Türkiye yeni yıla girerken büyük bir siyasal sorun ile karşı karşıya kaldı . İki binli yıllara doğru ortaya çıkan ve küreselleşme süreci ile birlikte büyük güç kazanan bir dini cemaat ile hükümetin siyaset sahnesinde tam bir cepheleşme oluşumu içerisine girdikleri ortaya çıkmış ve bu sorun aşılmaya çalışılırken , Türkiye Cumhuriyeti’nin ciddi bir devlet krizi darboğazına doğru sürüklendiği görülmüştür . On iki yıllık bir ılımlı İslam yönetimi altında küreselleşme dönemine uygun liberal politikalar ile Türkiye’nin seçimler dönemine doğru yol alacağı beklenirken ,bir anlamda bir yıl içerisinde yapılacak olan üç büyük seçimin de tehlikeye girdiği anlaşılmış ve ülkeyi yöneten kamu kurumlarının sorumluları , günlük işi gücü bırakarak yaklaşmakta olan yerel ve genel seçimler ile birlikte ilk kez halkoyu ile gerçekleştirilecek olan cumhurbaşkanlığı seçimini de ,ülkenin geleceği açısından düşünmeye başlamışlardır .Yerel seçimlerin tarihi yaklaştıkça , Türkiye daha çok seçim atmosferine gireceğine , tamamen tersi bir doğrultuda siyasal krizlerin birbiri ardı sıra patladığı görülmüş ve ne yazıktır ki , bunların daha sonraki aşamada büyük bir devlet krizi yaratması önlenememiştir .
Normal koşullarda ülkeyi üç dönem yönetmiş olan bir siyasal iktidarın olağan yollardan Türkiye’yi seçimler dönemine taşıması beklenirken ,Türk kamuoyunda yeni yeni değerlendirmeler ortaya çıkmaya başlamış ve , yapılan kamuoyu araştırmalarına göre bugünkü siyasal iktidarın bir dönem daha seçimleri kazanarak ülkeyi dördüncü dönemde yöneteceği anlaşılmıştır . Batı tipi demokrasilerde pek de görülmeyen bu durum üzerine , çeşitli siyasal merkezlerden itirazlar yükselmeye başlamış ,normal koşullarda bir siyasal iktidarın en çok iki dönem işbaşında kalması gerekirken , uluslar arası konjonktürün ortaya çıkardığı olağanüstü koşullar nedeniyle ,ılımlı İslamcı iktidar üç kez genel seçimleri kazanarak, on iki yıl boyunca hegemonyasını sürdürme şansını elde etmiştir . Üç kez üst üste seçim zaferi kazanan böyle bir iktidarın dördüncü kez genel seçimleri kazanacağının anlaşılması ve seçim sürecinde karşısında ciddi bir seçenek olabilecek bir alternatif muhalefet partisinin olamaması yüzünden ,dördüncü kez bugünkü iktidar partisinin işbaşına geleceği görülmeye başlanmıştır .
İşte bu sırada , seçim dönemi öncesinde iktidar partisi erken zaferini ilan etmeye hazırlanırken , şimdiye kadar işbirliği içinde bulunduğu bir dini cemaatın kadroları tarafından kendisine karşı hazırlanan komploların ,baskın olaylar dizisi çerçevesinde kamuoyuna yansıtıldığı görülmüştür .
Tam yeni yıla girerken , patlayan cemaat-hükümet kapışması yeni yılın Türkiye için olaylı ve sıcak geçeceğini göstermektedir . Taraflar , ellerindeki basın ve yayın organlarını kendi senaryoları doğrultusunda kullanırlarken ,düşünce ve ifade özgürlüğünün gereği olması gereken gerçekçiliği bir yana bırakarak ,önümüzdeki dönemde siyasal çıkarlarını daha da geliştirmek doğrultusunda her türlü gerçek dışı yazılı beyan ve haberlere başköşelerde yer verebilmişlerdir . Türk kamuoyu böylece hiç de hak etmediği bir yalan beyan ve gerçeklere ters düşen , yayıncılık girişimleri ile karşı karşıya kalmıştır . Türk halkı yeni yılın barış ve umut getirmesini beklerken , geçmişten gelen büyük ittifakın çözülmesi üzerine , hiç de iç açıcı olmayan bir biçimde insanları rahatsız eden siyasal gelişmeler ile yüzleşmek zorunda kalmıştır . Türk ulusuna böylesine kara bir tablo yaşatmaya hiçbir gücün hakkı olmaması gerekirken , hukuk dışı olaylar yolsuzluklar ,hırsızlıklar,dolandırıcılıklar , kanun dışı girişimler olarak bir televizyon dizisi görünümünde Türk halkının önüne konulmuştur .
