bu şekilde vurguladığını görüyoruz. Evet, şimdi geldiğimiz noktada Türkiye'nin giderek Amerika'yla zaman zaman karşı karşıya gelmesi, İsrail'le yollarının ayrılması, NATO içerisinde giderek Türkiye'nin bir karşıt çizgi noktasına gelmesi, hatta Türk Silahlı Kuvvetlerinin NATO'yla ihtilaf durumuna gelmesi ki bakın bunlar da Türk basınına yansımıyor ama burası Parlamentodur, gerçeklerin burada konuşulması gerektiği kanaatindeyim, beni de davet ettiğiniz için, bir bilim adamı olarak, sahip olduğum bilgi birikimimi sizinle paylaşmak için bu bilgileri, bu düşüncelerimi size aktarmak istiyorum. Demek ki böylesine bir tabloda, yani Türkiye'nin şimdiye kadar bu coğrafyada kullanıldığı bir süreç içerisinde ki Türkiye bugün ikili bir konuma sahiptir, hem bir Batı ittifakı ülkesidir ama hem de bir bölge ülkesidir. Bunu bir Amerikan diplomatına açıkça söylemiştim. Batı'nın bu coğrafyaya hegemonyasının devam etmesi noktasında, bölge ülkelerini hedef aldığı noktada, bölge ülkesi olarak Türkiye'nin bu bölgeye yönelik Batı politikalarından da zarar gördüğünü, bu nedenle Türkiye'nin ikili bir konuma sahip olduğunu, hem bölge ülkesi olarak kendini korumak durumunda kaldığını, doğal bir refleks olarak hem de ittifaklar çerçevesinde bu coğrafyada ve dünyadaki genel gelişim süreci içerisinde Türkiye'nin Batı'yla beraber hareket etmek zorunda kaldığını görüyoruz ki bu çelişki, bu ana çelişki Türkiye'nin iç siyasetine de yansımaktadır. Şimdi, değerli arkadaşlar, evet, bu genel değerlendirmeden sonra şunu vurgulamak istiyorum: İçinde bulunduğumuz coğrafya dünyanın merkezî coğrafyasıdır ve bu jeopolitik yapı içerisinde konuya baktığımız zaman, Çin ve Amerika arasında, Batı arasında yer alan bu merkezî coğrafya eski İpek Yolu'dur, eski kaçakçılık coğrafyasıdır ve ilginçtir, bu coğrafyada Amerika'nın hâkimiyeti, yani Amerika'nın Afganistan'daki savaş giderleri, Amerika'nın Irak'taki savaş giderleri, NATO'nun Asya'daki savaş giderlerinin karşılanması noktasında Afganistan'daki uyuşturucu ticaretinin bizzat CİA tarafından kullanıldığını görüyoruz. Şimdi, verdiğim bu bilgilerin hiçbirisi gizli bilgi değildir, hepsi basında ve çeşitli yayın organlarında yer almıştır. Evet, bugün Amerika dünyada 100'ün üzerinde askerî üsse sahiptir, 1 milyonun üzerinde ordu beslemektedir ama bu kadar büyük askerî masrafı Amerika'nın kendi ülkesinin bütçesinden değil, Afganistan üzerinden üretilen uyuşturucu trafiğinin CİA tarafından yönlendirilmesini gündeme getirmektedir ki bu terör örgütü de maalesef bunun bir parçasıdır. Terör örgütünün uyuşturucu ve silah kaçakçılığının içerisinde olduğunu, bundan büyük bir para sağladığını, bu çerçevede Avrupa ülkelerine Afganistan'daki uyuşturucuyu taşıyarak terör örgütünün kendini finanse ettiğini görüyoruz. Demek ki bu coğrafyanın yapısından kaynaklanan ticaret yolu ve kaçakçılık ilişkisi bu coğrafyada mevcut devletleri tehdit etmekte, emperyal güçler tarafından bunlar kullanılmakta ve bu doğrultuda da çeşitli sorunlarla bölge ülkeleri karşı karşıya getirilmektedir. O
zaman, eğer biz bu terörü bu coğrafyada neden önleyemiyoruz diyorsak bunun arkasında bu İpek Yolu'ndan, ticaret yolundan gelen ve kaçakçılık işlerinden kaynaklanan kontrol dışı bir mekanizma var ki televizyon dizilerine kadar varan bir süreç içerisinde, bu süreçte maalesef kaçakçılık ve bununla bağlı yeraltı ekonomisi maalesef Türkiye'de devletin içerisine girmiştir, güvenlik güçlerinin içerisine girmiştir ve bu çerçevede de maalesef devletin içerisinde devlete başkaldıracak kadar birtakım yapılanmaların ortaya çıktığını görüyoruz. Demek