Yirminci yüzyılda iki kutuplu dünya düzeni sürüp giderken hiç kimse Avrasya diye bir bölgenin bulunduğuna dair bir fikri yoktu .Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin devam ettiği süre içinde , bu bölgesel birliğin sınırları dış dünyaya kapalı olduğu için ,bugün Avrasya olarak gündeme gelen geniş bölge, büyük çoğunluğu ile Demirperde denilen dışa kapalı sınırların ötesinde girilmesi yasak olan ve bir anlamda hapishane alanı konumunda bulunan kapalı coğrafyanın içinde yer alıyordu .O dönemin haritalarına bakıldığında neredeyse dünya kıtalarının beşte birini kapsayan bir alan üzerinde uzanıp giden Sovyetler Birliği bütün Avrasya bölgesinin tam egemeni olan büyük bir devlet yapılanması olarak dünya haritası üzerinde yer alıyordu . Sovyetler Birliğinin dağılışına kadar sürüp giden bu durum ,soğuk savaşın sona erdirilmesiyle ortadan kalkmış ,Demirperde sınırlarının tasfiye edilmesiyle beraber bütün eski Sovyet Cumhuriyetleri devletleri ve ülkeleriyle beraber dış dünyaya açılmışlardır . Böylece geniş Sovyet sınırları içinde dışa kapalı olarak yer alan eski sosyalist ülkeler ile beraber Avrasya bölgesi de , dünya haritası üzerinde meydana çıkarak dünya kamuoyunun geleceğe dönük dikkatlerini üzerinde toplamıştır . Sovyet sonrası dönemin önde gelen konularından birisi olarak Avrasya bölgesi bütün devletlerin fazlasıyla ilgisini çekmeğe başlamıştır .
Avrasya kavramı hem bir bölge adı olarak coğrafya bilimi içinde hem de bir siyasal tanım olarak siyasal alanda her zaman için tartışma konusu olmuştur . Bir coğrafi alan olduğu için nerede başlayıp nerede sona erdiği kesin hatları ile ortaya konulamamış,her ülke ya da merkez kendine göre bir Avrasya tanımı yaparak bu bölge ile yakından ilgilerini sürdürmüşlerdir . Sözlüklere göre , Avrupa ve Asya kıtalarının bir araya geldiği merkezi alan olarak tanımlanan Avrasya bölgesi için ,Avrupa ve Asya kıtalarının sınırlarının belirli olması ve bu belirlilik içinde iki kıtanın bir araya gelmesinden dolayı ortaya çıkan merkezi bölge olarak Avrasya bölgesinin tanımı yapılabilmektedir . Kaba hatlarıyla Adriyatik denizinden Çin seddine kadar uzanan büyük alanlar bilimsel araştırmalara göre Avrasya kıtası olarak tanımlanabilmektedir . Asya ve Avrupa bölgeleri kıta kavramı ile tanımlanırken , Asya’nın ortalarından Avrupa’nın ortalarına kadar uzanan Avrasya coğrafyasına da zaman zaman kıta tanımlaması yapılabilmektedir . Avrupa kıtasından daha geniş bir bölgeyi kapsadığı için ,Avrasya bölgesinin de coğrafya bilimince kıta ölçüleri çerçevesinde ele alınabilmesi mümkün olabilmektedir . Avrupa ve Asya kıtalarının birlikte ele alındığı bir durumda bu iki kıtanın ortalarından başlayarak diğer kıtanın ortalarına kadar uzanan alan ,Avrupa ve Asya kelimelerinin birleşik kullanılmasıyla Avrasya olarak adlandırılabilmektedir . Avrupa’nın ortaları Adriyatik denizi ile ifade edilebildiği gibi ,Viyana-Budapeşte hattı ile de açıklanabilmektedir . Asya’nın orta bölgesi ise Çin Seddi ile açıklanabildiği gibi bu coğrafyada yer alan bazı dağlık kesimler ya da farklı bölgeler üzerinden de belirlenerek Avrasya sınırları çizilebilmektedir . Orta Avrupa’dan başlayarak Asya kıtasının ortalarına kadar uzanan geniş coğrafya genel hatları ile Avrasya olarak kabul edilmekte ve bu coğrafya içindeki alanlarda kurulmuş olan devletler de , Avrasya devletleri olarak gruplandırılmaktadır . Avrupa’nın hrıstıyan ülkeleri ile Asya’nın Müslüman devletleri böylesine büyük bir alanda bölgesel birlikteliğin içinde yer alırlarken ,dünya tarihini belirleyen bir çok olay ya da siyasal gelişme Avrasya bölgesinde ortaya çıkmıştır . Rusya öncülüğündeki Sovyetler Birliği bu alanda kurulurken ,küreselleşme döneminde Avrasya bölgesi yeni işbirlikleri ve ittifaklar alanı olarak dünya gündeminde öne çıkmakta ve bu nedenle de ,küresel hegemonya yarışında bütün Avrasya coğrafyası sıcak çekişme ve çatışmalara sahne olmaktadır .
