Kemalizm, tek cümle ile , İslam dünyasında medeniyet devrimi olarak tanımlanabilir . Batı dünyasında ortaya çıkmış olan çağdaş uygarlık düzeyinin İslam coğrafyasına taşınması , Müslüman ülkelerin tıpkı batının önde gelen Hrıstıyan ülkeleri gibi çağdaş uygarlık düzeyine erişebilmeleri ya da dünyanın önde gelen gelişmiş ve büyük ülkeleri ile Müslüman ülkeleri de eşit düzeyde bir araya getirebilmenin arayışı olarak da Kemalizm açıklanabilir , çünkü Avrupa gibi medeniyetin beşiği olan bir önemli kıtanın yanı başında , bu kıtadaki ulus devletler gibi benzeri bir siyasal yapılanmaya gidilirken Kemalizm bir toplumsal dönüşüm aşamasında siyasal devrim olarak gündeme gelmiş ve geçerli bulunduğu ülkenin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasında önemli bir sıçrama yaratmıştır .
Yirminci yüzyıla kadar medeniyetin uğramadığı bir bölgeye çağdaş uygarlık düzeyi getirilirken , Kemalist devrim bu aşamada öncü bir rol üstlenmiştir . O döneme kadar dinler arası rekabet düzeninde geride kalan İslam dünyası, batı bölgesindeki Hrıstıyan ülkelerin gelmiş oldukları gelişmişlik düzeyinin dışında kalmıştır . Batının önde gelen Hrıstıyan ülkeleri sömürgecilik yaparak zenginleşirken ve güçlü ekonomileri ile üst düzeyde gelişmişlik çizgisini yakalarken , Orta Doğu ve Şark bölgelerinde yer alan Müslüman ülkeler sömürge konumundan kurtulamamışlar ve bu yüzden de gerilerde kalarak çağdaş uygarlık düzeyinin dışında kalmışlardır .Türkiye’de eski bir Osmanlı ülkesi olarak , yüzyılı aşkın bir süre yarı sömürge konumunda kalmış ve batılı emperyalistlerin saldırarak işgal ettiği İslam dünyasının bir parçası olarak , çağdaş uygarlık düzeninin dışında kalmıştır .
Medeniyet , toplumların ekonomik,siyasal ve sosyal açılardan ulaştıkları gelişmişlik seviyesi olarak tanımlanmaktadır . Bir toplumun ya da bir ülkenin sahip olduğu değerlerin gelmiş olduğu gelişmişlik düzeyi anlamına gelen medeniyet kavramı , dünya tarihinin önde gelen anahtar kavramlarından birisidir . Tarihsel olarak , eski zamanlardan kalma Medine kentinin adından gelen bir kavram olarak medeniyetin kökeninde asıl olarak kentleşme olgusu bulunmaktadır . Arapça’dan Türkçe’ye geçmiş olan medeni sözcüğü köken olarak Medine kentinden gelirken , medeni olmak sözü de şehirli olmak , geri kalmış kırsal alandan çıkarak daha gelişmiş kent yapılanması ile bütünleşmek doğrultusunda yorumlanmıştır . Osmanlı döneminde medeni ve medeniyet kavramları , Arapça kökenden geldiği gibi geleneksel anlamında kullanılmışlardır . İmparatorluğun çöküşü sonrasında modern bir cumhuriyet yönetimine geçildikten sonra gerçekleştirilen dil devrimi doğrultusunda medeniyet kavramı yerine uygarlık terimi kullanılmağa başlanmıştır .
Uygulama fiilinden çıkartılan uygarlık sözcüğü de uygulamaların oluşturduğu bir bütün olarak gelinmiş olan ilerleme düzeyini ifade etmiş ve medeniyet kavramının yerine kullanılmağa başlanmıştır . Gelenekçi kesimler medeniyet kavramını kullanmağa devam ederken , cumhuriyetçi kesimler ilerlemeden yana yenilikçi bir tutum izleyerek uygarlık sözcüğüne sahip çıkmışlardır . Medeniyet kavramı ile ifade edilmek istenen bütün anlamların benzer bir biçimde uygarlık kavramı çatısı altında da gündeme getirildiği görülünce , bu yeni kavram da yaygın bir biçimde kullanılmağa başlanmıştır . İnsanlığın gelişim çizgisi içinde gelinen nokta , genel tarihsel süreç içinde varılmış olan aşamalar hep medeniyet ya da uygarlık kavramları ile ifade edilmeğe çalışılmıştır . Gelinen döneme varılan yeni aşamaya kadar kazanılan bütün değerler ya da kazanımların bir üst kavramı olarak medeniyet insanlığın aynası olmuştur . İnsanlığın bütün yüzü medeniyet aynasında yerini almış ve bir bütünlük içerisinde görünüm kazanmıştır .