ki coğrafyadan ortaya çıkan bir yapı var. Afganistan sorunu çözülmediği sürece uyuşturucu ticaretinin önlenemeyeceğini, uyuşturucu ticaretinin burada uluslararası hukuka uygun bir şekilde kontrol edilemediği noktada da terörün finansmanının önlenemeyeceğini ki çok basına yansıyan olaylardan biliyoruz basma yansıyan olaylardan biliyoruz, bunların devam edeceğini söyleyebiliriz. Peki, şimdi, bu genel değerlendirmelerden sonra konuya nasıl bakmak gerekir? Şimdi, efendim, siz beni çağırırken görevli arkadaş bana dedi ki: "Terörün insan hakları alanında yarattığı sorunlar..." Evet, bu çok önemli, öyle görünüyor ama bir eksik bakış açısı var şu an Türkiye'de ve bu eksik bakış açısı çerçevesinde de konuyu biz eksik değerlendirmek durumunda kalıyoruz. Onun da sebebi, konu sadece insan hakları açısından değil insancıl hukuk açısından ele alınması gerektiğini burada vurgulamak istiyorum. İnsancıl hukuktan kastettiğim de savaş hukukudur çünkü normal barış ortamında terör farklı bir olaydır ama savaş ortamında terör farklı bir olaydır ve terör savaşın örtülü yüzüdür ya da ön hazırlığıdır.
.
 Bugün Türkiye'de yaşanan, otuz yıldır devam eden etnik terör, güneydoğu merkezli olarak devam eden terörün bu coğrafyada artık silahlı çatışmaya dönüştüğü içindir ki normal terör olmanın ötesinde bir savaş boyutu vardır. Yani, biz hep terör olarak konuya bakıyoruz, aslında savaş olarak bakmak durumundayız çünkü bölge devletlerinin tamamının ki bunu açıkça söylüyorlar. Condoleezza Rise 22 İslam ülkesinin sınırının değişeceğini söyledi, AB temsilcileri çok açık bir şekilde Türkiye'nin güneydoğu ve doğu sınırlarının belirsiz olduğunu söyledi. Türkiye'nin sınırlarını kabul etmediler. Amerika Birleşik Devletleri o nedenle Lozan Anlaşması'nı imzalamadı. Yani bugün müttefikimiz dediğimiz ülkeler bizim sınırlarımızı kabul etmeyen konumda oldukları noktada. Demek ki dolaylı olarak kendi planları doğrultusunda ki İngiltere 1918'de İstanbul'a girdiğinde İngiliz gemileri -15'te giremediler ama 18'de girdiler- İngilizlerin planı vardı. Bu coğrafyada Osmanlı sonrasında bir dörtlü konfederasyon projesi vardı. Balkan federasyonu, Kafkas federasyonu, Anadolu federasyonu, Orta Doğu federasyonu. Şimdi, İngilizlerin yüz yıl önce yapamadıklarını bugün Amerikalılar İsrail'i de yanlarına alarak Siyonist örgütlenmeyi de yanlarına alarak bir Atlantik ittifakı ve Siyonizm ittifakı çerçevesinde gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Türkiye'de bu noktada hem bölge ülkesi olarak tehdit altında hem de siyasi güçler Türkiye'de bölünmüş bir süreç içerisinde. Bu çerçevede bölgeye yönelik emperyal planların maalesef bölgeyi yönlendirmeye çalıştığını görüyoruz ki eski Başbakan Sayın Ecevit'le 91-95 yılları arasında bu konulan çok tartışmıştık. Daha sonra da anlaşamadık teşhislerde ve tedavi yöntemlerinde ve ondan sonra da yollarımızın ayrıldığı noktada ben şimdiye kadar ki Sayın Başkanın da ifade ettiği gibi bir kamu hukukçusu olarak, jeopolitik ve stratejik konularıyla fazla uğraşmamın sebebi Türkiye Cumhuriyeti devletinin geçici bir devlet olarak görülmesidir. Kalıcı bir devlet olmadığını, çeşitli merkezler çok açık bir şekilde, artık yavaş yavaş dile getiriyorlar. Osmanlı sonrasında kurulmuş olan bu devletin yanlış bir devlet olduğunu... Ben söylemiyorum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında Sosyalist Partinin kapatılmasıyla ilgili karara baktığınız zaman Türkiye Cumhuriyetinin yanlış kurulduğu söylenmektedir. Ha, terörle bunu düzeltmeye çalışıyorlar. Terörle bunu düzeltmeye çalışmanın da ben doğru olmadığı kanaatindeyim. Bunu