Kapı komşumuz Yunanistan’da önemli gelişmeler birbiri ardı sıra gündeme gelerek bu küçük ülkenin geleceğini ciddi boyutlarda sarsan etkiler yaratmaktadır . Küresel sermayenin baskısı ve kontrolu altına girmiş olan Türkiye’deki Bizans medyası gerçekleri yansıtmadığı için Türk kamuoyu beş yüz yıl birlikte yaşadığı kapı komşusundaki önemli gelişmelerden habersiz kalmakta ve bu yüzden de iki ülke arasındaki ilişkilerde Türk tarafı siyasal empati metodunu uygulayarak bu küçük ülke üzerinde gereken etkileri ya da yönlendirmeleri yaratamamaktadır . Bu olumsuz durumdan da hem Yunan devleti hem de Türk tarafı epeyce kayba uğramaktadır . Birbirini izlemeyen , yanı başındaki komşu ülkedeki gelişmeleri yerinde takip etmeyen iki ülke halkı ve devletleri bir anlamda kör ve sağırları oynamakta ve malı götüren emperyal devletler karşısında birbirlerini oyalamaktan öte gidememektedirler . Bugün gelinen aşamada ne Yunan kamuoyu Türkiye’nin içinden bulunduğu zor koşulları ,ne de Türk tarafı en yakın komşu ülkedeki çöküntünün seyri ve nedenleri üzerinde ciddi bir bilgi birikimine sahip bulunmamaktadır . İlgisizlik bilgisizlik ile birleşince ,iki ülkenin giderek birbirinden uzaklaştığı ve bir türlü istenen çizgide bir birlikteliği aralarında geliştiremediği ortaya çıkmaktadır . Yanı başımızdaki Yunan devleti çökme ve yok olma noktasına gelmesine rağmen ,Türkiye kendisi için de ciddi bir tehdit oluşturabilecek bu gelişmenin nereye gideceğini bilememekte ve bu yüzden de gereken adımları atamamaktadır .
Yunan sorunu üzerine düşünürken öncelikle bu ülkenin sahip olduğu jeopolitik konumdan hareket edilmesinde yarar vardır ,çünkü her ülkenin siyasal geleceğini ve başına gelen siyasal gelişmeleri jeopolitik konumu belirlediği için , Yunan devleti de içinde bulunduğu jeopolitik konumdan kaynaklanan çeşitli siyasal gelişmeler ve tehditler ile karşı karşıya kalmaktadır . Yuinan devleti hiçbir ülkeye benzemeyen konumu ile kuruluşundan bu yanan bir çok olayla karşılaşmış ve bu olayların gündeme getirmiş olduğu siyasal gelişmelerin ortaya çıkarmış olduğu tehditler ile de boğuşmak durumunda kalmıştır . On sekizinci asrın ilk çeyreğinde Britanya İmparatorluğunun desteği ile Osmanlı İmparatorluğundan koparak bağımsızlığını ilan eden Yunanistan aynı anda Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü başlatan ülke olmuştur .Mora yarımadasının kopması ile başlayan macera daha sonraki aşamalarda Balkan yarımadasındaki siyasal gelişmeler çizgisinde sürüp gitmiş ve Osmanlı devletinden kopartılan çeşitli toprak parçalarının bu ülkeye eklenmesiyle dünya haritasındaki bugünkü Yunan devletinin üzerinde kurulu bulunduğu bir ülke haritası ortaya çıkmıştır . Sonraki dönemde adalar denizinin kendisine bağlanmasıyla tam anlamıyla bir deniz devleti olarak ortaya çıkan Yunanistan ,aynı konumunu koruyarak bugünlere gelmiş ama kendi elinde olmayan konjonktürel gelişmeler doğrultusunda çökme aşamasına gelmiştir . İngiliz hegemonyasının şımarık çocuğu olarak doğan ve Britanya İmparatorluğunun merkezi coğrafyaya yönelik hegemonya girişimlerinde her zaman taşeron bir güç olarak kullanılan Yunanistan , yeni ortaya çıkan koşullarda ciddi olarak zorlanmakta ve eskisi gibi bir bağımsız devlet olarak yoluna devam edebilme şansını her geçen gün biraz daha yitirmektedir . Eskisi gibi mutlak bir İngiliz desteğinden mahrum kalan Yunanlılar giderek kötüleşen durumlarını düzeltebilmek için ellerinden geleni yapmağa çalışmalarına rağmen gene de tam anlamıyla çöküşe giden bir gerileme sürecini bir türlü durduramamaktadırlar . Osmanlı son yüzyılında bağımsız devlet olabilme şansını yakalamış olan Yunanlıların ,sahip oldukları bu konumlarını yeni dönemde koruyamadıkları görülmektedir .
