Türkiye Cumhuriyeti pupa yelken bir büyük savaşa doğru sürüklenirken , ülkenin ana gündem maddesi ülkenin milli güvenliği doğrultusunda gerekli olan önlemleri almak ve böylece bir büyük ulusal korunma yapılanması içine girmek olması gerekirken , Orta Doğu’yu kendi emperyal ve Siyonist çıkarları doğrultusunda parçalayarak egemen olma planları içindeki ABD ve İsrail ikilisinin zorlama ve dayatmaları sonucunda Türkiye yeni bir anayasa girişimi ile karşı karşıya kalmıştır . Kuzey Irak’taki işbirlikçi kukla devleti meşrulaştırmak isteyen emperyalizm ve Siyonizm ikilisi bu prematüre yapıyı olgunlaştırma doğrultusunda Türkiye’nin güneydoğu bölgesini öne çıkararak , koskoca seksen milyonluk Türk devletine yeni bir biçim verdirmeğe çalışmaktadırlar . Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesini temsil eden Atatürk’ü ilkelerini ve onun Türk ulusu adına belirlemiş olduğu devlet yapısını görmezden gelerek , bir oldu bitti anayasası ile Türk devletini ve ülkesini , Kuvayı Milli mücadelesinin kazanımlarından gelen ulusal,üniter ve merkezi yapısını ortadan kaldırmak ve kendi istedikleri biçime dönüştürme doğrultusunda hem Türk demokrasisinin olanakları kullanmaktalar hem de işler istedikleri gibi gitmeyince bölücü etnik terör örgütünü Türk ulusuna karşı kullanarak ,bölgesel yapılanma doğrultusunda Türkiye’ye yeni bir anayasa kazandırmağa çalışmaktadırlar . Türk devletinin hiçbir biçimde yeni bir anayasa gereksinmesi yokken,dıştan dayatmalı bir süreç içinde yeni anayasa siyasal gündemin öncelikli maddesi haline yapay olarak getirilmiştir .
Aslında anayasa demek devlet anlamına gelmektedir . Her devletin bir anayasası vardır ve de bir ülke ya da bölgede anayasal bir yapılanma varsa orada yeni bir devlet oluşumu vardır . İnsanlık tarihine bakıldığında , aydınlanma dönemi ile başlayan modern çağlarda bütün devletlerin bir anayasaya sahip oldukları görülmektedir . İmparatorlukların sonuna doğru , güç merkezleri zayıfladıkça , halk kitleleri bilinçlenerek hak ve özgürlüklerine sahip çıktıkça anayasal metinler ortaya çıkmağa başlamış , krallara ve imparatorlara karşı verilen özgürlük mücadeleleri sonucunda önceleri anayasal metinler ve daha sonra da anayasalar devreye girerek , mutlak monarşilerin meşruti monarşilere dönüşmelerini sağlamışlardır . İmparatorluklardan krallıklara ve ulus devletlere geçilirken de benzeri doğrultuda anayasal yapılanmalar ortaya çıkmış ve yeni kurulan her devlet kendi kimliği olarak bir anayasaya sahip olmuştur . Anayasalar devletlerin varlığını hukuksal olarak ortaya koyarken aynı zamanda aynı zamanda devletlerin modellerini ve biçimlerini de belirleyerek , farklı devlet kategorilerinin ortaya çıkmasını sağlamışlardır . Sömürgelerin bağımsızlığa kavuşmalarıyla beraber bütün dünya kıtalarında iki yüze yakın yeni devlet ortaya çıkınca , anayasalar daha da önem kazanmış ve her yeni devlet anayasalarının kabülü ile beraber hukuksal tüzel kişilik kazanarak dünya uluslar ailesi içerisindeki yerini almağa çalışmıştır .Halklar ya da uluslar bir kurtuluş savaşı ya da mücadelesi vererek bağımsızlıklarını elde ettikleri aşamada , yeni bir anayasa benimseyerek kendi yeni statülerini geleceğe dönük bir çizgide kurumlaştırmağa çalışmışlardır .Devletler kuruluş aşamalarında anayasalar hazırlarken , daha sonraki aşamalarda da değişen koşulları ve ilerleyen yaşam koşullarını dikkate alarak zaman zaman anayasa değişikliklerine de gidebilmektedirler .Bazan , Türkiye’de olduğu gibi çeyrek asırlık bir zaman dilimi içinde anayasanın yarısından fazlası değiştirilebilmektedir . Ne var ki , bu gibi değişiklikler ile yetinmeyerek , kendi kafalarındaki yeni plan ve projeler doğrultusunda dünyanın belirli bölgelerinde yeni hegemonya düzenleri kurmak isteyen emperyal güçler , o bölgelerdeki devletlere baskı yaparak kendi çıkar düzenleri doğrultusunda anayasa değişikliği üzerinden devlet yapılarının ve modellerinin değiştirtirilmesini gerçekleştirmeğe çalışmaktadırlar . Bu gibi durumların en açık örneği , Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projeleri doğrultusunda dıştan güdümlü bir değişime zorlanan bugünkü merkezi coğrafyada görülmektedir . Irak,Libya ve Suriye gibi batı sisteminin dışındaki ülkelere askeri saldırı ve savaş yolu ile değişim zorlanırken , batı ittifakı içinde yer alan Türkiye’de ise aynı değişim demokrasinin sınırları zorlanarak , yeni anayasa girişimleriyle elde edilmeğe çalışılmaktadır .
