Kilis Yardımlaşma derneği 
 

 

 

 

 

Sevgisiz dostluk olmaz!

Devamı  

 Türkiye'nin tek buz müzesi binlerce ziyaretçi ağırladı

 

 


  

 



 
14 MAYIS'TAKİ SEÇİMLER İÇİN 6 ADIMDA OY

KULLANMA REHBERİ



 
DEVAMI

 

magazin

NEVİN BALTA'NIN SON
KİTABI YAYINLANDI

 Devamı 

CACA OYUNU CADDEBOSTAN KÜLTÜR MERKEZİ'NDE


 

 

 

Milli Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Temel ile Röportaj 


Klasik Türk müziği sanatçısı, icracı ve bestekar, Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca, vefatının birinci yılında yad ediliyor.


KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI FİLM ARŞİVİ

 
 
 
  AKPINAR Temmuz 2017 Sayısı
 
 
 AKPINAR Mart 2017 Sayısı
 
 
 
Bir insanlık dersi...
 
 

 Orhan SELEN

Devamı

 

  
Hava Durumu Bilgileri

 
Döviz Kurları

Anket
Anket Seçilmemiş
Diğer Anketler

Ziyaretçiler
Toplam Ziyaretçi :  29932724
Bugün Ziyaretçi :  28765
Aktif Ziyaretçiler :  5568

