Sevgili Dostum Yahya Efe gazetesi için uzun zamandan beri benden bir yazı ister durur. Nihayet son görüşmemizde kendisine söz verdim ve en kısa sürede yazıyı göndereceğimi söyledim. Kendisi de bana elimdeki kitaplardan göndereceğim dedi.
Bugün Efece Haber Gazetesi için ilk yazımı kaleme alıyorum. Ne yazayım diye epeyi düşündüm. Daha ilk yazıda oturup bilimsel içerikli bir şey yazmak bana uygun görünmedi. Öyle ya, biz akademisyenler her şeyde bilimselliği ön planda tutarız. Ama “Hayata Bakış” hep bilim penceresinden olmuyor.
Hayatı her zaman bilimsel doğrularla irdelemek mümkün değil. Bir Fransız Atasözü “Hayat Bir Mücadeledir” (La vie est une combat) der. Bu mücadelenin sosyolojik analizi yapıldığında çok karmaşık değerler, fenomenler, müeyyideler karşımıza çıkar. Din, bilim, felsefe, sanat bize farklı bakış açıları sunarlar. Bunların her biri hayatı kendi nokta-i nazarından açıklar ve yorumlar. İnsan, yaratılışı ve yaşayışının gereği olarak söz konusu farklılıklardan kendini soyutlayamaz. Ama hangi kültür ve medeniyete mensup olursa olsun, hepsinin anormallik zeminindeki ortak özelliği bencillik, kural dışılık, realiteden kaçma, içgüdülerinin ve duygularının esiri olmak, doyumsuzluk, isyankarlık..gibi patolojik tutum ve davranışlardır. Bunların hepsi bir değişim çizgisinde cereyan eder.
Yaşlanan insan ileriye dönük düşüncelerini ve aktivitesini kaybettikçe geçmişe döner, oradaki olup bitenlerle zihinsel faaliyetlerini sürdürmeye çalışır. Bir bakıma buna “geçmişe özlem duyma” diyebiliriz. Böylesine davranışlara hepimiz şahit olmuşuzdur. Tanıdığım bazı yaşlıların bir olayı her defasında ilk defa anlatıyormuş gibi hararetle beş altı kere anlattığını çok iyi hatırlıyorum. İnsanın yüzünü geçmişe döndürmesi sadece bir özlem olmasa gerek. Bu, sosyal değişmenin belki de nesiller arasında yarattığı kopukluklar, değer yargılarındaki çürümeler, zihniyet ve karakter farklılıkları, kısacası yetişme tarzı ile de açıklanmalıdır. Çok şey bildiğini zanneden yaşlının ekseriya söze “Ben Amerika’da iken……” diye başlaması, veya kendinden küçüklere “Senin daha kırk fırın ekmek yemen lazım…….” Demesi; Buna karşılık yeni neslin de büyüklere “Moruk, sen bu işlerden ne anlarsın…..”, “Sizin devriniz geçti artık……” gibi ifadelerle tepki göstermesi, sadece nesillerin çatışmasını değil, bir nevi toplumsal çürüme ve “Kültürel Boşluğun” da bir göstergesidir. Hal böyle olunca Hayata Bakış çeşitlilik arzetmekle kalmıyor, beraberinde bazı riskleri de getiriyor. Yaşlı nesil bunları gördükçe belki bir şey yapamamanın verdiği üzüntü ve çaresizlik yüzünden içine kapanıyor, şuur altında geçmişe ait yaşantıları ve hatıralarıyla avunmaya çalışıyor. Bu durum hayata havlu atma, elini eteğini bu dünyadan çekme, anti-sosyal bir varlık haline gelme, bitmez tükenmez bir hırsla dünya işlerine dalma, her konuda egosantrik bir varlığa dönüşme, hasislik, pintilik…gibi farklı şekillerde tezahür eder.
Biz şimdi yaşlı neslin bu türden patolojik davranışlarının tehdidi altındayız. Ama en azından muhtemel oluşumların farkında olup tedbirimizi alabileceğimizi düşünüyoruz. Mevcut tehditler yelpazesinde ara sıra geçmişe özlem duyup eski hatıralarımızı yadetmek bize çok görülmemeli.
