Türkiye Cumhuriyeti , yirminci yüzyılda kurulan bir bağımsız devlet olarak , önümüzdeki günlerde doksanıncı yılına doğru yol almaktadır . Bir yüzyıla yaklaşan geçmişi ve bugüne uzanan modeli ile her yönden tartışma alanına getirilen ,bu devlet yapılanmasının yüzüncü yılı ile beraber ortadan kaldırılmak istendiği ve bu yolda çeşitli girişimlerde bulunulduğu ,her geçen gün daha fazla ortaya çıkmakta ve yirmi birinci yüzyılda dünyanın merkezi alanında böylesine bir cumhuriyet devletinin belirli emperyal merkezler tarafından artık istenmediği yönünde , bir genel kanaat Türkiye kamuoyunda öne çıkmaktadır . Hiçbir devlet böylesine olumsuz bir gidişi kabül etmeyeceği gibi ,her devletin vatandaşları da çatısı altına sığınmış oldukları siyasal örgütlenmenin sürüp gitmesini kendi gelecekleri ve ülkelerinin güvenliği açısından sonuna kadar isterler ve bu doğrultuda etkinliklerde bulunarak kalıcı sonuçlar elde etmeğe çaba gösterirler . Dünyanın bütün ülkeleri ve devletleri açısından doğal olan bu durum Türk devleti açısından da böyle olmak durumundadır . Cumhuriyet rejiminin kurucusu eserinin sonsuza kadar yaşaması hedefini Türk ulusunun önüne koyarken her türlü tehdit ve tehlikeye karşı önlemler almış ve kendinden sonraki dönem için cumhuriyet devletini kurumlaştırarak , gelecekteki sürekliliği güvence altına almağa çalışmıştır .
Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına doğru yaklaştıkça önüne çeşitli engeller çıkartılmakta ve akla gelen bütün siyasal senaryolar bambaşka görünümler altında tezgahlanarak , basın ve medya kanalları üzerinden Türk ulusunun kafa ve düşünce yapısını karıştırmak üzere kamuoyuna aşılanmağa çalışılmaktadır . Bütün dünyayı tekelci bir kontrol altına almak isteyen küresel sermayenin paralı militanları medya ve basın organlarında her gece boy göstererek ,halk kitlelerini para aldıkları siyasal ve ekonomik merkezlerin çıkarları doğrultusunda aldatmağa çaba gösterirken , Türkiye her yönü ile tek boyutlu bir konuma doğru sürüklenmiş ve hiçbir karşı görüş ya da düşüncenin medya ve basın organlarında dile getirilmesine izin verilmemeğe başlanmıştır .Büyük gazetelerdeki kamuoyu oluşturan köşe yazarları teker teker çalıştıkları yerlerden kovdurulmuş, bunların başka yayın organlarında çalışmalarına izin verilmemiş ,ama küresel sermayenin talep ve istekleri doğrultusunda bir yeni Orta Doğu bölgesi yaratılması işine Türkiye üzerinden devam edilmeğe çalışılmıştır .Din olgusunun finans kapitalin dünya imparatorluğunu yaratma doğrultusunda siyasal amaçlı olarak kullanılması nedeniyle , medyayı kapsayan dinci yayın organları ,küresel emperyalizmin Truva atı konumundaki neoliberal kadroların paralelinde hareket ederek ,Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldıracak bütün politikalara alet olmuşlar ve dıştan sağlanan önemli ölçülerdeki parasal destekler ile bu gibi Türkiye açısından tehlikeli düşüncelerin halkın düşünce yapısına enjekte edilebilmesi yönünde sürekli girişimlerde bulunmuşlardır .