On iki yıllık ılımlı İslam iktidarı döneminde devlet kadrolarına yerleşmiş ve devletin içinde her yönü ile örgütlenerek güçlü bir kadro oluşumuna sahip olan bir cemaat ,siyasal iktidar ile karşı karşıya kalınca , sahip olduğu kadrolar aracılığı ile devletin kamu kurumları içerisindeki gücünü elinde tutmaya çalışmıştır . Bütün bakanlıkların üst düzey kadrolarından başlayarak , bakanlıklara bağlı bulunan kurumların içindeki yapılarda da kendisine yer edinme şansını yakalamış bulunan cemaat ,halen var olan kadroları siyasal iktidar tarafından tasfiye edilmeden hemen atağa geçerek , seçim dönemi öncesinde siyasal iktidarı çok zor durumda bırakacak doğrultuda bir çok yolsuzluğun ,hırsızlığın ve sahtekarlığın dosyalarını basın yayın organlarına dağıtarak , halen görev de bulunan hükümet üyelerinin beşte birini halkın gözü önünde suçlu duruma düşürecek düzeyde yayın etkinliğine girişerek , bakan çocuklarını suçlu durumunda ilan ederek ,kendisine bağlı kadrolar aracılığı ile siyasal iktidarın üzerine gitmiştir . Hükümet böylesine olumsuz bir durum ile karşı karşıya kalınca ,kendisini yenilemek zorunda kalmış ve seçimlere giderken ,bazı bakanları belediye başkanlıklarına aday göstererek halk desteğini korumaya çalışmış ,kitlelerden oy alabilmek uğruna yurdun dört bir yanında açılış merasimlerine devam etmiştir . Son yıllarda yaşanan bir çok olayın ortaya çıkardığı gerginlikler üzerinden cemaat ile ters düşen hükümetin ,tam seçimler arifesinde böylesine bir saldırı harekatı ile karşılaşması ,bir çok kesimde tedirginlik yaratmış ve Türkiye’nin yakın siyasal geleceğini ciddi bir devlet krizi ile tehlikeye atmıştır . Cemaat kadroları devletin içinde odaklandığından dolayı ve her türlü kamu hizmeti ile ilgili bütün kayıtlara ve ilgili evraka sahip olarak hareket ettiği için ,vurdukları yerden ses getirmişler ,siyasal iktidarın yönetici kadrosunu büyük bir siyasal çıkmaz ile karşı karşıya bırakmışlardır .
Aslında böylesine bir duruma düşülmesinde ,esas sorumluluk payının siyasal iktidarın omuzları üzerinde olduğunu teslim etmek gerekmektedir . Ilımlı İslamcı iktidar işbaşına gelene kadar kamu kurumlarının dışında kalan cemaat kadrolarının devletin içinde görevlere atanması ve bunların giderek devlet içinde örgütlenerek bir anlamda kendi devletlerini kurmaları, ılımlı islamın on iki yıllık iktidarı döneminde olmuştur . Bu nedenle ,bir anlamda bugünkü çatışma ortamının yaratılmasında kendi karşıt gücünü kendi eliyle yaratan iktidarın önemli ölçüde payı bulunmaktadır . Cumhuriyet tarihinde , işbaşına gelmiş hiçbir hükümet zamanında bu kadar cemaatçı kadrolaşma devlet çatısı altında görülmemiştir . Türkiye’yi uzun süre yönetme şansına sahip olan merkez sağ iktidarların hemen hemen hepsi dini cemaatlar ile içli dışlı olmalarına rağmen , hiç birisi kendi iktidarı zamanında dini cemaatların devletin içinde geniş kadrolar ile örgütlenmelerine izin vermemişlerdir . Türkiye Cumhuriyeti anayasasının getirmiş olduğu laik ulus devlet modeli içerisinde , şimdiye kadar hiçbir iktidar döneminde kamu kurumlarında örgütlenerek ,kendi devletlerini Türk devleti çatısı altında kurma şansına hiçbir dini cemaat sahip olamamıştır . Ne var ki , küreselleşme döneminin dıştan destekli politikaları ile yeni bir durum ortaya çıkmış ve devlet yapısının ulusal kimlikten uzaklaştırılması doğrultusunda , uluslar arası tekelci şirketlerin ortağı konumunda dini cemaatlara önde gelen bir yer verilerek ,dolaylı yollardan ulus karşıtlığı çizgisi oluşturulmaya çalışılmıştır . Bir anlamda devletin sahip olduğu ulusallık ortadan kaldırılmaya çalışılmış ve bu doğrultuda , milli devletin içine cemaatçı kadrolar yerleştirilerek , ulus devletler dönemi geride bırakılmak istenmiştir . Küresel sermaye bütün dünyaya egemen olmaya yönelirken , ulus devletler engelini tek başına aşamayacağını görmüş ve dış destekli bir biçimde oluşturularak uzaktan manüple edilen dini cemaatları taşeronlar olarak sahaya sürmüştür . Tekelci şirketlerinin taşeron örgütü olarak çalışacak dini cemaatlar , dünyanın bütün ülkelerinde küresel emperyalizmin taşeronu gibi kullanılarak ,ulus devletlerin temelinde var olan ulusal toplum yapısının dağıtılmasında kullanılmışlardır . Türkiye’deki gelişmeler de bu çizgiye uygun olarak gerçekleşmiştir .