Onun için bu ilk yazıda Yahya Efe ile dostluğumuzu dile getirmek istedim. Zira yukarda değindiğim üzere bu da bir nevi hayata bakıştır. Sevgili Yahya benim hemşehrim, mektep arkadaşım,sınıf arkadaşım, sıra arkadaşım, Kilis Lisesi bando takımından arkadaşım….Arkadaşım da arkadaşım. Bu kadar çok arkadaşlık bilmiyorum, sadece “dostum” kelimesiyle anlatılabilir mi?
Yahya Efe çok yönlü ve renkli bir kişiliğe sahiptir. Spor, edebiyat, şiir, kompozisyon…Onun temel tutkularıydı. Beden Eğitimi derslerinde yüz ikiyüz metre koşularında Yahya ve ben en önde giderdik. Lisenin bandosu Yahya’dan sorulurdu. Bayramlarda tören alanına giderken en önde Şef Yahya, arkasında Sabit Elmacı(emekli beden eğitimi öğretmeni), emekli emniyet müdürü Rahmetli Abdurrahman Çorapören, daha arkada ben ve diğer arkadaşlarım davullarımızı patlatırcasına çalarak öyle bir giderdik ki! Eğer 19 Mayıs Bayramı ise sabahtan öğleye kadar o kızgın güneşin altında yanıp kızaran ve bir hafta boyu vücudumuza yoğurt sürüp iyileştirmeye çalıştığımız rahatsızlığımız bile bizi o bayramlara büyük bir heyecanla hazırlanıp iştirak etmekten alıkoyamazdı. Bu süreç içinde Yahya’nın gayretleri görülmeye değerdi.
Yahya Efe edebiyat, kompozisyon derslerinde de çok başarılıydı. Kalemi çok kuvvetlidir. Keza hitabet gücü çok iyidir. Biz Yahya ile lisede fen kolunda aynı sınıfta okuduk. 5 Fen sınıfında aynı sırada oturuyorduk. Lise son sınıfta bir kompozisyon yarışmasına katılmıştık. Kilis o zaman il olmamıştı. İlçe çapında orta dereceli bütün okulların öğrencilerinin katıldığı bir yarışma idi. Bu hadise 1963 yılında oluyor.
T.C. Ziraat Bankası ilk üçe girenlere 100, 75 ve 50 liralık ödül veriyordu. Kilis Lisesi ödülleri diğer okullara kaptırmamıştı. Edebiyat Kolundan Yaşar Koyuncu birinci, Fen Kolundan Yahya Efe ikinci, Hikmet Yıldırım Celkan üçüncü olmuşlardı.
Edebiyat Öğretmenimiz rahmetli Reşit Koltuk’un sınıfta dersten önce bizi taltif ederek verdiği bu ödül hem benim, hem Yahya için hayatımızın en anlamlı hediyesiydi herhalde. Bunların yanında diğer derslerle Yahya’nın arası pek iyi değildi. Yukarda değindiğim uğraşılarından ders çalışmaya sıra gelmezdi ki. Biyoloji Hocamız Rahmetli Münipoğlu’nun kendisini sözlü yoklamaya çağırdığında “Eyvah evimiz çöktü!....” diye sallanmasını, Hocanın bir iki daha adını okumasından sonra tahtaya gidebildiğini hatırlıyorum.
İşte böyleydi Yahya Efe. Bunları anlatırken amacım bir methiye yazmak değil. Bugün yetmiş yaşını devirmiş bizlerin bunlara ihtiyacı yok. Ancak, insan hayatında geçmişte kalan, özellikle öğrencilik yıllarındaki hatıraların muhafaza edilmesi ve dile getirilmesinin sosyal ilişkiler ağı içerisinde toplumsal dayanışma açısından taşıdığı önemin vurgulanmasıdır maksadım. Yaşlılık döneminin yukarda değindiğim birtakım handikaplarının yıpratıcı etkileri karşısında hatıratın canlı tutulması etkili bir ilaçtır bence.
Evet, merhaba Yahya! Bundan sonraki yazılarımızda kendimizi bırakıp, hayata başka pencerelerden bakmak dileklerimle noktayı koyuyorum.