DÜNYA’DA MEZHEP ÇATIŞMASI
 
Bir din içinde anlayış ayrılıklarından ortaya çıkan farklı düşünce gruplarına verilen isim olarak mezhep kavramı , dinler tarihi ile beraber insanlığın geçmişinde yerini alan önemli deyimlerden birisidir . Bir dine inananların gittiği yol ya da izlediği yöntemler olarak da anlama sahip olan mezhep kavramı ,aynı dinin içerisinde var olan düşünce farklılıklarını ya da ,dine inanç doğrultusunda izlenen farklı yolları da ifade eden bir genişliğe sahip bulunmaktadır . Mezhep kavramı ile beraber zaman zaman kullanılan meşrep kavramı da tamamlayıcı anlamda , birbirinden ayrılan tutum ve davranışların ifade edilmesinde kullanılmaktadır . Aynı dinin çatısı altında yaşayan çeşitli gruplar , zamanla artan nüfusun ortaya çıkardığı yeni grupların gereksinmelerinin karşılanabilmesi için de eskisinden farklı yeni yollar uygulamaya başladıkları zaman , mezhep ayrılıklarının kendiliğinden gündeme geldikleri görülmüştür . Bütün dinlerin içinde farklı gruplar zaman zaman ortaya çıkmışlar ve bir din adamının çevresinde toplanarak onun ortaya koyduğu yoldan giderek ayrı mezheplerin insanları olmuşlardır . Mezhep kavramı bu açıdan hem farklı anlayışları hem de birbirinden ayrılan yolları ifade eden bir manevi kavram haline gelmiştir .
Dünyanın çeşitli bölgelerinde birbirinden farklı etnik ve kültürel kökenlerden gelen grupların da bir dinin çatısı altına girerken , eskisinden farklı yollar izleyerek kendilerine göre oluşturdukları bir mezhebin temsilcisi oldukları görülmüştür . Bu açıdan ırklar ve ırkçılığın da farklı mezheplerin yaratıcısı oldukları tarihin çeşitli dönemlerinde görülmüştür . Özellikle tek tanrılı dinler her türlü etnik gruplar ve ırkçılığın ötesinde bütün insanlığı küresel bir yayılma siyaseti doğrultusunda birleştirmeğe çalışmalarına rağmen gene de , yaşanan bölgelerin özelliklerine ya da tarihsel süreçte ortaya çıkan siyasal gelişmelerin gündeme getirdiğine göre farklı mezhep yapılanmalarının dünya sahnesine çıktıkları görülmüştür . Özellikle Hrıstıyanlık ve Müslümanlık gibi yaygın kitlelere ulaşabilen tek tanrılı dinlerin çatısı altında ,böylesine birbirinden çok farklı mezheplerin gündeme geldiği görülmüş ve bu gibi mezhep mensuplarının aynı dinin savunucusu bir din adamının çevresinde toplanarak , o din büyüğünün görüşleri doğrultusunda hareket ettikleri ve dini bu doğrultuda yorumlayarak mezhepleşme sürecini tamamladıkları tarihin çeşitli dönemlerinde anlaşılmıştır . Ayrıca peygamberden sonra onun yerini alan halifeler arasındaki çekişmeler de ,dinler tarihinde mezhepleşme olgusu olarak öne çıkmıştır . Halife adayları arasındaki çekişmeler cemaatları bölmüş ve daha sonra da bu adayların etrafında toplananlar farklı mezheplerin takipçisi olarak dinsel yaşamlarını sürdürmüşlerdir . Aynı doğrultuda kutsal kitapların okunması ya da yorumlanmasında ,din alimlerinin birbirinden farklı yollar izlemesi gibi durumlar da geleceğe dönük olarak ayrı mezheplerin tarih sahnesine çıkmalarında etkin olmuştur . Ayrıca dinler öncesi dönemlerden kalan bazı eski düşünce ve inançların da dinlerin gelişmesi sırasında etkili olarak , belirli bölgelere göre farklı mezhepleşme üzerinde etkili olduklarını dinler tarihi ile ilgili kitaplar ortaya koymuştur .İlkel düşünce kalıplarına dayanan bazı felsefe akımlarının dinler sonrası aşamasında , ayrı ayrı mezheplerin gündeme gelmesinde etkili oldukları görülmüştür . İnsanların tanrı karşısındaki durularının ele alınışı ve kutsal kitaplara göre yorumlanışında bütün mezhepler birbirinden çok farklı yol ve yöntemler izleyerek hareket etmişlerdir . Bir anlamda dinler birleştiriciliğin sembolü olmağa çalışırlarken , mezhepler ise bunun tamamen tersi bir doğrultuda ayrışmanın ve giderek birbirinden farklı yollara angaje olarak yeniden dağınıklığa giden yolun başlıca nedeni olmuşlardır .
Mezhepçilik , belirli bir mezhebin ana düşüncesi ve ilkelerine göre yaşamanın ve bu doğrultuda hareket etmenin adı olmuştur . Katı mezhepçiler , dinlerin insan gruplarını yumuşatarak bir araya getirmelerinin önünü kesmiş , mezhepler arası çekişme ve kavgalara neden olurken , aynı dine,peygambere ve kutsal kitaba inanan geniş halk yığınlarının sadece mezhep ayrılığı yüzünden birbirlerine düşmelerine ve zaman içerisinde uzun süren çatışma ve savaş süreçlerine sürüklenmelerine giden olumsuz yollara açmıştır . Tek tanrılı dinlerin doğdukları ya da yayıldıkları coğrafyalara bakıldığı zaman ,geniş alanlara egemen olma doğrultusunda yayılırken aynı zamanda mezhepleşme ile bölünme ve geçmişten gelen dağınıklığı sürdürme gibi durumlar ile karşılaşıldığı görülmüştür . Mezhepçiliği dinin önüne çıkaran ,kendisini bir dinin mensubu olmadan önce farklı bir mezhebin üyesi ya da takipçisi olduğunu söyleyen insanlar , dinlerin birleştiriciliğine karşı mezheplerin bölücülüğünün temsilcisi haline gelmişler ve tek tanrılı dinlerin geniş hoşgörüsü içinde bütün insanlığın bir araya gelerek bütünleşmelerinin önünü kesen bir olumsuz noktaya gelmişlerdir . Üç büyük tek tanrılı dinin insanlığı kucaklamaya çalışması dikkate alınmazken , farklı farklı din adamlarının arkasından giderek onların ayrıştırıcı düşüncelerini öne çıkararak eskisi gibi bölücülüğün sürdürülmesinde mezhepçiliğin son derece olumsuz etki ve yansımaları olmuştur . Bazı ülkelerde mehzhepçilik siyaset sahnesine sıçramış ve, ve bu ülkelerde devlet yapılanmaları ya da yönetimleri sırasında mezheplere göre geliştirilen siyasal sistemlere yönelinmiştir . Bugün Orta Doğu’da yer alan İran devleti bir mzhep devleti yapılanması olarak ortaya çıkarken , Lübnan devletinde yaşayan birbirinden çok farklı mezhep mensupları da ,mezhepçilik yaparak ve kendi mezhepleri doğrultusunda ayrı siyasal partiler kurarak siyaset alanında mezhepçi bir temsil sistemini uygulamaya çalışmaktadırlar . Mezhepçiliğe dayanan bir siyasal sitem olarak Lübnan devletinde de bu yüzden ,mezhep farklığına dayanan siyasal çekişme ve çatışmalar eksik olmamakta ve bu küçük Orta Doğu ülkesi , mezhepçiliğin kurumlaşması yüzünden bir türlü iç savaşlardan kurtulamamaktadır .
