Bundan önceki demokrasiye ilişkin yazımızda seçmen ve seçilen irtibatı, egemenliğin zeminindeki kayma ve özgürlüğün yozlaştırılması konularına değinmiştik. Demokrasinin bu üç boyutu asırlar içinde sürekli değişime uğramıştır. Bu demektir ki, demokrasinin tarihi bir gelişimi vardır. Ortaçağ Avrupası’nın feodal yapısı(derebeylik), Rönesansla birlikte zenginler(burjuva) ve soyluların(aristokrat) yönettiği devlet yapısına dönüşmüştür. Ondokuzuncu asırda bunların alternatifi işçi sınıfı(proleterya) sosyal bir sınıf olarak tarih sahnesine çıkmış ve liberal demokrasiden farklı olarak sosyalist temellere dayalı yeni bir demokrasi anlayışından bahsedilmeye başlanmıştır. Bu sürecin en son halkasını ise her ülkenin tüm halkının egemenliğine dayanan Cumhuriyet( demokrasi) anlayışı teşkil eder. Bu çizgi Batı demokrasisinin takip ettiği gelişimdir. Ancak,Ortaçağın köle, rahip, köylü, soylu dörtgeni ile Yeniçağ’ın liberal devlet yapısının yarattığı burjuvazi ve bunun temsilcileri ile proleterya Biz’de olmamıştır. Cumhuriyetin başlangıcında bunun sıkıntısı çekilmiş, mecburen devletçi bir iktisadi sistem uygulanmıştır.
Coğrafi, bilimsel ve teknik keşiflerin tabii bir sonucu olarak ortaya çıkan liberal sistem tabiatıyla sermaye terakümü, üretim, serbest ticaret, rekabet ve teşebbüs hürriyetine dayanıyordu. İktisadi hayatta kaydedilen bu gelişmeler siyasi hayatta da yeni bir demokrasi anlayışını doğurmuştur. Birçok aşamalardan geçtikten sonra bugün gelinen demokrasinin siyasi ayağı üç temele oturtulmuştur. Bunlar Genel Katılım, Çoğulculuk ve Çoğunluğun Yönetme Hakkı ilkeleridir.
Genel Katılım ilkesinde iktidarın belirlenmesinde toplumun sadece belirli bir kesiminin değil, halkın tümünün katılımı esastır. Seçimlerde oy kullanma hakkı bütün vatandaşlara verilir. Irk, dil, din, cinsiyet, sosyal sınıf farklılıkları bu konuda ölçü olamaz. Hele kadın erkek ayırımı kesinlikle yapılamaz. Zira yakın zamanlara kadar bazı Avrupa ülkeleri dahil, birçok ülkede bu ayırım devam etmiştir. Yeter ki kadın erkek bütün vatandaşlar o ülkenin vatandaşı olsun, oy kullanmasına mani herhangi bir akli ve ahlaki bir engeli bulunmasın. Burada oy kullanma yaşı gündeme gelmektedir. Bu konu aşağıda tartışılacaktır. Genel katılım ilkesinin gerçekleştiği toplumlarda halk seçtiği kadroları çeşitli eylemler ve sivil toplum kuruluşları vasıtasiyle kontrol etmek isteyecektir.
Çoğulculuk İlkesinin özünde toplumda her türlü düşüncenin mevcudiyetine izin verilmesi vardır. Yani düşünce özgürlüğü. Düşüncenin iyisi kötüsü olmaz ve yasaklanamaz. İnsanlar düşüncesinden dolayı suçlanamaz. Herkes düşüncesini rahatça açıklayabilmeli ve yayabilmelidir. Hatta aynı düşünce sahipleri örgütlenebilmeli, bu çerçevede gösteri ve yürüyüş yapabilmeli, dernek ve parti kurabilmelidir.