Küresel emperyalizmin siyasal güç olarak kullandığı Amerika Birleşik Devletleri bütün dünyadaki cemaatların toplandığı bir dünya ülkesi olarak , küresel politikalarının yürütülmesinde cemaatları ,ulusal direnişlere karşı bir işbirlikçi güç olarak kullanmış ,hatta daha da ileri giderek ulus devletlerin bölünerek dağılması doğrultusunda ,cemaatçı kadroların ulus devletlerin çatısı altında paralel devlet yapılanmalarına gitmelerine açıktan destek vermiştir . Batının büyük şirketleri küresel düzeyde büyüyerek pazar hegemonyalarını genişletmeye çaba gösterirlerken , önlerine çıkan bütün engelleri tepelemişler ,karşılarında yalnızca engel olarak ulus devletler kalınca , bunları da tasfiye etme doğrultusunda , ulus devletlerin tabanını oluşturan ulusal toplumları dini cemaatlar vasıtasıyla parçalayarak , ulus devletleri ciddi bir siyasal çıkmaz içerisine sürüklemişlerdir . Üç büyük dinin içinde yer alan cemaatlar kadar, yeni oluşturulan dinlerin içinde de emperyalizm uzaktan manüplasyon yolları ile yeni yeni cemaatları örgütleyerek , bunların içinde bulunduğu ülkelerin ulusal toplum yapılarının dağıtılmasına çalışmıştır . Türkiye’nin yanı başındaki Arap ülkelerini Şii ve Sünni diye kamplaşmaya sürüklerlerken ,yeni ortaya çıkan bazı din adamlarının arkasına yeni cemaatlar takarak ,ülke toplumlarının hızla parçalanmasına giden yollar açılmak istenmiştir . Cemaatlar batılı gizli servisler aracılığı ile dışarıdan gelen büyük paralar ile beslendiği için ,giderek ekonomik yapılanmalara da gitmişler ve ulus devletler içerisinde örgütlenerek ,bu devlet düzenlerinin olanaklarını kendi şirketleri ya da diğer kurumları için kullanabilmenin yollarını aramışlardır . Dini cemaatlar ulus kavramına karşı çıktıkları için , millet yerine ümmet örgütlenmesine yönelmişler ve bu doğrultuda ,küresel şirketler ile işbirliğine girdikleri noktada , ulus devlet içerisinde oluşturdukları paralel devlet yapılanmalarını küreselleşmenin istek ve gereksinmeleri doğrultusunda yönlendirmişlerdir . Bu durumdan da , ulus devletler fazlasıyla zararlı çıkmış , ulus devletler kendi ulusal reflekslerini kullanabilme şansını cemaatların engellemeleri yüzünden kullanamaz hale geldikleri için ,giderek zayıflamışlar , bu durumdan yararlanan cemaatlar da devletin içinde kadrolaşarak , ulus devlet sonrası için kendi paralel devletlerini oluşturabilme şansına sahip olmuşlardır .