Her devletin kuruluş aşamasında yeni anayasa hazırlanırken , Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisini açarak devleti kurduktan hemen sonra anayasa yapmamış , dünya savaşı sonrası gelişmeleri izleyerek ve ortaya çıkan yeni dünya düzenini dikkate alarak yeni bir anayasa yapma yoluna giderek Türk devletinin hukuksal kuruluş sürecini tamamlamıştır . 23 Nisan 1920 tarihinde Meclisin açılmasından sonra hemen anayasa yapılacağına , öncelik yeni kanunlar ile devlet birimlerinin kuruluşuna , toplumun yeni bir kamu düzenine sahip olmasına ve ulusal kurtuluş savaşının yürütülmesine verilmiştir . Savaş koşulları içinde devlet kuran Atatürk , savaşın sonucunu elde etmeden ve dünyanın alacağı yeni biçimi dikkate almadan yeni Türk devletinin anayasasını çıkarmamıştır . Sivas Kongresi ile Misakı Milli sınırları içinde yaşayan Türk ulusunun temsilcileriyle devletin kurulmasına karar verilmiş ,bu doğrultuda Ankara’da yeni devletin çekirdek organı olarak meclis açılmıştır ama yeni anayasa yapımı için 6 aylık bir süre beklenmiştir .Sivas Kongresi kararları ile milli sınırlar içinde devleti kuran , Heyeti Temsiliye’nin kurucu önderi ,dünyanın savaş sonrası gidişi ve bu durumun merkezi coğrafyaya yansımalarını görebilmek üzere Eylül I920’nin başlarında toplanan Bakü Kurultayı’nın sona ermesini beklemiştir . Meclisin açılışından sonra ,kuzeyde yeni kurulmuş olan büyük Sovyetler Birliği devletinin etkisi ile sosyalist bir düzen kurulmasını öne çıkaran , Halk İştirakiyun Fırkası ve Halk Zümresi gibi siyasal oluşumların gündeme getirdiği anayasa taslaklarını ciddiye almayan Atatürk , Doğu Halkları Kurultayı ile Türkiye’nin doğu komşusu Azerbaycan’ın başkentindeki Bakü Kurultayına hem temsilci göndermiş hem de bu büyük kongrenin sonuçlarını beklemiştir . Dünyanın nereye gideceği belli olmadan , yeni bir anayasa ile devletin biçimlendirilmesine öncelik vermemiş ve dıştan zorlanan anayasa taslaklarını da Meclis gündemine almamıştır .