Atatürk müspet bilim tahsil etmiş bir askeri ve siyasi önder olarak , çökmüş olan bir imparatorluğun kalıntılarından çağdaş bir cumhuriyet ortaya çıkarırken , bir anlamda mitolojide yer alan Anka kuşu gibi Türk ulusunu küllerinden yeniden yaratmış ve bir devrim yaparak , Türk ulusu üzerinden İslam dünyasına medeniyetin ışığını götürmüştür . Merkezi coğrafyada yedi yüz yıl egemen olabilen Osmanlı devletinin sürekli olarak savaşmak zorunda kalması , İslam dünyasının önderi olan Halife padişahların yönetiminde batının önde gelen emperyal devletlerine karşı doğunun Müslüman ülkelerini ve halklarını koruyabilmek üzere sürekli bir çatışma ortamına zorlanması yüzünden , bir çöküş dönemi yaşanmış ve daha sonraki aşamada Mustafa Kemal gibi geleceği gören bir siyasal önderin öncülüğünde devrimci bir atılım yapılabilmiştir . Önderinin adı ile tanımlanan Kemalist devrim bir anlamıyla , Hrıstıyan batı dünyasında gelişmiş olan çağdaş uygarlığın İslam coğrafyasına taşınmasının adı olmuştur . Türk ulusunun utanılacak bir millet olmadığını ve her şeyin en iyisine ya da en ilerisine layık olduğunu her fırsatta dile getiren bu büyük önder , tarihin dönemeç noktasında imparatorluktan cumhuriyete geçişi devrimci bir atılım ile gerçekleştirmiştir . Ortaçağ uykusundan uzun süren savaşlar nedeniyle bir türlü uyanamamış Türk ulusunu uyandırarak çağdaş uygarlık ailesinin onurlu bir üyesi olabilme şansını getiren Atatürk , tarihsel olarak İslam dünyasına medeniyeti getiren ilk ulusal önder olmuştur . Batı dünyası ile olan medeniyet farkı yüzünden batılı emperyalist güçlerin hedefi haline gelen merkezi coğrafyada bir büyük dünya imparatorluğu çökmek zorunda kalırken ,onun yerine kurulan yeni merkezi devlet çağdaş uygarlık yolunu seçerek benzeri bir olumsuz sonuç ile karşılaşma riskini ortadan kaldırıyordu . Çağın gereği olan medeni tutum ve davranışlar bir siyasal devrim sonrasında Türk toplumuna kazandırılırken ,orta çağ dönemlerinden kalma bütün geri kalmış örf ve adetler bir yana bırakılıyordu . Radikal bir yaklaşım çerçevesinde , toplumu geri bıraktıran değer ve tutumlar terk edilirken , çağdaş uygarlık ailesi ile bütünleşmeyi sağlayacak yepyeni yaklaşımlar geliştirilerek benimseniyordu .