İngiliz ağabeylerinin katkı ve destekleri ile daha sonraki dönemlerde , Makedonya’yı,Batı Trakya’yı ,Girit’i ve üç bine yakın adanın yer aldığı adalar denizi olan Ege bölgesini de sınırları içine katmış olan Yunanistan ,Osmanlı İmparatorluğundan koptuktan sonra tam anlamıyla batı sömürgesi bir devlet haline gelmiştir . Avrupa’dan başlayan doğuya yönelik bütün girişimlerde Yunanistan bir atlama tahtası olarak kullanılmış , on sekizinici yüzyıl başlarından itibaren de okyanus ötesi batı gücü olan Amerika Birleşik Devletleri’nin de hem Balkanlar hem de Orta Doğu bölgesine doğru harekete geçtikleri bir üs ülke konumuna getirilmiştir . Sahip olunan uzun kıyı bölgeleri ile adalar bu ülkenin kısa zamanda bir tatil cenneti haline gelmesine giden yolu açmıştır . Batı ülkelerinin tatil cenneti olarak bugünlere gelen Yunanistan’ı içine düştüğü çıkmazdan kurtarmağa , devletin iflasını önlemeğe turizm gelirleri yetmemiş ve resmi iflas ilan edilmek zorunda kalınmıştır . On sekizinci yüzyılda bağımsız devlet olmanın getirdiği dış katkılar ve destekler sayesinde varlığını geliştirerek bugünlere gelen Yunan devleti , Avrupa Birliği üyeliğini kazandıktan sonra kendi kendini yönetme şansını yitirmiş ve büyük Avrupa devletlerinin yönetici sınıfının tatil merkezi ya da yatak odası muamelesi görerek giderek hem önemini yitirmiş hem de ikinci sınıf bir statüye doğru Avrupa Birliği üzerinden sürüklenmiştir . Avrupa kıtasındaki birleşmeden meydana gelen büyük pastayı birliğin büyük ülkeleri aralarında paylaşırken , küçük ülkelere doğru dürüst bir şey vermemişler ,kapıda havlayan köpeklerin önüne kemik atar gibi bazı paslamalar ile kıtanın güneyindeki yoksul ülkeleri hem iflasın hem de çöküşün kapısına getirmişlerdir . En zayıf ve küçük Akdeniz ülkesi olarak Yunanistan ilk büyük ekonomik krize giren ve giderek devlet düzeninin çöküşe geçtiği en şanssız ülke konumuna düşürülmüştür .
Osmanlı imparatorluğundan kopuştan sonra batı ülkelerinin himaye ve desteklerinden fazlasıyla yararlanan Yunanistan ,önce bir Balkan ülkesi sonra da bir Avrupa devleti olarak uluslar arası alanda kendisi için gelişmeye uygun bir ortam yakalamıştır . Bizans imparatorluğunun çöküşünden sonra dünyanın çeşitli ülkelerine ve sahil kentlerine giden Yunanlılar ,deniz ticareti üzerinden zenginleşerek uluslar arası alanda güçlü Rum lobileri oluşturmuşlar ve bu yapılanmaları ile zaman zaman Ermeni ve Yahudi lobileri ile bazen rekabet ederek, bazen da işbirliği içinde hareket etmişler ve bu yollardan kazandıkları maddi güçleri ile de Yunan devletine arka çıkarak Yunanistan’ın daha güçlü bir devlet konumuna gelebilmesi için çaba göstermişlerdir . Bizans döneminin üç eski insan unsuru olan Rumlar,Ermeniler ve Yahudiler ,Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle beraber dağılarak dünyanın dört bir yanına yerleşmiş,bugünün büyük devletlerinin hem sanayi merkezlerinde hem de ticaret kentlerinde ekonomik güç olarak öne geçmişlerdir .Bizans’ın eski mensuplarının dünyaya yayılarak güçlenmeleriyle beraber, yeniden Bizans’ı canlandırma düşüncesi öne çıkmış ,Büyük Britanya İmparatorluğu merkezi coğrafyada yıkılmakta olan Osmanlı İmparatorluğunun yerini alırken, dağılan Osmanlı İmparatorluğunun Bizans döneminden kalma gayrimüslim insan unsurlarını taşeron olarak emperyal planlarında kullanmağa çalışmıştır . Osmanlı devleti Balkan bölgesinde çökertilirken Yunanistan ajan devlet olarak kullanılmış , Osmanlıların Avrupa topraklarından kovulduğu aşamada eski Osmanlı ahalisi Anadolu yarımadasına göç ederek bu bölgede birlik halinde yeni bir ulus devlet ilan etme aşamasına geldiğinde ise ,gene İngilizlerin yardımları ile Yunanlılar küçük Asya adını verdikleri Anadolu yarımadasına çıkarak , orduları ile Türkleri bu bölgeden de kovmak üzere harekete geçmişler ama ,direnmeğe kararlı Türk ulusunun Kuvayı Milliye hareketi karşısında savaşı yitirerek geri kaçmak zorunda kalmışlardır . Türk orduları Yunan palikaryalarını Akdenize dökerken , batı emperyalizminin bu saldırgan kuklalarına unutamayacakları bir askeri ders vermişlerdir .Sakarya meydan savaşını kaybeden Yunan orduları soluğu geldikleri yer olan Mora yarımadasında almışlar ve İngiliz ağabeylerinin desteği ile bu bölgede bağımsız bir devlet olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir .
Türkler’den unutamayacakları bir dayak yiyen Yunanlılar ,birinci dünya savaşı sonrasında rahat durmamışlar , Balkanlar’da büyük bir Yunan devleti oluşturma doğrultusunda Megalo idea adını verdikleri bir ırkçı ideolojinin peşinde koşmuşlardır . Bu düşünceye göre Pontus adını verdikleri Doğu Karadeniz ile birlikte , Kıbrıs’ı da Yunan sınırları içine katmağa çalışmışlar ama Türk ulusunun kararlı tutumu sayesinde bu emperyal hayallerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardır . Balkan haritası yeniden çizilirken İngilizlerin torpili ile Makedonya’nın güney bölgesini sınırları içine katmışlar ve daha da büyümek için girişimlerde bulunmuşlardır . Batının şımarık çocuğu olarak Yunanistan’ın toprak kazanma halleri hiçbir zaman dinmemiş ve Türkiye üzerinde her zaman emperyal planlar içerisinde batı emperyalizmi adına bir öncü güç ya da taşeron devlet olarak yer almışlardır .Balkanların ucunda yer alan bir devlet olarak her zaman için Batılıların küçük Asya seferlerinde koç başı bir konumda olmuşlardır . Türkleri geri püskürterek geldikleri yer olan Asya kıtasının içlerine gönderilmesi operasyonlarında Yunanlılar baş köşeye sahip olmuşlar ve her zaman için bir Yeni Bizans İmparatorluğunun küçük Asya adını verdikleri Anadolu toprakları üzerinde gerçekleştirebilmenin arayışı içine girmişlerdir . Birinci dünya savaşı sonrasında gene batı desteği ile Balkanlar’da ayrıcalıklı konumunu sürdürme şansını elde eden Yunanistan,Megalo idea peşinde koşmağa devam etmiş ama soğuk savaş döneminin koşullarında istediği adımları atamamıştır . İkinci dünya savaşı sonrasında ise bir iç savaş yaşamak zorunda kalan bu ülkede , Sovyetler Birliği destekli önemli bir sosyalist güç iktidarı ele geçirebilmenin arayışı içine girmiş ama , ABD destekli kralcı cephe batı ülkelerinin sağladığı katkılar sayesinde iç savaşı kazanarak iktidarı elinde tutabilmiştir . İtalya,İspanya ve Portekiz gibi Akdeniz ülkeleri Faşizmin pençesi altında yaşam savaşı verirken , Yunanistan’da Sovyet destekli bir sosyalist mücadele ile iktidar ele geçirilmek istenmiş ama bu plan başarılamamıştır . Balkan ülkelerinin Sovyetler Birliğinin kontrolu altındaki Varşova Paktı içinde yer alması üzerine sosyalistler Yunanistan’ı da ellerine geçirmek istemişler ama ,batılı güçlerin ortak direnişi sayesinde Yunan devleti kamp değiştirmeyerek batı dünyası içinde yerini korumuştur .