Mezhep olgusu hem doğu hem de batı ülkelerinde görülmekte olan evrensel bir oluşumdur . Tek tanrılı dinlerin çatısı altında olduğu kadar ,Asya’daki maneviyatçı dinler içinde de görülmekte ve her ülkede ayrışma ile toplumsal çekişme ve çatışmaların ana nedenlerinden birisi olarak etkili olmaktadır . Nüfusu hızla artan büyük ülkelerde hem yeni mezhepler ülkelerin durumuna göre ortaya çıkarken , bazen da yeni yeni dinler gündeme gelmekte ve bu gibi yeni maneviyatçı oluşumlar toplum içerisinde birliği ve bütünlüğü sarsarak , çatışmacı bir toplum yapısına gidilmesinin yolunu açabilmektedirler . Orta Doğu ve Avrupa bölgeleri insanlık tarihinde merkezi bir konuma sahip olurlarken , din ve mezhep çatışmalarının sahneleri olarak da insanlığın geleceğinin belirlenmesinde kilit noktalar olmuşlardır . Tek tanrılı dinlerin dünya sahnesine çıktığı orta dünya alanları önceleri dinler arası çekişmelere sahne olurken daha sonraki aşamalarda da mezhep ve tarikat çekişmelerinin yaşandığı bölgeler olarak tarihteki yerlerini almışlardır .Musevilik,Hrıstıyanlık ve Müslümanlık gibi üç büyük din dünyanın kaderi üzerinde etkili olurlarken , hem birbirleriyle çekişmişler hem de kendi içlerinde bölünmeye ve çekişmelere giden yolda önemli mezhep ve tarikat çekişmelerine sahne olmuşlardır . Bu durumu hem merkezi alanda hem de Avrupa kıtasında yaşanan gelişmelere bakarak değerlendirmek mümkündür . Dinler arası rekabet ve çekişmenin daha sonraki aşamalarda mezhep ve tarikat çatışmalarına dönüşmesi yüzünden bir çok haksız savaş ortaya çıkmış ve bu gibi savaş senaryolarının uzun sürmesiyle de , çok sayıda insan kaybına neden olunmuştur . Benzeri bir doğrultuda Asya,Afrika ve Amerika kıtalarında yaşayan insan toplumlarında da ,din,mezhep ve tarikat çekişmelerinin tarihsel dönüşümlerde en ön planda rol oynayan faktörler arasında yer aldıklarını tarih kitapları ortaya koymaktadır . Dinlerin birleştiriciliğini mezhepçiliğin bölücülüğü dünya haritasının her bölgesinde önlemiştir .
Orta Doğu’da Museviliğin çıkmasıyla başlayan tarihsel süreçte , sonraki aşamada Hrıstıyanlık boy göstermiş ,yedinci yüzyılda Müslümanlığın ortaya çıkmasıyla da beraber tek tanrılı dinler arasındaki çekişmeler merkezi alan üzerinden bütün dünya kıtalarına doğru yayılma dalgaları göstermiştir .Dinler yayılırken , artan ümmetin genişleyen boyutlarında bazı din adamlarının günün yaşanan sorunları üzerine farklı görüşler belirtmesiyle beraber mezheplerin oluşumuna giden yollar açılmıştır . Musevilerin dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmaları , Hrıstıyanlığın Avrupa kıtasını tümüyle ele geçirdikten sonra daha batıya giderek Amerika kıtasında yayılması , Müslümanlığın tarih sahnesine çıkmasından sonra orta dünyada genişlemesi ve buradan İspanya yarımadasına gitmesi ,daha sonraki aşamada da Balkan bölgelerinde yayılmalar göstermesi üzerine , yayılmanın getirdiği geniş coğrafya alanlarında birbirinden çok farklı mezhepler gün yüzüne çıkmıştır . Museviler her gittikler bölgede farklı mezhepler olarak birlik arayışı içinde olmuşlar,İspanya,Avrupa ve Rusya Musevilerinin birbirinden çok farklı mezheplerin çatısı altında yaşamlarını sürdürmeğe çalıştıkları görülmüştür .İspanya’daki Endülüs İmparatorluğu sırasında bu bölge Musevileri diğerlerinden farklı bir yola giderken daha farklı bir yol izleyerek hareket etmişler ,bu devletin yıkılmasından sonra da Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında varlıklarını sürdürme çabası içinde olmuşlardır . İspanyol yarımadasında tıpkı orta Doğu bölgesi gibi bir yandan dinler arası çekişmeleri yaşarken , diğer yandan da mezhepler arası çekişmelere sahne olmuş ve bu yüzden Endülüs devleti yıkılmak zorunda kalmıştır . Mezhepçiliğin önlenememesi beraberinde dağılmayı getirmiş ,din savaşları sürüp giderken bir de mezhep kavgaları olumsuz gelişmelere tuz biber ekmiştir .
Avrupa’da Protestanlığın çıkışı ile yeni bir dönem başlamış,Vatikan’ın katı Katolik yapısına tepki olarak bütün kıtada protesto sesleri yükselirken , Avrupa’nın güneyindeki Katolik egemenliğine karşı kıtanın kuzeyinde Protestan etkinliği öne çıkmıştır . Böylece aynı din olarak Hrıstıyanlığın çatısı altında bir Avrupa’da kıta bütünleşmesi istenirken , Protestanlığın doğuşu ile bir bölünme olayı yaşanmış ve bunun sonucunda da Avrupanın gündemine mezhep savaşları girmiştir . Uzun süren Katolik ve Protestanlar arasındaki savaşlar yüzünden Avrupa tarihi çok kanlı geçmiş ve bu yüzden Hrıstıyanlığın istediği bir kıtasal birlik kurulamamıştır . Katolikler egemenliği ellerinde tutmak isterlerken , kıtanın kuzeyinde hızla yayılan Protestanlar da , Vatikan merkezli bir Avrupa oluşumunu önleyerek , mezhep çekişmeleri ile Avrupa tarihini kıtasal birliğin ötesine götürmüşlerdir . Benzer bir doğrultuda merkezi coğrafya da olaylar birbirini izlemiş , tam Protestanlığın ortaya çıktığı aşamada Şiilik yeni bir mezhep olarak Orta Doğu bölgelerinde yayılmalar göstermiştir . Abbasilerin merkezi ülkesi olan Mezopotamya taraflarında Sünnilik egemenliğini sürdürürken , Emevilerin merkez ülkesi olan Suriye ile Perslerin anavatanı olan İran topraklarında yeni bir İslam anlayışı olarak Şiilik yayılmağa başlamıştır . İslamın ilk dönemlerinde görülen Emevi Abbasi çekişmesi ,sonraki yıllarda Şii-Sünni çekişmesine dönüşmüş ve bu doğrultuda ve bu nedenle İslam dünyasında bir türlü birlik ve beraberlik tam olarak gerçekleştirilememiştir . Emevilerin katı tutumları Şiiliğe bir mezhep yapılanması içerisinde yansımış ,Abbasilerin daha yumuşak yaklaşımları ise Sünnilik çerçevesinde devam edip gitmiştir . Emevilerin Endülüs’de ayrı devlet kurmaları ile beraber Abbasilerin Orta Doğu egemenliği başlamış ,ne var ki , Endülüs sonrası dönemde Avrupa kıtasında Protestanlık yayılırken , İran ve Suriye hattında eski Emevi egemenliğinin bulunduğu bölgelerde de Şiilik yeni bir İslam anlayışı olarak yaygınlık kazanırken ,Şiiliğin eskisine oranla daha farklı bir anlayış doğrultusunda mezhepleşmesinin önü açılmıştır . Osmanlı İmparatorluğuu Macaristan’ı işgal ederek Protestanlığın Avrupa’da yayılmasına destek verirken , Katolik Avrupa’nın merkezi olan Vatikan’da Şiiliğin hem yayılmasına hem de örgütlenmesine yardımcı olarak Sünniliği esas prensip olarak kabül etmiş olan Osmanlı İmparatorluğunu arkadan vurmanın yollarını aramıştır .