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla beraber Türkiye’de yeni bir siyasal senaryo olarak ikinci cumhuriyetçilik adı altında bir oyun planlanmış ve basın ile medya kanalları üzerinden yaklaşık çeyrek yüzyıllık bir dönem içerisinde Türk ulusuna benimsetilebilmek için akla gelen her yol denenmiştir . Sosyalizmden liberalizme doğru büyük bir açılım yapan ,Kırım göçmeni bir paşa torunu baba ve çocukları ile aile boyu bir oyun olarak gündeme getirilen bu ikinci cumhuriyetçilik senaryosu ,bütünüyle Atatürk Cumhuriyetinin ortadan kaldırılmasına yönelik olduğu için ,Türk halkı açısından iyi bilinmesi ve gerekli değerlendirmeler yapıldıktan sonra da bu tehlike oyuna karşı gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir . Kulağa hoş gelen ikinci cumhuriyetçilik kavramı önceleri fazla önemsenmemiş ve üzerinde durulmamıştır . Ne var ki aradan zaman dilimleri geçtikce ve bu senaryo sürekli olarak basın ile medya organlarında sürekli olarak işlendikçe başlıca tartışma konularından birisi olarak süreklilik kazanmış ve , yüzyıllık zaman dilimi değiştirilirken , köşe başında Türkleri en fazla uğraştıran siyasal senaryo haline gelmiştir .Aile boyu bir yazar kadrosu ile ele alınan ikinci cumhuriyetçilik bir senaryo olmasına rağmen , düşünce yaşamında fikir akımına dönüştürülmek istenmiş ve bu doğrultuda kamuoyunda bir kamplaşma yaratılırken ,ikinci cumhuriyetçilere karşı Atatürkçüler ve milliyetçiler birinci cumhuriyetçi çizgide bir araya gelerek Atatürk Cumhuriyeti ve ulus devlet açısından bir savunma kampı yaratmak zorunda kalmışlardır . Doksanlı yılların başlarından itibaren ,Türkiye’deki yazar ve düşünür çevreleri birinci ve ikinci cumhuriyetçi kamplaşmasına sürüklenerek hem toplumun hem de kamuoyunun bölünmesi bilinçli olarak yaratılmıştır .
Kendilerini sosyalist olarak tanımlayan bu liberal ailenin temsilcileri ikinci cumhuriyetçiliği her yönden işlemeğe başlayarak ,Türkiye’yi dış dinamiklerin istedikleri yönlerde siyasal bir değişime ve daha doğrusu köklü bir dönüşüme zorlayan ikinci cumhuriyetçiler , işe birinci cumhuriyet adını taktıkları Atatürk Cumhuriyetini kötüleyerek başlamışlardır . Aile reisi baba ,yıllarca Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili olarak yazdığı olumlu ve destekleyici yüzlerce yazıyı inkar edercesine ,Türk halkının bir ulusal kurtuluş savaşı vererek kazanmış olduğu bağımsız cumhuriyet rejimini karşı yönden ele almağa başlaması ,bu doğrultuda evlatlarını piyasaya sürmesiyle beraber kafalar iyice karışmış ve geçmişi ile övünen Türk halkı kısa bir zaman içinde geçmişinden kuşkulanır bir duruma getirilerek ,Türk devletinin kurucu önderi ve onun ölümsüz eseri ile Türk ulusu arasına mesafe sokulmağa çalışılmıştır . Basın organlarında köşeleri kapan ikinci cumhuriyetçiler zamanla medya organlarında da baş köşelere taşınmışlar ve her gece ekrana çıkartılarak , Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ün izinden uzaklaşmasına ve bunun yerine ikinci cumhuriyetçilik adı altında emperyalizm ile siyonizmin isteklerinin topluma benimsetilmesine çaba gösterilmiştir . İkinci cumhuriyetçiliğin temsilcisi olarak öne çıkan ailenin babası,işçi sınıfının yanından patron sınıfının yanına transfer olunca , çocukları da aile reisini izlemiş ve liberalizmin yetersiz kaldığı noktada daha da ileri gidilerek neo-liberalizmin en katı kuralları doğrultusunda radikal değişiklikler önerilmeğe başlanmıştır .Bir kadın memesine ülkeyi satmaktan başlayarak geçmişten vazgeçen ikinci cumhuriyetçiler ,geleceğe dönük önerilerini geliştirirken tamamen dış dinamiklerin temsilcisi olarak hareket etmişler ve bu merkezlerden gelen istekler doğrultusunda , küresel sermayenin çıkarlarına yönelik yeni bir siyasal yapılanmayı Türkiye’nin önüne getirmişlerdir .