Soğuk savaşın son yıllarında ortaya çıkan Avrupa Birliği sürecine ilk katılan Balkan ülkesi Yunanistan olmuş ve böylece kendisini çevreleyen Sosyalist ülkeler zincirine karşı batı savunma sisteminin koruması altına girmiştir . Türkiye Müslüman ve büyük bir ülke olduğu için bu kıtasal birliğin dışında bırakılırken , Yunanistan küçük ve Hırıstıyan bir ülke olarak hızla Avrupa Birliği içine alınarak tam üyelik statüsünün getirmiş olduğu avantajlardan yararlanması sağlanmıştır . Yunanistan bir turizm cenneti ve tarım ülkesi olarak Avrupa Birliği içinde yer alırken , Avrupalılar bu ülkeyi kollamışlar , tatil yeri olarak kullandıkları Yunanistan’a Avrupa Birliği fonlarından en yüksek payları vererek eskisi gibi bu ülkenin batının şımarık çocuğu olarak kalmasına yardımcı olmuşlardır . Doğru dürüst bir sanayi yapılanması olmayan bu küçük ülke batılıların torpilleri sayesinde hiç de hak etmediği bir biçimde zengin bir yaşam düzenine kavuşmuş ve Avrupa Birliği fonlarından gelen sıcak para devam ettiği sürece , Yunanistan’dan sadece eğlence coşkusu içinde Sirtaki sesleri gelmiştir . Şarap’ın doğal ülkesi olarak görülen Yunanistan’da tüm Avrupalılar tatil geçirmek için gelmişler , fon destekleri yanı sıra çok büyük turizm geliri bırakarak bu küçük ülkenin zenginleşmesini sağlamışlardır . Böylesine Dolçe Vita bir tatlı hayat düzeni içerisinde Yunan devletini yönetenler sanayi yatırımlarına gerek duymamışlar ve sanayi yapılanması ile bir bağımsız ekonomik düzen arayışı içine girmemişlerdir . Turizm gelirleri ile fon desteklerinin sonsuza kadar devam edeceği hayali ile , batılı büyük ağabeylerinden her zaman için bir şımarık çocuk edası ile destek ve himaye bekleyşerek bugünlere kadar gelebilmişlerdir . Ne var ki , Avrupa Birliği üyesi olan ülkelerin ortak bir para birimi olarak oluşturdukları Euro alanı içine girilmesiyle beraber , üye devletler paralarından vazgeçerek , kendi ekonomilerini yönetme yetkisini birlik merkezi olan Brüksel’e devretmişlerdir . Dananın kuyruğu bu aşamadan sonra kopmuş ve kıtanın bütün yoksul ve kalabalık güney ülkeleri büyük bir ekonomik çöküntü içerisine sürüklenmişlerdir .
Normal koşullarda olmayacak bir ekonomik krizin kıtasal birliğin ortak para alanı üzerinden gündeme gelmesi , Amerika Birleşik Devletlerinin haksız Irak savaşı sonrasında beş trilyon dolarlık bir borç ile ekonomik krize düşmesi ve kendi emrindeki uluslar arası ekonomik kuruluşlar aracılığı ile bu büyük krizi Avrupa kıtasına kaydırması ile Akdeniz kıyısındaki bütün Avrupa ülkeleri ciddi bir ekonomik çöküntü tehlikesi içine girmiştir . Böylesine bir aşamada ilk çöken devlet Yunanistan olmuş ,ve Yunanistan’dan Sirtaki sesleri yerine açlık ve yoksulluk çığlıkları yükselmeğe başlamıştır .”yandım anam “feryatları bütün Yunanistan’dan yükselmeğe başladığı aşamada ,köylerden kentlere göçetmiş olan Yunanlıların yeniden köylerine dönmeğe başladığı , işsiz kalan Yunanlıların kendi ekmeklerini çıkarmak üzere yeniden toprak ekmeğe ve ürün biçmeğe yöneldikleri görülmüştür . Euro uygulamasının durgunluğa sürüklemiş olduğu Avrupa ekonomisinde iflaslar birbirini izlerken ,ekonomik destek fonları uygulamaları durdurulmuş ve bu fonlardan en büyük yardımı alan Yunanistan’da ekonomik olarak bitme noktasına getirilmiştir . Ekonomik durgunluk diğer Avrupa ülkelerine de yayılınca , Avrupalılar tatil yapmaktan vazgeçmişler ,böylece Yunanistan en büyük gelir kaynağı olan turizm gelirlerini de yitirme aşamasına gelmiştir . Turizm durunca , fon uygulamaları kesilince Yunanistan’da bitme noktasına gelmiştir . Kendi başına bir ekonomik sistem olmaktan çıkartılan Yunan devleti , Avrupa Birliği üyeliğinin getirdiği ayrıcalıkları da elinden kaçırınca çok büyük bir ekonomik çıkmaza sürüklenerek tümüyle çökme aşamasına gelmiştir . Küresel emperyalizm tarafından desteklenen Avrupa Birliği oluşumu durma noktasına gelince en zayıf halka olarak Yunanistan tepetaklak gitme noktasına gelmiştir . Eskisi gibi Amerikan ya da İngiliz yardımları uygulamaları devam etmediği için Yunanistan şımarık çocuk olarak Atlantikçi ağabeylerinden gerekli olan destekleri alamayarak , Avrupa Birliğinin patronu konumundaki Almanya’ya el açmak zorunda kalmıştır .
