KUR-AN-I KERİM’İ YERİNE GETİRİP UYGULAMADIKCA BİR DİN ÜZERE DEĞİLSİNİZ. Dini yaşamayı isteyenlerden çoğu, kendilerine öğretilen sadece İslâm’ın beş şartından ileri gidemezler ve yeterli görürler; çünkü dini öğretmekle görevli kişiler İslâm’ın beş şartının yeterli olduğunu söyledikleri için; bu tarz bir yaşamın İslam dini olduğunu iddia da ederler. Farz olan İslâm’ın beş şartı, eğer Allah'ın emrettiği bir din olsa idi; insanların farz olan İslâm’ın beş şartı ile yaşadıkları din, kendilerini mutluluğa götüren ve sahabe gibi kardeşçe ve mutlu yaşamalarını sağlardı. İnsanlar arasında bir ayrılık ve fırkalaşma, düşmanlık olmaz, birbirleri için (tevhit içinde) yaşayan insanlar olurlardı. Allah insanları fizik beden, nefs, ruh ve serbest irade ile yaratmıştır. Bir insanın sahip olduğu üç beden ve iradesini, emanetlerin sahibi olan Allah'a teslim edilmesi emredilir. NİSA - 58:İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ (basîran). Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, işiten ve görendir. İslam dininin Allah’a dört teslim ile teslim olma dini olduğunu bilmedikleri gibi, insanlar, Allah'a ne teslim edilmesi gerekir ve nasıl teslim edilir bilmezler. Böyle bir dini öğretim de yoktur. Farz olan İslam’ın beş şartının mutluluğa götürmediğine de dikkat etmezler. ANKEBUT - 45:Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir. Rabbimiz bu ayette, namazın “ Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder).” Diye söylüyor. O zaman namaz kılan herkesin, kıldıkları namazın etkisi ile Allah'ın emretmediği bir eylemi yapmamaları gerekirdi. Evet, namazı kılanlar (her şeyden evvel Allah kabul etsin), etrafınızdaki kişiler veya aileniz ile aranız nasıl? Çevrenizdekiler sizi seviyorlar mı? Çevrenizdeki insanları üzüyorsanız o zaman namaz sizi korumuyordur. Rabbimiz yalan söylemeyeceğine göre, namaz o zaman sizi neden korumuyor, eksik olan bir şey mi var diye araştırmaz mı insan? Ehli tariklerinde cami cemaatinden farkı olmadığını söyleyeceksiniz. Haklısınız. Diyeceksiniz ki; “İyi de bir mürşitten tövbe almış tarikat üzeri olan kişilerde de bir değişiklik olmuyor?” Onlarda Kur-an-ı Kerim’i yaşamadıkları veya ayetlerin dışında başka ilim ile uğraştıkları için, umursamıyorlar. Çünkü sahabe gibi dinlerini yaşamıyorlar. İman açısında bir anlayış farkı var ki sahabe gibi Allah'a iman edemiyoruz ve bu neden ile hidayete ulaşamıyoruz.. BAKARA - 137:Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humullâh(humullâhu), ve huves semîul alîm(alîmu).Eğer onlar da sizin O'na (Allah'a) îmân ettiğiniz gibi îmân etselerdi, muhakkak ki hidayete ererlerdi. Ve eğer (yüz çevirirlerse) dönerlerse, mutlaka bir ayrılık içindedirler (Allah'ın yolundan ayrılmışlardır). Allah, (onlara karşı) sana kâfi (yeterli)dir. O, (herşeyi işiten ve bilen) Semîul Alîm'dir. Evet; dinimiz HİDAYET dinidir ve Kur-an-ı Kerim insanlara dinlerini yaşamaları için Peygamberimiz SAV Efendimize indirilmiştir. Onun için Rabbimiz “Bu kitap takva sahipleri için hidayettir” der. BAKARA - 2:Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn (muttekîne).İşte bu Kitap; O'nda hiç(bir açıdan) şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir. O zaman insan kendisine sormalı “ben takva sahibi miyim?” Diye. Hidayetin ne olduğunu anlatan din görevlisi yok ki takvayı bilelim. Sorsan hidayet nedir diye “doğru yol” diyecekler. Hâlbuki hidayeti Rabbimiz Kur-an-ı Kerim de açıklamış. “kul inne hudâllâhi huvel hudâ.. De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.”(Bakara-120) Başka bir ayette gene, “kul innel hudâ hudallâhi… de ki: “Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah'ın (Kendisine) ulaştırmasıdır.”