bir kamu hukukçusu olarak söylüyorum. Zaten bunları söylediğimiz için çok fazla hep çeşitli yerlerden dışlandık ama maalesef korktuğumuz, ürktüğümüz konu şu aşamada gündeme geldi. Çünkü Amerikan basınına baktığımız zaman nisan ayında İsrail- Amerika ikilisinin Orta Doğu'da bir büyük asker? manevrayı gerçekleştirmesi demek bu topyekûn bir savaş anlamına da gelebilir, son zamanlarda çok tartışılan üçüncü dünya savaşının başlama noktasına da gelebilir. Bunları bu şekilde ele almamız gerekiyor. O zaman güneydoğuda ve Kuzey İrak'ta yaşanan terör tamamen bu savaşın bir ön savaşıdır. O zaman güneydoğuda yaşanan terörü biz artık normal koşullarda insan hakları açısından bakamayız, savaş hukuku açısından bakmak durumundayız. Çünkü sürekli insan kaybediyoruz, sürekli silahlı çatışma var, sürekli zarar var, sürekli mağdur olma durumu var ve bu çerçevede de biz artık İnsan Hakları Sözleşmesi'nin getirdiği temel haklar çerçevesinde konuyu değerlendirme noktasında da artık maalesef değiliz. Çünkü olay onun ötesine gitti ve savaş daha da ileriye gitme noktasına geldi. Hem bir yönüyle "Vur gerilla vur." diyerek seslerin arttığını görüyoruz, öbür taraftan da bölgedeki belediyelerin bir araya gelerek bir ayrı bölgesel belediyeler birliği yapılanmasına gittiğini görüyoruz ki bu da bir devlet sorunudur.
.
 Eğer Türkiye Cumhuriyeti devleti devletse devlet olduğunu bilecek çünkü bir devlet ya vardır ya yoktur. Varsa egemenliğini kullanır, yoksa kullanamaz, o zaman başka devlet modelleri girer. Çünkü her devlet yapılanması bir siyasi güç yansımasıdır. Siyasi güçler devletleri kurarlar, oluştururlar. Şimdi, güneydoğuda yaşanan terörü o zaman bir savaş öncesi dönem olarak görmek ve bu çerçevede terörün önlenmesi süreci içerisinde de savaş hukukunu yani doğrudan doğruya İsviçre'de, Cenevre'de imzalanan protokolleri ve anlaşmaları gündeme getirmek durumundayız. Son gelişmelere baktığımızda gerçekten güneydoğudaki terörde, Kuzey Irak'taki terör gelişmelerinde zaman zaman kimyasal silahların da, biyolojik silahların da kullanıldığını ortaya koyan gelişmeler var. Bu çerçevede, doğrudan doğruya bölgeye artık insancıl hukuk noktasında müdahale edilmesi gerekmektedir. Konuya biz sadece kendi başımıza çözüm üretme noktasında değiliz artık çünkü terör ülkesel değil bölgeseldir.
.
Şimdi efendim, konuya insancıl hukuku açısından bakarsak artık güneydoğu meselesini Cenevre'de imzalanmış olan protokoller 1899 ve 1907 protokolleri çerçevesinde konuyu ele almamız gerektiği kanaatindeyim. Yani barışçıl çözümün gündeme gelmesi, kara savaşlarının kurallara bağlanması, bölgedeki silah yasaklarının düzenlenmesi, çatışmalara başlamanın, çatışmaların durdurulmasının, bölgede kuvvet kullanımının, bölgede kara savaşı kurallarının uygulanması, tarafsızların hakları gibi çeşitli konulan düzenleyen 1899-1907 tarihli Cenevre sözleşmeleri ve protokolleri ki 1907'de bir de Lahey'de 13 tane sözleşme var. Demek ki konuyu artık yavaş yavaş insan haklan boyutunun ötesine giderek çünkü bölgede savaşın devam ettiği gerçeğinden hareket ettiğimiz noktada bundan hareket ederek bölgede savaş hukuku ya da savaş kavramı çok korkutucu, ürkütücü bir kavram olduğu içindir ki bütün dünyada kullanılan "humanitarian law" insancıl hukuk çerçevesinde konuya bakmak ve savaşın, bölgede devam etmekte olan savaşın kurallara bağlanması noktasında da Birleşmiş Milletlerden yardım talep etmek yani bölgeyle ilgili olarak şimdiye kadar yapılmayan bir şeyi öneriyorum: Birleşmiş Milletlerin devreye girmesi ve bölgede devam etmekte olan bir ön savaş ya da örtülü savaşın