Rönesans,reform ve aydınlanma devrimlerinin gerçekliştirildiği Avrupa kıtasının yanıbaşında bir imparatorluk sonrasında ulus devlet kurarken , Misakı Milli sınırları içerisinde hem merkezi hem de üniter bir devlet yapılanmasının ortaya çıkartılmasına çalışılmıştır . Bir imparatorluk alanında yeni ulus devlet oluşturulurken , farklı kökenden gelen toplulukların ulusal birlik ve bütünlük içerisinde kaynaşmalarını sağlayabilmek doğrultusunda yeni devlet, hem merkezi hem de üniter bir temele dayanılarak kurulmağa çalışılmıştır . Ayrıca , Avrupa uygarlığı ile İslam dünyası arasında ,dünyanın merkezi coğrafyasında çağdaş bir devlet kurulurken , Orta Çağ düzeyinde yaşayan bu bölgeye laik bir devlet yapılanmasıyla bir modernleşme devrimi kazandırılmağa çalışılmıştır . Atatürk ilkeleri denilen altı ilke , Fransız devriminden gelen cumhuriyetçilik,milliyetçilik ve laiklik ilkesiyle beraber Sovyet devriminden gelen devletçilik,halkçılık ve devrimcilik ilkelerini bir merkezi model olarak kaynaştırmakta ve ortaya bir devlet modeli koyarken aynı zamanda yeni Türk anayasasını da bu doğrultuda oluşturmaktaydı . I921 Anayasası , dünya dengelerine göre Atatürk’ün öncülüğünde devletin ilk biçimlenmesini gerçekleştirirken , daha sonraki aşamada gene Atatürk’ün ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda ilan edilen yeni cumhuriyet rejiminin devletleşmesi I924 anayasası ile kurumlaştırılmağa çalışılıyordu . Böylece ,Atatürk her iki anayasanın da öncüsü oluyordu .
Kurucu önder Atatürk’ün ilkeleriyle beraber , O’nun ortaya koymuş olduğu kurucu iradenin dayandığı zihniyet ve bakış açısı da Türkiye Cumhuriyeti devleti yaşadığı sürece her aşamada dikkate alınmak zorundadır . Anayasa hukuku açısından , Türk devletinin yapılanması ele alındığında Kemalist anayasal tezler ya da bakışaçısının esas alınması zorunluluğu vardır . Türkiye’nin ilk iki anayasasının hazırlayıcısı kadronun başı konumundaki Atatürk , imparatorluktan cumhuriyet devletine geçişin dinamiklerini hem iç hem de dış dünyada iyi hesaplayarak ,bu doğrultuda bir anayasal gelişmenin öncüsü olmağa çalışmıştır . Hiçbir biçimde taklitçi ya da taşeron ve işbirlikçi bir tutum ile hareket etmeyi benimsemeyen Atatürk ,tamamen Türkiye gerçekleri içinde hareket etmiş ve bir anayasal model oluştururken hem dünya hem de bölge dengelerini dikkate alarak hareket etmiştir . Tanzimat ve Islahat fermanlarından gelen dış baskıları elinin tersi ile kenara iten Atatürk tam bağımsız bir tutum izleyerek tamamen bir Türk devleti kurucusunun siyasal aklı ile hareket etmiştir . Tanzimat sonrasında ortaya çıkan batı vesayetini silip atarak , Asya topraklarında bir batılı devlet kurmanın bilinci içinde davranmıştır . Osmanlı devletini hasta adam ilan eden Avrupalıların ülkeyi çöküşe götürdüklerini iyi gören Atatürk , yeni devletin kuruluşunda ipleri batılıların elinden almağa çalışmıştır .II Meşrutiyetin özgürlükçülüğünün bir büyük imparatorluğu nasıl parçalanmaya götürdüğünü bir Osmanlı generali olarak görmüştür . Batılı hırıstıyan uzmanların hazırlamış olduğu son Osmanlı Anayasasını TBMM’deki konuşmasında paçavra olarak ilan eden Atatürk ,bu anayasanın milleti ve devleti yok oluşa doğru götürdüğünü söylemiş ve bu sözleşmenin millet ile yakından bir bağlantısının olmadığını vurgulamıştır (I)
Bir ulus devlet kurarken , milletin kendi kaderine tam bağımsız bir çizgide egemen olabilmesine öncelik veren kurucu önder , batı işbirlikçisi gayrimüslim azınlıklara değil ama milletin çoğunluğuna öncelik vererek , Osmanlı anayasasından farklı bir hukuk metni ortaya çıkarmıştır . Mustafa Kemal ,anayasal gelişmeleri yapısal etkenler ve tabandan gelen zorlamalarile açıklamağa çalışmış , Türk anayasasını milletin vicdan ve kanatlarından doğduğunu belirtmiştir . Batı işbirlikçisi bir yönetici azınlığın değil ama milli iradenin gerçek temsilcilerinin katılımı ile ilk anayasanın hazırlandığını dile getiren Mustafa Kemal taklitçilik ile anayasa ya da yasa hazırlanamayacağını , gerçek kanunların doğal olarak milletin içinden çıkarak gerçekleşebileceğini