Türkiye Cumhuriyetini var eden siyasal birikimin adı olarak Atatürkçülük ,devletin kuruluşundan bu yana Türk toplumunun günlük yaşamında son derece önemli bir yere sahip bulunmaktadır .Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşundan gelen bu siyasal birikim ,Türkiye’yi var eden siyasal birikim olarak halen güncel bir konu olarak hem Türk devletinin yönetiminde hem de Türk toplumunun günlük yaşamında önde gelen bir etki gücüne sahip bulunmaktadır .
Devletin temelindeki kurucu iradeyi temsil ettiği için , Atatürkçülük bugünkü siyasal düzenin hem çıkış noktası hem de meşruiyet kaynağı olarak böylesine ayrıcalıklı bir yere sahip bulunmaktadır . Türk devletinin anayasal düzeninde kuruluş temelinden gelen bir siyasal ve hukuksal birikim olarak Atatürkçülük aynı zamanda Türkiye açısından bir yasallık ölçüsü olduğu için ,türk toplumunda yaşayan hemen hemen herkesin ya da her kuruluşun kendine göre bir Atatürkçülük anlayışı bulunmaktadır . Türkler Atatürk’ü devletin kurucusu olarak siyasal anlamda babaları olarak gördükleri için ,Atatürkçülüğe karşı ilgisiz kalmamışlar ya karşı çıkmışlar ,ya da kendi yaklaşımları veya kimliklerini ölçü alarak farklı eğilimler içerisinde kendilerini Atatürkçü olarak açıklamağa çalışmışlardır . Herkesin bu doğrultuda kendine göre bir Atatürkçülük anlayışı geliştirmesi kamuoyunda büyük bir çeşitlilik ortaya çıkarmış ve bunun sonucunda hem bir Atatürkçülük enflasyonu hem de bir kaotik durum birlikte gündeme gelmiştir .
Atatürk ve Atatürkçülük konularında ulusal kurtuluş savaşı yıllarından bu yana gelen karma karışık düşünceler ,ülkede netlik kazanmış doğru dürüst bir düşünce ya da uygulama birliği ya da uyumu gerçekleştirilememiştir . Tanınmış Türk yazarı ,Atilla İlhan bu yüzden “Hangi Atatürk “diye bir kitap yazarak ,Atatürkçülüğün çelişki durumlardan kurtarılabilmesi için açıklamalarda bulunmuştur . Konuya bir başka açıdan bakan tanınmış gazeteci Nadir Nadi ‘de “Ben Atatürkçü değilim “ adı ile kendi görüşlerini ayrı bir kitap ile ortaya koymuştur . Her iki yazar ,bu kitapları ile herkesin yasal zeminde kendine meşruiyet sağlayabilmesi için ,Atatürkçü göründüğü Türk toplumundaki karışıklığın ortadan kaldırılabilmesi yön göstermeğe çalışmışlardır . Çeşitli görüşler arasındaki çelişkilerin kaotik ortam yaratması nedeniyle hangi Atatürkçülüğün geçerli olacağını hangisinin doğru kabul edileceğini Atilla İlhan açıklamağa çalışırken , Nadir Nadi’de belirli çıkar çevreleri tarafından Atatürkçülüğü saptırma , ya da gerçek yapısından farklı bir biçimde gündeme getirerek bu konuda çıkarcı bir fırsatçılık yaratılmasını protesto ederek yıllarca ısrarlı bir biçimde savunduğu Atatürkçülük konusunda kendisinin artık Atatürkçü olmadığını yazabilmiştir . Her iki Türk yazarı da ,Atatürk ve Atatürkçülük üzerine yapılan spekülasyonları ,saldırıları ,saptırmaları protesto ederek bu duruma karşı çıkmış ,böylece yapılan yanlışları ortaya koyarak doğru çizgide bir Atatürkçülüğün sürdürülebilmesi için çaba göstermiştir . Bu iki yazarı daha sonra izleyen bir çok bilim adamı ve yazar da daha sonraki yıllarda ,Atatürk ve Atatürkçülük üzerine belirli çıkar çevreleri ve siyasal merkezlerin yararları doğrultusunda geliştirilen siyasal senaryolara karşı çıkarak ,gelinen yeni noktalarda daha doğru bir Atatürkçülüğün nasıl uygulanabileceği konusunda kalem oynatmışlardır . Üzerine binlerce kitap yazılan Atatürk ile ilgili olarak ,büyük önderin düşünceleri değerlendirilirken , karşılaştırmalar ve değerlendirmeler ile doğru bir Atatürkçülüğün nasıl olacağı konusundaki arayışlar birbiri ardı sıra öne çıkmıştır . Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun yüzüncü yılına doğru ilerlerken , doğru bir çizgide Atatürkçülüğün nasıl olacağı konusunda halen bir fikir birliği sağlanamamış ,herkesin kendi anlayışı ve çıkarları doğrultusundaki görüşlerinin Atatürkçülük olarak takdim edilmesi devam edip gelmiştir .