ya da düşük yoğunluklu savaşın güneydoğudaki olayla ilgili kitaplara baktığınız zaman... Mesela, Mehmet Ali Kışlalı'nın bu konuda "düşük yoğunluklu savaş" diyor, "terör" demiyor. Bakın, burada terör kavramı artık aşılmıştır. Terör kavramı geride kalmıştır. Çünkü terör belirli bir noktada istisnaidir, kural dışıdır, süreklilik arz etmez. Burada süreklilik arz eden bir durum var otuz senedir ve o süreklilik çerçevesinde bir yeni yapılanma vardır ve bölgeye yönelik bir zorlama vardır, dıştan yönlendirmeli bir zorlama vardır. Şimdi, bu çerçevede baktığımız zaman artık doğru bir bakış açısı olarak güneydoğuya yavaş yavaş insancıl hukuk çerçevesinde konuya yaklaşmamız gerektiği kanaatindeyim. Bir de bu konuda son zamanlarda özellikle Irak Savaşı sonrasında gündeme gelen dünyada haklı savaş ve haksız savaş kavramlarının tartışmasına da girmek zorundayız. Son aylarda benim yanımda bir öğrencim bir tez yazdı haklı savaş kuramı üzerine. Eğer bu konulara bakarsanız... Mesela, John Rawls isimli küreselleşmenin öncüsü olan bir filozof açıkça "Kamusal Aklın Kullanılması" isimli kitabında ki "halkların yasası" adını veriyor burada. Burada mevcut devletlere karşı savaş öneriyor. Bakın, küreselleşmenin filozofu mevcut devletlere karşı savaş öneriyor. Bakın, altını çiziyorum. Bilgi Üniversitesi yayınlarından bu kitabın üçüncü baskısı çıktı, görebilirsiniz. Rawls'ın kitabına bakın, diyor ki: "Bundan sonra politika devlet merkezli olmayacak, ulus merkezli olmayacak, halk kavramını kullanacağız, halklar kavramını kullanacağız. Halklar kavramından hareket ederek devletlere ve uluslara yönelik bir süreci başlatıp ve burada kamusal aklı, aklımızı kullanacağız, halkların yasası çerçevesinde ve o çerçevede mevcut devlet ve yapılarını değiştireceğiz, uluslara son vereceğiz, halklardan hareket ederek dünyayı yeniden düzenleyeceğiz." diyor. Şimdi, değerli arkadaşlar, bu bir bilim adamı. Bu resmen anarşinin ve terörün bilim adına kışkırtılması ve bunu da "halkların yasası" olarak diyerek halkların dediği yani uluslaşmamış yapıyı ki bugün güneydoğudaki terörle beraber bir halk yapılanmasının gündeme geldiğini görüyoruz ve o yapılanmayla beraber bakın bir tarafta biz silahlı eylemle uğraşırken öbür tarafta dilin anayasaya girmesini zorluyorlar ki bir dilin anayasaya girmesi yeni bir ulusun yaratılmasıdır ve bununla ilgili olarak da açıkça söylüyorlar, diyorlar ki: "Ulusal yapılanmalar çerçevesinde ya yeni bir ulus olarak ortaya çıkarsınız, bu çerçevede kurtuluş savaşı verirsiniz ya da mevcut yapılarla bağdaşırsınız başka bir yapılanmaya doğru gidersiniz." şeklinde öneriler gündeme getiriyorlar ki güneydoğu meselesine baktığımız zaman bunu çok açık olarak görüyoruz. Yani güneydoğuda hem bir terör var hem bir yerel yönetim yapılanması isteniyor hem bir dil dayatması var ki dil ulusun ana unsurudur. Anadolu'da bir Türk devleti varsa bu Türkçenin yaygınlığı nedeniyle sağlanmış bir yapılanmadır. Bunu görmek durumundayız. Eğer ikinci bir dil Anayasa'da resmileşirse bu ulus devletin ve üniter devletin sona ermesi olacaktır. Yani güneydoğu üzerinden Türkiye'nin girmiş olduğu bir süreçte konuya baktığımızda burada bütünüyle Türkiye'deki devlet modelinin yargılandığını görüyoruz ve bu çerçevede de bir savaşla karşı karşıyayız ama bu savaşlar haklı mı haksız mı, bunu iyi değerlendirmek durumundayız ve artık yavaş yavaş Irak Savaşı'nın... Bakın, İrak Savaşı'nda Amerika girdi, bir söylentiye göre 1 milyondan fazla mağduru var, ölen insan var. Afganistan'da biliyorsunuz savaş var ve NATO yavaş yavaş Orta Doğu ve Avrasya'ya doğru yönlendiriliyor. Bu