söylemiştir . Halkın gerçek temsilcilerinin doğal yasaları hazırlayabileceğini ifade ederken ,Osmanlı döneminde olduğu gibi dışarıdan empoze edilen ve Türkiye gerçeklerine uymayan sahte yasa ve anayasa girişimlerine karşı çıkılması gerektiğini vurgulamıştır . Atatürk gerçek yasaları açıklayabilme doğrultusunda doğal yasa ya da ilahi yasa kavramlarını kullanmış ve feodal yapıdan gelen baskı ve sıkıntıların aşılabilmesi için bu kavramlardan yararlanmağa çalışmıştır . Atatürk, cumhuriyet rejiminin kurulması doğrultusunda milli mücadele kadrosunun içinde bazı kimselerin anlama ve kavrama güçlerinin tükendiğini ve bu yüzden cumhuriyetçi çizgiyi terk ettiklerini , Türk milleti için büyük bir gelişme olarak çağdaş cumhuriyeti ulusal bir sır olarak saklamak zorunda kaldığını da yeri geldiğinde açıklamıştır . Toplumu ve kendisini harekete geçiren koşulları dikkatlice izleyen Atatürk , milletin kolektif vicdanındaki özlemlerini anayasa ve yasa yapımı sırasında gerçekçi bir çizgide değerlendirebilmiştir . Milletin hazır olmadığı noktada , onun içinden çıkan aydınların öncülük görevi ile devrimcilik misyonunu sürdüreceklerini , ama toplumsal dönüşümü gerçekleştirecek devrimlerin asıl sahibi gene milletin olacağı , milletin gerçek iradesi ile devlet ve siyaset işlerinin yürütüleceğini ama büyük meselelerin aşılabilmesi için güçlü bir önderliğe gerek olduğunu ,milletin güçlü bir önderin yönetiminde zorlukları aşarak kendi kendini yönetebileceğini , çeşitli söylev ve demeçlerinde dile getirmiştir . Bir devlet kurucu olarak Atatürk,bu görüşlerini dile getirirken sosyal determinizm anlayışına uygun olarak hareket etmiş ve bütün toplumsal gelişmeleri sebep sonuç ilişkisi içinde değerlendirmiştir . (2)
Kurucu önderin Kemalist anaya tezleri gelişimci ve ilerlemeye açık görüşler olarak görülmektedir . Bir çok devletin ve dinlerin tarihlerini iyi okuyan Mustafa Kemal , dünya genel kültürüne sahip bir kurucu önder olarak , dünyanın ortalarında her türlü zorluğa ve emperyal müdahalelere rağmen merkezi bir devlet modeli oluşturabilmiştir .Atatürk bir konuşmasında ,toplumların tarihlerinin uyum ve durgunluk durumları üzerinden değil ama baskı ve çatışma eğilimleri açısından ele alınmasının daha gerçekçi bir yol olacağını öne sürmüştür . Bir imparatorluk batıran dünya savaşı ile bir ulusu yeniden tarih sahnesine çıkaran ulusal kurtuluş savaşından gelen kurucu önder olarak Atatürk’ün uzlaşma ve ulum tezleri yerine çatışma ve mücadele tezlerine yakın düşünmesini bilimsel açıdan normal karşılamak gerekmektedir . Her türlü emperyalizme karşı çıkarak , uluslar çağının ilk antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşını gerçekleştiren Atatürk ,Osmanlı devletin birlik ve uyumun nasıl ortadan kalktığını görünce ,baskı ve zulme karşı bir mücadele verilerek tam bağımsız ulus devletin oluşumunda öncülük ettiği için onun anayasal yaklaşımının direnme ve mücadele kavramlarına dayalı olmasını doğal bir sonuç olarak görmek mümkündür . Savaşlar döneminde emperyalizme karşı ulusların var olma savaşı vermesi olayının bir benzeri Türkiye’de yaşandığı için Atatürk , Sovyetler Birliğinde esas alınan sınıf kavramına uzak durmuştur . Rus devrimini sınıf kavramını esas alırken , Kemalist devrim ulus kavramı temeline oturtulmuştur .Bu nedenle , Atatürk TBMM’ye ilk olarak sunulan Halk Zümresi ve Terakkiperver Fırkaların Sovyet modeli benzeri anayasa önerilerine iltifat etmemiş ve ulus devletin kuruluşuna gidecek bir doğrultuda , I921 anayasasının esası olacak bir doğrultuda Halkçılık Beyannamesini kendi el yazısıyla hazırlayarak TBMM başkanlığına sunmuştur (3)