Hiçbir devrim durduk yerde yapılmamıştır . Her devrimin arkasında tıpkı suyun yüz derecede kaynaması gibi bir ısınma dönemi bulunmaktadır . Böylesine bir süreç içerisinde sosyal ve siyasal koşullar hızlanarak ülke bir değişeme doğru sürüklenirken , ısınan ortamda devrimler birer sosyal patlama ya da değişim olarak gerçeklik kazanabilmektedirler . Dünya tarihi incelendiği zaman ,her devrimin gerisinde bir oluşum sürecinin bulunduğu ve bu zaman diliminin o dönemin koşullarına göre tamamlanmasıyla beraber devrimci atılımların patlama noktası aşamasında gündeme geldiği görülmektedir . Bbenzeri değerlendirmelerin Kemalist devrim içinde yapılabilmesi mümkündür . Bir imparatorluğun yedi asırlık bir hegemonya düzeni sonrasında çökertilmesi , emperyal saldırıların devleti yıkmasıyla biraber imparatorluk ahalisinin ortada kalması üzerine , bir ulusal kurtuluş savaşına giden yolda mücadeleye başlanmış ve bu yolun sonunda zafer kazanılarak , yepyeni bir toplum ve devlet düzeni birlikte kurulabilmiştir . Orta çağ döneminden kalma bir çok birikimin geri bıraktığı Anadolu ve Rumeli toplumları , ulusal kurtuluş savaşı vererek , uygarlık yoluna yönelmiş , devrimi gerçekleştiren kadronun öncülüğünde , Kemalist devrimin önderi olan Mustafa Kemal’in yolundan gidilmiştir .Biri yandan kurtuluş savaşı verilirken aynı zamanda yeni devlet kurulmuş , savaş ve devletin kuruluş aşamaları tamamlandıktan sonra da , devrimci atılımlar ile çağdaş Türkiye Cumhuriyeti dünya sahnesindeki yerini almıştır . İlerlemiş batı ülkelerindeki uygarlık düzeyi nasılsa , aynı biçimde Türkiye’de de benzeri bir sosyal ve siyasal yapılanmaya gidilmiştir . İslam dünyasında ilk medeniyet devrimi Atatürk’ün gerçekçi ve kararlı yönetimi sayesinde uygulama alanında ortaya çıkabilmiştir . Kemalist devrim Türkiye gibi bir Müslüman ülkede gerçekleştikten sonra eski Osmanlı ülkeleri ile beraber bütün Müslüman ülkeler içinde emsal olmuş ve onlara çağdaş uygarlık yolunda rehberlik etmiştir .
Kemalist devrim ile Türkiye’nin çağdaş bir cumhuriyet devleti olarak dünyanın ortasında kurulması üzerine , yeni devlet Türkiye Cumhuriyeti İslam ve Hrıstıyan dünyaları arasında hem köprü hem de merkez haline gelmiştir .Türk devleti sahip olduğu jeopolitik koşullar nedeniyle merkezi misyonunu yerine getirirken , gerçekleştirilen devrimci atılım ile de batı dünyasında gelişmiş olan çağdaş uygarlığın İslam ülkelerine taşınmasında da tarihsel bir köprü misyonunu yerine getirmiştir . Jeopolitik kitapları Türkiye’nin bulunduğu alanı dünyanın kalbi ya da kalpgahı olarak tanımlarken , yeni Türk devleti de buna uygun olarak hareket etmek ve bu doğrultuda doğu ile batı arasında bir geçiş köprüsü olarak belirli misyonları yerine getirmek durumunda idi . Batılılar kendi bulundukları yerleri merkez olarak belirleyerek , doğuyu yakın,orta ve uzak olarak üçe ayırmışlar ,Türkiye’nin bulunduğu alanı ise Orta Doğu olarak ilan edip , sahip oldukları oryantalist bilgi birikimi ile egemen olmak istemişlerdir . Türkiye ,dünyanın ortasında dünya sahnesine çıkarken , doğu ile batının yanı başında yer almış , Hrıstıyan Avrupa’nın komşusu bir ülke olarak aynı zamanda İslam dünyasının hem içinde hem de merkezinde yer alabilmiştir . Bu yönü ile , Türkiye Cumhuriyetinde Kemalist rejim ile beraber gerçekleştirilen medeniyet devrimi Türkiye üzerinden bütün İslam dünyasını yakından etkilemiş ve dünyanın orta bölgelerinde yer alan elliden fazla Müslüman ülkede ,Türklerin ulusal önderi Atatürk bir bölgesel önder konumuna gelmiştir . Hindistan Müslümanları ile Libya Müslümanları emperyalist batılı devletlere karşı ulusal kurtuluş savaşı verirlerken , Türkiye’nin kurtarıcısı ve kurucusu Atatürk’ün resimlerini birer rozet olarak yakalarında taşımışlardır . Asya ve Afrika’nın Müslüman halkları , Türkiye’de çağdaş bir cumhuriyet devleti kurmuş olan Kemalist devrimi kendilerine örnek ve model almağa yönelmişlerdir .
