Kuran-ı Kerime göre insan Allah'ın yeryüzündeki halifesidir[1], dolayısıyla bütün varlıklara ve yeryüzüne karşı sorumludur. Her insan diğerlerinden farklıdır ve kendine özgü özellikleri bakımından da tekdir. Hiçbir insan diğerinin aynı değildir.[2] İnsan diğer varlıklara nazaran mükemmel bir yaradılışa sahiptir. Allah'ın sıfatlarından yansımalar taşımaktadır. Varlık âlemi içinde Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği biricik varlık insandır. Akça Vahiy geleneğinde A-b-d kökünün semantik açıdan incelenmesi başlıklı doktora tezinde Kur’an’ın odak kavramlarından olan “ibadet”in doğru çözümlenebilmesi için “a-b-d” kökünün anlamını incelemiştir. Zariyat suresi 56. ayette Yüce Yaratıcımız insanın yaratılış amacını şöyle sunmaktadır: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”. “İbadet” kelimesine çok çeşitli anlamların verildiği ayetlerden biri olan bu ayeti Akdemir, “Ben cinleri ve insanları ancak [üflediğim ruhum vasıtasıyla içlerine yerleştirdiğim] Tanrısal modelimi oluştursunlar diye yaratmış bulunuyorum” şeklinde tercüme etmektedir[3]. Akça ayeti şöyle açıklamaktadır: Allah insanı yarattığında ona ruhundan üflemiş ve kendi güçlerinden vermiştir. İnsanlar sahip oldukları güçleri kuvveden fiile dönüştürmek için yeryüzüne gönderilmişlerdir. Yani bütün insanlar potansiyel olarak her şeyi yapabilecek güçlerle donatılmışlardır. Bu güçleri varlık sahasına çıkarmak ve yeryüzünü ıslah ederek herkesin huzur ve barış içinde yaşayabileceği bir hale getirmek için yaratılmışlardır. Güçlerini varlık sahasına çıkarabilmeleri arınmışlık derecelerine bağlıdır. Yetkin insan olan peygamberler diğer insanlara bu anlamda örnektirler. Namaz, oruç, zekat, hac, tövbe, dua ve Allah’ın yapılmasını istediği her şey kişiyi arındırmaya ve yetkin insan yapmaya yönelik eğitim araçlarıdır. Çünkü insan, iyiliği de kötülüğü de yapabilecek güce ve iradeye sahiptir. Ritüeller, insanın iradesinin kuvvetlenmesini sağlayarak fıtratına uygun olarak iyi yönde kullanmasını kolaylaştırır. Allah’ın kendisine verdiği potansiyel güçlerini fiile dönüştüren insan, yaptığı çalışmalarla daha da gelişir ve kendisini de toplumunu da ileriye götürür. Yeryüzüne halife tayin edilen insanın amacı bu olmalıdır. Bu amaç gerçekleştiğinde insanın yaratılış amacı da gerçekleşmiş olur. Kur’an’ da Allah “bana ibadet edin” derken, insandan bunu istemektedir.[4]
.
İnsan seçme gücüne sahiptir. Seçim Arapça ihtiyar kelimesiyle ifade edilir. Muhammed Attass, Tercih etme (ihtiyar) kelimesinin İngilizce’ye sürekli choice (seçme) olarak tercüme edilmesinin aksine, ihtiyarın, sadece seçme anlamını kastetmediğini şöyle açıklamaktadır: Anlam olarak aynı kökten türediği ihtiyar’a bağlı olan ve iyi anlamına gelen hayr kelimesi, söz konusu tercihin iyi olana doğru yapıldığını ifade eder. Bu nokta felsefi özgürlük problemi ile bağlantılı olarak düşünüldüğünde çok daha büyük bir önem kazanmaktadır. Bu yüzden de kötü olana doğru yapılan sözde bir seçme, bir tercih değildir. Özgürlüğü, doğal ve gerçek tabiatımızın istediği gibi hareket etmek olarak beyan ettiğimizde, sadece iyiye doğru yapılan tercih, hakkıyla, özgür tercih olarak adlandırılabilir. Özgürlüğün kullanımı, daha iyiye doğru yapılan tercihlerde söz konusudur. Daha iyiyi tercih edebilme, iyi ve kötü hakkında bir ön bilginin bulunduğunu varsayar. En kötünün seçimi bir tercih değildir; çünkü bu seçim hayvani kabiliyetlerin kınanmayı gerektiren yönlerine eğilim gösteren nefsin cehaletine ve kışkırtmasına dayanmaktadır. Kur'an, insanın birşeye yönelmesiyle Allah'ın o kimseyi o yönde başarıya ulaştırdığını belirtmektedir: "Böylece kim (servetinden fakirlere) verir, (kötülüklerden) sakınırsa, ve iyiliği doğrularsa, biz de doğru yolu ona kolaylaştırırız. Fakat cimrilik eden, kendini kendi için yeterli bulan ve iyiliği yalanlayan kimseye ise, kötü yolu kolaylaştırırız" [5] Kardeşlerini nefislerine tercih ederler[6]. Fakire fukaraya Allah rızası için yedirirler[7]. İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızktan da Allah rızası için harcarlar[8].