İkinci Cumhuriyet kavramı ,cumhuriyetçiliğin beşiği olan Fransa tarihinden alınmış ve bu doğrultuda Türk tarihine monte edilmeğe çalışılmıştır . Fransa’nın kendine özgü bir yapısı ve tarihi olduğu gerçeğini dikkate almayan ikinci cumhuriyetçi tayfası bu ülkedeki gibi cumhuriyet dönemlerini numaralamaya kalkışmışlar ve bu yüzden de adları ulusalcı ve Kemalist kesimlerde numaracı cumhuriyetçiye çıkmıştır .Atatürk Cumhuriyetini dağıtmak ya da yıkmak için akla gelen her türlü yolu deneyen bu numaracı cumhuriyetçiler , Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ters düşen her türlü girişimi numaracılık yaparak Türk toplumuna lanse etmeğe kalkışmışlar ,siyahı beyaz göstererek zararlıyı faydalıymış gibi ortaya koyarak her türlü numara ile Türk halkını kandırabilmenin yollarını aramışlardır . Halkı Atatürk cumhuriyetinden soğutabilmek , Atatürk ile Türk ulusu arasına giderek artan bir mesafe koymak doğrultusunda ,üzerlerine düşen görevleri yerine getirirken , Fransa’yı çıkış noktası almışlar ve bu ülkeden hareket ile Türkiye’de de bir ikinci cumhuriyet rejiminin kurulması için çalışmışlardır.Fransız devleti her darboğaza girdiği aşamada devlet yapısını yenileyerek yola devam etmek durumunda kalmış,bu yüzden yirminci yüzyılda beşinci cumhuriyetini ilan etmek durumunda kalmıştır .Türkiye Cumhuriyetinden bir buçuk asır önce kurulmuş olan Fransız cumhuriyeti kendine koşulları ve bulunduğu bölgenin getirmiş olduğu jeopolitik dengeler açısından böyle bir durum ile karşılaşması doğal karşılanabilir . Ne var ki , Fransa ile çok ayrı dünyalarda olan ve farklı bir kıta üzerinde yer alan Türkiye Cumhuriyetinin kendine özgü koşulları ve farklı jeopolitik konumu ,Fransa gibi beş tane cumhuriyet ilan edilmesine elverişli değildir . Türkiye birincisinden vazgeçerek ikinci cumhuriyeti ilan etme durumuna gelirse , Türk devleti ortadan kalkabilir .Böylesine bir risk faktörü yüzünden Türkiye’de Fransa’daki gibi peş peşe her fırsatta ayrı bir cumhuriyet ilan edilemez .Fransız devleti Frank krallığından gelen kurumsal bir yapıya sahip olduğu için böylesine çok yönlü bir değişimi kaldırabilecek güçte olmuştur . Ne var ki , birçok emperyal projenin merkezi coğrafyayı kontrol altında tutabilmek üzere dışarıdan zorlandığı Türkiye’de Fransa’daki gibi beş ayrı cumhuriyet ilan etme olanağı bulunmamaktadır . İmparatorluğun çöküşünden sonraki aşamada zorunlu olarak verilen ulusal kurtuluş savaşının bir kazanımı olan Atatürk Cumhuriyetini birinci olarak göstererek ikinci cumhuriyete geçiş, ancak emperyal projelere teslim ve alet olarak mümkün olabilecektir .
Dünyanın diğer ülkelerine bakıldığı zaman hepsinin kendi özel koşullarının sonucunda farklı süreçlerde cumhuriyet rejimlerine sahip oldukları görülmektedir . Kimi krallığın çöküşü ile , kimisi imparatorluğun dağılmasıyla ,kimi ortaya bir diktatörün çıkışı ile , kimi de sömürge imparatorluklarından kopuş sayesinde cumhuriyet devletlerine sahip olabilmiştir . Cumhuriyet devletleri karşı karşıya getirildiği zaman hepsinin birbirinden çok ayrı bir gelişme çizgisine sahip olduğu görülmekte , Fransa’daki koşullara benzer bir yönleri bulunmamaktadır .Avrupa’nın en eski devletlerinden birisinin halen varlığını sürdürdüğü Fransa’da yarın altıncı cumhuriyet kurulabilir ve bu siyasal yapı çökmeden ya da dağılmadan yoluna devam edebilir ama Türkiye’de ikinci cumhuriyete geçildiği zaman Türk devleti ortadan kalkabilir , Atatürk Cumhuriyeti bütünüyle dağılabilir . İkinci cumhuriyetçilerin yazdıklarına bakılınca , bunların Atatürk cumhuriyetinin ilelebet payidar kalması düşüncesinden fazlasıyla uzaklaştıkları görülmekte ,Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm işbirliğinin merkezi coğrafyanın yeniden yapılanma planları doğrultusunda çok farklı bir devlet yapılanmasını ikinci cumhuriyetçilik görünümü altında gerçekleştirmeğe çalıştıkları anlaşılmaktadır . Çeyrek asır böylesine bir oyun ile Türkiye Cumhuriyetini dağıtmağa uğraşan bu işbirlikçi ve mandacı kesimin ikinci sıfatı ile kastettikleri Atatürk Cumhuriyetinden tamamıyla çok farklı bir devlet yapılanması olduğu için ,aslında ikincilikten söz edebilmek mümkün olamayacaktır . Var olan ve devam eden bir şeyin ya da düzenin ikinci döneminden söz edilebilir ama ikinci görünümü altında birinciden çok farklı ve ters bir siyasal düzen geliştirilmeğe çalışıldığında artık birinci rejim ortadan kalkacağı için ikincisi de olamayacaktır . İkinciyi daha gelişmiş düzeyde getiriyoruz görünümünde aslında birincinin yıkıcılığı yapılmakta ve Türkiye Cumhuriyeti dağıtılarak emperyal siyasal yapılanmaların önü açılmaktadır .