Türkiye’de medeniyet devrimi batılı değerlerin ülkeye gelmesiyle başlamıştır . Fransız devrimi sonrasında bütün Avrupa kıtasını sarsan sosyal ve siyasal gelişmeler , Balkanlar üzerinden Osmanlı ülkesine de gelince , imparatorluk sonrasında çağdaş uygarlığa giden yol kendiliğinden açılmıştır . Osmanlı’nın en uzun yüzyılı ilan edilen on dokuzuncu yüzyıl boyunca , sürekli olarak birbirini izleyen yenileşme hareketleri ve yenilikçi atılımlar görülmüş ve bunların birikimi daha sonraki aşamada devrimci patlamayı oluşturan siyasal koşulları hazırlamıştır . Kemalist devrimin arkasında bu açıdan hem batı ülkelerinden hem de imparatorluğun son yüzyılından gelen ciddi bir düşünsel birikim vardır .Yenilikçi ve devrimci filozoflar dünyaya yol gösterirken , Mustafa Kemal bunları yakından izlemiş , Osmanlıdaki yenileşme hareketleri ise Kemalist devrimin önünü açan süreci başlatmıştır . Atatürk bir devrim gerçekleştirirken , hem uluslaşmanın hem de çağdaşlaşmanın öncüsü olmuştur . Atatürk devrimci yolda öne çıkarken ,Türk devletinin uluslar arası alanda güçlü olabilmesinin yolunun çağdaş uygarlıktan geçtiğini söylemiştir .Ülke yönetiminin ve toplum için çıkartılacak yasaların dünyevi gereksinmelerin karşılanabilmesi doğrultusunda hazırlanması gerektiğini söylerken ,orta çağdan kalma din toplumuna ve yönetimine karşı çıkıyordu . Atatürk bu doğrultuda kurulacak yeni devletin modern bir yapıda olması gerektiğini , din ve mezhep ideojilerinin yerine ulusculuk düşüncesinin geçmesi gerektiğini ,batı uygarlığını meydana getiren bilimsel yöntemlerin öncelikle uygulamaya aktarılması gerektiğini , hayatta en gerçek yol göstericinin bilim ve fen olduğunu , cumhuriyetin temelinin çağdaş kültüre dayandığını , yeni devletin yasa ve örgütlerinin dünya gereksinmelerine göre düzenleneceğini , Türkiye’de gerçekleştirilen ulusal bağımsızlık zaferinin beraberinde tam bağımsız bir çağdaş devlet düzenini gündeme getireceğini çeşitli söylev ve demeçlerinde zaman zaman dile getirmiştir . Bağımsızlık savaşının uygarlık mücadelesi ile tamamlanması Türk devriminin en önde gelen özelliğidir . (1)
Türkiye için çağdaşlaşma batı dünyasının yalnızca tekniğinin alınması değil ,ama aynı zamanda düşünce ve yaşam biçimlerinin de benimsenmesiydi . Bu doğrultuda Atatürk , bir anlamda resepsiyon yoluna giderek Avrupa’nın önde gelen ülkelerindeki en yeni yasal düzenlemeleri adaptasyon yöntemleri ile Türkiye’ye aktarmağa çalışıyor ve Türkiye’nin kendine özgü koşulları ile batının önde gelen modern uygulama ve düzenlemeleri bağdaştırmağa çaba gösteriyordu . Çağdaş uygarlığa giden yol batının değerler sisteminden geçtiği için Atatürk devrimci bir atılım ile Türkiye’yi dünya sahnesine çıkarıyordu . Yüzyıllarca sürüp giden savaşlar düzeni içerisinde ezilip yok olma noktasına gelmiş olan Türk ulusunun yeniden canlanabilmesi ve ve şahlanarak ileri bir aşamaya geçebilmesi için ,top yekün bir medeniyet değişimine gereksinme bulunduğunu Atatürk görerek hareket ediyor ve bu doğrultuda az zamanda çok işler yapılabilmesine çalışılıyordu . Bilimsel devrimlerin ve aydınlanma hareketlerinin doğal bir sonucu olan çağdaş uygarlık düzeyine Türk toplumunun hızlı bir biçimde erişebilmesi için devrimci bir atılıma gerek olduğu açıkça görülüyor ve bu doğrultuda hareket edilerek , tüm İslam dünyası için olumlu bir örnek ve emsal oluşturacak bir medeniyet değişikliğine gidiliyordu . Kemalist devrim , Türkiye’yi çağdaş uygarlığın merkezi olan batı dünyasına yaklaştırırken aynı zamanda Müslüman ülkelere de yol gösteriyordu . Atatürk bu doğrultuda , yapılan devrimin asıl amacının Türkiye Cumhuriyeti halkının her yönü ile çağdaş bir toplum haline getirilmesinin hedeflendiğini açıkça dile getiriyordu . Türkiye’yi bir medeniyet ülkesi haline getirirken , ileri gitmiş bütün ülkelerdeki uygulamalar dikkatli bir biçimde incelenerek , Türkiye açısından değerlendirmeler yapılıyor ve buna göre yenilikçi adımlar atılıyordu .