Fransız siyaset bilimi kitaplarında felaketler coğrafyası olarak açıklanmağa çalışılan Avrasya bölgesi başka kitaplarda da karanlıklar coğrafyası olarak ifade edilmektedir . Dünya tarihinde görülen büyük savaşların hemen hemen hepsi Avrasya alanı içerisinde yapıldığı için batılı bilim adamları Avrasya bölgesini karanlıklar ya da felaketler coğrafyası olarak açıklayabilmektedirler . Tarihin her devrinde göçler doğudan batıya ya da batıdan doğuya bu alan dahilinde gerçekleşmiş ,göçler ile beraber çeşitli devlet oluşumları da kendilerine Avrasya coğrafyasında yer ararken ,eskiden kurulmuş olan devlet yapıları ile karşı karşıya gelerek çeşitli savaşlara ve çatışmalara sürüklenmişlerdir .Bu yüzden ,tarihin en kanlı savaşları ve katliamları bu coğrafyada yaşanmış ve Avrasya alanı bu yüzden hem felaketler hem de karanlıklar coğrafyası adı ile ifade edilmeğe başlanmıştır . Dünyanın ana karalarını oluşturan Asya-Avrupa-Afrika kıtaları arasında bu bölge aynı zamanda yeryüzünün merkezi alanı olarak da farklı bir çekişme sürecinin odağında yer almıştır . Jeopolitik konumu gereği kıtalar arasında yer alan Avrasya coğrafyası aynı zamanda ,Balkanlar-Kafkaslar ve orta Doğu üçgeninde dünyanın merkezi alanı olarak da görülmektedir . Üç büyük tek tanrılı dinin merkezi alanda ortaya çıkması yüzünden kutsal topraklar denilen dinler arası çekişme alanı da gene Avrasya bölgesinin ortalarında yer almaktadır . Balkanlar,Karadeniz,Akdeniz,Orta Doğu,Kafkasya,Hazar ve Orta Asya bölgeleri bütünüyle Avrasya kıtasının içinde birlikte yer almaktadır . Avrasya denildiği zaman ,bütün bu sayılan özellikleri birlikte nazarı dikkate almak gerekmektedir . Orta Avrupa’dan Çin’e kadar uzanan geniş coğrafya da yer alan bütün devletlerin ortak özelliği hepsinin birer Avrasya ülkesi olmasıdır .
Türkiye Cumhuriyeti de diğer bölge ülkeleri gibi bir Avrasya ülkesidir ve bu coğrafyanın tam ortasında yer alarak Avrasya’nın çeşitli bölgelerini birbirine bağlayan bir köprü konumuna sahip bulunmaktadır . Türkiye Cumhuriyetinin bir Avrasya devleti olması gibi , bu devletin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’de bir Avrasyalı önder ve devlet adamıdır . Balkanlar’da yetişen , Orta Doğu’nun çeşitli bölgelerinde savaşan ve sonunda Anadolu’da tam bağımsız bir devlet kurma zaferini gerçekleştiren Atatürk bir Avrasyalı komutan ve devlet adamı olarak dünya tarihinin belirlenmesinde kilit bir rol oynamıştır . Balkanlı olmanın getirdiği bilinç ile Osmanlı hinterlandının çeşitli yerlerinde savaşan ve daha sonraki aşamada da bu coğrafyanın ortalarında tam bağımsız bir ulus devlet kurabilme şansını elde edebilen Atatürk , Avrasyalı olmanın getirdiği birikim ile bu coğrafyanın tam ortasında bağımsız bir siyasal yapılanmayı kurabilmiştir . Balkanlar ve Akdeniz bir yandan Avrupa kültürünü merkezi coğrafyaya taşırken , Hazar ve Kafkasya bölgeleri de Asya kıtasının geçmişten gelen birikimini temsil ederek Avrasya coğrafyasında jeopolitik konumlarına uygun bir yer edinmişlerdir . Merkezi alanın büyük devleti olarak Devleti Ali-ye yani Osmanlı İmparatorluğu batı emperyalizmi tarafından çökertilerek tarih sahnesinden çıkartılırken , geride kalan merkezi topraklar üzerinde yaşam kavgası veren eski Osmanlı ahalisi ile genç ve çağdaş bir cumhuriyet devleti Avrasyalı önder olarak Mustafa Kemal tarafından gerçekleştiriliyordu . Balkanlar üzerinden Avrasya bölgesine giren Avrupa emperyalizmi , Avrasya’nın Avrupa bölgesi olan Balkanları Osmanlı İmparatorluğundan kurtarabilme doğrultusunda , Balkanizasyon sürecini başlatarak Orta Doğu’ya doğru ilerlerken ,Sevr Antlaşması ile yeni bir harita yaratarak eski imparatorluk topraklarında çok parçalı küçük eyaletlerden oluşturulacak bir bölgesel konfederasyonu Avrasya halkları üzerine baskı ile dayatıyordu . Tarihin her döneminde ya büyük imparatorlukların hegemonyalarına , ya da birbiriyle savaşan küçük ve orta boy devletlerin maceralarına tanık olan Avrasya bölgesi , yedi asırlık bir imparatorluğun dışarıdan saldırılar yolu ile yıkılması üzerine yeniden karanlıklar coğrafyası denilen karışıklık dönemine doğru sürükleniyordu . Asya ya da Avrupa’da kurulan büyük imparatorluklar dünyaya egemen olabilmek üzere sonunda Avrasya coğrafyasına girerek bu bölgedeki ülkelere saldırmak zorunda kalıyorlardı .
Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi olan Mustafa Kemal Atatürk’ün mesleği askerlik olduğu için ve kendisi eski bir Osmanlı ordusu generali olarak hizmet verdiğinden dolayı Avrasya coğrafyası ile ilgili bütün tarihi ve jeopolitik bilgilere sahip bulunuyordu . Felaketler coğrafyasının tam ortasında tam bağımsız bir çağdaş cumhuriyet kurabilmesinin arkasında böylesine bir siyasal birikimin bulunduğu görülmektedir . Avrupa merkezli dünya sona ererken Avrupalı emperyal güçler Avrasya bölgesine doğru bir saldırı hareketine girişiyorlar ve bu durumun sonucunda da Birinci Dünya Savaşı çıkıyordu .Savaş sonrasında gerçekleşen Sosyalist ve Kemalist devrimler Avrasya’nın merkezini biçimlendirirken ,örgütlü bir provokasyon planı çerçevesinde çıkartılan ikinci dünya savaşı sonrasında da batının süper gücü ABD bölgeye geliyor ve kendi yavrusu olarak da İslam coğrafyasına küçük bir Yahudi devletini armağan olarak bırakıyordu .İki büyük savaş arasında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti ise merkezi alanda bir güvenlik ve istikrar unsuru olmağa çalışarak , Osmanlı sonrasında meydana gelen otorite boşluğunu doldurmağa çalışıyordu . İngiltere ve Fransa’nın birlikte başlattığı emperyalist işgal bölgeyi bir sömürgeler coğrafyasına dönüştürürken , Osmanlı devletinin geride kalan merkezi topraklarında Türkler bir ulusal kurtuluş savaşı vererek kendi bağımsız devletlerine kavuşuyorlardı .Atatürk iki cihan savaşı konjonktürünü iyi değerlendirerek Avrasya koşullarında orta boy bir ulus devleti dünyanın en büyük emperyal güçlerine karşı kuruyordu .
İmparatorluklar döneminden ulus devletler devrine geçilirken ,batılı emperyal güçler bütün Avrasya coğrafyasını kendi hegemonyaları altına alacak yeni akımları hazırlayarak piyasaya sürmüşler ve bu siyasal akımların bölge devletlerini birleştireceği düşünülerek ,birleştiricilik anlamında pan akımlarını piyasaya sürmüşlerdir . ABD destekli Japon ordusunun Rusya’ya pasifik kıyılarından vurarak çarlık rejimini çökertmesi üzerine , Avrasya’nın büyük çoğunluğu Türk ve Müslüman asıllı olan halklarını Rus hegemonyası altında bir araya getirebilme doğrultusunda Rus emperyalizmi Panslavizm akımını yaratmıştır . Bu akıma göre , Avrasya’nın Slav halkları Rusya merkezli olarak bir araya gelecekler ve bölgenin bütün toplulukları bu büyük Slav birliği çatısı altında Slavlaştırılarak Rusya merkezli bir büyük Avrasya Birliği Panslavizm yolu ile kurulacaktı . Rusya’nın Panslavizm akımı ile başlayan yeni emperyalist açılımını , dünyanın yeni büyük ülkesi olan Almanya’nın kabul etmesi düşünülemezdi . Bir Orta Avrupa ülkesi olan Almanya ,bütün dünyayı kendi hegemonyası altında toplayabilmek üzere Avrasya’nhın Müslüman ülkelerini kendine çekerek Panislamizm akımı çerçevesinde bir büyük İslam imparatorluğunun geniş Avrasya toprakları üzerinde kurabilmeyi hedefliyordu . Orta Doğu,Orta Asya ve İran bölgelerinde Alman ajanları dolaşarak bu bölgelerin Müslüman halklarına Alman kralının sünnet olarak İslam dinine girdiğini ve Almanya’nın öncülüğünde yeniden büyük bir İslam imparatorluğu kurulacağını yayıyorlardı .Atlantik güçlerine ve Rusya’ya karşı bütün Avrasya’yı Doğu Politikası dorultusunda ele geçirerek büyük bir Töton İmparatorluğu kurma peşinde koşan Alman emperyalizmi ,Avrasya’nın Müslüman halklarını kendi kontrolu altına alabilme doğrultusunda Panislamizmi yeni bir devlet politikası olarak devreye sokuyordu . Avrasya hegemonya mücadelesinde Rusya’nın Panslavizm saldırısı ancak bölgenin Müslüman halklarının bir araya getirilmesiyle önlenebileceği için Almanya’nın Panislamizmi Rusya’nın Panslavizmine karşı devreye sokuluyordu .