Herkesin doğrusunun kendine göre belirlendiği noktada ,toplumun dış desteklerle zorla liberal kapitalist bir düzene zorlandığı bir aşamada Türk toplumunun her üyesi kendine göre bir Atatürkçülük anlayışı ortaya koyarak yasallık zemini içerisinde kendi hak ve çıkarlarını korumağa çaba göstermektedir . Demokrasilerde herkesin kendine göre düşüncesi olması bir açıdan normal karşılanmaktadır.Hiç kimse belirli bir düşünceye zorlanamayacağına göre , Atatürkçülük konusunda da birbirinden çok farklı düşünce ve yaklaşımların öne sürülmesi normal olarak karşılanabilir . Herkes her konuda aynı düşünmek zorunda değildir . Her insanın hukuka uygun olan fikir ve düşüncelerine saygı gösterilmesini istemek herkesin temel bir insan hakkıdır . Düşünce ve vicdan özgürlüğü ile beraber ifade hakkı ve özgürlüğü de insanların düşünsel tutum ve davranışları için belirli bir güvence sistemi geliştirmektedir . Bu durum her konuda olduğu gibi Atatürkçülük açısından da aynıdır . Ne var ki , şu an içinde yaşanılan Türkiye’nin ulusal toplum ve devlet düzeninin geleceğe dönük bir biçimde sürdürülebilmesi ,ya da geliştirilerek daha iyi bir duruma getirilebilmesi için , Türk toplum ve devlet düzenini ortaya koyan Atatürkçülük birikiminden doğru bir çizgide yararlanılması gerekmektedir . Ortada gezen yanlış Atatürkçülük’lere karşı doğru Atatürkçülük anlayış ve uygulamalarının belirlenebilmesi için , farklı yaklaşımlar arasındaki çelişkilerin ve sapmaların her yönü ile ortaya konulması ve bu doğrultuda değerlendirmeler yapılarak toplumun çoğunluğunun sağlanabileceği bir doğrultuda fikir birliğine varılarak sonuca ulaşılması gerekmektedir . Atatürkçülüğün doğru ya da yanlış bir çizgide olduğunu değerlendirme konusunda ,hiçbir makam ya da uzman tek belirleyici ya da karar verici olarak hareket edemez .Kamuoyunda tanınmış tarafsız gözlemcilerin ya da her türlü çıkar hesabının ötesinde bilimsel olarak çalışan bazı uzmanların öncülüğünde belirlenecek kriterler , Atatürkçülüğün doğru ya da yanlış çizgilerde olduğunun belirlenebilmesi açısından bir dayanak ya da hareket noktası olarak kabul edilebilirler . Onların görüş ve fikirleri kamuoyunun önünü açacak ,zamanla oluşacak ortak tutumlar ise hangi tür Atatürkçülüğün doğru bir çizgide olduğunu ortaya çıkarabilecektir .
Atatürk karşıtlarının ya da Atatürkçülük düşmanlarının sürekli olarak olumsuz çizgide yayınlar yapmaları , Atatürk’ü Türk ulusunun önünde küçük düşürecek sözler ve düşünceler ile Türk ulusunu devletin kurucu önderinden uzaklaştırmağa çalışmaları , doğru çizgide bir Atatürkçülüğün belirlenebilmesini her zaman için önlemekte ve Türk insanının kafasını karıştırarak , Atatürkçülük ile ilgili olarak bir çok olumsuz düşüncenin öne çıkmasına yol açmaktadır . Dünyanın ortalık yerinde her türlü tehlike ve tehdide karşı Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin vatandaşı olarak bu devletin çatısı altında kendisini güvence altına almış olan bir toplum kesiminin geçmişten gelen rüzgarların etkisiyle Atatürk karşıtlığında ısrar ettikleri , Türkiye Cumhuriyetinin yerine kendi çıkarları doğrultusunda etnik ya da din devleti kurmağa çalışanların bilinçli ve kararlı bir doğrultuda Atatürk düşmanlığına devam ettikleri görülmektedir .
