Muhtarın kapısı dar bir odası vardır…
Genelde bıyığı ve kasketi olur…
Çoğu zaman “İş için kaymakamlığa” gitmiştir, mühürü yenge basar…
Mühürü bastırınca parasını verirsin, kimisinde bir fotokopi makinesi ile makineye bakan şişman bir kız bulunur, aldığı fotokopi paralarını bir küçük kutuya koyar…
*
53 bin muhtar vardır memlekette…
Cumhurbaşkanı muhtarları parti parti çağırıyor, onlara anlattığı şeyler:
- Türkiye’nin kredi derecelendirme notu…
- AB ile olumlu gelişmeler…
- Medyanın görevleri…
- Etopya, Cibuti ve Somali’ye ziyaret ve ikili ilişkiler…
- Baroların durumu…
- Filistin meselesi…
Yani tam mahallenin, köyün meseleleri!…
*
Tabii asıl dert, o hiç değişmeyen…
“Başkanlığın“ Türkiye’ye ne kadar lüzumlu olduğu meselesi:
“Şimdi biz ne diyoruz, bir sıçrama daha yapmamız lazım… Şöyle bir baktığın zaman, daha ileri seviyeye çıkmak için başkanlık sistemi diyoruz… Niye istemiyorsun, yok öyle, yok şöyle…”
*
Şüphesiz zekice…
53 bin mahalleye gitmektense, parası, bileti, harçlığı devletten,
53 bin muhtarı çağırıp sarayda izzet ikram, başkanlık tutkusu ile doldurup mahalleye salmak cingözce…
Ama böyle bir görev, biraz vicdanı olan muhtara zulümdür…
*
Biz de diyoruz ki:
Ey muhtar emmi…
Vicdanını dinle, varsa git doğrusunu anlat mahalleliye, köylüye…
30 milyonu aç ve yoksul olan memleketin, muhteşem sarayını anlat…. Senin -bu sene 31 lirazamla- 901 lira olan maaşından daha pahalı o bin liralık bardakları… Köyün mezrasından daha değerli halısını… Mahalle ya da köyün otuz katı ampulü… Traktörden daha ağır avizelerini…
Satılan köy deresinin, ormanın, mahalledeki parkın, yeşil alanın paralarının nereye gittiğini…
Anlat gözünle gördüklerini…
Vicdanın varsa muhtar…
De ki ahaliye:
“Şimdi de başkan olmak istiyor…”
|