süreç içerisinde, yaşanan süreçte emperyal saldırı NATO'nun müdahale ettiği bir yapıda, NATO'nun artık Batı emperyalizminin, küreselleşmenin jandarmasına dönüştüğü noktada, NATO'nun güvenlik örgütü olmaktan çıkarak bir saldırı örgütü hâline dönüştüğü bir noktada açıkça NATO tartışılmakta ve NATO'nun kullanıldığı, Amerikan ordusunun girdiği savaşlar ki Afganistan-lrak savaşı, Libya'da yaşanan olaylar artık haksız savaş kavramını dünya literatürüne oturtmuştur. Avrupa'nın geride kalması, Avrupa'nın bu suç ortaklığına uzak durmasının sebebi Avrupa'nın sahip olduğu bu geçmişten gelen ki burada Avrupa'yı savunmak durumunda değilim. Ama Avrupa'nın yaklaşımının bu konularda çekingen ve uzak durmasının sebebi Amerikan emperyalizminin, İsrail Siyonizm’inin, NATO'nun ve küresel sermayenin açıktan saldırganlığa geçmesidir ki bunun sonucunda artık savaş kavramı dünyada haksız savaş olarak gündeme geliyor ve Türkiye'de de tartışmalar yavaş yavaş Irak Savaşı'nın haksızlığı noktasında, Suriye Savaşı'nın da haksızlığa doğru gittiğini ortaya koyuyor ki çok açık bir şekilde artık Türkiye'den de bu gidişe karşı çıkış söz konusu ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin de her türlü baskıya rağmen Irak Savaşı'na girmemesi, Suriye Savaşı'ndan uzak durması, İranla savaşa yanaşmaması, böyle bir noktada Hükümetle ortak hareket etmesi... Ki bakın, kamuoyunda sanki orduyla Hükümet karşı karşıyaymış gibi bir durum yaratılıyor. Ben bunun suni olduğu kanaatindeyim. Çünkü üzerinde yaşadığımız gemi tek bir gemidir, Gemi batarsa hem Hükümet hem ordu bitecektir. Ama bir ortak savaş ki bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenlik politikası İran ve Rusya'yla savaşmamak üzerine kuruludur. Devletin kurucusu Atatürk'ün güvenlik politikası çok açık bir şekilde bu coğrafyada barışın sağlanması için bölge ülkeleriyle iş birliğini, bölgesel yapılanmayı gündeme getirmektedir ki İkinci Dünya Savaşı öncesinde Mustafa Kemal Sovyetler Birliği'nin Orta Doğu'ya girmesini önlemek, Mussolini ve Hitler'in Türkiye'ye saldırmasını önlemek üzere Balkan Paktı'yla Sadabat Paktı'nı gündeme getirmiştir o zaman. Sadabat Paktı'nın maddelerine çok dikkatle bakalım. Orada sınır boyunda yaşamakta olan etnik toplulukların mevcut devletler, komşu devletler tarafından birbirlerine karşı kullanılmaması esası vardır, Sadabat Paktı'nın maddesidir bu, İran ile Türkiye altını imzalamıştır. Demek ki bugünler görülmüş. Nitekim, o etnik meseleyi önce İran yaşadı Mahabat Cumhuriyeti'yle, şimdi Irak yaşıyor, yarın Türkiye'ye yaşatmak istiyorlar bu coğrafyada. O zaman gelinen noktada, evet, böylesine bir tablo çerçevesinde konuya baktığımızda terör devam edecektir. Terör bitmez. Terörü siz bugün "Bitirdim." dersiniz, "PKK'yı bitirdim." dersiniz ki bunu çok açık bir şekilde ifade ediyorlar. Hatta, bugün bölücü örgütün başkan yardımcısı olan Karayılan çok açık bir şekilde şunu söylemiştir; "Biz Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkamayız çünkü Türkiye güçlü bir ülkedir. Türkiye Yugoslavya gibi sonradan oluşmuş, dağınık bir ülke, zayıf bir ülke değildir, yıkamayız ama Türkiye Cumhuriyeti de bizi yok edemez." diyor. O da doğru. Çünkü bugünkü terör örgütü tek başına hareket etmiyor, arkasında çok ciddi boyutta dış destek var. İşte, bunu askerler, Kuzey Irak'ta savaşan askerler söylüyorlar. USA ve UK damgalı yardım paketlerinin Kuzey Irak dağlarındaki terörist kamplarında bulunduğunu gördüğümüz noktada demek ki bir proje çok açık bir şekilde ortadadır. Toparlarsak efendim, terör devam edecektir. Ne zamana kadar?
.