Avrupa Birliği sürecinin de yaşanmakta olan yeni konjonktür içerisinde durma noktasına gelmesi üzerine ,Yunanistan sonrasında ,İtalya,İspanya,Portekiz ve İrlanda gibi güney Avrupa ülkeleri birbiri ardı sıra dökülmeğe başlamışlardır . Avrupa Birliği dökülenleri toplama konusunda çekingen davranınca ,bu ülkeler Avrupa Birliğinin yerini almakta olan güçlü Almanya ile karşı karşıya kalmışlar ,Almanya’nın tavır değişikliğine giderek bu ülkeleri kurtarmasını beklemeğe başlamışlar ama gene sonuç alamamışlardır . Avrupa Birliği ile meselelerini çözemeyen güney Avrupa ülkelerinde ,. Bu kez hem Almanya hem de birlik aleyhine yeni siyasal hareketler ortaya çıkmağa başlamış ,ve bunlar yavaş yavaş ezilen ve yoksullaşan halk kitlelerinin çığlıklarına sahip çıkarak işsiz halk kitleleri adına giderek sertleşen muhalefet girişimlerini öne çıkarmağa başlamışlardır . Benzeri bir süreç Birinci dünya savaşı sonrasında görüldüğü için ,giderek büyüyen ekonomik krizin dünyayı yeniden savaşa götürebileceği ve bu doğrultuda büyük yıkımların yaşanabileceği kamuoyunda konuşulmağa başlanmıştır . Ekonomik çöküntülerin sosyalizmi ve komünist yaşam düzenlerini getirdiği Birinci cihan savaşı sonrasında görülmüş ,bazı Avrupa ülkelerinin böylesine bir uçuruma sürüklenmekten kurtulabilmek üzere o dönemde Faşizim,Nazizim,Falanjizm ve Korporotizm olarak adlandırılan aşırı otoriter yönetimlere doğru sürüklendikleri tarihsel bir gelişme ve bir siyasal tepki olarak görülmüştür . Kapitalist sistemin içine girmiş olduğu son büyük ekonomik bunalım çerçevesinde Avrupa’nın güney devletleri birbiri ardı sıra dökülürken , yeniden eski dönemin faşist ve otoriter arayışları öne çıkmış ve bu doğrultuda örgütlenerek siyasal yelpazede yeni partiler olarak yer almağa başlamışlardır . Küresel kapitalist sistem ya da onun uzantısı olan Avrupa Birliği gibi bir kıtasal oluşum ,insanları kurtaramıyorsa , ulus devletler ve ulusal toplumlar çökme aşamasına geliyorsa ,kendini koruma refleksleri normal ulusal çizginin ötesine giderek daha otoriter bir doğrultuda faşist bir yapılanmaya doğru hızla dönüşebilmektedir .
Yeni dönemin ilk faşist yapılanması çöken Yunanistan’ın içinden çıkan Altın Şafak hareketi olmuştur . Ondokuzuncu yüzyılın İngiltere’sinde Hermetik bir cemiyet olarak kurulmuş olan Altın Şafak örgütü ,aynı zamanda dinsel sembollere dayanan ezoterik bir akım olduğu için ,yeni kurulan faşist parti bu eski Altın Şafak hareketinin hem ismini alarak hem de ezoterik yapılanmasından yararlanarak ,dışarıdan kapitalist sistemin emperyal baskı ve müdahaleleri ile çökertilmiş olan Yunanistan devletini ve Yunan ulusunu kurtarmak üzere yola çıkmıştır . Derin ve gizli dünya devleti yapılanmaları içerisinde önemli bir rol oynayan Gül ve Haç örgütü ile de bağlantılı olan Altın Şafak hareketinin uzantısı olarak yeni Yunan partisi kurulmuş ve buralardan gelen güç ve destek ile yoluna devam edeceği açıklanmıştır . Geleneksel olarak Müslümanlara ve Asyalı yabancılara karşı bir hırıstıyan Avrupa örgütü olan Altın Şafak cemiyetinin bu geçmişten gelen geleneksel karakteri ,aynen Yunanistan’da kurulmuş olan neo-faşist Altın Şafak Partisinin de temel ilkeleri olmuş ve kuruldukları günden bu yana Yunanistan’da yaşamakta olan Osmanlı uzantısı Müslüman halk ile diğer yabancı topluluklara karşı ciddi bir düşmanlık Altın Şafak Partisinin militanları tarafından sokaklarda ve meydanlarda bağırarak dile getirilmiştir . Altın Şafak hareketi dini bir örgütten siyasal bir partiye doğru dönüşürken ,soğuk savaş yıllarında Yunanistan’da yayınlanmış olan anti-komünist Altın Şafak dergisinin bırakmış olduğu aşırı sağcı ve faşist geleneğe de sahip çıkmağa çalışmıştır . Hitler hayranı ve Nazi destekçisi bir aşırı çizgiyi Altın Şafak dergisi soğuk savaşın gergin ortamında Yunan toplumunun milliyetçi kesimlerine aşılamağa çaba göstermiş ve savaş yıllarında sadece Yunanlılar için geçerli olmak üzeri bir kan bankasının kurulmasını savunarak tam anlamıyla ırkçı ve faşist bir çizginin yayılması için çalışmıştır . Altın Şafak Partisi kurulurken , aynı isimle geçmişten gelen dinci bir cemiyet ile ırkçı derginin bıraktıkları siyasal mirasa bütünüyle sahip çıkmağa çalışmıştır . Liberalizmi ulus devlet ve ulusal toplumun yaşamı açısından en büyük tehdit olarak gören Altın Şafak hareketi ,yeni bir siyasal örgüt olarak Yunan siyaset yelpazesinde yerini almıştır .