Doğru bir çizgide Atatürkçülüğün gerçekleştirilebilmesi için ,öncelikle bu gibi olumsuzlukların önlenebilmesi zorunludur . Kafa karıştıran , Türk halkında Atatürk karşıtlığını tırmandıran olumsuz tutum ve davranışların önü kesilmediği sürece ,Türk ulusunun gerçek ve doğru bir çizgide Atatürkçülük çatısı altında bir araya gelebilmesi mümkün görünmemektedir .
Emperyalizmin Türkiye üzerinde etkisinin artmasıyla beraber Atatürk karşıtları ile Atatürkçülük düşmanlarının eskisine oranla fazlasıyla dış destekler sayesinde güçlenerek öne çıktıkları görülmektedir . Yanlış Atatürkçülüklere bile izin vermeyen Atatürk düşmanlığının ,yanlışların elenerek doğruların bulunması konusunda yardımcı olması mümkün olabilecek ve bu yönü ile de ileride daha doğru bir çizgiye yönelişi gerçekleştirecektir .
Doğru çizgide bir Atatürkçülüğün gerçekleştirilebilmesi için öncelikle yanlışların belirlenmesi ve bu doğrultuda yanlış görülen farklı Atatürkçülük uygulamalarına bir son verilmesinde öncelikle yarar vardır . Nelerin yanlış ya da nelerin doğru olduğunu herkes kendi bakış açısıyla belirlemeğe çalışacağı için bu konuda dikkatli olmak gerekmektedir .Türkiye Cumhuriyetinden önce bu topraklarda yer alan Osmanlı İmparatorluğu ile beraber diğer devletlerin de tarihlerinin karşılaştırılmasıyla yapılacak değerlendirmeler bir yarar sağlayabilecektir ama gene de kesin bir ayırım ortaya koyabilmek için daha geniş ve kapsayıcı bir yaklaşımın geliştirilmesine öncelik verilmelidir . Yüz yıla yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin çeşitli dönemleriyle ele alınması , devletin kurucusu Atatürk ile bu siyasal sistemi var eden birikimin içeriğini genel hatlarıyla ortaya çıkarabilecektir . Hiçbir ayırım yapmadan ,geriye dönük yapılacak değerlendirmeler ile bugünkü gelinen aşamanın anlam boyutları netliğe kavuşturulabilecektir . Sosyal bilimlerin çeşitli dallarının getirmiş olduğu bilimsel bilgi birikiminden yararlanılarak yapılacak belirlemeler daha gerçekçi sonuçlara varılabilmesi açısından fayda sağlayacaktır . Siyasal çıkar sağlama amaçlı saptırma ve çarpıtma yansıtan tutum ve davranışlardan ancak bilimsel birikiminin öne çıkarılmasıyla kurtulabilmek mümkün olacaktır .
Her dönemin kendine has koşulları bulunduğu dikkate alınarak hareket edildiğinde günümüzde Atatürkçülüğe karşı ciddi bir ideolojik karşıtlık kampanyası yürütülmektedir . Özellikle küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda geliştirilen küresel emperyalizm döneminin başlamasıyla beraber bütün ulus devletler karşıya alındığı gibi , Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin kurucusu olarak Atatürk ile beraber böylesine güçlü bir ulus devletin kurulmasından rahatsız olan çevreler Atatürkçülüğe karşıt bir ideoloji geliştirerek , Atatürk’ün belirlemiş olduğu temel ilkelerden oluşan bu düşünce akımına karşı olumsuz bir tavır almışlardır .Atatürk Hitler ve Mussolini benzetmeleriyle yerden yere çalınırken , Atatürkçülük’de Kemalizm üzerinden Faşizm ve Nazizim olarak gösterilmeğe çalışılmıştır . Atatürk ile beraber aynı dönemde göreve gelmiş olan batının önde gelen iki diktatörünün esas alınarak hareket edilmesi ,daha işin başından kasıtlı bir yaklaşımın geliştirildiğini ortaya koymakta ve Atatürkçü çevrelere yön göstermektedir . Atatürk’ün kimliğine saldıranların onun geliştirdiği ilkelerden oluşan bir dünya görüşü olarak Atatürkçülüğü benimsemeyecekleri ve zaman içerisinde ,Türkiye Cumhuriyetinin devlet düzenini ,bu siyasal yapıyı yıkacak kadar ileri gideceklerini açıkça ortaya koymaktadır . Kendi istedikleri etnik ya da dinsel devlet modelleri peşinde koşan toplum kesimlerinin her zaman için Atatürk ile beraber Atatürkçülüğü de hedef tahtasına oturttukları