İkinci cumhuriyetçilerin yazdıkları ve savundukları düşünceler ile görüşler bir bütünsellik içerisinde ele alınarak incelendiği zaman liberal ya da neo-liberal görünümünde küresel emperyalizmin ilkeleri olduğu ortaya çıkmaktadır . Soğuk savaş döneminde batı emperyalizmine karşı çıkan bazı sol çevreler içerisinde hızla yaygınlaşan , ikinci cumhuriyetçilik akımı Sovyetler Birliği sonrasında , ABD merkezli tek dünya devleti düzenini kabül etmek ve bu sistemin Orta Doğu bölgesindeki uzantısı olmak gibi bir işbirlikçi ve mandacı misyona soyundukları görülmektedir . Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü sonrasında İngiliz emperyalizminin öne sürdüğü Yakın Doğu Konfederasyonu ya da bugün ABD’nin gündeme getirmiş olduğu Büyük Orta Doğu Projesi , ikinci dünya savaşı sonrasında ilan edilen İsrail devletinin batı emperyalizmini arkasına alarak bölgeye zorla benimsetmeğe çalıştığı Büyük İsrail Projesi nin dayandığı prensiplerin , ikinci cumhuriyetçilerin savunduğu ana ilkeler olarak yeniden gündeme getirildiği ve Atatürk Cumhuriyetinin ortadan kaldırılması aşamasında ,bu bölgede sonraki aşamada gerçekleştirilecek olan emperyal projelerin gizlenmeğe çalışıldığı anlaşılmakta ,cumhuriyet rejimini değiştirerek geliştiriyormuş gibi bir ortam yaratarak devlet dağıtıcılığı operasyonunun tamamlanmak istendiği belirginlik kazanmaktadır . Uluslar arası finans kapitalin yönetimindeki küresel emperyalizm sürecinin bütün ulus devletlere ve üniter yapılara dayatmış olduğu siyasal reçetelerin aynı kapıya çıktığı ve sonunda ulus devletlerin ortadan kaldırılarak , emperyalizmin kontrolu altında küçük eyalet devletçiklerine geçişin planlandığı anlaşılmaktadır .İkinci cumhuriyetçilerin bütün söylemlerindeki ana temanın böylesine mandacı bir yapılanmaya dönük olduğu görülmekte ve bu doğrultuda , halk kitleleri etnik ve dinsel açıdan alt kimliklere yönlendirilerek ulusal yapılar dağıtılmağa çalışılmaktadır .
İkinci cumhuriyetçilerin en fazla üzerinde durdukları konu bürokrasinin ortadan kaldırılmasıdır . Türk Ceza Kanununun ilgili maddeleri gereği açıktan devleti karşılarına alamayan bu numaracılar ,devletin yerine bürokrasiyi oturtarak gene eski numaralarına devam etmekteler ve bürokrasiye savaş açıyormuş gibi yaparak aslında var olan devlet yapısının ortadan kaldırılmasına elverişli bir ortam yaratmak için çalışmaktadırlar . Bürokrasinin azaltılmasını savunmaları aslında devletin küçültülmesini amaçlamaktadır . Devlet yapısının bir uzantısı olan bürokrasi aslında içinden çıktığı devlet ile bir ayniyete sahiptir . Bürokrasiyi devletin dışında düşünebilmek mümkün değildir . Bürokrasiye savaş açılırken ,birinci cumhuriyet adı verilen Atatürk Cumhuriyetinin ana direği kırılmağa çalışılmakta ve devlet örgütü küçültülerek dağılmaya giden yol açılmak istenmektedir . Demokrasi adına eleştiriler getirilirken , batı demokrasilerinde halk egemenliğinin geride kaldığı zenginlerin yeni bir üst sınıf yarattığı gözlerden kaçırılmağa çalışılmakta , küresel emperyalizmin istediği yeni düzenin oluşturulabilmesi için var olan devlet düzeni bürokrasiden kurtulma görünümünde dağıtılarak tasfiye edilmektedir . Bürokrasinin iyi çalışması ya da geliştirilerek daha modern bir yapılanmaya giderek ülke için daha etkili çalışmalar yapılması hiçbir zaman ortaya atılmamakta ama sürekli olarak bürokrasinin azaltılması bahanesi ile devletin küçültülmesi sağlanmağa çalışılmaktadır . Bütün devletlerin bürokratik bir yapılanmaya sahip olduğu ve bu yapının devletlerin devamlılığını sağladığı görmezden gelinerek ,bir bürokrasi düşmanlığı cumhuriyet rejiminin dağıtılması doğrultusunda geliştirilmektedir .