 Efendim, bu coğrafyada hâkim güçlerin ki dünya tarihinde ortaya koyduğu noktada kurmak istediği düzen gerçekleşene kadar. İngiltere bunu başaramadı yüz yıl önce. Amerika bugün İsrail'in arkasına takılarak başarmak istemektedir. Bu çerçevede bölgedeki bütün ülkeler buna karşıdır ve bu savaş Suriye üzerinden İran'la Türkiye'yi karşı karşıya getirirse Rusya, Çin ve Hindistan üçgeninde bütün Asya'yı savaşa çekecektir. Bir doğu-batı çatışması gündemdedir. Bu çerçevede, maalesef, Kuzey Irak ve güneydoğudaki terör savaş riskini giderek artırma noktasında tırmandırılmaktadır. Türkiye bugün örgütle görüşmeye başlamıştır. Oslo görüşmeleri yeni bir başlangıç olarak kamuoyuna yansımıştır. Evet, bazen örgütle görüşmenin yararlı yönleri vardır basına yansıdığı çerçevede. İşte, Kuzey İrlanda'da bunu görüyoruz, İngiltere'nin yaklaşımında bunu görüyoruz. Ama konu maalesef bütünüyle terör örgütünün inisiyatifinde değildir. Bana kalırsa tek bir terör örgütü yoktur. Bugün tek bir PKK yoktur, tek bir Hizbullah yoktur. Bölgedeki ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları örgütlerdir. Bu örgütlerin ki bugün açıkça işte Lübnan'daki Hizbullah'ın yöneticisi çıkıp "Türkiye'deki Hizbullah'la bizim ilgimiz yoktur." diyor. Demek ki kendi başına hareket ediyor ama ikisi de Hizbullah ismini kullanıyorlar. Aynı şekilde PKK'yı da değerlendirebiliriz. Demek ki tek bir PKK yoktur. Bölgedeki ülkeler ve devletler ve emperyal güçler bu örgütleri birbirlerine karşı kullandığı sürece de bölgede barış gelemez. O zaman sonuç olarak şuna gelmek istiyorum: Ya Birleşmiş Milletleri devreye sokacağız, bölgede savaş hukuku ilan edilecek. Bu Birleşmiş Milletler üzerinden bölgede yeni bir barış ortamının başlaması noktasında Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde, arabuluculuğunda bölge devletleri bir araya gelecek ya da Atatürk zamanında gerçekleştiği gibi Türkiye İran bir araya gelerek Suriye'yi, Irak'ı, Azerbaycan'ı ve Gürcistan'ı yanlarına alarak bir bölgesel birlik kuracaklar. Irak'a komşu olan ülkelerin başarısının burada bizim için model olduğu kanaatindeyim. Terörün önlenmesi için mutlaka Irak, Suriye, Türkiye ve İran'ın içinde yer alacağı bir bölgesel güvenlik paktına ihtiyaç var. Bu coğrafyada daha önce CENTO denendi biliyorsunuz. O zaman Amerika ve İngiltere İsrail'i korumak için CENTO'da yer aldılar.
.
 Bugün ikinci bir CENTO'nun kurulması gerekiyor ama Amerika, İngiltere ve İsrail saldırganlığına karşı bölge ülkelerin katılımıyla. Demek ki terör artık ülkesel değil bölgesel olduğunda bu coğrafyaya yönelik bir üçüncü dünya savaşı Batı üzerinden bölgeye zorlandığı noktada artık terörün önlenmesinde Türkiye tek başına sonuç alamaz çünkü siz sınırlarınızı tuttuğunuz zaman komşulardan hareket geliyor. Suriye çok zor durumda, devlet olarak ayakta kalamıyor. Irak parçalanmış noktada. İran üzerinde de çok büyük baskı var ve İran kendini kurtarmak için Çin'in ve Rusya'nın kucağına atladığı noktada bu üçüncü dünya savaşı demektir. O zaman bölgedeki sıcak çatışmaların önlenmesi için bir an önce komşu ülkelerin bir araya gelerek Büyük Orta Doğu Projesi'ne, Büyük İsrail Projesi'ne alternatif bir merkezî devletler birliğinin gündeme getirilmesi gerektiğini burada vurgulamak istiyorum. Bu doğrultuda benim hazırlamış olduğum beş yıl önce yayınladığım "Türkiye'nin B Planı" kitabı çok açıktır, tartışmaya sunuyorum ve sözlerimi burada bitiriyorum. -----
.
NOT: Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN’İN, TBMM İnsan Hakları Komisyonunda, 11 Ocak 2012 Çarşamba günü saat; 10.30–11.30 arasında yaptığı konuşma metnidir.
 