Fransız devrimi ile açılan yolda gelişen batı uygarlığı , kısa zamanda bütün batı ülkelerini içine aldığı gibi sonraki aşamada da diğer dünya ülkeleri için yön gösteren bir cazibe merkezi haline gelmiştir . Avrupa kıtası medeniyet merkezi olarak öne çıktığı için , medenileşmek ile Avrupalılaşmak uzun bir süre aynı anlama gelmiş ama Amerika Birleşik Devletlerinin daha ileri bir süper devlet olarak ortaya çıkması sonrasında bu durum değişikliğe uğramıştır . Avrupa merkezli sömürge imparatorlukları bir anlamda yanlış uygarlıkçılığın yayılmasına vesile olmuş , batı uygarlığının biçimsel yönleri tüm dünyaya sömürgeler üzerinden yayılırken uygarlığın özünü oluşturan ortak değerlerin bir kısmı ihmal edilmiştir . Biçim ile beraber özün de dikkate alınması sayesinde bu gibi eksiklikler zamanla giderilmiş ve tüm insanlığın ortak bir uygarlık düzeyinde buluşabilmesinin arayışı içine girilmiştir .Batının sömürgeci merkez ülkeleri sömürgelerini ellerinde tutabilmek için görünüşte batı medeniyetinin biçimsel yönlerini sömürge konumundaki geri kalmış ülkelere taşımışlar , işin temelinde yatan özünü ise kendilerine saklamağa çalışmışlardır . Ne var ki , Atatürk gibi gerçekçi ve güçlü önderler batının dışında kalan ülkelere doğru yollarda önderlik yaparak , batılı emperyalistlerin oyunlarını bozmuşlar ve çağdaş medeniyetin özünü de kendi ülkelerine taşıyabilmişlerdir . Sadece görüntü ile yetinmeyen , medeniyetin arkasında var olan düşünsel birikime sahip çıkan üçüncü dünya önderleri , batı emperyalizminin önünde bir arayışın öncüsü olmuşlar ve gerçek öz değerleri yakalayarak ülkelerini sömürge konumundan uzaklaştırabilmişlerdir . Medeniyet ,hiçbir zaman birilerinin başka birilerine verdiği ya da bahşettiği bir değerler manzumesi olmamış aksine ,medeni olduğunu iddia eden büyük ve güçlü ülkelerin engellemelerine rağmen gerçekleştirilen yenileşme girişimlerinin bir bütünü olmuştur . Daha ileri bir medeniyet yolunda atılan her adım sonunda her ülkede belirli birikimler ortaya çıkarmış ve devletler de bu birikimlerden yararlanarak birbirleriyle medeniyet yarışına kalkışmışlardır . Modern uygarlık elbiseleri giyen toplumlar ya da devletler eninde sonunda geleneksel yapılarını değiştirmek zorunda kalmışlar ve zamanla içine girdikleri medeniyet yolunda ileri aşamalara gidebilmişlerdir . Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı Türk modernleşmesi ,her yönü ile bir çağdaş uygarlıkçılık girişimi olarak bütün Müslüman ülkelere olumlu bir örnek olmuştur .(2)
Atatürk bazı söylev ve demeçlerinde medeniyetçilik ile ilgili olarak şunları söylemiştir :
“Biz , batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi ,kendi bünyemize uygun bulduğumuz için ,dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. “ (3)
“Efendiler ,Türkiye Cumhuriyetini tesis eden Türk halkı medenidir.Tarihte medenidir, hakikatte medenidir.Fakat ben sizin öz kardeşiniz,arkadaşınız,babanız gibi medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla ,yaşayış tarzıyla medeni olduğunu göstermek zorundadır . Velhasıl medeniyim diyen Türkiye’nin hakikaten medeni olan halkı başından aşağıya görünümleriyle dahi medeni ve mütekamil insanlar olduklarını fiilen göstermeye zorunludurlar “ (4) Atatürk’ün bu iki sözü bile kendisinin medeniyet sorununu nasıl ciddiyetle ele aldığını göstermekte ,bu doğrultuda taklitçilik yapılmasına açıkça karşı çıkarken Türk halkının bünyesine uygun düşen ve Türkiye’nin kendine özgü koşullarına uygun düşen bir yolda uygarlık yürüyüşüne devam edilmesini dile getirmektedir . Anadolu gibi dünyanın ortasında yer alan bir ülkede çağdaş bir devlet kurmağa yönelirken , kendisi ile beraber hareket eden ve kendisinin bir önder olarak yönettiği Türk halkının doğuştan gelen bir medeni yapısının bulunduğunu açıkça ortaya koyabilmektedir . Avrupa kıtasında doğan ve Avrupalı okullarda yetişen bir önder olarak Atatürk ,bu uygarlık beşiği kıtadan aldığı birikimi kendi ülkesinin medeni dünyanın bir parçası olabilmesi yolunda kullandığı görülmektedir . Türklerin ilk çağlardan gelen medeniyet birikiminin farkında olan Mustafa Kemal , bu halka önderlik yaparken geçmişten gelen medeniyet arayışı birikimine güvendiğini açıkça ifade edebilmiştir . Böylesine bir bilinç ile Türkiye’de aydınlanma devriminin gerçekleştirilmesine yönelinmiştir .