Kendilerini en büyük iktisatçı gösteren ikinci cumhuriyetçiler bu doğrultuda fikirler geliştirerek devletin ekonomiyi bırakması gerektiğini öne sürmektedirler . Her devletin kendi ülkesinin bütün gereksinmelerini karşılama doğrultusunda ekonomisini geliştirmesi ana bir görev iken , ikinci cumhuriyetçi neo-liberal akımlar ekonominin devletten bağımsızlığını savunmuşlar ,böylece ülke ekonomilerinin zaman içerisinde devletlerin elinden çıkarak tekelci şirketlerin denetimi altına girmesini sağlayan emperyalist ve işbirlikçi bir yönelişin öncülüğünü yaparak , mandacı bir sömürge devletini hedefleyen önemli adımların atılmasını açıktan desteklemişlerdir . Birleşmiş Milletler gibi üst düzey bir uluslar arası örgütlenme yerine Dünya Ticaret Örgütünün konulması , Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu gibi küresel örgütlenmelerin bu çerçevede küresel emperyalizmin ana örgütleri konumuna getirilmesiyle beraber ,dünya ekonomisi yeniden yapılandırılırken ,ülke ekonomilerinin bu yapılanma ile entegrasyona girebilmeleri için , devletler ile ülke ekonomileri arasındaki bağlar kesilmiş ve böylece , finans kapitalin emrinde bir yeni dünya düzeni ekonomik yönden gerçekleştirilmeğe çalışılmıştır . Devletler ekonomilerinin denetimini ellerinden kaçırırken , yeniden ülkeler sömürgeleştirilmiş ve küresel ekonomi adı altında emperyalizm ulus devletleri tasfiye sürecini başlatmıştır . Türkiye’deki ikinci cumhuriyetçi akım ve kadrolar da böylesine bir dönüşümün işbirlikçisi olarak aynı doğrultuda hareket etmişler , ve bir halk yönetimi olan Türkiye Cumhuriyetinin ulusal ekonomisinin Türk halkının ulusal çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesini önleyerek , bir anlamda küresel emperyalizmlin taşeronluğunu açıktan yapabilmişlerdir .Ekonomi bilimi gerekçesi ile geliştirdikleri bütün eleştiriler ve getirdikleri bütün cumhuriyet karşıtlıkları , Türk ulus devletinin elinden kendi ekonomisini yönetme hakkını alınmasını gerçekleştirmek için olmuştur . Devlet ekonomiden çekildikçe şirketler daha fazla ülkeye girmiş ve yüz yıl önce silahla alamadıklarını yabancı para ve döviz stokları ile teslim almışlardır .İkinci cumhuriyetçilik bu açıdan , birinci cumhuriyet düşmanlığı yaparken aslında Türk devletinin küçülerek dağılmasına öncülük yapmışlardır .
Ekonomik alanda ulusal alana karşı saldırgan bir tutum izleyen ikinci cumhuriyetçiler , ekonomisini denetleme şansını yitiren cumhuriyet devletinin yoluna devam edebilmesi için vergilere önem verdiklerini söylemişler ,bu doğrultuda yeni bir vergi düzenine geçilmesini savunmuşlardır . Halk kitlelerinden gelen tepkileri azaltmak üzere gündeme getirilen vergi konusu , devletin elinden alınan ekonomik kaynaklar meselesinin üstünün örtülmesi doğrultusunda kullanılmıştır . İkinci cumhuriyetçiler ulusal ekonominin cumhuriyet devletinin elinden çıkması gerektiğini savunurlarken ,bütün ekonomik kaynaklara yabancı sermayenin ve tekelci şirketlerin el koymasını normal karşılamışlar , gelir kaynaklarının elden çıkartılması sonrasında meydana gelen bütçe açığının giderilmesi doğrultusunda vergi reformları önermişlerdir . Ne var ki , büyük şirketler ile kol kola küresel emperyalizmin çıkarları doğrultusunda çalışan ikinci cumhuriyetçiler , vergi reformunun sermaye üzerinden değil ama vasıtalı yollardan halk kitlelere yansıtılması konusunda suskun kalmışlar , ülkenin ekonomik kaynaklarının yabancılara devri yüzünden meydana gelen bütçe açıklarının giderilmesinde ,ek bütçe yüklerinin gene yoksul halk kitlelerinin sırtına yıkılmasını normal karşılayan haksız