İhlas "halisleştirme, her türlü karışık ve katışığı giderme" demektir. Yapılan iyiliklerin başka hiçbir amaç güdülmeden sadece Rabbin hoşnutluğu için yapılması demektir ki; ihlasın varlığı, diğerleri tarafından takdir edilmediğinde rahatsız olmamakla bilinebilir."O yaptığı iyiliği başkasının iyiliğine karşılık olarak değil, ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu gözeterek yapmıştır[9]."
.
Bektaşilik insan kavramı üzerine kurulmuş bir tasavvuf okuludur. Bektaşilik felsefesi insanın, Yaratıcının sıfatlarının bütününe mazhar olmuş, onun şeklinde ve suretinde, diğer bütün yaratıklardan daha üstün, şerefli yaratılmış olduğunu ve Tanrı’nın sevgilisi olduğunu, Tanrı’nın da onun sevgisini arzu ettiğini işaret etmektedir.[10] Bektaşilik yolu, insana kendi realitesini göstermek ve insan-ı kamil olabilmek için yol haritasını sunmaktan ibarettir. Bu maksatla “Her ne ararsan kendinde ara” diyerek, insana başarının da başarısızlığın da, sevilmenin de sevimsizleşmenin de, kendi kendini geliştirmenin de miskinleşip yok olup gitmenin de yolunun yine kendi iradesinden kaynaklandığını bilmesini öğütlemektedir. İnsan, kendi üzerindeki çalışmada, içgüdülerinden, en üstün şuur hallerine kadar bir arınma ve kendini bilme süreci yaşayacaktır. Nefsaniyet, zaaflar, yalanlar, benliklerimiz, maskelerimiz, tamponlarımız, bencillik ve açgözlülük, tutkular ve eşkoşmalar, alınganlıklar, duygu hayatımız ve kontrolü, düşünce hayatımız ve kontrolü, bilinçaltı temizliği, pozitif düşünce, istekler ve arzular, ıstıraplar, kendi kendimizi müşahede, vicdan ve makul vicdan, vb. Bunlar, kendi kendimizi tartmakta başvuracağımız donelerdendir.[11]
.
Hacı Bayram Veli Tanrı'nın insan gönlünde görünüş alanına çıktığı inancını savunmuştur. Ona göre insan gönlünde, karşılıklı, iki yay vardır. Bu yaylardan biri gönülden dışarı taşmayı, evrene açılmayı, evrende görünen tanrısal varlığı kavramayı sağlar.
Ona göre olgun insan, kendi benliğinden sıyrılmalıdır. İnsanın, bütün varlık türlerinin özünde Yaratıcıyı görmesi, her şeyden önce de kendini bilmesi gerekir.
.
Bir şiirinde şöyle demektedir:
.
Bilmek istersen seni, Can içre ara canı Geç canından bul anı Sen seni bil, sen seni..
Kim bildi ef'alini Ol bildi sıfatını, Anda gördü zâtını Sen seni bil, sen seni..
Bayram özünü bildi Bileni anda buldu Bulan ol kendi oldu Sen seni bil, sen seni…
.
Temel felsefesi üç kavramla özetlenebilir: Bilmek, Bulmak ve Olmak. İnsanın, nefsi olgunlaştırma aşamasını geçtikten sonra yapması gereken şey, canlı cansız tüm varlıkların hizmetinde olmak, devlete, millete ve tüm insanlara derin bir sevgi beslemektir.