( Al-i imran-73) Bir insan Allah'a ulaşmayı neden dilesin ki? Bakalım neden dilemesi gerekiyor? KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın ayetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma! Demek ki Peygamberimiz SAV Efendimize Rabbimiz emretmiş insanları Allah'a davet et. Sadece Peygamberimiz SAV Efendimiz mi davet etmiş? Onun ile birlikte ashabı da Allah'a davet etmiştir. YUSUF - 108:Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn (muşrikîne). De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.” İslâm’ın beş şartı farzdır ama yeterli değildir ve kurtuluşa yani dinimizi yaşamaya yetmez. Ey İman edenler! Peygamberimiz SAV Efendimizi sevmiyor musunuz da davetine icabet etmiyorsunuz. Kabul etmeye bilirsiniz ama seven ve sevilen, insanlar için yaşayan bir insan olamazsınız. Kabul etmiyorsanız Allah’ı aciz bırakamazsı
AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler. Demek ki Allah'a davet edilenlerin davete icabet etmesi; onları, Peygamberimiz SAV Efendimiz ve ashabının yürüdüğü yoldan yürümesine sebep olacak. Bu daveti pek çok insan kabul etmez. YUSUF - 108:Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn (muşrikîne). De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.” Ashabı ile Resulullah’ın davet ettikleri yol nedir ki? Bu Allah'ın emrettiği üzerinde olmamızın farz kıldığı yoldur, MU'MİNUN - 73:Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin). Ve muhakkak ki; sen, mutlaka onları Sıratı Mustakîm'e davet ediyorsun.
Ve inanan insanlar bu yolu, her Fatiha okuyuşlarında Allah’dan isterler de ne istediklerini bilmezler. FATİHA - 6:İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır). Sırat-ı Mustakim üzeri olsak ne olur, olmasak ne olur diyemezsiniz. Böyle bir hakkınız yok. Yoksa şeytan ile beraber olan, Allah'a kul olamayan ve mahlûk olarak kabul olunursunuz. YASİN – 60 :E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır. YASİN - 61:Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır. Sırat-ı Mustakim üzeri olamazsanız, Allah'a kul olamazsınız aynı zamanda Allah'a davete icabet etmezseniz;(Yusuf-108) “Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.” Sırat-ı Mustakim üzeri olmayan kişilerin Müşriklerden olduğu söylenmiş. Rabbimiz, aynı zamanda gadap duyulanların ve dalalette kalanların yolu olmadığını söylüyor. FATİHA - 7:Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının)
üzerlerine (Devrin İmamı'nın ruhunu) ni'met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil. Hâlbuki sizi her zaman Allah'a davet edenler bulunur; sadece sizi “yaratılanı severim yaratandan ötürü” diye. Sebebimi sizlerin mutlu bir dünya ve sonsuz bir cennet yaşamına sahip olmanız için. AL-İ İMRAN - 153:İz tus’idûne ve lâ telvûne alâ ehadin ver resûlu yed’ûkum fî uhrâkum fe esâbekum gammen bi gammin li keylâ tahzenû alâ mâ fâtekum ve lâ mâ asâbekum, vallâhu habîrun bimâ ta’melûn(ta’melûne). Hani siz uzaklaşıyor ve dönüp hiç kimseye bakmıyordunuz. (Allah'ın) Resûl'ü ise sizi arkanızdan çağırıp duruyordu. (Bu davete uymadığınız için) karşılığında (Allah da) size gam üstüne gam verdi ki; ne elinizden giden (zafer ve ganimet)e ve ne de size isabet eden şeye (musîbete) üzülmeyesiniz. Ve Allah, yaptıklarınızdan (haberdar) HABÎR'dir İşte Allah’dan uzaklaşan insanları Allah dostları hep çağırır ama onlar idrak edemezler. Nefislerinin peşinden giderek dünyaya meylederler. Ve kendilerini ateşe atarlar. YUNUS - 7:İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
YUNUS - 8:Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir). Yaratılışta iblisin Allah'a sözü var ve bu sözünü yerine getirdiğini görüyoruz.