Almanya ve Rusya arasında yer alan Orta Asya kökenli bir halk topluluğu olan Macarlar ,iki büyük devlet arasında kalarak sıkışmamak ya da bir büyük savaş içerisinde yok olmamak üzere kendilerini koruyacak yeni bir pancılık akımı arayışı içine girmişler ve bu girişimin sonucunda da Macaristan merkezli bir Panturancılık akımı devreye sokulmuştur . Alman ve Rus milliyetçiliğinden fazlasıyla rahatsız olan bazı Musevi toplulukları da Macaristan devletinin doğuda yer alan Avrasya bölgesinde ,Panslavizm ve Panislamizme karşı kullanabileceği Panturanizm akımını desteklemeğe
başlamışlar ,böylece dünyanın merkezi coğrafyası olan Avrasya bölgesinin tümüyle Rusya ya da Almanya’nın hegemonyası altına girmesini üçüncü bir akım yolu ile önlemeğe yönelmişlerdir . Dünya savaşı sırasında Almanya ve Rusya arasında kalarak yok olmaktan çekinen Macarlar , Avrupa’nın ortasında geleceklerini güvence altına alamayınca , Orta Avrupa bölgesine geldikleri Avrasya ülkesi olan Başkurdistan’a yönelik bir Panturanizm akımını hızla örgütleyerek geliştirmeğe çalışmışlar ,bu doğrultuda tıpkı Almanlar gibi doğuya yönelerek kararlı bir doğu politikası sayesinde Panturanizm akımını diğer Türk toplulukları ve ülkeleri üzerinden yaygınlaştırmak için çaba göstermişlerdir . Avrupa’da ayrı ülkelerde yaşayan Türk asıllı halklar olan Finliler,Bulgarlar,Estonlar ve Pomaklar ile işbirliğini geliştiren Macarlar birinci dünya savaşı öncesinde üç yüzden fazla temsilcisini Osmanlı topraklarına göndererek , on dört asır sonra bir tersine göçü gerçekleştirerek Avrupa’nın orta yerinde Alman Rus savaşından kendilerini korumağa çalışmışlardır . Yahudi lobilerinin Alman ve >Rus yayılmacılığına karşı Panturanizmi desteklemeleri sonucunda Panslavizm ve Panislamizm saldırganlıkları önlenebilmiştir .
Yirminci yüzyılın başlarında Avrasyaya kim egemen olacak kavgası bir büyük cihan savaşına yol açarken , o dönemdeki dünyanın en güçlü emperyal devleti olan İngiltere’de devreye girerek bu kez Rusya’dan kovulan Türkçülük akımına sahip çıkmış , Avrupa başkentlerinde oluşan yüz yıllık Türkoloji biliminin verilerinden yararlanarak yeni bir birleştirici Avrasya akımı olarak Pantürkizmi örgütlemiştir . Avrupa başkentlerindeki çalışmalar ile bir bilim haline gelen Türkoloji’nin yol göstericiliğinde , Türkçülük akımı hızla İngiltere desteği ile Pantürkizme dönüştürülerek Avrasya bölgesindeki yayılmacı akımlar olan Panslavizm,Panislamizm ve Panturanizm’in önüne çıkartılmıştır .İngilizler bir yandan Osmanlı topraklarını işgal ederlerken , Osmanlı toplumundaki gayrimüslimleri de kendi yanlarına çekiyorlardı . Son dönem de ,Almanya ile Rusya ve İngiltere’ye karşı işbirliği yapan Abdülhamit Yahudiler ve hırıstıyanların desteği ile tahttan indirildikten sonra işbaşına İttihat Terakki partisi getirilmiştir .