açıktır . Bu çerçevede ciddi bir ideolojik savaş , Atatürk düşmanı kesimlerden ileri gelmektedir . Kendi çıkarları doğrultusunda çeşitli ideolojiler geliştiren toplum kesimlerinin ,Atatürk ilkelerinden oluşan Atatürkçülüğü de bir ideoloji olarak göstererek Türk ulusunun önünde mahkum etmeğe çabalamaktadırlar .Böylece , Türkiye Cumhuriyeti devletini var eden siyasal birikim bir ideoloji olma suçlamasıyla birlikte karalanarak , toplumun gözünden düşürülmek istenmektedir . Küresel emperyalizmin kendi ideolojisi doğrultusunda bütün dünyaya egemen olmağa çalıştığı bir aşamada ,kendisinden farklı tüm ideolojilere bu akımın işbirlikçi çevreleri savaş açarken ,Atatürkçülük de yok edilmek istenen ideolojiler ile birlikte tarih sahnesinden silinmeğe çalışılmaktadır .Toplumsal kesimler arasındaki siyasal çekişmelerde güç merkezleri ve dengeleri siyasal gelişmeleri belirlediği için ,ideoloji olarak gösterilen tüm fikir akımları ,zaman içerisinde sübjektivitenin geçiciliğinin etkisiyle güç kaybederek meydandan çekilmek zorunda kalabilmiştir .Benzeri bir tasfiye hareketi Atatürkçülük için de gerçekleştirilmeğe çalışılmakta ,tarihin çöp sepetine diğer eskimiş ideolojiler gibi Atatürkçülük de Atatürk karşıtı kesim ve çevreler tarafından gönderilmek istenmektedir . Atatürkçülüğe karşı ideoloji olma suçlamasının kullanılması ,Türkiye Cumhuriyetini var eden siyasal birikimin tümüyle yok edilerek devre dışı bırakılmasının önünü açmaktadır . İdeoloji olma suçlamasıyla ,Atatürkçülüğün Türk toplumunun bütünü tarafından benimsenebilmesinin açıkça önü kesilmektedir .
Atatürkçülüğün aradan geçen uzun zaman dilimi ve siyasal koşullarda gündeme gelen büyük değişim dikkate alınarak artık yeni bir yaklaşım doğrultusunda savunulması gerekmektedir . İdeoloji olmanın getirmiş olduğu sübjektif yapılanmadan kurtulabilmek üzere , daha objektif bir yapılanma içerisinden Atatürkçülüğün ele alınarak değerlendirilmesi gerekmekte ve daha sonraki aşamada da her türlü saldırıya karşı nesnel bir ortamın getirdiği verilerin öne çıkartılmasıyla savunulması gerekmektedir . Bu çerçevede Atatürkçülük ele alındığı zaman artık bir ideolojiden değil ama bir düşünce sisteminden söz etmek gerekmekte ve ,bu doğrultuda Atatürkçülük her dönemde geçerli bir düşünce sistemi olarak canlı tutulabilmektedir . İdeolojilerin içinde barındırdığı her türlü özel ve sübjektif koşullandırmaların ötesinde ,geleceğe dönük olarak değişik dönemlerde geçerli olabilecek daha objektif bir yapılanmanın elde edilebilmesi için düşünce sistemi daha nesnel bir sonuca varılabilmesini kolaylaştırmaktadır . Düşünce sistemleri de tıpkı ideolojiler gibi bir ilkeler bütünü olmakta ama ideolojilerin sahip olduğu sübjektif yanlar ya da özel koşulların ötesinde ,düşünce ya da sistem olmanın getirdikleriyle daha güçlü bir konuma sahip olabilmektedir . Bu nedenle , yeni bir yüzyılın içerisinde ilerlerken , sürekli olarak değişme gösteren siyasal koşulların esnekliği ve değişkenliğine karşı daha kalıcı bir yapılanma sağlayarak değişen zaman dilimleri içerisinde sürekli bir geçerlilik sağlayabilecek düşünce sistemi benzetmesi Atatürkçülüğü güçlendirerek ,geleceğe dönük olarak hem varlığını hem de sürekliliğini güçlendirebilecektir . İdeolojilerin belirli toplum kesimlerinin çıkarlarını yansıtan özel ve sübjektif düşünceler olmasının getirmiş olduğu çıkmazlardan Atatürkçülüğü uzak tutabilmek için ,düşünce sistemi kavramı içerisinde Atatürkçülüğün ele alınması ve tanımlanması daha kalıcı bir yarar sağlamaktadır . Felsefe tarihinin ortaya koyduğu gibi ,ideolojilerin geçiciliğine karşı düşünce sistemlerinin daha güçlü bir iç yapılanmaya sahip olmaları açısından kalıcılığı yakalayabildikleri söylenebilmektedir .