Türk tarihi genel olarak incelendiğinde Türklerin her dönemde ya o asrın medeniyet merkezi oldukları ya da , medeniyetin ortaya çıktığı ülke ya da bölgeye doğru bir yöneliş içerisinde oldukları anlaşılmaktadır . Dünya tarihine Orta Asya’da çıkmış olan Türkler önce Orta Asya kökenli büyük devletler ve imparatorluklar kurarak , o dönemlerin uygarlığını oluşturma yoluna gitmişler , daha sonraki dönemlerde ise medeniyetin merkezi olma konumu başka ülke ya da bölgelere geçince oralara doğru yönelerek sürekli bir göç hali yaşadıkları görülmektedir . Orta Asya’da Göktürk devleti ile başlayan Türk medeniyeti sonraki aşamalarda Asya ve Avrupa ile Afrika kıtalarının çeşitli yörelerinde gündeme gelen büyük devlet yapılanmalarıyla sürüp gitmiştir . Orta Asya sonrası dönemlerde Türklerin büyük imparatorluklar kurduğu , Çin ,Hindistan ,Ön Asya,İran ,Turan,Rusya ,Orta Doğu ve Avrupa ile Kuzey Afrika gibi bölgeler çeşitli Türk imparatorluklarına sahne olmuşlardır . Türkiye Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan on altı Türk imparatorluğu bunların en önde gelen örnekleridir . Doğu’dan batıya doğru yaşanan medeniyetler zincirinde Türkler her dönemde güçlü devletler ya da imparatorluklar oluşturarak hak ettikleri yerleri alabilmişlerdir . Osmanlı İmparatorluğu da kendi döneminin önde gelen büyük devleti olarak bir medeniyet merkezi olmuş ama daha sonraki aşamada batının daha ileri gitmesiyle başlayan sömürgecilik nedeniyle bu konumunu yitirerek çökmek durumunda kalmıştır . O zaman da bir ulusal kurtuluş savaşı ile ayakta kalan Türkler yeniden kendi uygarlık merkezlerini Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında Kemalist devrim sayesinde yeniden kurabilmişlerdir . Bu nedenle Kemalizm bir başka açıdan Türkiye’de çağdaş uygarlığın simgesi olan cumhuriyet devletinin oluşumunu sağlayan bir düşünce sistemidir . Kemalist devrim ile Türkler sömürgelikten kurtularak , medeni bir yaşam tarzına ve çağdaş bir devlet düzenine sahip olabilmişlerdir .