Çoğunluğun Yönetme Hakkı İlkesi ise çok partili rejimi gerektirir. Bunların hepsi seçimlere katılabilir. Burada iki yol takip edilir. Birincisi Nisbi Temsil Sistemi, ikincisi Çoğunluk Sistemidir. Nisbi temsil sisteminde hiçbir parti çoğunluğu sağlayamadığı takdirde koalisyon hükümetleri kurulur. Bu şekildeki hükümetler zayıf olacak ve siyasi istikrarsızlık hakim olacaktır. Çoğunluk sisteminde seçimlerde en fazla oyu alan parti iktidara gelecek ve yönetme hakkına sahip olacaktır. Çoğunluğu sağlayamayan parti veya partiler muhalefeti oluşturur. Muhalefetin görevi ise iktidarın yönetimini, her türlü icraatını denetlemektir. Modern demokrasilerde iktidarla birlikte
muhalefetin de bulunması zorunludur. Bu mekanizma değişmemek kaydıyla parti yapılanmaları ve seçim sistemleri değişiklik gösterebilir. Nitekim Avrupa’da ve A.B.D. de bunun örneklerini görebiliriz. Anglo-Saksonlarda genellikle çift parti sistemi geçerlidir. Birden fazla siyasi parti mevcut olmakla birlikte, seçimler iki büyük parti arasındaki mücadele şeklinde geçer ve tek turlu çoğunluk esastır. ABD ve İngiltere’deki sistem böyledir. Avrupa’da ise çok partili sistem vardır ve bunların hepsi siyasal hayatta etkindirler. Her iki blokta seçimlere katılan partiler Cumhuriyetçi, Demokrat, Sosyalist, Komünist, Merkez Sağ, Merkez Sol, Liberal, Hristiyan Demokrat…gibi adları taşırlar. Fakat seçimlerde yarışma genellikle en güçlü iki parti arasında geçer. Mesela A.B.D.’ deki seçim mücadelesi yıllardan beri Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında olmuştur.
Demokrasinin bu teorik temellerinin uygulamada muhafaza edildiğini söylemek bugün için zordur. Savaşlar, bölgesel çatışmalar, iktidar kavgaları, sömürü düzeni, iktisadi nüfuz alanları oluşturma çabaları, ırkçılık, terör…gibi hadiseler demokrasiyi rafa kaldırmış ve göstermelik demokrasiler icad edilmiştir.
Genel olarak baktığımızda bugünkü demokrasinin evrensel ölçekte ne hale getirildiğini şöyle özetleyebiliriz;
1- Demokratik rejimlerde özgürlük, eşitlik, insan hakları, hukuk devleti olma, refah toplumu, barış, silahsızlanma, güvenlik…gibi kavramlar ön plana çıkmıştır. Ama görülüyor ki, bilim ve teknolojideki bütün ilerlemelere rağmen bunlar aynı ölçüde sağlanamıyor. Dünyanın en gelişmiş medeni ülkeleri dahi bugün az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere silah satıyorsa, işgal edip bomba yağdırıyorsa ve gerekçe olarak da barış ve demokrasiyi götürmekten bahsediyorlarsa buna ancak gülünür.
2- Gelişmiş ülkelerde özgürlük ve yaşama tarzı bir amaç olmaktan çıkmış, insanların sosyal statü ve rollerinde bir özenti ve gösterişe dönüşmüştür. Bir toplum aç ve sefil yaşıyora özgür olması bir şey ifade etmez. Özgürlüğün timsali bir ülkenin vatandaşı olmak da ona bir şey kazandırmaz. Veya karnı doysa ve zengin olsa da eğer özgür değilse, vicdanına hesap veremiyorsa bu da bir şey ifade etmez. Zira hayat sadece insanın içgüdülerini tatmin etmekten ibaret değildir.
3- Refah toplumu olmak iktisadi göstergelere göre gerçekleşmez. Refah toplumun bütün kesimlerine yayılmadıkça, zenginlik belirli kesimlerde toplandıkça refah ve kalkınmışlıktan bahsedilemez. Liberal demokratik toplumlarda maalesef zenginlik toplumun yüzde onunu geçmeyen bir azınlığının elinde toplanmaktadır. Bu, demokrasinin eşitlik ilkesiyle çelişen bir durumdur. Sosyolojik tanımıyla orta sınıfın erimesi demektir.