Atatürkçülüğün korunması ve geleceğe dönük sürdürülebilmesi açısından ideolojilerin ötesine gidilerek bilimsel bir yaklaşımın geliştirilmesi önem taşımaktadır . Bu doğrultuda ,hem tarih,hem hukuk hem de siyasal bilim dallarından gelen bilimsel bilgi birikiminin Türkiye’nin sahip olduğu özel koşulların dikkate alınarak kullanılmasıyla sonuca gidilebilecektir . Tarih bilimi açısından Atatürkçülük ele alındığında bir toplumsal ve siyasal devrimi yansıtmaktadır . Siyaset bilimi açısından ele alındığında ise Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet modelini var eden siyasal birikim olarak Atatürkçülük öne çıkmaktadır . Hukuk bilimi açısından Atatürkçülük ele alındığında ise ortaya bir devlet modeli çıkmaktadır . O zaman Atatürkçülüğün , ideolojik olarak değil bilimsel olarak ele alınması ve her üç bilim dalı açısından değerlendirilerek açıklığa kavuşturulması zorunlu olmaktadır . Atatürkçülük gerçekleştirdiği siyasal ve toplumsal devrim ile devrimler tarihi içerisinde yer aldığı gibi aynı zamanda ortaya koymuş olduğu devlet modeli ile de genel kamu hukuku ile beraber anayasa ve idare hukuku dallarının inceleme konuları içerisinde yer almaktadır . İnsanlık tarihi açısından konuya bakıldığında her büyük devrimin ortadan kaldırdığı eski siyasal düzen yerine yepyeni bir siyasal yapılanma getirdiği ve devrimin tamamlanmasından sonra da bu yeni siyasal yapılanmayı bir devlet biçimine dönüştürerek gelece yönelik bir çizgide kurumlaştırmağa çalıştığı görülmektedir . Her devlet yapısının tarihsel dönüşüm noktalarında ortaya çıktığı ya savaşlar sonrasında ya da devrimlerin ertesinde eskisinden farklı devlet modellerinin gerçeklik kazandığı anlaşılmaktadır . Her devrim yeni bir devlet modeli ortaya çıkardığı gibi ,çökmekte olan her eski devlet yapısı da yeni bir siyasal devrime giden yolu açabilmektedir . Siyasal tarih içerisindeki süreklilik çizgisinde devrimler ile devletlerin birbirine olan bağlılığın dikkate alındığında , Atatürkçülüğün hem bir devrim hem de bir devlet modeli olarak ele alınmasında ,Türkiye Cumhuriyeti’ni var eden siyasal birikimin korunabilmesi açısından büyük bir yarar vardır .
Atatürkçülük yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkmış olan Kemalist devrimin ürünü olan bir siyasal sistem ve düşünce birikimidir .Yedi asırlık bir büyük imparatorluğun çöküşü karşısında gerçekleştirilen Kemalist devrim sayesinde feodal düzenden modern bir toplum yapısına geçilmiş , tek adam hegemonyasını yansıtan monarşik bir imparatorluktan halk egemenliğinin geçerli olacağı bir ulus devlet yapılanmasına doğru adım atılmıştır . Orta çağ uykusunda kalmış bir toplumu ,yıkılan devlet gerçeği önünde silkeleyerek uyandırmak ve daha sonra da emperyal batı devletlerinin işgalci ordularına karşı bir ulusal kurtuluş savaşı vererek çağdaş bir cumhuriyete kavuşturmak her yönü ile bir sosyal ve siyasal devrimdir . İmparatorlukların sona erdiği ve ulus devletler çağına geçildiği Birinci Dünya Savaşı sürecinde , yıkılan Rus çarlığında bir büyük sosyalist devrim gerçekleşirken , böylesine büyük bir dönüşümün getirmiş olduğu yeni dünya dengeleri içerisinde Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması üzerine dünyanın merkezi coğrafyasında bir de Kemalist devrim Türk halkının büyük antiemperyalist direnişi sayesinde gerçekleştirilmiştir . Sovyet devrimi bir büyük sosyalist imparatorluğu Sovyetler Birliği çatısı altında gerçekleştirirken , Kemalist devrim de , sona eren Osmanlı imparatorluğunun merkezi topraklarında çağdaş bir halk yönetimi olarak Türkiye Cumhuriyeti devleti dönemine geçişi sağlıyordu . Padişahın tek adam yönetiminden ,Türk ulusunun egemenliği düzenine geçiş ,tam anlamıyla bir siyasal devrim olarak tarih sahnesi içindeki yerini alıyordu . Bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti devleti bir siyasal devrim sonrasında kurulmuş olan bir halk yönetimi düzeni olarak kabul edilebilir . Sovyet devrimi ile Kemalist devrimin birbirini izleyerek aynı dönemde gerçekleşmesi , tarihin dönüm noktasındaki güçler dengesi değişiminin bir sonucudur . Bu çirçevede Atatürkçülük bir siyasal devrim olarak görülebilir ve bu devrimin getirdikleriyle birlikte savunulabilir . Dünya tarihi içinde bir devrim gerçekleşmiş ve bu devrimi yapan Türk ulusunun önderi olarak da Atatürk bir halk devleti olarak cumhuriyet rejimini kurarak geleceğe dönük bir çizgide devrimin getirdiği kazanımları kurumlaştırmıştır .