Normal koşullarda her devlet yapısı tektir . Özellikle ulus devletler de , ulusal egemenlik ilkesi devlet otoritesinin çekirdeğini oluşturduğu için ,bir ülkedeki ulusal varlığın siyasal örgütlenmesi olarak ulus devletler ortaya çıkmaktadır . Fransız devrimi ile beraber insanlığın girmiş olduğu ulus devletler çağında , her ülkedeki ulusal oluşumlar kendi içlerinde örgütlenerek , krallıklara ya da sömürge yönetimlerine son vererek , ulusal egemenliğin iktidar olduğu yepyeni bir devlet yapılanmasına geçmişlerdir . Orta çağdaki dinlerin egemenliğindeki tanrısal egemenlik düzeni geride kalırken , tarih sahnesine uluslar çıkmış ve kendi egemenliklerini örgütleyerek ulusal devletlerini kurmuşlardır . O zaman var olmayan uluslar arası şirketler , ulus devletler düzeninde ortaya çıkmışlar ,ulusların ve ulus devletlerin desteği ile kurulan ve büyüyen büyük şirketler giderek küreselleştikçe ulus devletleri geride bırakma doğrultusunda , dini cemaatlar ile işbirliği yapmağa başlamışlar ve bu doğrultuda onları destekleyerek bir anlamda işbirlikçi toplumsal yapılar haline getirerek uluslara karşı savaş açmışlardır . Bazı cemaat önderleri ortaya çıkarak , ulusalcılığın aşılacağını , ulusların tarihin derinliğine gömüleceklerini açıkça dile getirirken , yeni bir ortaçağ düzeni oluşturma doğrultusunda milletleri yeniden ümmetlere dönüştürme doğrultusunda ellerinden geleni yaparak , küresel şirketlerin vahşi kapitalist düzenlerine bütün insanlığın bağlanmasını sağlamaya çalışmışlardır . Ulus devletler tasfiye edilirken , ortaya yeni siyasal boşlukların çıkmaması için cemaatlar aracılığı ile paralel devletler ulus devletlerin içinde kurdurularak ,ulus devletler sonrası için şimdiden hazırlıkların tamamlanmaya çalışıldığı görülmektedir . Yeni dünya düzeni doğrultusunda ulus devletler sonrasında daha küçük eyalet devletlerin oluşturulmasında cemaatlar aracı olarak kullanılmış ve ulus devletten eyalet devlete geçiş sırasında ,aracı olarak paralel cemaat devleti kullanılmıştır .
Küresel emperyalizmin ana hedefi ulus devletleri ortadan kaldırmak olduğu için , hem tekelci şirketler hem de dini cemaatlar bu büyük amaç doğrultusunda işbirliğine yönlendirilmişlerdir . Türkiye gibi bütün ulus devletler de ,yeni dünya düzeninin tıpkı ortaçağ benzeri bir doğrultuda ortaya çıkabilmesi için paralel devlet yapılanmalarına doğru bir gidişin dışarıdan desteklendiği anlaşılmaktadır . İslam ülkelerinde Şii ve Sünni yapılanmaları ile beraber yeni yetme dini grupların cemaatlere yönlendirilmesi ve bu cemaat yapılarının iç çekişmeler sonucunda hem ulusları parçalamaları ,hem de devlet içindeki örgütlenmeler i yolu ile paralel düzenleri kurdukları açıktır . Devlet içinde paralel yapılarını kuran cemaatlar , devlet gücünü ulusal çıkarlar doğrultusunda değil ama cemaat çıkarları doğrultusunda kullandıkları ,çeşitli örnekler yolu ile ortaya çıkmıştır . Devletin kamu kurumlarının yöneticileri devletlerin ve ulusların çıkarları doğrultusunda çalışmaları gerekirken , cemaatçı kadroların sadece kendi gruplarının çıkarları doğrultusunda hareket etmeleriyle birlikte , bütün ulus devletlerin hem üniter yapıları bozulmakta ,hem de devletlerin otorite gücü ülke ve devlet çıkarlarının ötesinde ,başka grupların çıkarları doğrultusunda kullanılabilmektedir .Türkiye’de son dönemde ortaya çıkan gelişmeler , bütün ulus devletlerde görülen benzeri gelişmeleri doğrular niteliktedir . Ulusallık ile cemaatciliğin yan yana gelemeyen ve birbiriyle çatışma halinde bulunan kavramlar olduğu ,yaşanan bir çok siyasal gelişmeler sonucunda kesinlik kazanmıştır . Demokrasilerde ve cumhuriyet rejimlerinde ,vatandaşın din ve vicdan özgürlüğü anayasal güvence altına alındıktan sonra , cemaatların siyasal örgütlenmesine hiçbir neden kalmamaktadır . Buna rağmen , cemaatların din ve vicdan özgürlüğünün ötesine giderek, siyasal ya da ekonomik örgütlenmelere gitmesi ,devlet ve toplum düzenlerini bozmaktadır .