4- Demokrasi iktisadi alanda sağlanamamakta ve şu sonuçları doğmaktadır;
a) Üretim-Tüketim dengesizliği,
b) Tüketim toplumu olma,
c) Üreticinin yoksullaşması,
d) Ekonomisi tarıma dayalı toplumların dar boğaza düşmesi,
e) Tarım sektöründe çalışan sayısının ve bunların niteliklerinin azalması,
f) Petrol ve Doğalgaz gibi ürünler hariç(şimdilik), diğer hammaddelerin temininde yaşanan problemlerin sanayi ülkelerini de etkilemesi, maliyet fiyatlarının artması, bunun da kaliteden taviz vermeye yol açması,
5- Demokrasinin iktisadi alandaki tıkanıklıkları, bu kavramın siyasal zemine çekilmesine yol açmış ve daha önce telaffuz edilen özgürlük, eşitlik, barış, mutluluk…gibi terimlerin yanına sosyal demokrasi, halkların özgürlüğü, daha fazla özgürlük, sosyal güvenlik… kavramları eklenmiştir.
6- Demokrasinin verdiği özgürlük adına herkes aklına geleni söylemekte, özellikle siyasi ve ekonomik çıkarlar uğruna sosyal algılar oluşturulmaktadır. Bu da genellikle siyasi platformda görülmekte, serveti ve yönetimi elinde bulunduranlar, onların tabiriyle algı operasyonunu ustaca yapmaktadırlar. Böylesi maniplasyonların sosyal dayanışma ve bütünlüğümüze verdiği zararlarla sonuçlarını düşünen yoktur. Yeter ki, günü kurtaralım.
7- Ülkemizde bugün yasama, yürütme ve yargı erkinin kendi aralarında adeta bir hakimiyet mücadelesi başlamış durumdadır ve yürütme organı diğerlerine göre siyasal hayatın en etkili kanadı haline gelmiştir. Burada bilhassa yürütme ve yargı arasındaki çekişme dikkatimizi çekmektedir. Görevden alınan bir memur, defalarca mahkeme kararıyla tekrar gelip işinin başına geçmekte, bir müddet sonra tekrar görevinden alınmaktadır. Burada memur mu haklı, yargı mı haklı, yoksa yürütme(idare) mi haklı, belli değil. Ama şu bir gerçektir ki, bu süreçte beş para etmez tenbel, çıkarcı, mürtekip bir memurun idarece haklı olarak görevden alınması sonucu, yargının tam bir muhakeme yapılamadan onu yeniden görevine iade etmesiyle idarenin prestijinin sarsılması söz konusu olduğu kadar, siyasi mülahazalarla haksız yere işinden edilen bir memurun mahkemece lehine karar verilmesine rağmen, işine başladıktan sonra tekrar görevinden alınması da hukukun hiçe sayılmasıdır. Halbuki anayasada hukuk devleti olma hükmü çok açık ve kesindir.
Bu durum Parlamentonun yasama ve denetim yetkisi ile etkinliğini oldukça azaltmıştır. Bugün siyasi sisteme getirilen başkanlık sistemi bunun somut bir örneğidir.
8- Demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyasi partiler zaman içinde yapı ve fonksiyonu itibariyle önemli değişiklikler geçirmiş, gelinen noktada parti içi monarşi ortaya çıkmıştır. Göstermelik kurullar, kollar, karar organları parti liderinin demokratik görünümüne yarayan öğelerdir. Partilerin temsili tek bir kişinin tasarrufuna bağlanmış, siyasal iktidar kişiselleşmiştir.
9- Neticede bir siyasi parti demek, onun lideri demek olmuştur. Parti liderleri fevkalade önemli, yetkili, vazgeçilmez tabulara dönüşmüştür. Onları seçip parlamentoya gönderen yurttaşlar ise pasif, kimsesiz, sahipsiz kalmışlardır.