ve eşitliğe aykırı bir tutum izlemişlerdir . Liberalizmin eşitliğe karşı çıkan özünü her fırsatta öne çıkaran ikinci cumhuriyetçiler , aslında bir halk yönetimi olan cumhuriyet rejiminin yerli ve yabancı patronların at oynattığı bir alana dönüşmesine yardımcı olmuşlardır . Bütçe açığı büyüdükçe dış borç yükü fazlalaşmış ,artan borçlar devlet üzerindeki yabancı baskıları da tırmandırmıştır . Son zamanlarda , Türkiye’nin ekonomik krizden uzak kalabilmesi için , Atlantik emperyalizmi ve İsrail siyonizminin çıkarları doğrultusunda , komşuları ile savaşa doğru zorlandığı görülmekte , bunun karşılığında da kayıtdışı ekonomi üzerinden sıcak para akışının sağlanacağı gibi çeşitli vaadler ile , Atatürk’ün barışçı cumhuriyeti batı emperyalizminin savaşçı cephe ülkesine dönüştürülmek istenmektedir . Görünüşte vergi almayı savunmak tam anlamıyla bir aldatmacaya dönüşmüş ,patronlar ve sermaye sınıfından eskisi gibi vergi alınmamış ama her defasında vergi ayarlaması adı altında sürekli zamlar yapılarak ,bütçe açıklarının yükü yoksul halk kitlelerinin sırtına yüklenmiştir . Böylece cumhuriyet devletinin bir halk yönetimi olmaktan çıkması sağlanmış ve ortaya çıkan yeni koşullarda tam anlamıyla patronlar ve sermaye sınıfının diktatörlüğüne giden yol açılmıştır . İkinci cumhuriyetçi kadrolar şeffaflık görünümü altında devlet ve kamu işlerinin saydamlaşmasını savunmuşlardır . Görünüşte karşı çıkılamıyacak derecede önemli bir konu olan bu sorun ,saydamlık programları ile gündeme getirilmeğe ve çözülmeğe çalışılmıştır . Halk egemenliği anlamında cumhuriyet devletinin kendi kendini denetimi demokratik yollardan sağlanması gerekirken ,basın ve medya kanallarını sıkı sıkıya kontrolu altında tutan küresel sermaye çevreleri tam anlamıyla saydamlığa izin vermemişler , kapitalist sistem içinde daha fazla kazanabilmek için hukukdışı yollara dönük girişimlerinin kamuoyuna yansımasını önlemişlerdir . Özellikle kayıt dışı ekonomi ve kara para trafiği özel şirketlerin çıkarları doğrultusunda geliştirilirken , devletin bu duruma el koyması önlenmiş , şeffaflık sözleri bu yüzden boşta kalmıştır . Saydamlık dernekleri kurulmuş ve bu doğrultuda çalışmalar yapılıyormuş gibi gösterilmiş ama kapitalizmin vahşi kuralları gene işletilerek kayıt dışı ekonominin devlet tarafından denetim altına alınması önlenmiştir . Sıcak para adı altında kayıt dışı ekonomi bir anlamda normal karşılanmış ,bir hukuk devletinde olması gereken denetim bu alanda devre dışı bırakılarak gene sermaye sınıfı kollanmıştır . Göstermelik demokrasi söylemleri ile cumhuriyet rejimi dağıtılırken , devletin çöküşüne gidebilecek tehlikeli yollar açılmış, kara para ile karaborsalar teşvik edilmiş ,devletin denetimi dışına çıkartılan ekonomik alanda hukuk dışı bir yapılanma kayıt dışı ekonomi olarak gündeme getirilmiştir . Halk kitleleri sürekli olarak kaybederken ve güç yitirirken , sermaye kesimleri sürekli olarak palazlanmış ve güçlenerek devlet yönetimini yönlendirme noktasına gelebilmiştir . Vergi alanında reformu savunan ikinci cumhuriyetçilerin bu söylemlerinin boş olduğunu ve aslında halk kitlelerini kandırmağa dönük olduğu ,kayıt dışı ekonomi ve kara para trafiğini dolaylı olarak savunmalarıyla bir kez daha ortaya çıkmıştır . Bu kesimler basın ve medya kanallarını baskı altına aldıkları için ekonomik alanda yaşanan yıkım ve gerçekler halk kitlerinden saklanmış ve sürekli gündeme getirilen vergi zamları dolaylı vergiler üzerinden yoksul halk kitlelerinin sırtına yüklenerek , bir halk yönetimi olan cumhuriyet rejiminin gerilemesine neden olunmuştur .