Osman oğullarının Asya topraklarından gelerek zorla ve baskı ile Türk milletinin egemenliğini ele geçirdiklerini altı asır boyunca bu salkırını sürdürdüklerini ,sonunda Osmanlmı ülkesinin yabancıların sömürgesi bir duruma düşürüldüğünü dile getiren Atatürk,Osmanlı döneminden gelme feodal yaşam düzenine imparatorluğa karşı mücadele ederek karşı çıkmıştır . Egemenliğin padişahın elinde olması yüzünden Osmanlı anayasalarına karşı çıkan Mustafa Kemal ancak milli egemenlik düzeni ile Türk milletinin gerçek bir anayasaya sahip olabileceğini ifade etmiştir . Tanzimat hukukunun getirmiş olduğu liberal düzenin ülke ekonomisinin çöküşüne yol açtığını ve bu yüzden Osmanlı devletinin sömürgeleştiğini belirterek Osmanlı devletinin milli bir siyaset izlemediği için yıkıldığını , bu yüzden yeni Türk devletinin milli siyaset yolunu izleyeceğini söylemiştir . İngiliz ve Amerikan mandacılığına açıkça karşı çıkan Mustafa Kemal milli bütünlük görüşünü anayasal devlet oluşumunun temeli olarak kabül ettiği görülmektedir . (4)Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu , milli ve demokratik bir devlet düzeninin öncülüğünü yaparak Türk anayasa hukukunun biçimlenmesinde etkili bir rol oynamıştır . Kurtuluş savaşı emperyalistlere karşı koyuş olduğu gibi aynı zamanda imparatorluktan gelen feodal düzene karşı da bir isyan niteliğinde gelişmeler göstermiştir . Atatürk ulusal siyasete öncelik tanıdığı kadar hukuka da önem vermiş ve kurulmakta olan yeni devletin çağdaş boyutlarda bir hukuk devleti yapılanması içinde olması için çaba göstermiştir . Dünya yaşamının zorunluluk haline getirdiği toplumsal gereksinimlerin karşılanabilmesi için çıkartılan yasalar ile hukuk devleti kurulacak ,bundan sonra her türlü kişisel ya da yabancı iradenin devlet yönetimi dışında kalmasını sağlayacak bir yasal denge düzeni oluşturulacaktır . O’na göre Türk milletini medeni dünyada hak ettiği düzeye çıkartabilmek için , geçmişten gelen mutlak otorite yönetiminin sona erdirilmesi gerekmektedir . Hukukun aynı zamanda devrimci siyaset amaçları doğrultusunda biçimlendirilmesi ve böylece gerçekleştirilmiş olan devrimin geleceğe dönük bir doğrultuda kurumlaştırılması gerekmektedir . Mutlak otoriter yönetimlerin önlenebilmesi için ,egemenliğin halkın içinden çıkan temsilciler aracılığı ile kullanılacağı ciddi bir temsili demokrasi düzenine gerek vardır .
Mustafa Kemal mesleki temsil esasını benimsememiş ama halkın gerçek temsilcilerinin ön planda yer alacağı bir temsili demokrasi sistemini Türkiye’nin koşullarına daha uygun görmüştür . Savaş yılları içinde devletin kuruluşu sırasında kuvvetler birliği ilkesi doğrultusunda bir meclis hükümeti sistemini ülke gerçeklerine uygun gören Atatürk , cumhuriyetin ilanı sonrasında batı tipi çağdaş bir demokratik düzene cumhuriyet yönetimi çatısı altında gidebilmek üzere I924 anayasasının çıkışına öncülük yapmıştır . Temsili demokrasi konusunda Atatürk olumlu görüşler belirtirken hem doğrudan demokrasiye hem de yarı temsili demokrasi sistemine mesafeli bir duruş göstermiştir . Meşru bir yönetim için kuvvetler ayrılığı sistemini uygun gören Mustafa Kemal ,kuvvetler birliğinin baskı rejimlerine yol açabileceğini ama bir ulusal kurtuluş savaşı sırasında gerçek anlamda milli iradenin oluşumu için kuvvetler birliği ilkesine gereksinim bulunmaktadır .Kayıtsız şartsız bir halk egemenliği için kuvvetler birliği ilkesi zorunludur ama , normal koşullarda demokrasiye geçiş için de birbirini denetlemek üzere geliştirilecek bir kuvvetler ayrılığı sistemi de yararlı olmaktadır . O’na göre Fransız devrimi baskı ve zulme karşı halkın karşı çıkmasıdır .Otoriteye karşı çıkan halkın kendi kendini yönetebilmesi için kuvvetler birliği uygulaması geçerli olabilmektedir . Doğrudan demokrasi ancak kent devletlerinde görülebilmekte , yeni dönemde bu olamayacağına göre temsili demokrasinin kuvvetler birliğini benimseyen biçimi doğru bir yol olarak kabül edilebilmektedir . Devletin kuruluşu sırasında , kuvvetler birliği ilkesine dayanan meclis hükümeti sistemi milletin gerçek iradesinin özgürlüğünü sağlamaktadır . Cumhuriyetin ilanından sonra ikinci bir anayasanın gündeme gelmesi sırasında Atatürk’ün çağdaş demokrasiye giden yolda ,kuvvetler ayrılığı ilkesini devlet için dengelerde iç denetimin sağlanabilmesi açısından uygun gördüğü anlaşılmaktadır . Birinci anayasada meclis hükümetini savunan Atatürk ikinci anayasada parlamenter demokrasiye savunarak ,değişen koşulları dikkate alan bir gerçekçi tutum izlemiştir .