İttihatçıların İngilizlere karşı direnişleri kırılmağa çalışılmış ve son aşamada Türkçülük ideolojisi İttihatçılara aşılanmıştır . İngilizler , Abdülhamit’in Osmanlı devletini devam ettirmek için düşündüğü Arap-Türk devletinin önünü kesmek üzere ,Suriye ve Irak üzerinden bin kilometrelik bir Arap-Türk sınırını çizerek Osmanlı sonrasında bir Arap-Türk birlikteliğine izin vermemişlerdir . Bu aşamada İngiliz emperyalizminin normal Türkçülüğün ötesinde ,Rusya ve Almanya’ya karşı Pantürkçülüğü İttihat ve Terakki örgütü sayesinde Avrasya bölgesinde İngiltere’ye bağlı bir hegemonya düzeni oluşturabilmek üzere devreye soktuğu görülmektedir . Avrasya hegemonyasını eline geçirmek isteyen Rusya,Almanya ve İngiltere pancılık akımları ile sahaya girerken ,son Osmanlı hükümeti olan İttihat terakki’nin önde gelen temsilcileri Avrasya’nın çeşitli ülkelerine yayılarak ,Osmanlı imparatorluğunun üç misli bir alanda büyük bir dünya devleti kurabilmenin arayışı içinde olmuşlardır . Pancılık akımları Avrasya bölgelerinde birbiri ile mücadele ederken , dünyanın büyük devletleri Avrupa kıtası üzerinden Orta Doğu’ya yayılan Avrasya topraklarında bir büyük dünya savaşına kalkışmışlardır . Japon savaşı sonrasında yıkılan Rus Çarlığı bir daha toparlanamayınca ortaya yeni bir otorite boşluğu alanı çıkmış ,Osmanlı devletinin çöküşünden sonra da sıcak çatışmalar tırmanarak imparatorlukların ortadan kalkmasına neden olmuştur .
Atatürk bir Avrasyalı siyaset adamı olarak ,bütün bu gelişmeleri dikkatle izlemiş ve gereken önlemleri alarak , Osmanlı devletinin çöküşünden meydana gelen boşluk alanın merkezi yörelerinde önceden milli sınırları ilan ederek , dünya tarihinin emperyalizme karşı ilk ulusal kurtuluş savaşını vererek Avrupa tipi ulus devlet yapılanmasını Avrasya bölgesine getirmiştir . İmparatorlukların çekişme alanının tam ortasında önceden ilan edilen milli sınırları içinde tam bağımsız olmayı hedefleyen bir ulus devlet kurulurken ,bu devletin kurucu önderi Atatürk öncelikle her türlü pancılık
akımını ve bu doğrultuda geliştirilmek istenen yeni emperyal saldırılara karşı çıkmıştır . Anadolu ve Rumeli halkının temsilcilerinden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açarken yaptığı açış konuşmasında her türlü pancılık akımına karşı çıkacaklarını , hiçbir biçimde Panislamizm ,Panturanizm ya da Pantürkizm akımlarına kapılıp gitmeyeceklerini , kesinlikle Osmanlı devleti gibi Avrasya bölgesinde sürekli at koşturarak , sınır ötesi hegemonya peşinde yeni bir emperyalizme yönelmeyeceklerini açıkça ifade etmiştir .Savaş koşullarında devlet kuran Atatürk bu örgütlenmeyi bölgeye barış ve güvenlik getirmek için yaptıklarını ,batılı emperyal ülkelerin saldırılarına karşı bölge halkları adına merkezi coğrafyanın direnişini örgütleyeceklerini açıklamaktan çekinmemiştir . Büyük bir imparatorluğun çöküşü sonrasında savaş alanının tam ortasında yer alan Anadolu ve Rumeli toprakları , Avrasya kıtasının önde gelen bölgeleri olarak Atatürk’ün öncülüğünde bu topraklara güvenlik ve barış getirmek üzere örgütleniyordu .Ulusal savunmayı başarıyla gerçekleştiren Atatürk ,kurmuş olduğu yeni devlet yapılanması ile aynı zamanda Avrasya bölgesi için de barış ve güvenlik arayışı içine giriyordu .
Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararları ile ve bu toplantılara katılan halk temsilcilerinden aldığı yetki ile Türk devletini kuran Atatürk ,meclisi açar açmaz hemen anayasa çıkartma yoluna gitmiyor ,aksine bir altı ay bekleyerek Avrasya bölgesindeki siyasal gelişmelerin nerelere gideceğini izlemeğe çalışıyordu . Asya’nın kuzey bölgesinde yer alan Rusya’da bir sosyalist devrimin gerçekleşmesi üzerine kızıl ordunun nerelere gideceğini ve ne yapacağını yakından izleyen Atatürk ,devrim hükümetinin örgütlediği Bakü kurultayına kadar yeni Türk devletinin anayasasının çıkartmıyordu . Sosyalist devrimin bütün Rusya’ya egemen olmasından sonra kızıl ordunun Kafkasya ve Hazar bölgelerini de egemenliği altına almasından sonra toplanan Bakü kurultayına bütün doğu halkları katılıyor ve bu kongre de Avrasya bölgesinin geleceği belirleniyordu . Avrupa ülkelerinden gelen sosyalist Yahudi temsilcilerin etkin olduğu Bakü kurultayında ,Sovyetler Birliğinin hegemonyası altında yeni bir Avrasya yapılanması hazırlanarak bütün dünyaya ilan ediliyordu . Rusya gibi büyük bir ülkeyi kontrolu altına alan kızıl devrim kurduğu büyük kızıl ordu sayesinde Avrasya kıtasına egemen olmanın adımlarını atıyordu . Kuzey Avrasya’da kızıl bir rejim devrim ile kurulurken bölgenin güney kısmında da Atatürk’ün önderliğinde bir Kemalist devrim gerçekleştirilerek , İslam coğrafyasında ilk uygarlık devrimi yapılıyordu . Atatürk ,dünyanın en büyük devleti olarak Sovyetler Birliğinin kuruluşu sırasında , bu büyük yapılanmaya sınır komşusu bir ülkede bağımsız bir ulus devlet kurarken Avrasya’nın yeni dengelerini hesap ederek ülkesini yönetiyordu . Sovyetler Birliği gibi çok büyük bir dev ülkenin sınır komşusu olarak Atatürk bu büyük yapı ile savaşa giremeyeceğini iyi biliyor ve bu nedenle de , Avrasya bölgesini ele geçirmek üzere saldırıya geçen batılı emperyal devletlere karşı Sovyetler Birliği ile dostluk politikasını benimsiyordu .Avrasya bölgesinin kuzeyinde sosyalist devrim gerçekleşirken güneyinde de Kemalist devrim yapılıyor ve bu bölgenin tüm halkları batının emperyal güçlerinin saldırılarına karşı antiemperyal bir çizgide dayanışma içine giriyorlardı .Kurtuluş savaşı sırasında Rusya yeni Türk devletine yardım ederken , batılı emperyalistlerin ordularına karşı verilen antiemperyalist kurtuluş savaşını esas alıyordu . Sosyalist enternasyonel toplantısında Lenin Mustafa Kemal paşaya antiemperyalist bir savaşı işgalci ordulara karşı yürüttüğü için silah gönderdiklerini ve maddi yardım yaptıklarını söylüyordu . Lenin ,sosyalist devrimin önderi olarak Avrasya’nın büyük çoğunluğunu Sovyetler Birliği’nin çatısı altında bir araya getirirken ,Atatürk yeni Türk devletinin kurucu önderi olarak hem Sovyetler birliği ile hem de diğer Avrasya ülkeleri ile yakın bir işbirliği ve emperyalizme karşı dayanışma ilişkilerine giriyordu . Dünyanın en geri kalmış ülkelerinin bulunduğu bu coğrafyada bölgenin geleceği için karşılıklı yardım ve dayanışma acilen önem kazanıyordu . Atatürk ve Avrasya ilişkileri bu doğrultuda başlayarak gelişiyordu .
Atatürk’ün devlet başkanlığı döneminde Sovyetler Birliği sürekli olarak var olduğu için ,Türk devletinin kurucusu bu büyük siyasal güç ile yakın dostluğa önem veriyor ve herhangi bir anlaşmazlık konusu çıkmaması için çaba gösteriyordu . Atatürk cumhuriyetin onuncu yılında yaptığı bir konuşmada ,Sovyetler Birliğinin bir gerçeklik olarak var olduğunu ve Türk dünyasının beşte üçü oranında büyük çoğunluğunun bu büyük devlet yapılanmasının sınırları içinde olduğunu ,bu durumu bilerek hareket edilmesi gerektiğini , Türk dünyasını esirlikten kurtarma doğrultusunda verilecek bir mücadele doğrultusunda bu büyük dev ülke ile savaşılamayacağını ama büyük siyasal yapının da diğer devletler gibi bir gün çökeceğini , o zaman Türk dünyasının ve Avrasya ülkelerinin özgürlüklerine kavuşacaklarını , Türkiye Cumhuriyetinin böyle bir günü bekleyerek Sovyetler birliği sonrası dönem için hazırlıklı olması gerektiğini açıklamaktan çekinmemiştir . Eski bir asker ve devlet kurucu önder olarak Atatürk dünya tarihini iyi bildiği için ,uluslar arası konjonktürdeki gelişmeler doğrultusunda dünylanın nerelere doğru gideceğini iyi bilen Atatürk ,koskoca bir imparatorluğun Türklerin elinden kaçmasından sonra Ruslar ile orta boy bir devlet statüsünde başa çıkılamayacağını çok iyi biliyordu . Onun izlediği real politik her zaman için Sovyetler birliği ile dostluk , İran ile ortaklık ve batılı devletler ile de mesafeli ilişkiler olarak öne çıkıyordu . Sovyetler gibi bir dev yapı ile Türkiye’nin eşit bir konumda olamayacağını iyi bilen ,Atatürk bu büyük yapı ile sürekli bir dostluk politikası ile yeni Türk devletini güvence altına almak istemiştir . Sovyetler ile sorun çıkartmayan dostluk politikası sürdürülürken , Türkiye hem komşuları ile hem de diğer Avrasya ülkeleri ile yakın ilişkilere yönelmiştir . Devletin kuruluş yıllarında ortaya çıkan yoksulluk dönemi karşılıklı yardımlaşmalar yolu ile aşılmağa çalışılmıştır .