10- Bu gelişmeler sonucunda toplumda siyaset kurumuna ve tabiatıyla da siyasetçilere olan itimat sarsılmış, halk siyasetten uzaklaşmaya(dépolitisation) başlamıştır. O zaman da siyasi partiler sosyal içerikli demokratik tedbirler geliştirmeye ve uygulanma şansı çok az vaatlerde bulunmak zorunda kalmışlardır.
Demokrasinin yukarda sıralanan problemleri ülkemiz açısından da geçerlidir. Bunlardan sadece biri istisna tutulabilir. O da halkın siyaset kurumundan uzaklaşmasıdır. Bunun en belirgin göstergesi, bütün olumsuzluklara rağmen seçimlere katılım oranınında azalma görülmemesidir. Aslında bunu Türk Milletinin sağduyusu, demokrasiye olan inancı ve basireti ile izah etmek gerekir. Sandığa gitmemek sorunu çözmediği gibi, vatandaşlık görevini yerine getirmemek anlamını da
taşır.Hayatın çetin şartlarıyla mücadele eden insanların, derdine çare olacak yeni yöneticileri işbaşına getirmek için sandığa koşmaktan başka ne seçeneği olabilir ki!
Demokrasinin sözünü ettiğimiz gelişimi ve problemleri her devrin ve kültürün doğal yansımalarıdır. Bundan daha önemlisi demokrasinin, bir ahlak ve fazilet rejimi olduğunun idrak edilebilmesi, insanların vicdanına, sağduyusuna, aklına, iradesine…hitap ettiğinin anlaşılabilmesidir. Yani diğer rejimlerin hepsinden daha çok demokrasilerde insan faktörünün ön plana çıktığı bir gerçektir. Kendisine her türlü özgürlüğün verildiği insan, aklını ve iradesini içgüdülerine, kişisel menfaat ve çıkarlarına feda ettiği takdirde toplum için tehlike çanları çalmaya başlar. Nitekim bu tehlike bugün daha çok hissedilir hale gelmiştir.
Bu durum özgürlük kavramının mahiyetinin ve miktarının ne olması gerektiğinin sorgulanmasını gerekli kılar. Çünkü kamu düzeni, kültürel entegrasyon, iktisadi büyüme ve gelişmenin önündeki en büyük handikap, özgürlük gibi insan fıtratına yakışan kutsal bir kavramın sorumsuzca kullanılması ve istismarıdır.
Demokrasinin yozlaştırılması ve özgürlüğün istismarı karşısında toplumların en büyük silahı hukuki müeyyidelerdir. Söz konusu yozlaşma ve istismarın evrensel ölçekte doğurduğu savaş, darbe, işgal, sömürü, ihtilal, ırkçılık, göç, terör, siyasi ilticalar… ve ülkeler ölçeğinde görülen işsizlik, enflasyon, irtica, toplumsal anomi, çıkarcılık, oportünizm, toplumsal değer yargılarının dejenerasyonu…gibi toplumsal patolojiler ancak hukukun cezai müeyyideleriyle göğüslenebilir. Hukukun ceza vermekten çok ıslah edici eğilimi ne yazık ki işe yaramamakta, yukardaki olgular önlenememektedir. Gelinen noktada toplumun bütün sosyal kurumlarında mükafat ve mücazatın(ödül ve ceza) tavizsiz uygulanmasından başka çare kalmadığı açıkça görülmektedir.
Bugün uluslararası ilişkilerde demokrasinin, hukukun ve sağduyunun pabucu dama atılmıştır. Ekonomisi, teknolojisi, ordusu güçlü olan ülkeler demokrasinin ve insan haklarının en önde gelen sahte savunucularıdır. Bu ülkeler kendi içlerindeki kargaşaya, sosyal çarpıklıklara bakmaksızın bir de başka ülkelere demokrasi götürmeye kalkarlar. Birleşmiş milletler ve önde gelen uluslararası kuruluşların siyasi, iktisadi ve askeri alandaki hamilikleri geçerliliğini ve inandırıcılığını artık kaybetmiştir. Diplomasinin durmadan tekrarlanan yapmacık diyalogları ve beyanları ise komik hale gelmiştir.
|