Emevi-Abbasi çekişmesi sonraki dönemlerde Şii-Sünni çatışması olarak devam edip giderken , Avrupa kıtasında görülen mezhep savaşları Orta Doğu bölgesine taşınmak istenmiştir . Ne var ki , önce Selçuklu İmparatorluğu daha sonra da Osmanlı İmparatorluğu bu çekişmelere izin vermemiş ,hem İslamın getirdiği kardeşlik anlayışı , hem de devlet gücünün getirdiği birleştirici ve bütünleştirici yapılanma çerçevesinde Türkler Araplar arasında din ve mezhep savaşlarına izin vermemişlerdir . Ne var ki , İran’da yaşayan doğu Türkleri ile Osmanlı imparatorluğu ile batı bölgelerinde devletleşen batı Türklerinin bir araya gelerek , bir büyük Avrasya imparatorluğu kurmasını istemeyen Vatikan ve Katolik dünyası , daha katı bir Müslümanlık anlayışı olarak Şiilik’i İran ve Kafkasya bölgelerinde yaygınlaştırarak ,bir Şii-Sünni savaşına giden yolu açmışlardır . Çaldıran’da bundan beş yüzyıl önce bir kışkırtma sonucu gündeme getirilen savaşta doğu ve batı Türkleri Şii ve Sünni olarak iki cephede savaşa sürülmüşlerdir . Türk dünyası İslam dünyası ile beraber Şii-Sünni ayırımına doğru götürülürken ,Türk olmayan bazı kavimler ve Mezopotomya bölgesinde yaşayan aşiretler Sünniliğe zorlanarak Osmanlı yönetimine bağlanmışlardır . Böylece , batı emperyalizmi dinler arası savaştan sonra yeni mezheplerin oluşumuna katkı sağlayarak mezhepler arası çatışma sonrasında Türk dünyasını ikiye bölmüş ve bu yüzden doğu ve batı Türkleri bir araya gelerek bir büyük Avrasya imparatorluğu kuramamışlardır . Vatikan’ın denetiminde bir büyük Katolik krallığının Avrupa kıtasında kurulması Protestanlığın örgütlenmesiyle önlenirken , aynı doğrultuda Şiiliğin ortaya çıkarılmasıyla da doğu ve batı Türklerinin bir araya gelerek büyük bir Avrasya türk İmparatorluğu oluşturmalarının önüne geçilmiştir . Bu doğrultuda gündeme getirilen Çaldıran savaşında Şii ve Sünni taraflar savaşırken , Orta Doğu bölgesine İslamın getirmiş olduğu birlik ve bütünlük anlayışı , mezhepçiliğin ayırımcı ve bölücü etkileri ile devre dışı bırakılmıştır .
Çaldıran sonrasında Osmanlı ve İran imparatorlukları birbirleriyle savaşmamış ama mezhepçilik iki büyük devletin sınırları içerisinde sürüp gitmiştir . Mezhepçi çekişmeler yüzünden hiçbir zaman orta dünya bölgelerinde tam olarak barış gerçekleştirilememiştir .Bazan İran’da bazen da Osmanlı devletinde çeşitli isyanlar ortaya çıkmış ,bu isyanların arkasında mezhepçi olşumların olduğu sonradan görülmüştür . Osmanlı yönetimine karşı doğu bölgelerinde yapılan isyan hareketlerinin arkasında bazen Şiilik mezhebinin birikimi olduğu ortaya çıkmış , İran’daki Şii yönetimine karşı batılı emperyal devletlerin örgütlediği isyan hareketlerinin arkasında da İran vatandaşı olan Sünni toplulukların kullanıldığı anlaşılmıştır . İki büyük Türk devleti mezhep farklılıkları yüzünden birbirine düşürülürken , mezhepçilik iç politikada da isyan ve ayaklanmalara taban oluşturmuş ve , bölgeyi karıştırarak merkezi coğrafyada etkili olmak isteyen batılı emperyal güçler mezhep ayırımını iki büyük Türk devletine karşı kullanarak , sürekli bir Osmanlı ve İran savaşı arayışı içerisinde olmuşlardır . Özellikle Avrupa kıtasının emperyalist devletleri , merkezi coğrafyaya egemen olabilmenin yollarını ararken ,Şii ve Sünni mezheplerinin önde gelen kesimleri ile ilişkiler kurarak bunları var olan devlet düzenlerine karşı ayaklandırmağa çaba göstermişlerdir . Zaman ilerledikce , Sünni dünyası içinde Nakşibendilik ,Kadirilik ve Nurculuk gibi alt mezheplerin doğduğu görülmüş , benzer bir biçimde Şii dünyası içinden de İsmailiye ve Caferilik gibi alt mezheplerin tarih sahnesine çıktıkları tarih kitaplarınca tespit edilmiştir . İki ana mezhebin zamanla alt mezheplere ayrışması ile , İslam dünyası daha da karışık ve bölünmüş bir duruma gelmiş ve böylesine bir olumsuz durumdan batının emperyal devletleri yararlanarak mezhepleri birbirine düşürebilmenin yollarını aramışlardır . Büyük mezheplerin birbirine karşı savaş senaryoları ile kullanılamadığı bir aşamada , emperyalizmin böl ve yönet ilkesi doğrultusunda emperyal güçler bazı işbirlikçi din adamlarını kendi yanlarına çekerek onları yeni mezhep ve tarikat lideri ilan ederek , Müslüman kitleleri bunlar üzerinden kontrol altına almağa çalıştıkları görülmektedir .