Batı emperyalizminin yirminci yüzyılın başlarında merkezi coğrafyaya saldırısının sonucunda bir büyük cihan savaşı gündeme gelmiş ,savaşın getirdiği yıkımlar üzerine iki büyük devrim gerçekleşmiş ve bu iki devrim sahip olduğu ilkeler doğrultusunda yeni devlet modelleri oluşturarak geleceğe dönük bir yapılanma içerisinde olmuştur . Savaş sonrasının koşullarında Türk devleti kurulurken ,üç dünya sistemi arasında merkezi bir devlet yapılanmasına gidilerek , her üç sistemden ayrılan yepyeni bir devlet modeli ortaya konulmuştur . Sosyalist sistem benimsenmeyerek Sovyetler Birliğinin dışında kalınmış ,liberal sistem dışlanarak batının sömürgesi olabilecek bir manda yönetiminden uzak kalınmış ve laik bir devlet yapılanması gerçekleştirilerek İslam dünyasının dışına çıkılmıştır . Yüzyıllarca halifelik yöntemi ile İslam dünyasının Osmanlı devleti tarafından yönetilmesi karşısında tamamen karşıt bir çizgi izlenerek din devleti yapılanmasının ötesinde din ve devlet işlerinin bütünüyle birbirinden ayrıldığı laik devlet modeli üzerinde karar kılınmıştır . Dünyanın jeopolitik merkezinde yer alan Anadolu yarımadası üzerinde merkezi bir devlet modeli dünya sahnesine çıkartılırken , hem ülkeyi çevreleyen her üç sistemden uzak kalınmış hem de bu sistemlerden yararlanılarak Misakı Milli sınırları içerisinde bir Türk devleti kurulurken yepyeni bir siyasal sentez uygulama alanına getirilmeğe çalışılmıştır . Atatürk’ün altı ilkesi bu açıdan en büyük gösterge olarak bu sentezci siyasal sistemin oluşumunu doğrulamaktadır . Batı blokunun devlet sisteminde Fransız devriminden gelen cumhuriyetcilik,milliyetçilik ve laiklik temel değerler olarak benimsenirken , doğu modelini oluşturan Sovyet devriminin getirmiş olduğu halkçılık,devrimcilik ve devletçilik ilkeleri de merkezi siyasal sentezin doğudan gelen ikinci yarısı olarak benimsenmiştir .
Doğu ve batıdan gelen altı ilkenin bir siyasal sistemin temel taşları olarak kabul edilmesiyle ,Kemalist devrim kendi siyasal sistemini oluşturmuştur . Atatürkçülük böylesine bir siyasal sentezin ve Türk devleti ile beraber getirilmiş olan yeni siyasal sistemin adı olarak , Türkiye Cumhuriyetini var eden siyasal birikim konumunda geleceğe dönük olarak kurumlaşmıştır .Siyasal devrim köhnemiş bir imparatorluğu tarihin tozlu sayfalarına doğru iteklerken ,geleceğe dönük bir biçimde çağdaş bir cumhuriyet olarak yeni Türk devletini siyaset sahnesine çıkarıyordu .