Her ulus devlet , ulusal egemenliğin milli sınırlar içindeki ülkede genel geçer sayıldığı bir üniter hukuk ve devlet düzenine sahip olduğu için ,cemaatlar gibi ulus toplumları bölen ya da bozan etnik yapılanmalar da benzeri doğrultularda paralel yapılanmalar meydana getirebilmektedir . Bir ülkenin belirli bölgesinde bir arada yaşamını sürdürmekte olan etnik gruplar, siyaset sahnesinde etkili bir biçimde örgütlenerek , bütün siyasal partiler içerisinde yönetici konumuna gelebilmektedirler . Bu tür siyasal partilerin iktidara gelmesini fırsat bilerek bazen devletin bakanlıklarında ya da kamu kurumlarında , ülkenin belirli bölgesinden gelen etnik gruplar yönetimi ele geçirerek sadece kendi etnik akrabalarına iş ve çalışma olanağı yaratabilmekte ve bu yoldan bir paralel devlet yapılanması ,ulus devletin çatısı altında kurulabilmektedir . Merkezi ulus devletin çatısı altında kendi paralel devlet yapılanmasını kurma şansını elde edebilen etnik topluluklar , sosyal tabanlarının bulunduğu bölgede , ulus devletten ayrılarak ,kendi etnik kimliklerine uygun yeni bir ulus devlete gitme şansını elde edebilmektedirler . Devletin merkezinde paralel yapılanmaya giden etnik gruplar , merkezi devlet gücünü devletin içinde kullanarak , ülkenin belirli bir bölgesinde kendi devletlerini kurma doğrultusunda paralel yapılanmalarını ulus devletlerin çatısı altında kullanabilerek ,açıktan bölücülük yapabilmektedirler . Anadolu’nun doğusunda bir etnik devlet , orta Anadolu’da ise bir dini devlet oluşturmak isteyen paralelciler , Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal,üniter ve merkezi devlet modeli içerisinde ,paralel yoldan kendi küçük devletlerini kurabilmenin arayışı ve çabası içerisine girebilmektedirler . Küresel sermaye ise , Orta Doğu ve Avrasya bölgelerini kapitalist sistemin kontrolu altına alabilmek için, İstanbul merkezli bir yeni Bizans projesine yöneldikleri aşamada , Türk ulus devleti içinde , başkenti İstanbul’a taşımaya çalışan, üçüncü bir paralel devlet oluşumu daha ortaya çıkabilmektedir . Türkiye Cumhuriyeti , yüzüncü yılında daha güçlü bir merkezi devlet olarak dünya sahnesine çıkabilmenin arayışı içerisinde çaba gösterirken , ülkenin doğusunda terörist bir örgüt destekli yeni bir etnik devlet , ortasında yeni bir cemaat destekli bir din devleti,batısında da küresel sermayenin Yeni Bizans ticaret devletinin bölücü tehditleri ile karşı karşıya bulunmaktadır .
Türkiye cumhuriyeti ulus devleti içerisinde üç ayrı paralel devlet oluşumunun gündeme gelmesine neden olan olay ,küresel emperyalizm dönemine geçiş ile beraber ulus devletçiliğin derin devletçilik olarak yanlış bir doğrultuda kamuoyuna yansıtılmasıdır . Türkiye cumhuriyeti tarihin dönemeç noktasında , imparatorluklar dönemi biterken , Türk ulusunun bir ulusal kurtuluş savaşı vererek zafere ulaşmasıyla kurulmuştur .Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilirken , Türk ve Müslümanların çoğunlukta bulunduğu merkez toprakları üzerinde misakı milli sınırları ilan edilerek bir ulus devletin kurulması doğrultusunda , dünyanın en büyük emperyal güçleriyle savaşan Türk ulusu , kendi ulusal devletini kurma şansını ve hakkını elde etmiştir . O dönemde gerçekleştirilemeyen emperyal devlet senaryolarının , küreselleşme sürecinden yararlanılarak şimdiki zamanda devreye sokulmaya çalışıldığı göze çarpmaktadır . Doğu Anadolu’da etnik , orta Anadolu’da İslam , batı Anadolu’da ise ticari görünümlü gayrimüslim devletleri oluşturma arayışları geçen asırın başlarından bu yana siyasal gündemde olmuştur . Soğuk savaş döneminin dehşet dengeleri içinde kendilerine yer bulamayan bu tür alt kimlikli devletçikler oluşturma girişimlerine karşı, Türk ulusu karşı çıkarak ve bir ulusal kurtuluş savaşı vererek , kazandığı zafer sonucunda ulusal bir devleti dünyanın merkezi coğrafyasında kurma şansını elde etmiştir . Bugünün koşullarında , gündeme gelen üç paralel devlet oluşumu , geçen asırdan kalma bir rövanş alma çabalarının sonucudur . Türk ulusunun , Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının devamı olarak , dünyanın tam ortasında büyük bir devlet olarak varlığını sürdürmesini bir türlü içine sindiremeyen emperyal güçler , Türk devleti içindeki paralel devletler oluşumunu uzaktan kumandalı bir biçimde destekleyerek amaçlarına ulaşabilmenin çabası içine girmişlerdir .Bu tür dıştan müdahaleler yüzünden ,Türkiye Cumhuriyeti hiç de hak etmediği bir biçimde ciddi bir devlet krizine sürüklenmiştir .