Bugünün koşullarında ,uluslar arası konjonktürün dünyayı getirmiş olduğu yeni aşamada ,bu kez Atlantik ötesinden esen rüzgarlar ile , merkezi bölgenin tam ortasında işgalci bir biçimde kurulmuş olan Siyonist devlet İsrail ‘in orta dünyaya egemen olabilmesi doğrultusunda yeni mezhep savaşları senaryosunun Avrupa kıtasından Orta doğu’ya taşınmağa çalışıldığı görülmektedir .Küçük İsrail’den Büyük İsrail yapılanmasına yönelmek isteyen Siyonizmin bölgedeki etnik çatışmalarla birlikte mezhep savaşlarını da kışkırtmağa çalıştığı görülmekte ve bu doğrultuda Osmanlı sonrasında bölgede İngiltere ve Fransa desteği ile kurulmuş olan devlet yapılanmaları küçültülerek , Kudüs üzerinden Siyonizmin bütün orta dünyaya egemen olabilmesinin hesapları yapılmaktadır . Irak gibi bir büyük Arap devletinin , on yıllık savaş ve işgal sonrasında Şii-Sünni-Kürdi olarak üçe bölünmeğe çalışılması , bu ülkede bir mezhep savaşı çıkartmak üzere planlanmış ama evdeki hesaplar çarşıya uymamıştır . Irak’taki işgal savaşı sırasında Atlantik emperyalizmi ve İsrail siyonizminin işbirliği ile her gün bomba yüklük kamyonlar sırası ile Şiilere ve Sünnilere gönderilmiş ama bu emperyal oyuna Irak’ın Şii ve Sünni nüfusu alet olmamıştır . Aynı doğrultuda Katar,Bahreyn,Suudi Arabistan ve Suriye gibi Arap devletlerindeki Şii ve Sünni gruplar birbirlerine karşı kışkırtılmış ama istenen savaş senaryoları bir türlü gerçekleştirilememiştir . Özellikle ,Suriye’de sürdürülen dıştan güdümlü iç savaş süreci içerisinde tıpkı Irak savaşı sırasında olduğu gibi bomba yüklü kamyonlar bir gün Şiilerin üzerine öbür gün de Sünnilerin yaşadıkları bölgelere gönderilerek patlatılmış ama , emperyalizmin istediği Şii-Sünni savaşı bir türlü çıkartılamamıştır . Suriye savaşı sırasında işi bölge çapında Şii-Sünni savaşına dönüştürmek isteyen ,Siyonistler Türkiye’yi de kaşımağa başlamışlar ve bölgenin en büyük Sünni devleti olan Türkiye Cumhuriyetini Şii rejime sahip olan Suriye’nin üzerine salarak önce Suriye ile daha sonrada ikinci aşamada Şii İran devleti ile Türkleri çarpıştırmaya çalışmışlardır .
Amerikan’ın bölge ülkelerine otuz milyar dolarlık silah satmasıyla savaş süreci kızıştırılmağa çalışılmış , ABD bölgenin Sünni devletlerini kendi dostu ilan ederek , Rusya ve İran’a yakın duran Suriye rejimini bölgesel bir Sünni kuşatmasıyla ortadan kaldırmayı hedeflemiştir . İran devleti bölgedeki Şii nüfus çoğunluğunun merkezi ülkesi olarak Irak,Suriye,Lübnan,Bahreyn gibi Şii ağırlıklı ülkeleri kendi yanına çekerek , emperyalizmin Sünni ülkeleri örgütleyen kuşatma harekatına karşı çıkmağa çalışmıştır .Bu yüzden Amerikan ordularının soğuk savaş sonrasında bölgeye gelmesine neden olan körfez savaşı sonrasında orta dünya yeni bir mezhep çatışmasına doğru Amerikan emperyalizmi ve İsrail Siyonizmi tarafından zorlanmaktadır . Türkiye’de nüfusun böyük çoğunluğunun Sünni mezhebineden geliyor olması nedeniyle , ABD-İsrail ikilisinin oluşturduğu anti-Şii cephesinde ve Sünni blok içerisinde yer alacağı hesaplanan Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir mezhep savaşına doğru adım adım sürüklenmektedir . Bir yandan Suriye’yi karıştıranlar diğer yandan İran’ı hedef tahtasına oturttukları doğrultuda arada kalan Türkiye’nin doğu bölgesinde de bir Tunceli meselesini yeniden hortlatmağa çalışmışlardır . Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Fransız emperyalizminin desteği ile , Türk devletine karşı isyana kalkışan bu bölgede Alevi görünümlü ama aslında Ermeni asıllı bazı kadroların örgütlediği Dersim isyanının günümüzde yeniden gündeme getirilmesiyle beraber Suriye ve İran arasında bir köprü konumunda yer alan Doğu Anadolu bölgesinde de , Türkiye’nin Alevi vatandaşları cumhuriyet rejimine karşı çıkartılarak yeni bir isyan ya da çatışmanın tohumları bölgeye atılmağa çalışılmıştır . Çaldıran savaşı sırasında yaşanan olayların farklı bir benzerinin bugünün Türkiye’sinde öne çıkarılmağa çalışıldığı görülmüştür . Şii-Sünni çatışmaları bölgede kışkırtılırken , Türkiye’nin Alevi kökenli nüfusu da bu doğrultuda devlete ve rejime karşı ayaklandırılmağa çalışılmış , Atatürk dahil ,Türk devletinin kurucularından hesap sorularak Türkiye’de de bir Alevi –Sünni çekişmesinin tırmandırılmasına çalışılmıştır . Doğu Anadolu vilayetlerinde evlere işaretler koyularak halk ikiye bölünmeğe çalışılmıştır .
Osmanlı döneminde yaşatılan Şii-Sünni savaşının , Cumhuriyet Türkiyesi döneminde tekrarlanmak istenmesi , İsrail Siyonizmi ile ittifak halindeki Atlantik emperyalizminin böl ve yönet hesaplarının uzantısı olarak canladırılmıştır . Tam bu aşamada Tunceli konusunun kaşınarak öne çıkartılması , Türkiye’deki Alevi ve Sünni vatandaşları çatıştırarak , Türkiye Cumhuriyetinin bir Sünni devlet olarak Şii rejim altındaki Suriye iç savaşına müdahale edebilmesinin ön hazırlıkları şeklinde kamuoyuna yansımıştır . İki bin yıllık sömürgecilik tarihini iyi bilen Türkler ,emperyalizmin bu gibi oyunlarına alet olmayarak bölgedeki yollarına barış içerisinde devam edebilmenin yollarını aramışlardır . Bugün gelinen yeni aşamada ,Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Türkler ilk kez mezhep kökenli bir savaşın içine çekilmek ve böylesine bir ikinci Çaldıran savaşı sonrasında da , tıpkı Irak’ta olduğu gibi mezhep temeline dayanan eyaletlere bölünmek istenmektedir . Irak’ta üniter devletin ortadan kaldırılmasından sonra nasıl Şii ve Sünni eyaletleri oluşturulduysa aynı biçimde Türkiye’de de Sivas merkezli bir Alevistan devleti kurularak ,Türk toplumunun Sünni-Alevi alt kimlikleri doğrultusunda yeni oluşturulacak eyalet devletçikleri aracılığı ile bölünmeğe doğru iteklendiği açıkca göze çarpmaktadır . Başta Almanya olmak üzere ,diğer Avrupa ülkeleri tarafından da desteklenen Alevistan devleti kurma senaryosunun cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki Dersim isyanı benzeri bir ayaklanma sonrasında gerçekleşebileceği ve bu doğrultudaki çalışmaların tıpkı Güneydoğu bölgesindeki ayrı etnik devletçiğin oluşturulması senaryosu doğrultusunda olduğu gibi ve bu senaryoya paralel olarak yeni harita içerisinde bulunacağı artık açıkça yazılıp söylenmeğe başlanmıştır . Bölgede bir Şii-Sünni savaşı çıkartmağa doğru olaylar zorlanırken ,Tunceli meselesinin kaşınması ve bunun üzerinden Türkiye’de bir Alevi-Sünni karşıtlığı yaratılmasının aynı emperyal senaryonun birbirini tamamlayan bölümleri olduğu ,olayların gelişmesi ile daha da iyi anlaşılmıştır . Türk toplumunun devletine bağlı ,Atatürk’e saygılı cumhuriyetçi kesimi içinde yer alan yaygın Alevi nüfusunun hem devlet ile hem de Sünni gruplar ile karşı karşıya getirilmesi senaryolarında , bölgedeki Şii-Sünni savaşı çıkartmak planlarının önde gelen bir rolü bulunduğu iyice ortaya çıkmıştır .