Bir ideoloji olmanın ötesinde ,Atatürkçülük gerçekçi bir değerlendirme doğrultusunda hem bir düşünce sistemi ,hem bir devrim hem de bir devlet modeli olarak farklı boyutlarda ele alınarak savunulabilmektedir . Atatürkçülüğün geleceğe dönük bir biçimde korunabilmesi ve savunulabilmesi ancak böylesine bir yaklaşım ile mümkün olabilmektedir . İdeolojilerin geçiciliği , kaypaklığı ve sübjektifliği dikkate alınarak , Atatürkçülüğün bir düşünce sistemi ,bir siyasal devrim ve bir devlet modeli olarak ele alınması daha gerçekçi ve bilimsel bir tutum olarak öne çıkmaktadır . Bugünün koşullarında konu ele alındığında ,Türkiye cumhuriyetini var eden siyasal birikim olarak Atatürkçülüğün korunabilmesi ancak bu yoldan mümkün olabilmekte ve geleceğe dönük Türkiye Cumhuriyetinin kurumlaşmasında kendisinden beklenen bilimsel katkıları getirebilmektedir . Siyaset sahnesinde bir şeylerin ideolojik olarak değerlendirilmesi ya da suçlanmasının getirmiş olduğu sübjektivite ,ancak Atatürkçülüğün bir ideoloji olma sınırının dışına çıkarılarak bağımsız bir düşünce sistemi anlayışı çerçevesinde savunulabilmesi ile aşılabilmektedir .Kurucu önder Atatürk’ün söylediği gibi , kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devlet modelinin gelece dönük bir gelişme çizgisi içerisinde korunabilmesi ancak düşünce sistemi yaklaşımı sayesinde mümkün olabilecektir . Düşünce tarihi içerisinde bir süreklilik içinde ele alınan düşünce sistemlerinin içerisinde Atatürkçülük de bir bakış açısı ya da ilkeler bütünü olarak ,düşünceler tarihi içerisinde yerini almaktadır . Belirli ilkelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan Atatürkçülük bir eklektik düşünce sistemi olarak var olabilmekte ve bu yönü ile de özgün bir yapıya sahip olmaktadır. Atatürk’ün her türlü taklitçiliğe karşı çıkması , hiçbir siyasal görüşü bütünüyle benimsememesi , hiç kimseye benzememeğe dikkat etmesi , Atatürkçülük adı verilen düşünce sistemini kendine özgü bir konuma getirmektedir .
Doğru Atatürkçülük için , öncelikle Atatürkçülüğün doğru bir biçimde ele alınması ve gene doğru bir biçimde değerlendirilerek her türlü saldırıyla karşı bilimsel yöntemler ile savunulabilmesi gerekmektedir . Düşünce sistemlerinin bilimsel yollardan geliştirilebilmesi ya da savunulabilmesi daha kolay ve etkili olduğu için ,sosyal ve siyasal bilimlerin getirmiş olduğu bütün yöntemlerin , Atatürk ve Atatürkçülüğün savunulması sırasında kullanılabilmesi gerekmektedir . Sosyal bilimler metodolojisi ile siyasal bilim yöntemleri bu alanda Atatürkçülüğün bir düşünce sistemi olarak ele alınabilmesi ya da korunarak savunulabilmesi açısından önemli katkı ve yararlar sağlayabilecektir . Doğru Atatürkçülük ideolojik bir yaklaşım ile değil ama bilimsel metotlar ile mümkün olabilecektir .Doğruluktan beklenen yararların elde edilebilmesi , ideolojik değil ama bilimsel yöntemler sayesinde mümkün olabilecektir . Herkesin kendisine odaklı doğruluk ölçüleri bireyselliğin getirdiği sübjektivite içerisinde belirsizliğe yol açarken ,bilimsel yöntemler ile ele alınacak Atatürkçülük , sosyal bilimlerin verileri doğrultusunda her türlü öznelliği aşarak toplumun geneline ulaşabilecektir . Atatürkçülüğe yönelecek bilimsel yaklaşım ,Türkiye Cumhuriyetini var eden bu siyasal birikimi her türlü sapma ya da yozlaşmadan uzak tutarak yanlış Atatürkçülük girişimlerinin ya da uygulamalarının önüne geçebilecektir . Yanlış ve sahte Atatürkçülüklerden kurtulabilmenin yolu bilimsellikten geçmektedir . Atatürk’ün söylediği gibi bilimi yaşamda en gerçek yol gösterici olarak benimseyecek Atatürkçüler ,bütün konulara bilimsellik çizgisinde yaklaşarak, değişen koşullarda ortaya yeni çıkan durumlara dikkat ederek doğru bir Atatürkçülüğü gerçekleştirebileceklerdir . Türk ulusunun ve Türkiye cumhuriyetinin gelinen yeni noktada doğru bir Atatürkçülüğe her zamandan daha fazla gereksinmesi bulunmaktadır .