Siyasal slogan olarak “Kan-onur-altın şafak “ cümlesini kullanan yeni faşist parti ,emperyalizmin çökerte aşamasına getirdiği Yunan devletini kurtarmak , Yunan ulusunun yaşam koşullarını düzeltmek uğruna her türlü riski göze alarak mücadele edeceğini ve karşısına çıkan bütün engellere aşarak güç ve baskı yolu ile emellerine kavuşacaklarını savunarak demokrasi dışı bir yolu ,dünyayı ikinci dünya savaşına götüren ciddi bir faşistleşmeyi savunduğu anlaşılmaktadır . Osmanlı imparatorluğuna karşı gerçekleştirilen I821 isyanını ilk ders olarak parti üyesi militan gençlere öğreten Altın Şafak partisi , Osmanlı İmparatorluğuna karşı başarıyla gerçekleştirilen isyan hareketinin bir benzerinin ,bugünün koşullarında Avrupa Birliği adı altındaki batı imparatorluğuna karşı da aynen tekrarlanması gerektiğini savunmaktadırlar . Böylece , Yunan devletinin çöküşüne neden olan Avrupa Birliği hegemonyasına son verileceğini ,yeniden ülke ekonomisinin devletin eline geçeceğini ve eskisi gibi Yunan devletinin ulusal para birimi olan Drahmi’yi devreye sokarak ülkeyi içine düşülen ekonomik krizden kurtarabileceğini açıkça dile getirmişlerdir . Parti üyelerini kutsal akım olarak saydıkları Helenizm’in kahramanları olarak ilan eden Altın Şafak Partisi ,akla gelen her türlü faşist ve otoriter yol ve yöntemi gündeme getirerek , Yunan devletinin çöküşünü önlemeğe ve Yunan ulusunun yeniden dağılmasının önüne geçmeğe çalıştığını her yerde söyleyerek ,bitmiş ve tükenmiş olan Yunan halkına umut vermeğe ,onların desteğini alarak en kısa zamanda iktidara gelmeğe çalıştığı görülmektedir . Faşist partilerin geçmişten gelen komplolar ile siyasal yükselişi gerçekleştirme stratejisinin aynen Altın Şafak Partisi tarafından da kullanıldığı çeşitli olaylar ile ortaya çıkmıştır.
Yunanistan’ı yıllardır yöneten merkez sağdaki Yeni Demokrasi Partisi ile merkez soldaki Panhelenik sosyalist partinin ikisinin birden çökmesi üzerine ,sağ kanatta Altın Şafak Partisi ortaya çıkarken , sol kanatta da Siriza adı altında batı ile işbirlikçi olmayan daha sol bir parti ,siyasal partiler yelpazesi içinde yerlerini almışlardır . Kapitalist emperyalizme teslim olan merkez sağ ve sol partilerin halk kitleleri ile ters düşmesi üzerine sağ ve sol kanatlarda yeni partiler oluşmuş ve böylece Altın Şafak Partisi Siriza Partisi ile beraber siyaset sahnesinde boy göstermiştir . İkibinli yılların gündeme gelmesiyle Altın Şafak hareketi ortaya çıkmış ve son yıllarda partileşerek genel ve yerel seçimlere girme hakkını elde etmiştir . İlk katıldığı 2009 genel seçimlerinde %7 oy alan Altın Şafak Partisi bu oy oranı ile meclise girme hakkını elde etmiş ,2012 genel seçimlerinde ise oylarını biraz daha artırarak meclise 18 milletvekili sokarak ,parlamentoda kritik bir siyasal grubun oluşmasını sağlamıştır . Atina Belediye seçimlerinde de önemli miktarda oy alan Altın Şafak partisini Yeni Demokrasi partisinden umudunu kesen merkez sağ ve milliyetçi kesimlerin bir kısmı desteklemiş ve böylece yunan siyaset sahnesinde neo-faşist bir siyasal partinin yer alması sağlanmıştır . Ülkenin yoksul kesimlerinde sol kanat partisi ile beraber epeyce oy alma şansını elde eden Altın Şafak hareketi , kendisini bir anlamda Yunan halkının uyanışının sembolü olarak takdim etmiştir . Kapitalist emperyalizmin yarattığı haksızlıklara ve küresel saldırıların ülkeyi çökme noktasına getirmesine karşı çıkışın bir sembolü olarak öne çıkan Altın Şafak Partisi , devletin ve milletin ulusal çıkarlarının koruyucusu yeni ve taze güç olarak kendisini halka tanıtmağa çalışmış ve böylece yoksul halk kitlelerinin sorunlarına tercüman olarak onlar adına parlamentoya girerek , yeniden güçlü Yunan devletinin her türlü engele rağmen kurulabilmesinin öncüsü olacağını ilan etmiştir .