Atatürk dönemi nde , Türkiye Cumhuriyeti için çağdaş uygarlığa doğru arayış ve geçiş birlikte gerçekleşmiştir . Kuruluş döneminin önde gelen yazar ve düşünürleri sürekli olarak çağdaşlık ve uygarlık sorunları ile uğraşmışlar ve Kemalist devrim ile bir İslam ülkesinde medeniyetin kazanılmasına yardımcı olmağa çalışmışlardır . Başta Ziya Gökalp olmak üzere , Atatürk dönemi yazar ve düşünürleri uygarlık sorunu ile yakından ilgilenmişler ve yeni kurulmakta olan Türk devletinin uygarlık ailesinin onurlu bir üyesi olabilmesi doğrultusunda bilimsel arayışlara yönelmişlerdir . Gökalp kültür ile uygarlığı birbirinden ayırırken ,hars diye yeni bir kavram geliştirmiş ve bu kavramın yardımı ile kültür ile uygarlıklar arasındaki ilişkileri açıklamağa çalışmıştır . Ona göre önce her toplumun bir kültürü vardır .Bu kültüre dayanılarak yapılan çalışmalar uygarlığı yaratır .Batı dünyası da kendi kültürünü geliştirdikten sonra uygarlık düzenini bu kültürel yapının üzerine kurmuştur . Kemalist devrim de benzeri bir yol izleyerek , cumhuriyeti bir kültür meselesi olarak ilan etmiş ve daha sonra da bilim ile fenne dayalı bir çalışma düzeni içinde çağdaş uygarlığa giden yolda ilerlemeye çalışmıştır . Ayrıca Mehmet Akif ya da Peyamı Sefa gibi gelenekçi düşünürler ile Hasan Ali Yücel ya da Fuat Köprülü gibi cumhuriyetçi bilim adamları medeniyet sorunu üzerinde durmuşlar , batı medeniyetini incelerken , Türkiye’nin konumunu araştırmışlar ama hepsi de Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş uygarlık ailesi içinde onurlu bir yere sahip olabilmesi için çaba göstererek bu doğrultuda düşünce geliştirmeğe çalışmışlardır . Cumhuriyetçiler daha ileri giderek çağdaş uygarlık ile bütünüyle yakınlaşmayı savunurlarken , gelenekçi çizgiden gelen muhafazakar düşünürler , Türklerin Müslüman olmasından gelen farklı din ve kültür yapısının dikkate alınmasını ve batı medeniyeti ile ilişkilerin bu farklılık dikkate alınarak geliştirilmesi üzerinde hassasiyetle durmuşlardır . İstiklal marşı ile batı emperyalizmine meydan okuyan Mehmet Akif ,batı medeniyetine karşı dikkatli olunması gerektiğini açıkça belirtmekten çekinmemiştir . (5)
Batılı ülkelerin Hrıstıyan olması , Türklerin ise büyük çoğunluğu ile Müslüman olmaları yüzünden , batı uygarlığı ile Türk devleti arasında tam anlamıyla bir bütünleşme şimdiye kadar mümkün olamamıştır . Türkiye Cumhuriyeti böylesine bir farklılık nedeniyle yanıbaşında bulunan Avrupa Birliği’ne elli yıllık beklemeye rağmen tam üye olarak alınmamış ve tıpkı Endülüs ile Osmanlı devletlerinin farklı dinsel yapılanmaları yüzünden Avrupa kıtasının dışında bırakılmaları gibi Türkiye Cumhuriyeti de Avrupa Birliği dışında bırakılmıştır . Ne var ki, bu durum Türklerin içine girmiş oldukları çağdaş uygarlık ortamından kopmalarına yol açmamıştır . Avrupa Birliği geride kalırken , küreselleşme döneminde Atlantik emperyalizmi ile İsrail siyonizminin bir ittifakı olarak büyük Orta Doğu projesi merkezi coğrafyada öne çıkarılmış ve Atlantikçiler ile Siyonistlerin dünyanın merkezinde bir hegemonya ortaklığı kurmalarına giden yolda Türkiye daha fazla bir biçimde İslam dünyasına doğru iteklenmeğe çalışılmıştır . Dünyanın ortalarında yer alan elliden fazla Müslüman ülkeye Atlantikçiler ile Siyonistler arasındaki emperyal ittifak doğrultusunda el koymağa çalışanlar , bu ülkeleri dış dünyadan soyutlayarak iç kavgalara ve çekişmelere mahkum etmişlerdir . Türkiyenin sahip olduğu konum ve birikim görmezden gelinerek , Türk devleti tamamen Atlantik emperyalizmi ile İsrail siyonizminin istediği işbirlikçi taşeron biçime doğru dönüştürülmeğe çalışılmış , böylece Kemalist devrimin ilk olarak bir Müslüman ülkede yaratmış olduğu medeniyet devrimi ortadan kaldırılmağa çalışılmıştır . Medeni hali ile tüm Müslümanlara örnek olan Türkiye bu halinden giderek uzaklaştırılırken , İslam dünyasını Türkiye üzerinden ele geçirmeğe çalışan emperyalistlere tam bağımlı bir devlet yapılanmasına doğru zorlanarak sürüklenmiştir . Böylesine bir değişikliği kısa zamanda gerçekleştirmek isteyen iç ve dış çıkar çevreleri ,Türkiye gündemeni sürekli olarak kendi senaryoları ile işgal etmişler ve küresel sermayenin güdümündeki medya ile basın organları aracılığı ile halk kitlelerini aldatarak ,Türkiye’yi yeniden Osmanlı devletinin son yıllarında olduğu gibi bir yarı sömürge konumuna düşürmüşlerdir . Böylesine bir amaca kısa zamanda ulaşırken , Türkiye’nin yerleşyik siyasal kadrolarını da her alanda hem taşeron hem de işbirlikçi ortak olarak kullanmışlardır . Askeri üs, cephe ülkesi ve taşeron devlet konumlarına iteklenen Türkiye hızla medeni bir ülke olmaktan çıkarak savaş alanına sürülecek bir Truva atı konumuna düşürülmüştür .