Doğru Atatürkçülük için , aspirin gibi haplara değil ama , geçmişin bilimsel bir bakışla doğru değerlendirilmesi gerekmektedir . Dünya tarihi içinde Türk tarihinin geniş boyutlarda ele alınması , küresel gelişmeler ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi içinde gerçekleşen olayların ve gelişmelerin bir bütünsellik içerisinde değerlendirilmesi sayesinde siyasal ve sosyal gerçeklere ulaşılabilecek ve bu gerçeklerin esas alınacağı değerlendirmeler yapılarak bilimsel açıdan Atatürkçülük hak ettiği yere konulabilecektir . Bilimin yol göstericiliğinde ilerleyecek olan Türk ulusu , sahip olduğu Türk ulus devletini geleceğe doğru kurumlaştırarak geliştirirken , bilimsel verilerden en üst düzeyde yararlanarak hareket edecektir . Atatürk ,Türk devletini kurarken , Türk halkından düşünce ve ilkelerinin iyi anlaşılmasını istemiş ve bu doğrultudaki beklentilerini Türk kamuoyuna yansıtmıştır . Cumhuriyet devletini çağdaş bir üniversite yapılanması ile destekleyen kurucu önder ,bilimi esas yol gösterici olarak tanımlarken , bilimden başka diğer yol göstericilere iltifat edilmemesi gerektiğini her fırsatta dile getirmiştir .Atatürkçü düşünce sistemi , kurucu önderden gelen büyük miras ile , bilimin ve düşünce tarihinin ana inceleme konularından birisi olarak yer almaktadır . Sosyalist devrimin sonucu olan Sovyetler Birliği sistemi ve devlet yapılanmasının çökmesine rağmen , Kemalist devrimin ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti devlet sisteminin varlığını koruyarak yoluna devam etmesi konusu ciddi bir bilimsel inceleme alanıdır . Hiçbir ideolojik değerlendirme bu durumu bütünüyle açıklığa kavuşturamayacağı için ,bilimin gerçek yol göstericiliğine her zaman daha fazla gereksinme vardır .
Savaş koşullarının ve sonrasının ürünü olarak bir olağanüstü dönem sistemi olan Kemalist devlet modelinin daha sonraki aşamada demokrasiye geçiş içerisinde sürdürülmeğe çalışılması da gene siyasal bilim açısından incelenmesi gereken bir konudur . Demokrasiye geçiş sonrasında ,Atatürkçülük Atatürk’ün yolundan gitmek ve onun eserine ,devrimlerine sahip çıkmak anlamında devam ederek bugüne kadar gelebilmiştir . Atatürk’ün devrimleri , devlet modeli ve düşünce sisteminin bir bütünsellik içerisinde Türk ulusu tarafından yaşatılması artık Atatürkçülüğün yeni içeriğini oluşturmakta ve Atatürkçülüğe değişen koşullarda geçmişten gelen siyasal birikim doğrultusunda anlam kazandırmaktadır . Atatürkçülük artık demokratik rejimin de bekçisi olmak durumundadır . Her türlü demokrasi dışı girişim ve eğilimlere karşı, Atatürkçülük ;devrim,devlet modeli ve düşünce sistemi olarak demokratik rejim içerisinde korunarak savunulacaktır . Eskiden gündeme gelen olumsuz olaylar ve gelişmelerin bir daha ortaya çıkmaması için , Atatürkçülük demokrasi içerisinde varlığını sürdürecektir . Günümüzün doğru Atatürkçülüğü ,demokrasi içerisinde Atatürk ilke ve devrimleri ile devlet modelinin korunması zorunluluğunu açıkça ortaya koymaktadır . Doğru Atatürkçülük , çağdaş cumhuriyet rejiminin ve laik devletin demokratik rejim ile bütünleştirilmesi sayesinde uygulama alanına aktarılabilecektir . Böylesine tutarlı bir çizginin dışında gündeme getirilebilecek girişimler doğru bir çizgide Atatürkçülüğe engel olabilecektir . Kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan kişilerin bu gerçeğe dikkat ederek hareket etmesi , doğru çizgide bir Atatürkçülüğün şansını artıracaktır .
|