Ekleyen:  Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Tarih:  21.5.2012
İzlenme: 
Yazdır:Yazdır
Eklenen Yorumlar 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN Yazıları
HEM HER ŞEY DEĞİŞECEK HEMDE TÜRKİYE DEĞİŞMEYECEKProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 10.8.2023 Devamı
CUMHURİYETİN 100. YILINDA 100 İL VE 1000 İLÇEProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 26.7.2023 Devamı
YANLIŞ STRATEJİLER İLE SEÇİM KAZANILMAZProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.6.2023 Devamı
SEÇİMLER TÜRKİYE'NİN EKSENİNİ BOZUYORProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 20.5.2023 Devamı
CUMHURİYET SENATOSU ACİLEN HURULMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 22.3.2023 Devamı
TÜRKİYE''DE YÖN HAREKETİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.3.2023 Devamı
TÜRKİYE DE MÜBADELE MÜBADİLLERİLE ULUS DEVLET -SIĞINMACILAR İLE FEDERASYONProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 9.1.2023 Devamı
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 9.1.2023 Devamı
MÜBADELE VE ULUS DEVLETLERProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.1.2023 Devamı
ALMANYA'NIN HATASINI TÜRKİYE TEKRARLAMAMALIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 30.11.2022 Devamı
KAPANMAYAN PARANTEZ HALK EVLERİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 21.11.2022 Devamı
İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ - Paris-Londra ve Ankara-İstanbulProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.10.2022 Devamı
KAMU YÖNETİMİ AKADEMİSİ (KAYA) ACİLEN KURULMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.8.2022 Devamı
ATATÜRK CUMHURİYETİNİN MODELİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 12.7.2022 Devamı
BÖLÜNEREK FEDERASYON DEĞİL BÖLÜNMEDEN KONFEDERASYONProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 6.6.2022 Devamı
TÜRKİYE VE BALKAN BARIŞI Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 5.6.2022 Devamı
TÜRKİYE VE BALKAN BARIŞIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 31.5.2022 Devamı
ATATÜRK'ÜN VASİYETİ VE HİLAFET FEDERASYONU Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.5.2022 Devamı
ANKARA KALESİ- 318 1921 ANAYASASI ÇÖZÜM OLAMAZProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.5.2022 Devamı
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DEREFORM YAPILMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.4.2022 Devamı
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.4.2022 Devamı
AFRİKA DA TERÖR OYUNLARIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 7.4.2022 Devamı
HALKÇILIK PROGRAMINDAN HALKEVLERİ’NEProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.3.2022 Devamı
İSRAİL VE KIBRISProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 15.2.2022 Devamı
ANKARA ULUS İLÇESİ KURULMALIIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.2.2022 Devamı
AVRUPA OLMADI, AFRİKA OLUR MU?Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.1.2022 Devamı
TÜRK DÜNYASI BÜTÜNLEŞİYORProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.12.2021 Devamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ TEMEL NORMUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.11.2021 Devamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ TEMEL NORMUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 28.10.2021 Devamı
YENİ KEMALİZM OLAMAZ AMA GÜNCEL KEMALİZM OLABİLİRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 5.10.2021 Devamı
NE YENİ OSMANCILIK NEDE NEO KEMALİZMProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 29.8.2021 Devamı
ATATÜRK'ÜN PARTİSİNDE OLİBERAL OYUNLARProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 26.8.2021 Devamı
GÖÇLER ARCILIĞI İLE ULUS DEVLET TASVİYESİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 17.8.2021 Devamı
İÇ SAVAŞ TÜRKİYE'Yİ YIKARProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.8.2021 Devamı
TÜRKİYEYİ TÜRKÇÜLÜK KURDUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 29.5.2021 Devamı
Sayfalar : 1  2  3  4  5  6  7  8  9  
Yazarlar
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