Madem ki insan içinde ilahi gücü barındıran bir varlıktır, o halde, o, her ne pahasına olursa olsun, içindeki gizil güçleri sadece kendini gerçekleştirmek için kullanmalıdır. Aksi davranışlar, onu, kendi olmaktan, yani, insan olmaktan çıkarmaktadır. Şu halde, insanın insan olarak kalması, kendi olmasına, kendine yabancılaşmamasına bağlıdır. Ancak, insanın insan olması, olmaya devam etmesi son derece güçtür; çünkü kendi dışındaki dünya, onu, o olmaktan engellemek için elinden geleni esirgememektedir. O, öylesine güçlüdür ki, kendi olmak isteyenleri, çok defa, engellemektedir. Ama insan, insan olarak kalmak istiyorsa, bütün engellemelere, hayatı pahasına, karşı koymak durumundadır. Aksi halde insanlığını yitirir; yani ilahi kaynak ile olan bağlantısını yitirir. O, artık, kendi değil yabancılaşmış bir toplumun ürünü olmuştur. Bundan böyle o, artık ait olduğu toplumun kokuşmuş değerlerini savunmaya başlayacaktır.[12] Bu manevi bir yoksullaşmadır.
Mevlâna insanları kulluk sorumluluğunun, dünyaya geliş sebebinin unutarak maddiyata aşırı bağlanmak, dünyaya dair isteklerde hırsa kapılmak konusunda uyarmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de dünya hayatı: “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs; aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki bitirdiği, ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da, sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çerçöp olur. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd, 57/20) âyetiyle anlatılır. Dünya ve dünyadaki her şey geçicidir. Bu sebeple insanların bir misafirhaneye benzeyen dünyaya bağlanması ve bütün enerjilerini dünya nimetlerine kavuşmak için harcamaları, hırslarının esiri olmaları hatadır. Mevlânâ; yaratıcısını, dünyaya geliş gayesini ve kulluk görevini unutarak maddiyat peşinde koşanlar için çarpıcı benzetmeler kullanır: Dünyaya sımsıkı sarılmak, ham meyvenin dalına sıkıca tutunması gibi hamlıktır. (Mesnevî, III:1298-1302) “Gönlünü dünyaya veren, bir parça ekmeğe imanını satan gibidir.” (Rubâîler, 16) “Dünyaya bağlanan insan, âleme sultan olsa da, gerçekte ölüdür.” (Rubâîler, 196)
.
Kendini gerçekleştirme, insanın insanlığının dışavurumudur. Birey doğal yapısında varolan sağduyu ve gerçekleştirme eğilimleri doğrultusunda, davranışlarını başkalarının kendisinden beklediğine göre değil de, kendi gözlemlerine ve değerlendirmelerine göre yönlendirebilmektedir. Özünden güç alan insan verici bir karaktere bürünmekte yani özverili olmaktadır. Ahmet Yesevi bu karakter halini Hz. Muhammed’in miraç yaşantısıyla bütünleştirmektedir:
.
Garip, fakir, yetimlerle Elçi ilgilendi O gecede Mirac oldu Allah'ı gördü Döndü geldi yine fakirlerin halini sordu.
Garip, fakir, yetimleri sevindir Aziz canını parçalarcasına çalış Yemek bulursan canın ile konuk eyle Hak'tan işitip bu sözleri söylüyorum.
Ümmet olsan gariplere uyar ol sen Ayet hadis kim söylese duyar ol sen Günlük rızık ne verirse doyar ol sen Doyar oldum şevk şarabın içtim işte.
.
İçimizdeki insanlığımızı gerçekleştirdiğimiz, maddi ve manevi güçlerimizi paylaştığımız nice günler dileğiyle…
[3] Akdemir, Son Çağrı Kuran, 2004.
[4] Nermin Akça Vahiy geleneğinde A-b-d kökünün semantik açıdan incelenmesi,Basılmamış Doktora Tezi, 2004, s. 206
[10] İbrahim Murat, Hacı Bektaş Veli’nin 14 Sırrı, İlgi Kültür Sanat Yayınları, 2007, s.57
[11]İbrahim Murat, Hacı Bektaş Veli’nin 14 Sırrı, İlgi Kültür Sanat Yayınları, 2007, s.62
[12] Salih Akdemir, Şimdi Olmak Ya da Olmamak, Vizyon Plus, s.59,60
|