Orta Doğu halkları İsrail’in kurulduğu günden bu yana sürüp giden ve bir türlü durmayan sıcak savaşlardan bıkıp usanmış,bu yüzden milyonlarca insanını kaybetmiş ve bu yüzden de iyice geri kalmıştır . Bölgenin petrolüne el koyan emperyalizm her türlü savaşı Orta Doğu’da uygulama alanına getirirken , böl ve yönet ilkesinin gereği mezhep ayrılıklarını ve çatışmalarını her aşamada gündeme getirerek ,bölge ülkelerinde istikrarsızlık yaratarak kendi çıkarlarının önünü açmağa çalışmıştır .Soğuk savaş döneminin gerginliklerinin ortadan kalktığı küreselleşme döneminde , merkezi coğrafya tam bir rahatlığa kavuşacakken , İsrail’in Siyonist politikaları ile Atlantik emperyalizminin müdahaleci tutumu ,bölgeyi yeniden savaş coğrafyasına çevirmiştir . Yirminci yüzyılda hiçbir savaşa karışmayan Türk devleti yeni dönemde Irak’a yönelen haksız savaşa da girmemiş ve karşı çıkarak bölge halkının desteğini kazanmıştır . Benzeri bir doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti Suriye savaşına da karışmamış ve komşudaki iç savaş senaryolarından uzak durmuştur . Ne var ki , Türkiye’yi önce Suriye sonra da İran rejimlerinin çökertilmesi için Sünni blok içerisine sokan ve bu doğrultuda kullanmak isteyen batılı güçler mezhep çatışmalarını yaygınlaştırmak ve bir büyük bölge savaşına dönüştürme doğrultusunda kendi patronajları altındaki işbirlikçi medyayı kullanarak hem savaş ortamı yaratmağa çalışmışlar hem de ,Tunceli olayı üzerinden Alevi-Sünni karşıtlığını tırmandırarak sonuç almağa çalışmışlardır . Bu doğrultuda Atatürk düşmanı bazı kişileri Atatürk’ün partisinden milletvekili seçtirerek Türk devletini kamuoyu önünde yargılamağa ,böylece Alevi vatandaşları cumhuriyet rejiminden kopararak , Şii-Sünni çekişmesine elverişli bir Türkiye yaratabilmenin arayışı içinde olmuşlardır . Yüzleşme adı altında yapılan yayınlarda Sünni kesimlerde bir Alevi fobisinin yaratılmasıyla yeni gerginlikler yaratmağa yönelmişlerdir .
Kendini bilen ve emperyalizme alet olmayan aklı başında din alimleri , Müslümanların din,peygamber ve kutsal kitap ortak paydasında yeniden bir araya gelmeleri gerektiğini her fırsatta dile getirerek , Siyonizm ve emperyalizm işbirliğinin mezhep savaşları üzerinden orta dünyayı egemen olmalarını hedefleyen mezhep çatışmalarını ve savaşları önlemeğe çalışmışlardır . İslamın peygamberi dini yayarken , ortada hiçbir mezhep ya da tarikat yoktu .Peygamberde ve kutsal kitapta birleşen bütün Müslümanlar dini de esas alan bir ortak payda üzerinde anlaşarak , emperyalizmin dışarıdan körüklediği ve yeni işbirlikçi cemaatlar yaratarak kışkırttığı tarikat çekişmelerine ya da mezhep savaşlarına alet olmamalıdırlar . Dinler tarihinin ortaya koymuş olduğu acı gerçeklerden dersler alarak hareket edecek bir İslam dünyasının günümüzde gündeme getirilen yeni kışkırtma senaryolarına alet olamayacakları kesindir . Anadolu’da Çaldıran savaşı sonrasında Alevi nüfusun bir kısmını katleden bir padişah olarak Yavuz Sultan Selim’in üçüncü boğa köprüsüne isminin verilmesi ,böylesine hassas bir dönemde önemli bir siyasal yanlış olmuştur . Böylesine siyaset yanlışları yapanların Türkiye’yi iyi yönetmedikleri her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır . Devlet adına yapılan bu tür yanlışların hemen düzeltilmesi ve yeniden toplumsal barışı sağlayacak gerçekci adımların atılması gerekmektedir . Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet olarak Sünni vatandaşlarının olduğu kadar Alevi vatandaşlarının da hassasiyetlerine hoşgörü göstermek ve onların da değerlerine karşı saygılı davranmak durumundadır .
İslam tarihi yakından incelendiği zaman Müslüman devletler içerisindeki kardeş katliamlarında mezhep ayrılıklarının önde gelen bir role sahip olduğu görülmektedir . Bazı devletlerde iktidar hesapları doğrultusundaki mezhep çekişmelerinin iç savaşlara dönüşmesi noktasında kardeş katliamlarının ortaya çıktığı görülmektedir . Bugünün İslam dünyasının tarihin gösterdiği bu gerçekleri görerek ve bunlardan dersler alarak hareket etmesi gerekmektedir . Laik Türkiye Cumhuriyetinin çatısı altında Aleviler ve Sünniler şimdiye kadar barış içerisinde yaşamışlardır . Türk devleti de hiçbir biçimde Şii ya da Sünni ayırımı doğrultusunda doğu komşusu olan İslam devletleri ile karşı karşıya gelmemiş ve savaşmamıştır . Osmanlı devletinin bir İslam imparatorluğu olarak sürekli bir biçimde batının Hrıstıyan devletleri ve orduları ile savaştığı dikkate alınmalı ve Osmanlıların bütün İslam dünyasına sahip çıkarken hiçbir İslam ülkesiyle savaşmamaya çaba gösterdiği de her zaman için hatırlanmalıdır . Türkiye Cumhuriyeti devlet modeli,Sünniler ile Alevilerin birlikte yaşayabilecekleri bir siyasal hoşgörü ortamı ortaya koyabildiğine göre , Atatürk’ün laik devlet anlayışı bütün orta dünyaya doğru yaygınlaştırılarak , bölgede kışkırtılan Şii-Sünni çatışması önlenebilir ve Kemalist laik devlet modeli içerisinde Şiiler ile Sünni topluluklar tıpkı Türkiye’de Aleviler ile Sünni vatandaşların birlikte yaşayabildiği gibi , bir ortak yaşam düzeni içerisinde varlıklarını geleceğe dönük bir barış ortamı içinde sürdürebilirler . Aleviler ile Sünnilerin Türkiye’deki barış içinde birlikte yaşama düzenlerinin bölge ülkelerine doğru yaygınlık kazanabilmesi için ,Türk devletinin komşu devletler ile işbirliği yapması , gerekirse Avrupa Birliği benzeri bir bölgesel birliği gündeme getirerek her türlü terör ve savaş tehdidine karşı Orta Doğu güvenliğini sağlayacak işbirliği,ortaklık ve dayanışma adımlarını atması gerekmektedir . Şiiler ve Sünniler önümüzdeki dönemde İslamiyet,peygamber ve kutsal kitap üçlemesinde anlaşarak birlikte yaşamanın yollarını aramalı ve Türkiye’deki Atatürk cumhuriyeti deneyinden dersler çıkararak yepyeni bir orta dünya düzeni beraberce kurabilmelidirler.
 