HEM HER ŞEY DEĞİŞECEK HEMDE TÜRKİYE DEĞİŞMEYECEK
M. Yahya EFE

Dünya Engelliler Günü
Hüseyin TOPRAK

UYAN ŞAHİN UYAN GÖR NELER OLDU…
Harika ÖREN

İnsanlığın Kırmızı Çizgileri
Metin Mercimek

YAŞAM ANLAYIŞIMIZ SEVGİ OLSUN
Belma Demir AKDAĞ

BİR YIL DAHA GİTTİ
Ahmet GÖKSAN

GELECEĞİMİZİN YOLU
Sevgi Ünal

YAZMIŞ KIŞMIŞ
Münevver ÖZCAN

TANIK OL KARAR VER
Dr. İbrahim ATEŞ

ÂŞÛRÂ GÜNÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Nevin BALTA

İzmir İktisat Kongresi 100 Yaşında
Şahika ÖNER

BENİM ANNEM!
Ayten YAVAŞÇA

Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Fevziye ŞİMDİ

UMUT
Günseli RUMELİOĞLU

EVRİMİN GÜNCELLENMESi
Yekta Güngör ÖZDEN

Ne günlere kaldık…
Oktay ZERRİN

Anadolu Mektebi Okul Paneli
Arzu KÖK

Gençler!...
Dr. Doğan KUŞMAN

Müslüman mısınız?
Alev YILDIRIMCI

Zaman yok
Handan ÇÖLAŞAN

Bu DÜNYA
Bekir COŞKUN

Yazı bilmem
Orhan SELEN

UNUTKANLIK SALGINI
Elveda TANIK

LEBALEB KONGRE...

>>>>>>>>>>>>>>>>>>
 



 

 


>>>>>>>>>>>>>>>>>
 

 

 

 

Her Hakkı Saklıdır. Efe'ce Haber Gazetesi © 2008 Tasarım : Linear Yazılım

Reklam