Aşırı milliyetçi bir söylem Altın Şafak Partisinin kullandığı siyasal dilde egemen olunca , bu durumun doğal bir sonucu olarak yabancı ve Müslüman düşmanlığı öne çıkmış ve açık bir ırkçı yaklaşım ,Müslümanların ve yabancıların ülkeden dışarıya çıkartılmasına iş gelip dayanmıştır . Özellikle ülkenin kuzey bölgesinde yer alan Batı Trakya bölgesinde yaşayan Osmanlı uzantısı üçyüz bin kişilik Türk ve Müslüman nüfusa karşı Altın Şafak Hareketi açık bir ırkçı yaklaşım sergileyerek , bu bölgede yaşayan Türklerin ve Müslümanların ülke dışına çıkartılmalarını resmi bir siyasal talep olarak gündeme getirmiştir . Buna benzer bazı durumlar yüzünden daha tam üye olma noktasına gelmeyen Türkiye’ye çeşitli siyasal müdahalelerde bulunmaktan çekinmeyen Avrupa Birliği ,çok açık bir insan hakları ihlali ile karşı karşıya bırakılan Batı Trakya bölgesindeki Türk ve Müslüman azınlığın haklarının korunması doğrultusunda hiçbir girişimde bulunmamıştır .Batı Trakya bölgesi ile beraber ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşamakta olan Türkler ,Müslümanlar ve yabancılara karşı Yunan devleti ,bağnaz ve katı bir milliyetçi tutum ile gereken ilgiyi göstermeyerek , Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine aykırı düşen açık ihlal durumlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur .Bütün etnik azınlıklara karşı baskıcı bir tutum sergileyen Yunan devletinin bu tutumu yeterli görünmeyince . Altın Şafak Hareketi ,ülke sınırları içinde yayan tüm yabancılara ve farklı etnik kökenli insanlara karşı yeni bir baskı yönetiminin getirilmesini sağlamağa çalışmıştır . Televizyon programlarında kadınları ve yabancıları dövecek kadar ileri giden Altın Şafak Partisinin milletvekilleri , gittikleri yerlerde , meydanlarda toplanmış olan halk kitleleri arasında yabancı düşmanlığını kasıtlı olarak öne çıkartarak neo-faşizmin çağdaş örneklerini göstermişlerdir . Pazar meydanlarında Müslümanların sergilerine saldıran , Türk ve Müslüman gençleri dövmekten çekinmeyen ,üniversitelerde gençlere karşı kanlı saldırı sahneleri düzenlemekten çekinmeyen Altın Şafak Partisi , tıpkı Hitler ve Mussolini gibi ülkede terör havası estirerek , ülke yönetimine bir komplo sonucunda el koyabilmenin hazırlıklarını tamamlamakta ve bu doğrultudaki arayışlar için çeşitli politikaları tırmandırmaktadırlar . Türk dizilerinin televizyonlarda oynatılmasına bile karşı çıkan bir ırkçı yaklaşımın giderek Altın Şafak Partisinin açık politikası haline getirilmesi de Türkiye’yi , dizileri izlemeğe devam eden komşu ülkeler ile karşı karşıya getirmektedir .