 
Ekleyen:  Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Tarih:  23.6.2013
İzlenme: 
Yazdır:Yazdır
Eklenen Yorumlar 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN Yazıları
HEM HER ŞEY DEĞİŞECEK HEMDE TÜRKİYE DEĞİŞMEYECEKProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 10.8.2023 Devamı
CUMHURİYETİN 100. YILINDA 100 İL VE 1000 İLÇEProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 26.7.2023 Devamı
YANLIŞ STRATEJİLER İLE SEÇİM KAZANILMAZProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.6.2023 Devamı
SEÇİMLER TÜRKİYE'NİN EKSENİNİ BOZUYORProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 20.5.2023 Devamı
CUMHURİYET SENATOSU ACİLEN HURULMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 22.3.2023 Devamı
TÜRKİYE''DE YÖN HAREKETİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.3.2023 Devamı
TÜRKİYE DE MÜBADELE MÜBADİLLERİLE ULUS DEVLET -SIĞINMACILAR İLE FEDERASYONProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 9.1.2023 Devamı
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 9.1.2023 Devamı
MÜBADELE VE ULUS DEVLETLERProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.1.2023 Devamı
ALMANYA'NIN HATASINI TÜRKİYE TEKRARLAMAMALIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 30.11.2022 Devamı
KAPANMAYAN PARANTEZ HALK EVLERİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 21.11.2022 Devamı
İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ - Paris-Londra ve Ankara-İstanbulProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.10.2022 Devamı
KAMU YÖNETİMİ AKADEMİSİ (KAYA) ACİLEN KURULMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.8.2022 Devamı
ATATÜRK CUMHURİYETİNİN MODELİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 12.7.2022 Devamı
BÖLÜNEREK FEDERASYON DEĞİL BÖLÜNMEDEN KONFEDERASYONProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 6.6.2022 Devamı
TÜRKİYE VE BALKAN BARIŞI Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 5.6.2022 Devamı
TÜRKİYE VE BALKAN BARIŞIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 31.5.2022 Devamı
ATATÜRK'ÜN VASİYETİ VE HİLAFET FEDERASYONU Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 14.5.2022 Devamı
ANKARA KALESİ- 318 1921 ANAYASASI ÇÖZÜM OLAMAZProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.5.2022 Devamı
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DEREFORM YAPILMALIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.4.2022 Devamı
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 19.4.2022 Devamı
AFRİKA DA TERÖR OYUNLARIProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 7.4.2022 Devamı
HALKÇILIK PROGRAMINDAN HALKEVLERİ’NEProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 11.3.2022 Devamı
İSRAİL VE KIBRISProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 15.2.2022 Devamı
ANKARA ULUS İLÇESİ KURULMALIIDIRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.2.2022 Devamı
AVRUPA OLMADI, AFRİKA OLUR MU?Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.1.2022 Devamı
TÜRK DÜNYASI BÜTÜNLEŞİYORProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 2.12.2021 Devamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ TEMEL NORMUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.11.2021 Devamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ TEMEL NORMUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 28.10.2021 Devamı
YENİ KEMALİZM OLAMAZ AMA GÜNCEL KEMALİZM OLABİLİRProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 5.10.2021 Devamı
NE YENİ OSMANCILIK NEDE NEO KEMALİZMProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 29.8.2021 Devamı
ATATÜRK'ÜN PARTİSİNDE OLİBERAL OYUNLARProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 26.8.2021 Devamı
GÖÇLER ARCILIĞI İLE ULUS DEVLET TASVİYESİProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 17.8.2021 Devamı
İÇ SAVAŞ TÜRKİYE'Yİ YIKARProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 1.8.2021 Devamı
TÜRKİYEYİ TÜRKÇÜLÜK KURDUProf. Dr. Anıl ÇEÇEN [ 29.5.2021 Devamı
Sayfalar : 1  2  3  4  5  6  7  8  9  
Yazarlar
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