Tarihin her döneminde ya medeniyetin beşiği ya da medeni ülkelerin yaşam ortağı olarak hareket eden Türklerin , bugün gelinen aşamada hızla emperyal savaş ve hegemonya planlarının bir sömürge uydusu konumuna düşürülmesi , Türkiye Cumhuriyetini hızla çağdaş uygarlık düzeyinden uzaklaştırmıştır . Uygar olan ülkeler ya da devletler kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri yaşam düzeni ya da planlar çizgisinde bağımsız bir geleceğe doğru emin adımlar ile yürürlerken , Türkiye gibi bir ülkenin askeri üs ya da cephe ülkesi olarak emperyal bir savaşın kuklası olmağa doğru iteklenmesi Kemalist devrimin sağlamış olduğu medeniyet düzeyini tümüyle ortadan kaldırmaktadır . Bir avuş zenginin dünyayı babalarının çiftliğine dönüştürebilmesi doğrultusunda hazırlanan küresel plan ve programlar dünya medeniyetine son verdiği gibi , Türkiye gibi devletleri de hızla medeniyet dünyasının dışına atmaktadır . Avrupa’ya alınmayan Türkiye hızla Arabistan’a dönerken , kadınlar yeniden kara çarşafa zorlanmakta , Türkiye’nin her yerinde bir kadeh bir şeyler içebilmek giderek imkansız bir hale gelmektedir . Kadınlar için haremlik yerler kadın kahveleri olarak her yerde açılırken , eğitimde kızlar ve erkeklerin okulları birbirinden ayrılmakta ,dini cemaatların kucağına doğru beş yaşındaki çocuklar yeni eğitim sistemleri ile yönlendirilmektedir . Eğitim yolu ile gerçekleştirilen cumhuriyet kültürü ortadan kaldırılırken , üniversitelerdeki cumhuriyet tarihi dersleri de tıpkı Roma hukuku ya da Genel Kamu Hukuku dersleri gibi kaldırılmağa çalışılmaktadır . Bir anlamda çağdaş uygarlığın getirmiş olduğu kazanımlar ile Kemalist devrimin Türklere armağanı olan medeniyet devrimine son verilmek istenmektedir . Önümüzdeki dönem , Türkiye’de Kemalist devrimin getirdiği kazanımların ürünü olan çağdaş uygarlık düzeni ile , küresel emperyalizmin zorla bütün dünyaya dayatmakta olduğu postmodern ortaçağ uygulamalarının çatışması yaşanacaktır . Saatler ileriye doğru çalıştığı için ve tarihin tekerlekleri geriye doğru dönmeyeceğine göre , Türk ulusu kazanılımış haklarına sahip çıkarak , çağdaş uygarlık hedefine doğru kutsal yürüyüşünü yeni bir ulusal mücadele ile güçlendirerek sürdürecektir .Türk ulusu bu durumun yeterince bilincindedir .
.
1-Ergün Aybars – Atatürk,çağdaşlaşma ve laik demokrasi , İleri yayınları ,İzmir I994
2-Niyazi Berkes –Batıcılık,ulusculuk ve toplumsal devrimler –Yön yayınları ,Ankara I965
3-Afet İnan –Atatürk hakkında hatıra ve belgeler ,Ankara I959 ,s.176
4-Kemal Atatürk –Söylev ve demeçler cilt II,Ankara 2006,s.220
5-Atatürk Araştırma Merkezi-Atatürk döneminden medeniyete bakışlar ,Ankara 2011
|