Büyük Yunanistan hayali ile mücadelesini sürdüren Altın Şafak Partisi ; Türkiye’den İstanbul’u geri isteyerek Yeniden Bizans imparatorluğunu kurmağa , Pontus’u isteyerek küçük Asya’da yeni bir Helen hegemonyası yaratmağa , Ayasofya’yı isteyerek Fener Rum Patrikhanesi ile beraber yeni bir Hrıstıyan fanatizmini Türkiye toprakları üzerinde geliştirmeğe yönelirken her açıdan ölçüyü kaçırmakta , kendi ülkesinde iktidara gelmeden , eski Bizans toprakları üzerinde yeni bir hegemonya hayal etmeğe başladığı anlaşılmaktadır . Türkiye’deki eski Bizans vakıflarının canlandırılmasına çaba gösterirken , Osmanlı döneminden kalma Türk ve Müslüman vakıflarının Yunanistan’daki mallarının iadesini önlemeğe çalışmaktadır . Sadece Bizans topraklarına açılım ile yetinmeyen Altın Şafak partisi , göçetmiş Yunanlıların yoğun olarak yaşadığı Kanada,Avustralya ve Latin Amerika ülkelerine açılmağa ve buralardaki eski Yunan vatandaşlarını toplayarak yeniden Yunanistan’a geri götürmeğe yönelen Altın Şafak Partisi ,aynı zamanda yunanistan’da yaşamakta olan göçmenlere ,yabancılara ve Müslüman Türklere’de köle statüsünün verilmesini istemektedir . Böylece onların oy kullanarak siyaset sahnesinde etkin olmalarının önüne geçilmek istenmektedir . Asya ülkelerinden Avrupa ülklerine göç etmek için Yunanistan’a gelmiş olan üç milyon göçmeni büyük bir problem olarak gören Altın Şafakçılar ,bunların ülkeden kovulması için her yolu denemektedirler . Devletin kurtarılması için halkın elinde olan altınların toplanmasını gerekirse altın dişlerin toplanarak devlete verilmesini açıkca savunabilmektedirler .
Küresel ekonomik krizin Avrupa kıtasına yayılması üzerine , Avrupa Birliği ile ilişkileri bozulan Yunanistan ‘da bu birlikten çıkma tartışmaları Altın Şafak hareketi ile gündeme getirilmiştir . Küresel kapitalist düzeni elinde tutan Siyonist lobiler ,yeni dönemde Balkanlar’ı Almanya,Rusya ya da Türkiye’ye kaptırmamak için ABD’deki Yahudi l örgütleri i üzerinden , Polonya merkezli yeni bir Balkan düzeni hazırlarlarken ,Polonya,Macaristan ve Makedonya hattına önemli oranda bir Yahudi nüfus güçünü planlayarak , gelecekte bir Prusya-Rusya ittifakı ile Avrupa Birliği yerine Kuzey Birliği oluşumunun gerçekleştirilmesini önlemeğe çalışmaktadırlar . Bu doğrultuda ,Altın Şafak Partisi millevekilleri Yunan parlamentosunda Siyon Protokollarını açıkca okuyarak ,küresel düzende Yahudi hegemonyasına karşı çıkmışlardır .İkinci dünya savaşında Yahudi karşıtlığının tırmanmasına benzer bir çizgi Altın Şafak Partisi tarafından Yunanistan ve Balkanlar’da yaygın bir biçimde savunulmağa başlanmıştır . Yunanistan’da faşizimin ortaya çıkmasıyla beraber ırkçılık gelişirken , bunun doğal uzantısı olarak antisemitizm de daha üst noktalara doğru tırmanma göstermiştir . “Defolun Türkler” sloganı Altın Şafakçılar tarafından her yerde yüksek sesle tekrarlanırken bir Türk-Yunan çatışmasına uygun ortam doğal olarak hazırlanmakta ve Türkiye’nin kapı komşusu ile muhtemel biri savaşa tutuşmasının ön koşulları oluşturulmaktadır . Yunan olmayanların ülkeyi terk etmesi istenirken , Altın Şafak hareketi kendisini Yunan ulusunun yeni uyanışının örgütü olarak tanıtmağa çalıştığı göze çarpmaktadır . Yunan suyunun yabancılar tarafından içilmesini istemeyen Altın Şafakçılar yabancıların işyerlerine çeşitli saldırılar düzenleyerek bunların ülkeyi terk etmelerini istemektedir . Bütün bu radikal girişimler , ekonomik çöküşün doğal sonucu olarak öne çıkmış ve ,Altın Şafak hareketi bu çöküşe karşı Yunan ulusunun doğal bir tepkisi olarak büyüyerek parlamentoya girmiştir . Gelecekte Avrupa Birliği çökerse , batı kapitalist sistemi Yunanistan’ı kurtaramazsa , Yunan halkı ve devleti Altın Şafak gibi radikal sağcı bir partinin yönetimi altına girebilecektir . Yunan halkı bu tehlikeyi görerek esas ,Altın Şafak hareketine karşı da uyanık durabilmeli ve konjonktürel çöküşün ülkeyi faşizme sürüklemesine izin vermemelidir . Faşizmin yükselişi uyanış değil ama aksine çöküş getirecektir .Tarih bu doğrultudaki dersler ile doludur .
|