Yeni kurulan devletin iç ve dış tehditlere karşı güçlendirilmesi gerektiğini savunan kurucu önder ,bir iç isyan ile karşı karşıya kalınca özgürlükleri sınırlayan Takriri Sükun kanununu gibi düzenlemeleri zorunlu görüyordu . Ulus devlete karşı bölücü , laik devlete karşı dinci ayaklanmalar rejim açısından tehdit olarak görüldüğü için Mustafa Kemal bu gibi karşı çıkışların, hukuk devleti sistemi ve anayasa çatısı altında önlenmesi gerektiğini düşünüyordu . Kendi zamanında iki kez çok partili sisteme geçme denemesinde bulunan Atatürk’ün asıl amacı çok partili parlamenter demokrasi uygulamasına geçmekti . Ne var ki , her iki denemenin de sonunda rejim düşmanlığı ile karşılaşması ve işin Atatürk’e suikast olaylarına kadar gitmesi nedeniyle , iki dünya savaşı arasındaki kritik dönemde Türkiye çok partili demokrasiye bir türlü geçememiş ve ikinci dünya savaşının sonuna kadar tek partili sistem ile yönetilmek durumunda kalmıştır . Bir İslam toplumu içinde laik devlet kurulduğu için ,laik rejimi tehdit edebilecek dinci kalkışmalara karşı Kemalist Cumhuriyet son derece hassas davranıyordu . Atatürk kendisinin öncülük yaptığı çok partiye geçiş denemelerine , yine kendi döneminde son vermek zorunda kalması yüzünden çelişkili bir duruma düşüyordu . Nitekim , batı tipi demokrasilere ve ulus devletlere öncülük yapan Fransız devrimi ile Türk devrimini karşılaştıran bir konuşmasında bu durumu açıkca belirtiyordu . O’na göre , Türkiye cumhuriyeti Fransız devriminin açtığı yoldan geçerek gelişmiş ama daha sonraki aşamada , kendi ülkesinin koşullarına uygun düşen farklı bir çizgide gelişmeler göstermiştir . Atatürk bu sözleri ile gerçek durumu açığa çıkarıyor ve batıyı batı yapan Fransız devrimini çıkış noktası olarak almalarına rağmen , içinde bulunulan Türkiye gerçeğinin devrimin yolunu çizdiğini ve bu yüzden Fransız devriminden ayrı bir yolu daha sonraki aşamalarda izlediklerini açıkça belirtiyordu .Atatürk’ün anayasal anlayışındaki bu açıklık , onun ne derece gerçekçi bir doğrultuda hareket ettiğini ortaya koymaktadır . Türkiye ile Fransa’nın birbirinden ayrılan koşulları böylesine bir farklılığın meydana gelmesine neden oluyordu .(5)
Atatürk bir asker olduğu için , yanında her zaman hukukçular taşımış ve onlara danışarak , Türkiye Cumhuriyetinin gelecekte bir hukuk devleti olabilmesinin çabasını göstermiştir . Yurt dışına giderek Avrupa ülkelerinde hukuk tahsili yapan ,hatta hukuk alanlarında doktora yapan genç hukukçular ile bir araya gelerek yeni Türk devletinin hukuk çatısını örmeğe çalışmıştır . Fransız devriminin merkezi olan Paris’te yetişmiş olan Jön Türk hareketi mensubu bazı hukukçular , Atatürk’ün yanında yer alarak batı tipi bir çağdaş cumhuriyet devletinin hukuka uygun bir çizgide Misakı Milli sınırları içerisinde kurulabilmesi için yardımcı olmuşlardır . Hukuk bilen aydınlardan oluşan öncü kadro yeni Türk devletinin anayasal yapılanmasını sağlarken ,ebedi önder Atatürk’ün arkasında bir hukukçu ordusu hukuk devletinin yapılandırılması doğrultusunda devreye giriyordu . Başkent Ankara’da kurulan Ankara Hukuk Fakültesi , genç Türkiye Cumhuriyetinin yeni hukukçu kadrolarını yetiştirirken , aynı zamanda bu fakültede ders vermek üzere bir araya