Sovyetler Birliğinin yıkılışı olayına Türkiye hazırlıksız yakalanmıştır . Atatürk büyük bir ileri görüşlülük ile altmış yıl önce Sovyetler Birliğinin yıkılacağını ve sınırları içinde yer alan ülkeler ile toplulukların özgürlüklerine kavuşacaklarını açıkça söylerken bugünlere ışık tutmuş ve Türk ulusu ile cumhuriyet devletini hazırlıklı olmaları doğrultusunda uyarmıştır . Sovyetler birliğinin dağılması sırasında tıpkı Osmanlı imparatorluğunun çöküşü sırasında görülen olayların benzerleri ortaya çıkmıştır . Sosyalist dönemde batı ülkeleri ile yarışacak düzeyde bir sanayileşme içine giremeyen Avrasya ülkeleri , sosyalist sistemin ortadan kalkışı ile beraber batılı emperyal devletlerin yeni sömürgeleri konumuna düşürülmüşlerdir . Hiçbir biçimde batılı ülkeler ile rekabet edebilecek altyapı ve ekonomiye sahip olmayan eski sosyalist Avrasya ülkeleri dış dünyaya açılırken , emperyal saldırılar yüzünden dünyanın yeni sömürgeleri konumuna düşmüşlerdir . Sosyalist rejimin geri bıraktığı Avrasya ülkelerinde bir yandan Nataşa ticareti gelişirken , diğer yandan da batılı mafya örgütlerinin öncülüğünde her türlü kaçakçılık ve hukuk dışı işler gelişerek yükselmiş ,Sovyet sonrası dönemde gene Avrasya bölgesi bir karanlıklar coğrafyasına dönüşmüştür . Bu aşamada atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti hem de komşularının hem de soydaşlarının yanında yer alarak , Avrasya ülkelerini mafya işleri ve hukuk dışı girişimler ve kadın ticareti gibi bataklardan kurtarabilmek için seferber olmuştur . Türkiye’nin kurucu önderi Atatürk’ün uyardığı gibi Türk devleti Sovyetler Birliğinin yıkılışına hazır olamamış ,böylesine bir hazırlık batılı emperyal güçler tarafından önlenmiş ve Türkler ortada bırakılmışlardır . Bu olumsuzluklara rağmen , Türk devleti kısa zamanda toparlanarak ,bütün Avrasyalı kardeşlerine yardımcı olabilmek üzere çeşitli girişimleri örgütlemiştir .Türk dünyası ve akraba topluluklara Avrasya bölgesinde yardım için Tika adıyla uluslar arası bbir kurum oluşturulmuş , Türk dünyasının Sovyet sonrası dönemde ortak bir geleceğe yönelebilmesi doğrultusunda bir anlamda Türk Unesco’su konumunda Türksoy isimli uluslar arası kuruluş devreye sokulmuştur . Bağımsız olan Türk devletleri ile beraber Orta Asya ,Kafkasya ve Balkanların önde gelen Avrasya ülkelerinin tamamına eşit düzeylerde hizmet götürülmeğe çalışılmış ,Türk vatandaşı olmuş o ülkelerin
göçmenleri devreye sokularak yeni uluslar arası örgütlenmelerin oluşturulabilmesine çalışılmıştır . İki binli yıllara girilirken on yıllık süre içerisinde Türkiye ile Türk dünyası ve Avrasya ülkeleri arasına kopmaz bağlar ile eskisinden daha güçlü uluslar arası ilişkiler geliştirilmiştir .
Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye cumhuriyetinden , kurucu önder Atatürk’ün baktığı gibi Avrasya’ya yönelinirse başkent Ankara’dan Avrasya bölgesi hem soydaş hem akraba, hem yoldaş ,hem de geleceğe dönük önemli ortaklıklar ve birliktelikler coğrafyası olarak görünmektedir . Atatürk’ün dediği gün gelmiş Sovyetler Birliği dağılmış ve bütün Avrasya ülkeleri bağımsız devletler konumuna kavuşmuşlardır . Ne var ki ,bağımsızlık giderek bakımsızlık getirmekte bu geri ülkeler ,batının ileri ülkeleri tarafından ciddi olarak sömürülmektedirler . Batılı tekelci şirketler Avrasya ülkelerinin yer altı ve yer üstü her türlü zenginliklerine el koyarken , dünyanın bu yeni ülkelerini modern sömürgeler haline dönüştürmektedirler . Avrasya ülkelerinin giderek Afrika’nın geri ülkelerine benzer bir duruma sürüklenmelerini önlemek için bölgesel birlikteliklere ve bu doğrultuda oluşturulacak güvenlik ve işbirliğini örgütlerine gereksinme bulunmaktadır . Avrasya haritası içinde yer alan küçük ve orta boy ülkeler büyük emperyal devletlerin dışında kendi aralarında bir araya gelerek bir ortak geleceğe doğru arayışa kalkışırlarsa ,bu doğrultuda her türlü işbirliği ve yardımlaşmayı geliştirerek bir bölgesel Pazar oluşturarak , bütün Avrasya bölgesinin ekonomik açıdan hızla kalkınmalarını sağlarlarsa ,o zaman batılı emperyalistlerin sömürgesi olmaktan hızla kurtulabilecekler ve dünya uluslar ailesinin onurlu üyeleri olarak yollarına devam edebileceklerdir . Dünyanın merkezi alanı olan Avrasya bölgesinin Avrupa ve Amerika standartlarında bir yaşam düzeyine kavuşabilmeleri ,batılı emperyalistlere karşı eşit ve ortak birlikteliklere yönelmeleri ile mümkün olabilecektir .
Atatürk , ikinci dünya savaşının gelmekte olduğunu görünce , Sovyetler birliğinin Orta doğu’ya girmesini önleyebilmek üzere İran ile ortaklığa girmiş ve Sadabat paktını Irak ve Afganistan gibi bölge devletlerini de içine alarak oluşturmuştur . Orta Doğu’da kurulan bu dayanışma ittifakı Afganistan’ın içine alınmasıyla Orta Asya’ya doğru uzanmış,böylece Avrasya’nın güneyinde bir çizgi çekilerek Rus emperyalizmine karşı bir denge oluşturulmağa çalışılmıştır .Bugün Avrasya haritasına bakıldığında Rusya,Çin ve Hindistan gibi üç büyük dev emperyalist devlet ile çevrili olduğu görülmektedir . Buna emperyalist Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği ve Siyonist İsrail’de eklenince ,Avrasya bölgesinin her türlü emperyalizmin hedefinde olan bir tehlikeli coğrafya konumunda olduğu anlaşılmaktadır . Avrasya bölgesinin kurtuluşu ,bütün emperyal saldırılara ve sömürgeci işgallere karşı koyabilecek güçte bir Avrasya birliğinin kurulmasıyla mümkün olabilecektir . Atatürk’ün antiemperyal bir birikim ile kurmuş olduğu Türkiye cumhuriyeti de bugün, Avrasya bölgesinin orta yerinde ve güney bölgesinin merkezinde bir konuma sahip olarak , Avrasya’nın kurtuluşu ve daha güvenli bir geleceği için bir büyük Avrasya Birliğinin oluşumu doğrultusunda harekete geçerek ,Avrasya Birliğinin temellerini bugünden atmaya başlamalıdır . Atatürk’ün ikinci dünya savaşı dönemindeki emperyal saldırılara karşı kurduğu Balkan ve Sadabat Paktları’nın bir benzeri ,günümüzde Balkan,Kafkas,Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerini içine alabilecek doğrultuda Avrasya Birliği olarak devreye sokulabilmelidir . Atatürk , emperyal devletlerin hegemonyaları doğrultusunda gündeme getirdikleri her türlü pancılık siyasetlerine karşı çıkarken ,merkezi alana saldıran batı emperyalizmine karşı bölge ülkelerinin dayanışmasıyla meydana gelecek büyük bölgesel birliktelikleri koruyucu bir şemsiye olarak devreye sokmağa çalışıyordu . Bugün gelinen aşamada Atatürk gene antiemperyalist doğrultuda haklı çıkmıştır .Atatürk’ün başkenti Ankara’dan Avrasya’ya bugün Atatürkçü gözle bakıldığında ,antiemperyalist çizgide bir büyük Avrasya Birliği oluşturulmasının zorunlu ve yaşamsal olduğu artık iyice kesinlik kazanmıştır .
|