Küreselleşme dönemi çeyrek yüzyılı geride bırakırken , Türkiye ciddi biçimde derin devlet tartışmalarından geçmiştir .Yirmi yıl önce başlatılan bu tür tartışmalar Türk devletini kamuoyuna karşı suçlu gibi göstermiş ,devlet sanki bir suç şebekesiymiş gibi bir görünüm yaratılarak , Türk devletine karşı her yönden saldırı senaryoları sahneye konulmuştur . Ulus olmayı suç sayanlar , belirli bir bölgede yeni bir ulus devlet kurulmasını küreselleşme adına savunabilmişlerdir . Devlet olmayı suç sayanlar , kendi paralel devletlerini ulus devletin olanaklarından yararlanarak kurarlarken ,açıkça devlet olmanın faziletlerini savunarak kendileriyle çelişkili durumlara düşebilmişlerdir . Devleti derin bir biçimde gösterirken , yer altı imajını öne çıkararak , uluslar arası hukuku uygun bir biçimde, bir ulus devlet olarak tarih sahnesine çıkmış olan Türkiye Cumhuriyetini sanki bir suç örgütüymüş gibi göstermekten çekinmemişlerdir . Birleşmiş Milletlerin kurucu üyesi olarak bütün uluslar arası kuruluşlarda yer alan ve her açıdan uluslar arası hukuka uygun davranan bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti , kendi bölgesinde bir örnek devlet konumundayken ,bu bölgede emperyal hegemonya arayan batılı devletler tarafından suçlu ilan edilmeye çalışılarak ,ulusal kurtuluş savaşı sonrasında ,Türklerin elde ettiği zafer yok sayılmaya ve Türk ulusu bu açıdan tarih önünde suçluymuş gibi gösterilmeye çalışılmıştır .Böylece ,Türkiye cumhuriyetini ortadan kaldırabilme yolunda , bugün oluşturulmuş olan üç paralel devletin önleri açılmaya çalışılmıştır . Derin devlet tartışmaları bu yüzden gündeme getirilmiş , suçlu –suçsuz ,ya da haklı-haksız ayırımı yapılmadan bütün Atatürkçüler ,ulusalcılar ve cumhuriyetçiler derin devletçi olarak gösterilerek ,ulus devletin korunması ya da savunulması önlenmiş ,böylece savunmasız bırakılan ulus devletin paralel yapılanmalar aracılığı ile yıkımına giden yol kolaylaştırılmıştır . Bu açıdan ,derin devlet tartışmalarının paralel devlet oluşumuna giden yolun başlangıcı olduğu söylenebilir . Derin devlet suçlamaları ulus devleti zayıflatırken , aynı devletin içindeki paralel oluşumların önü açılarak, bugünkü dağılma aşamasına gelinmiştir . Ulus devletin zayıflatılmasıyla paralel devletler örgütlenerek öne çıkartılmışlardır .
Türkiye’deki derin devlet tartışmaları sırasında , devletin ülke ve ulus çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ve kendini savunarak uluslar arası alanda daha güçlü bir yapıda ortaya çıkmasına derin devlet suçlamalarıyla set çekilmiştir . Her devletin içinde çekirdek bir yapılanma olduğu gerçeği gizlenerek ,sanki batının önde gelen devletleri küresel emperyalizm peşinde koşarken hiç derin devletçilik yapmıyorlarmış gibi ,bir derin devlet söylemini sadece Türk devletine yönelik bir suçlama biçiminde gündeme getirmeleriyle Türkiye’ye ve Türk ulusuna karşı büyük bir haksızlık yapmışlar ,devletin derinlerdeki birikiminin sadece suç için kullanılabileceğini öne sürebilmişlerdir . Aslında , derin devlet kavramı ,kasıtlı olarak Amerikancı bir istihbaratçı tarafından geliştirilerek Türk kamuoyunun önüne atılmış ve bu kavram üzerinden Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı örgütlenmeye çalışılmıştır . Kamu hukuku birikimine tamamen ters bir biçimde gündeme getirilen bu kavram , sanki esas devlet kavramı yokmuş gibi , ulus devleti bütünüyle suç örgütü olarak öne çıkarırken , Türkiye Cumhuriyetinin tarihten ve ulusal kurtuluş savaşı zaferinden gelen haklılığını ve meşruiyetini yok saymıştır . Türk devleti ile ilgili tartışmalarda , bu yasal zemindeki devlet oluşumunun daha sonraki dönemlerde bir hukuk devleti olarak gelişmeler gösterdiği gözler önünden kaçırılarak , Türk devletinin dünya haritasından silinebilmesi için ,her türlü kara çalınmış ve sözlü ya da yazılı saldırılarda bulunulmuştur . Bu gibi olumsuz tutumları sergileyen toplum kesimleri içinde , alt kimlikli etnik devletçiler ile , dini cemaatçıların ulus düşmanlığında ortak hareket ettikleri ve gayrimüslim kesimlerin batı emperyalizmi ile işbirlikçi yaklaşımlar doğrultusunda , Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk karşıtlığına soyundukları , daha da ileri giderek açıktan mandacı ve işbirlikçi bir tutum sergileyerek yeni sömürgeciliğin taşeronluğunu yaptıkları açıkça görülmüştür .