İkinci cumhuriyetçiler sürekli olarak vesayet tartışmalarını tırmandırarak , devletin sanki ordunun baskısı altında olduğu gibi bir ortamı kamuoyuna pompalamışlardır . Ne var ki ,son yıllarda yaşanan çeşitli olaylar ve siyasal gelişmeler karşısında Türk ordusunun her türlü denetime açık olduğu , suç konusu durumların varlığı noktasında Türk Silahlı Kuvvetlerinin her türlü denetime ve yargı yollarına açık bulunduğu görülmüştür. Anayasal bir devletin kurucusu konumundaki Türk ordusunun ,ciddi sivil yönetimler karşısında devletin denetimi altında olduğu , ama sivil yönetimlerdeki aksamalar noktasında ülkenin güvenliği ve cumhuriyetin geleceği açısından gerekli önlemleri almak durumunda olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır . Türk ulusunun bir kurtuluş savaşı vererek kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu unsurları arasında yer alan Türk silahlı Kuvvetlerinin anayasal düzen çerçevesinde hareket ettiği ,ama batılı emperyalist ülkelerin Türkiye’yi merkezi coğrafyada kendi çıkarları amacıyla kullanmağa kalkışması durumunda bazı hukuk dışı gelişmelerin gündeme geldiği son yıllardaki tartışmalar çerçevesinde görülmüştür .Normal koşullarda olamayacak ve olmaması gereken bu gibi durumların emperyal güçlerin dışarıdan baskıları aşamasında gündeme gelmesi ,Türkiye Cumhuriyetini çok zor durumlarda bırakmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri bu yüzden yara almıştır .Uluslararası konjonktür ve Türkiye’nin sahip bulunduğu jeopolitik konum yüzünden gündeme gelen bu gibi durumlar ,ordu vesayeti ile adlandırılamıyacak derecede farklı bir durumdur . Ne var ki , dış güçlerin emperyal müdahalelerini ve küresel sermayenin yeni dünya düzeni dayatmasını , siyonizmin bölge devleti kurma girişimlerini görmezden gelen ikinci cumhuriyetçiler, sürekli olarak bir ordu vesayeti tartışması sürdürerek ,Türkiye Cumhuriyetinin gelecek güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin dağılmasına ve yerine sermayenin güdümünde bir profesyonel ordunun kurulmasına giden yolu açmağa çalışmışlardır . Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücünün kırılması da ikinci cumhuriyetçi bir planın parçası olarak devreye sokulmuş , sürekli olarak ordu vesayeti kamuoyunda tartışılarak , küresel sermayenin ve onun yerli işbirlikçisi patronların devlet üzerindeki etki ve baskıları yokmuş gibi bir yanıltıcı bur durum ortaya çıkarılmıştır . Ordu vesayeti tartışılırken , küresel sermaye ve onun yerli işbirlikçisi sermaye kesimleri ile yeni yetme cemaat örgütlenmelerinin , Türk devleti ve siyasal yaşamı üzerinde daha farklı bir vesayet düzeni kurmalarının önü açılmıştır . Ordu düşmanlığı beraberinde sermaye ve cemaat vesayetlerini öne çıkarmış ve böylece , Türkiye Cumhuriyeti devletinin yönetiminde Türk ulusunun sahip olması gereken güç , ikinci cumhuriyetçiler sayesinde sermaye ve cemaatlara devredilmiştir .
Bütün bu olumsuz gelişmeler , ikinci cumhuriyetçiliği tırmandırırken , birinci cumhuriyet olan Atatürk Cumhuriyetinin tasfiyesine ve dağıtılmasına giden yolu açmıştır . Bugün küresel sermaye ve emperyalizmin desteği ile ikinci cumhuriyetçilerin öne çıktığı , Atatürk Cumhuriyetinin dağılmağa doğru yönlendirildiği olumsuz bir aşamaya gelinmiştir . Türkiye’nin cumhuriyetçi kesimleri ve Türk ulusu , doksanıncı yıla girerken bu olumsuz durumu genel olarak değerlendirmek ve gereken önlemleri almak durumundadırlar .