gelen hukuk bilginleri de hükümete danışmanlık yaparak , Türk devletinin anayasal yapısı içinde bir hukuk reformu gerçekleştirilmesine katkıda bulunuyorlardı . Beş bin kitaplık bir kütüphane ile bilgi peşinde koşan Atatürk ,okuyup araştırarak yeni bir devletin hukuksal olarak gelişimini tamamlamasına çaba sarf ediyordu .Bir hukuk devletinde anayasal cumhuriyet rejimi oluşturmağa çalışan Mustafa Kemal’in devrimin hukuk mektebi olarak açılan Ankara Hukuk Fakültesinin öğretim kadroları ile bir araya gelerek çalışmalar yaptığını ,cumhuriyet hukuk sistemi oluşturulurken bu kadrolardan yararlanarak hareket ettiği görülmektedir . Atatürk anayasal zeminde sonuna kadar hukuka uygun bir çizgide gitmeğe çalışıyor ,. Önemli yasal düzenlemeler gerçekleştirilirken , hukuk alanındaki bilimsel bilgi birikiminden sonuna kadar yararlanmağa çalışıyordu .
Savaş koşullarında bile yeni kurduğu devleti hukuk devleti yapmağa çalışan bir kurucu iradeyi temsil eden Atatürk. Devletin kuruluşunda olduğu gibi geleceğinde de yol göstermeğe devam etmektedir . Özellikle anayasada başlangıç ve ilk maddelerde belirtilen Atatürk ilkeleri ve Atatürk milliyetçiliği ile beraber , özel olarak bir anayasa maddesi ile korunma altına alınmış olan Atatürk devrimleri bugün hala Türk pozitif hukuk sisteminin hem çekirdeğini oluşturmakta hem de modelini meydana getirmektedirler . Başlangıç kısmında vurgulanan Atatürkçülük , ilk değişmez maddelerde ifade edilen Atatürk ilkeleri ve özel bir madde ile koruma altına alınan Atatürk devrimleri ile ,Türkiye Cumhuriyeti bugünlere gelebilmiştir . Dünyanın merkezi coğrafyasında bir imparatorluk sonrasında kurulma şansını elde eden Türk devleti sahip olduğu siyasal modeli ile her türlü zorluğu yenerek bugünlere kadar gelebilmiştir . Savaş yılları ,soğuk savaş dönemi ,emperyalizm ve siyonizmin savaş sonrasında merkezi alana gelmesi gibi önemli gelişmeler Atatürk cumhuriyetinin yapısını bozamamıştır . Ne var ki , sosyalist sistemin dağılmasından sonra bir paradigma değişikliği kavramını gündeme getiren , küresel emperyalizmin işbirlikçisi neo-liberal ve neo-cemaatçı kadrolar ,merkeci coğrafyada emperyalizm ile siyonizmin egemen olabilmesi doğrultusunda girişimlerde bulunurlarken , Atatürk modeli ile ortaya çıkmış olan Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldıracak derecede kesin kuralları yeni paradigmalar görünümünde devreye sokarak halk kitlelerini aldatmağa ve yeni siyasal projeler doğrultusunda bir yerlere çekmeğe çalışmaktadırlar . Atatürk’ün devlet modeline dayanan Türkiye Cumhuriyeti anayasasını bir an önce kaldırmağa çalışanlar , yeni bir anayasa görünümünde farklı bir devlet modelini geçerli kılmağa çaba göstermektedirler . Atatürk’çülük,Atatürk ilkeleri ve Atatürk devrimleri ile ilgili düzenlemelerin bütünüyle anayasadan çıkartılması dış destekli bir siyasal mücadele yürüten yeni mandacılar ,utanmadan Türk devleti çatısı altında anayasadan “Türkiye” Türk kimliği ya da Türklük gibi kavramlarında çıkmasını istemektedirler . Türk vatandaşı olduklarını unutan bu işbirlikçi taşeron çevreler Türk hukuk sistemine göre suç işlediklerinin farkına varmadan kendi ülkelerine ve devletlerine ihanet eder bir noktaya gelmiş durumdadırlar .