Türkiye Cumhuriyeti , son zamanlarda hükümet ve cemaat kavgası yüzünden bir paralel devlet tartışmalarına sürüklenirken ,bu işin derin devlet tartışmalarıyla başlatıldığını , Türk halkı iyi bilmek durumundadır . Öncelikle derin devletten önce esas devlet kavramının bulunduğunu ,burada açıkca vurgulamak gerekmektedir . Her devletin bir görünen bir de görünmeyen yüzü vardır . Devletlerin görünmeyen yüzüne derin devlet demek , peşin peşin devletleri suç örgütü olarak göstermektir . Böylesine yanlış bir tavır ,ulusal kurtuluş savaşına dayanan ulus devleti hedefe oturturken , tasfiye senaryosuna da uygun bir zemin hazırlamaktadır . Türkiye’nin derin devlet suçlamalarıyla pasifize edilmesinden sonra ,bu bölgedeki emperyal planlara uygun bir biçimde daha küçük eyalet devletçiklerine geçiş doğrultusunda, paralel yapılanmalar tamamlanmaya çalışılmıştır . Derin devlet ya da paralel devlet tartışmaları yüzünden gözden kaçırılan bir bilimsel gerçek olarak esas devlet kavramının öne çıkarılması gerekmektedir . Türkiye cumhuriyeti ulus devletinin üniter,laik ve sosyal yönleriyle tam anlamıyla bir esas devlet olduğu gerçeğine dikkat edilirse , o zaman derin devlet anlayışının kaynaklandığı devlet aklı kavramının her zaman suç için kullanılamayacağı ama esas devletin varlığı doğrultusunda topluma hizmet ve hukuka uygun bir çizgide herkese adalet sağlama doğrultusunda da kullanılabileceğini görmek gerekmektedir . Derin devletlerde suça yönelme olabilir ama derin devletler devlet aklını hukuka uygun bir doğrultuda kullanabilirler . Ne var ki , esas devletler de devlet yapılarının suça ya da hukuk dışı yollara yönelmesi mümkün değildir çünkü bütün esas devletler aynı zamanda hukuk devleti olmak zorundadırlar . Türkiye Cumhuriyeti devleti son zamanlarda derin devlet tartışmalarına alet edilmeseydi ,paralel devletlerin önü açılmayacak , Türk devleti bir ulus devlet olarak ulusal çıkarlarını koruyacak , ulusal refleksini devreye sokarak kendisini tehdit eden tehlikelere karşı ulusal savunmasını yapabilecekti . Derin devlet kavramının öne çıkarılmasıyla bu önlenmiş , esas devlet kavramı topluma unutturulmuştur . Osmanlı İmparatorluğu zamanında kabül edilen anayasanın adının Teşkilatı Esasiye olduğu gerçeği gizlenmiştir . Devlet ilk Türk anayasasında esas örgütlenme olarak tanımlanmıştır .