İkinci cumhuriyetçiliği daha ileri ve gelişmiş bir cumhuriyet türü gibi kamuoyuna yansıtan bu kesim , Atatürk cumhuriyetini ilkel,geri,otoriter,baskıcı ve benzeri olumsuz nitelemeler doğrultusunda olumsuz bir biçimde ele alarak her türlü saldırıyı açıkça yapabilmektedirler . Çeyrek asırlık bir saldırı kampanyası sonrasında , Türkiye Atatürk cumhuriyetinden uzaklaşmak ve daha geride kalan bir çizgiye mahkum olmak gibi istenmeyen bir duruma sürüklenmiştir . İkinci cumhuriyetçi saldırılar ve örgütlenmeler doğrultusunda Atatürk Cumhuriyeti bugün eskisine oranla daha zayıf ve dağınık bir görünüm arz etmektedir . Kendi liberal görüşleri ile cumhuriyetin sosyal devletini ortadan kaldıran , cumhuriyet devletinin temelinde var olan halkçı yaklaşımlardan devleti uzaklaştıran tamamen kapitalist sistemin liberal mantığına göre düzenlenmeğe çalışılan bir devlet yapısı ikinci cumhuriyetçilik olarak gerçekleştirilirken ,cumhuriyetin ulusal ve üniter yapısının bu durumdan fazlasıyla zarar gördüğü anlaşılmaktadır . İkinci cumhuriyetçilik yerellik olarak gelirken başkent Ankara ve buradaki merkezi devlet dışlanmakta ,özerklik adına eyalet sisteminin önü açılırken Türkiye ulusal kurtuluş savaşının kazanımlarının tersine bir doğrultuda federasyona doğru sürüklenmektedir .Tam bu aşamada Türklük tartışma alanına getirilerek red edilmeğe çalışılmaktadır . Büyük Orta Doğu,Yeni Bizans ve Büyük İsrail gibi emperyalizmin bölgesel planlarına uygun bir devlet yapılanması , ikinci cumhuriyetçilik üzerinden pazarlanırken Atatürk Cumhuriyeti bütünüyle karşıya alınmakta ve bu doğrultuda dağıtılarak ortadan kaldırılmak istenmektedir . İkinci cumhuriyetçiliğin zaman içerisinde tam anlamıyla bir Atatürk karşıtlığı olduğu ,Atatürk’ün devlet modelini merkezi coğrafyadan kaldırmak için yola çıktığı artık iyice görülebilmektedir . Büyük Orta Doğu projesi içerisinde rahat edeceklerini söyleyen ikinci cumhuriyetçiler ,batı emperyalizminin güdümünde küresel imparatorluğun bir parçasını bu bölgede yaratabilmenin çabası içerisinde görünmektedirler .
Soğuk savaş sonrasının emperyal bir siyasal senaryosu olarak ortaya atılan ikinci cumhuriyetçiliğin artık bütünüyle numaracı cumhuriyetçilik olduğu kesinlik kazanmıştır .Cumhuriyet rejimlerini ya da dönemlerini numaralandırarak Türkiye Cumhuriyetinin tasfiye edilemiyeceği zaman içerisinde dağıtılamayacağı gelinen yeni aşamada belli olmuştur . Hala eski türküler ile bir yerlere giderek , ulusal kurtuluş savaşının kazanımı olan Türk ulus devletini ve üniter cumhuriyeti , Türkler’in sonuna kadar savunacağı ve sahip çıkacağı yaşanan bir çok olayın ortaya koyduğu üzere tartışılamayacak bir gerçektir . Laf oyunları ile ,siyasal cambazlıklar ile ya da dış destekli senaryolar ile , Türkiye’nin Atatürk Cumhuriyetinden koparılarak , ikinci cumhuriyetçilik adına bölgesel bir federasyona götürülemeyeceğini herkes görmüştür . Bu nedenle , Orta Doğıu’nun ya da merkezi bölgenin geleceğe dönük yeni planlarını yapan emperyal güçlerin merkezde Atatürk Cumhuriyetinin yer aldığı bir bölgesel oluşuma doğru yönlenmelerinde büyük yarar vardır . Eski Osmanlı hinterlandı önümüzdeki dönemde merkezinde Atatürk Cumhuriyetinin yer aldığı yeni bir bölgeselleşme süreci içerisine girecektir . Bunu önlemek isteyen emperyal güçlerin bölgede savaşlar çıkartarak ve devletleri parçalayarak , Türkiye merkezli yapılanmanın önüne geçmeğe çaba gösterdikleri anlaşılmaktadır . Ne var ki , bütün dış baskılara ve oynanan oyunlara rağmen , gene de Atatürk Cumhuriyeti yoluna devam edebilmiş ve ikinci cumhuriyetçi görünümlü tüm siyasal baskı ve yönlendirmelere karşı ayakta kalabilmiştir . Başkent’in Ankara dışına taşınması ya da bankaların İstanbul’da toplanması, veya Büyükşehir belediyeleri üzerinden yeni eyaletçikler yaratma girişimlerinin arkasında da gene ikinci cumhuriyetçi kesimlerin bulunduğunu görmek ve buna göre önlem almak Türk ulusunun önde gelen milli bir görevidir . Türkiye geleceğe dönük olarak yoluna gene kendisini bugünlere getiren Atatürk’ün devlet modeli ile devam edecektir. Atatürk tarafından kurulan birinci cumhuriyet sonsuza kadar yaşayacak ve numaracı Cumhuriyetçiliğe izin verilmeyecektir .
|