Atatürk ve anayasa kavramları bir arada ele alındığı zaman yukarıda anlatılan olumsuz bir tablo ortaya çıkmaktadır . Emperyalizme karşı bir ulusal kurtuluş savaşı verilerek elde edilmiş olan kazanılmış haklar Türk milletinin elinden alınmak istenmekte ve bu coğrafyada farklı etnik ya da dinsel modellere dayanan işbirlikçi manda devletleri oluşturulmağa çalışılmaktadır . Yeni Bizans projesinden Büyük İsrail Projesine , Büyük Orta Doğu yapılanmasından Avrupa Birliği yapılanmasına , Büyük Ermenistan hayalinden Büyük Kürdistan planlarına kadar her türlü Türkiye karşıtı siyasal oluşum son zamanlarda belirli bir siyasal konjonktürün dinamiklerinden yararlanılarak ciddi bir tırmanış sürecine sokulmuştur . Bbir anayasal devlet olarak Türkiye Cumhuriyetinin bütününü tehdit eden , Türklüğü ve Türk devletini bütünüyle Misakı Milli sınırlarından koparıp atarak bu topraklardan sürmeğe yönelen siyasi girişimleri Türk ulusu ve Türk dünyası yakından izlemektedir . Türk dünyasından gelen büyük güç ile merkezi coğrafyada b.in yıllık bir Türk egemenliğinin bugünkü temsilcisi olan Türkiye Cumhuriyeti , kurucusu büyük Atatürk’ün söylediği gibi , ilelebet payidar kalabilmek için yeni bir var olma mücadelesine doğru sürüklenmektedir . Yüz yıl önce benzeri bir olumsuz süreçten mücadele ederek çıkmayı başaran Türk ulusunun , Misakı Milli sınırları içerisinde bu ikinci mücadeleyi de birincisi gibi tamamlayarak yoluna devam etmesi, kurucu iradeden gelen çizgide ve kazanılmış haklar doğrultusunda ancak Atatürk’ün ortaya koymuş olduğu devlet modelinin korunmasıyla mümkün olabilecektir .Kurmuş olduğu devleti anayasal bir yapıya kavuşturarak , geleceğe dönük bir biçimde kurumlaştıran Atatürk’ün bu anayasal tavrı ,bugünün cumhuriyet kuşaklarına devletin kurucusundan kalan bir mirastır . Yeni anayasa çalışmaları sırasında ,bugünün temsilcileri ve yöneticilerinin devletin kuruluşundan gelen iradeyi ve milli çizgiyi görerek hareket etmeleri bir ulusal görevdir . Bu görev ya yapılacak ve Lozan’da bütün dünya uluslarınca kabül edilmiş olan Türk devleti Atatürk’ün çizgisinde yoluna devam edecektir , ya da ihmal edilecek o zaman da Sevr senaryoları kendiliğinden devreye girecektir .Anayasa’dan ,Türk ulusunun kazanılmış hakları olan ,Türklük ve Türkiye Cumhuriyeti kavramları çıkartılarak hiçbir yere gidilemez . Atatürk devletin kurucusu olarak bizzat anayasacılık yaptığına göre ,bugünün yönetiminin de o doğrultuda hareket etmesi ve bir anayasacı gibi konuya eğilmesi kaçınılmaz bir ulusal bir görevdir .
1-ATATÜRK-SÖYLEV VE DEMEÇLER , 1.cilt s,Ankara I945 ,s.200-202
2-ATATÜRK –NUTUK ,cilt 2 ,İstanbul I934 , s.I86
3-BÜLENT TANÖR - Anayasal Gelişme Teorileri ,İstanbul 2010,Yapı Kredi Yayınları ,s.20-21
4-ATATÜRK – NUTUK ,İstanbul 1934 , cilt 2 ,s.5
5-ATATÜRK – SÖYLEV VE DEMEÇLER , Ankara 1945 ,s.81
|