Bir esas devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin artık derin devlet tartışmalarından uzaklaşarak ,kendisini yeniden örgütlemesi gerekmektedir . Aynı zamanda bir hukuk devleti olan Türkiye cumhuriyeti önümüzdeki dönemde bütün suçluları ve suç örgütlerini yargılayarak devletin hukuki yapısını koruyabilmelidir . Ulusal kurtuluş zaferinden gelen esas devlet geliştirilirken , her türlü yer altı senaryolarına uygun düşen derin devlet kavramını geride bırakarak hukuk devletine yönelinmeli , devlet aklının aynı zamanda hukuka uygun bir biçimde kullanılabileceği gerçeği de göz ardı edilmemelidir . Ulus devletin kendini korumasına ya da savunmasına giden yollar açık olmalı ,bu yolları kapayacak bir biçimde paralel devletler esas devletin içinde cirit atmamalıdır . Bugün olduğu gibi ,devletin içinde yuvalanan , ulus devlet karşıtları kendi etnik,dini ya da ticari devletçiklerini oluşturma yolunda paralel örgütlenmeyle hareket ettikleri için , Türkiye yönetilemez bir duruma gelmiştir . Hatalı politikaları ile ve dışarıdan yönlendirilen küreselci yaklaşımlar ile ulus devletin çekirdek yapılanması zayıflatıldığı için , Türkiye artık Ankara’dan yönetilemez bir noktaya düşürülmüştür . Bu nedenle , Diyarbakır’da etnik , Konya’da dini , İstanbul’da ise ticari devlet kurma arayışları devletin içindeki paralel yapılanmalar doğrultusunda desteklenmektedir . Van’da Ermenistan,Trabzon’da Lazistan , Edirne’de Trakya, İzmir’de Ege , Antalya’da Akdeniz Cumhuriyetleri kurma arayışları ,arkadan gelen paralel yapılanmalar olarak bugünün tartışma konuları arasına girmektedir . Emperyalizm ve Siyonizm Balkanizasyon sürecini Anadolu üzerinden Orta Doğu’ya taşımaya yöneldiği için ,paralel devlet yapılanmaları yeni Sevr senaryolarının uzantısı olarak bugünün arayışları biçiminde gerçeklik kazanmışlardır .
Küreselleşmenin çeyrek asırı dolarken , Türkiye’de gündeme gelen cemaat –hükümet çekişmesi bir rastlantı sonucu değildir . Küresel emperyalizm ve Siyonizm Orta Doğu’da bölgesel federasyon projelerini zorla dayatırken , etnik ve dini grupların merkezi ulus devletlere karşı kullanıldıkları açıktır . Bu noktada , Türk hükümeti de diğer ulus devlet yönetimleri gibi hareket ederek ,meseleyi Türkiye Cumhuriyetinin anayasal yapısı ve hukuk devleti düzeni içerisinde çözüme kavuşturmaya yönelmelidir . İçine girilen seçimler döneminde ,seçim sonuçlarını etkilemeye yönelik siyasal senaryolara izin verilmemeli , seçim güvenliğini tehdit edebilecek toplumsal kargaşalara ya da iç barışı bozabilecek siyasal eylemlere karşı çıkılmalıdır . İç ve dış bütün siyasal merkezlerin seçimlerden kendi çıkarları doğrultusunda bir sonuç elde edebilmek için çaba sarf ettikleri dikkate alınmalı ve bu doğrultuda kamuoyunu etkilemeye yönelik aşırı siyasal girişimlerin önü hukuk içinde kalınarak kesilmelidir . Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti niteliği sonuna kadar korunmalı , ülke içindeki dengeler yeniden kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun bir çizgide oluşturulmalıdır ,Yürütmenin yasama ve yargıyı kesin denetimi altına almasına siyasal muhalefet karşı çıkabilmelidir . Ülkedeki muhalefet partilerinin pasifliği yüzünden meydana gelen muhalefet boşluğunu bir cemaatın doldurmasına da karşı çıkılmalıdır . Muhalefet partileri emperyalist batılı ülkelerin baskı ve etkisinden sıyrılarak ülke çıkarları doğrultusunda etkin siyaset yaparlarsa ,o zaman bir cemaatın muhalefet boşluğunu doldurmaya çalışması ,ya da bir dini inanç grubunun siyasal parti gibi etkinlik yürütmesi gibi gariplikler ortadan kalkacaktır . Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir ülke olduğu için , siyaseti cemaatlar değil ama siyasi partiler yapacaktır . Bugün ortaya çıkan bu cemaat-hükümet çatışmasından bütün siyasal partilerin alması gereken dersler vardır . Bugünkü iktidar partisi , artık cemaatlar ile çalışmayı bir yana bırakarak, halk kitleleri ile çalışmayı öğrenmeli ve bu doğrultuda batı ülkelerinde olduğu gibi ocak –bucak gibi yerel örgütlenmeler ile halk tabanına inmeli , cemaatları bu amaçla aracı olarak kullanmayı bir yana bırakabilmelidir .Partiler inanç örgütü değildir ama aynı zamanda cemaatlar da siyasal parti haline gelmemelidir . Laik devlet yapısı içinde siyaset ve din birbirinden ayrı tutulmalıdır .
|