HEM HER ŞEY DEĞİŞECEK HEMDE TÜRKİYE DEĞİŞMEYECEK
M. Yahya EFE

Dünya Engelliler Günü
Hüseyin TOPRAK

UYAN ŞAHİN UYAN GÖR NELER OLDU…
Harika ÖREN

İnsanlığın Kırmızı Çizgileri
Metin Mercimek

YAŞAM ANLAYIŞIMIZ SEVGİ OLSUN
Belma Demir AKDAĞ

BİR YIL DAHA GİTTİ
Ahmet GÖKSAN

GELECEĞİMİZİN YOLU
Sevgi Ünal

YAZMIŞ KIŞMIŞ
Münevver ÖZCAN

TANIK OL KARAR VER
Dr. İbrahim ATEŞ

ÂŞÛRÂ GÜNÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Nevin BALTA

İzmir İktisat Kongresi 100 Yaşında
Şahika ÖNER

BENİM ANNEM!
Ayten YAVAŞÇA

Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Fevziye ŞİMDİ

UMUT
Günseli RUMELİOĞLU

EVRİMİN GÜNCELLENMESi
Yekta Güngör ÖZDEN

Ne günlere kaldık…
Oktay ZERRİN

Anadolu Mektebi Okul Paneli
Arzu KÖK

Gençler!...
Dr. Doğan KUŞMAN

Müslüman mısınız?
Alev YILDIRIMCI

Zaman yok
Handan ÇÖLAŞAN

Bu DÜNYA
Bekir COŞKUN

Yazı bilmem
Orhan SELEN

UNUTKANLIK SALGINI
Elveda TANIK

LEBALEB KONGRE...

>>>>>>>>>>>>>>>>>>
 



 

 


>>>>>>>>>>>>>>>>>
 

 

 

 

Her Hakkı Saklıdır. Efe'ce Haber Gazetesi © 2008 Tasarım : Linear Yazılım

Reklam