NİSA - 118:Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike nasîben mefrûdâ(mefrûdan).Allah, ona (şeytana) lânet etti. O da dedi ki: “Elbette ben, Senin kullarından belirli bir pay edineceğim.” Ayette Allah'a kul olanlardan bahsediliyor; hâlbuki her insan kendisini yaratılıştan Allah'a kul olduğunu zanneder. Allah'a kul olmanın standardı ayette açıklanmıştır. AL-İ İMRAN - 51:İnnallâhe rabbî ve rabbikum fa’budûh (fa’budûhu), hâzâ sırâtun mustakîm(mustakîmun). Allah, hiç şüphesiz benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O halde (öyleyse) O'na kul olun. İşte bu SIRATI MÜSTAKİM dir. Sırat-ı Mustakim üzeri olan kişiler Allah'a kul olan kişiler. Peki; bu sıratı müstakim üzerinde nasıl olunur. Tabi ki Allah’dan talep ederseniz, Allah sizi sıratı müstakim üzeri kılar. Her gün okuduğunuz surenin içinde olan bir ayet; FATİHA - 5:İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriFATİHA - 6:İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e
(Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır). Her gün okuduğumuz ama ne söylediğimizin farkında olmadığımız bir ayet. Yalnız Allah'a kul olabilmek için özel bir yardım ile sıratı müstakim üzeri olmayı istiyoruz. Allah'ın kalben samimi olarak dileyeni ulaştıracağı bir yol. Allah böyle bir dileğe icabet eder mi? Kalben samimi olarak davete icabet ederek teslimleri yerine getirmek isteyenlere mutlaka icabet eder. NİSA - 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır. Halk arasında tarikat üzeri denilen, sıratı müstakime davete edilen ve davete icabet edenleri, Allah rahmeti ve fazlının içine alıp, bu yol ile kendisine ulaştırdığı kullarını, Allah'ın ahlakı ile ahlaklandırır ve yolun sonun da Allah'a teslim olacakları bir olgunluğa getirir. Çünkü onlar Allah'ın veçhini dileyenlerdir. RAD - 22:Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri). Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı ve Allah'ın Zat'ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
Nedeni mi? İblis intikam alabilmek için var gücü ile bu Sırat-ı Müstakim üzeri olan Allah'ın kullarına saldıracaktır. İşte kalpleri şüpheden ve korkudan uzak olan ve imanları tam olan bu insanlar menzile (sonuca) ulaşırlar. EN'AM - 82:Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmanehumbi zulmin ulâike lehumul emnu ve hum muhtedûn(muhtedûne). Âmenû olan kimseler ve îmânlarını zulümle karıştırmayanlar, işte onlar (korkudan) emindirler. Ve onlar hidayete erenlerdir. Ama imanlarına zulüm karıştıranlara iblis musallat olur. Onların imanlarında şüphe vardır. SEBE - 21:Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men yû’minu bil âhireti mimmen huve minhâ fî şekk(şekkin), ve rabbuke alâ kulli şeyin hafîz(hafîzun).Ve onun (iblisin) onlar üzerinde bir sultanlığı (nüfuzu, tesiri) yoktu. Ahirete (hayatta iken ruhunu Allah'a ulaştırmaya) inanan kişi ile ondan (Allah'a ulaşmaktan) şüphe içinde olanları bilmemiz için (iblisle onları imtihan ettik). Ve senin Rabbin her şeyi hıfzedendir. Onun için şeytan, Sırat-ı Mustakim üzeri oturacağım der. Demek ki davete icabet etmiş ama hidayetten sonra şüpheye düşen Allah'ın kullarını yoldan çıkarmaya çalışıyor. A'RAF - 16:Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman
sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi. Demek ki Allah'ın kullarına yani Sırat-ı Müstakim üzeri olan Allah'ın kullarına saldırıyor. Allah'a dost olanlara karşı düşmanlığını saklamıyor. NİSA - 118:Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike nasîben mefrûdâ(mefrûdan).Allah, ona (şeytana) lânet etti. O da dedi ki: “Elbette ben, Senin kullarından belirli bir pay edineceğim.” Başarıl oluyor mu? Kesin, iblis verdiği sözü tutuyor. İBRÂHÎM - 22:Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun). Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.” Demek ki şeytan; sıratı müstakim üzeri olup şüphe içinde olan, Allah'a kul olup irşat makamına itaat etmeyen müritler ilgileniyor diye biliriz. O zaman İslam’ın beş şartı, farz olduğu halde teslimleri sağlayamadığına ve Sırat-ı Müstakim ulaşmak ve üzeri olmak dileği olmadan nefisleri ile hareket eden ve Allah'ın kendisine davetine icabet etmeyen kişilerin Allah’la beraber olmadıkları anlaşılıyor. NEML - 80:İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini işittiremezsin. Allah'ın davetine icabet etmeyenler için Allah ölü ve sağır olarak ifade ediyor. Allah kendisine davet ediyor mu? Evet. RAD - 14:Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir. Bir insan Allah'ın davetine neden icabet etmez ki? Her şeyin sahibi
Allah'ın varlığından şüpheleri olmalı veya iblisin yanında yer almayı tercih ettikleri içindir diye düşünüyorum. Tabi ki iblisin de bir görevi var. Allah ona müsaade verdiğine göre yaptığı hizmet mutlaka bir belirsizliği ortadan kaldırmak içindir. Bakalım ne iş yapıyormuş. AL-İ İMRAN - 179:Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alel gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).” Allah mü'minleri; pisi, temizden ayırıncaya kadar, şu üzerinde bulundukları hâl üzere bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine (gaybten) haberdar edecek de değildir. Fakat Allah, resûllerinden dilediği kimseyi seçer, (gaybı ona, o resûlüne bildirir). O halde, Allah'a ve O'nun resûllerine îmân edin. Ve eğer îmân eder ve takva sahibi olursanız, o zaman sizin için ECRUN AZÎM (büyük mükâfat) var. Demek ki müminlerden temizi de var pisi de var. Allah mümin derken bu kişilerin nefislerini ıslah eden kullarından bahsediyordur, çünkü mümin tarifi nefsini ıslah eden veya Salih amel işleyen kulları için geçerlidir. NİSA - 124:Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ(nakîren).Ve erkeklerden ve kadınlardan kim salih amelde bulunursa, kim salih amel işlerse yani nefsi (tezkiye edici amel) işlerse onlar, mü'minlerdir. İşte onlar, cennete girerler ve onlara zerre kadar, hurma çekirdeğinin lifi kadar zulüm yapılmaz. Peki; bu müminlerden pis olanı ne demek ki Allah bir temizlik işi mi gerçekleştiriyor. EN'AM - 125:Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir. Buradan anlaşılıyor ki, Allah'a davet edilen ve davete icabet etmeyen kişiler ile hidayetten sonra Allah'ın irşad davetine icabet etmeyen kişilerden bahsediliyor. BAKARA - 186:Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar). Allah; hidayetten sonra Allah'ın davetine icabet ederek irşada
ulaşılmasını istiyor. Aksi halde davete icabet etmeyen kişilerin duasına icabet etmemesi söz konusu olacaktır. Ayette Allah kullarının duasına icabet edeceğini, fakat şartı var dua eden kulunun da Allah'ın davetine icabet etmiş olması gerekmektedir ve sonuçta irşada ulaşması söz konusudur. Allah'ın kulum dedikleri kişilerin mutlaka Sırat-ı Müstakim üzeri olmaları söz konusudur. AL-İ İMRAN - 51:İnnallâhe rabbî ve rabbikum fa’budûh (fa’budûhu), hâzâ sırâtun mustakîm(mustakîmun). Allah, hiç şüphesiz benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O halde (öyleyse) O'na kul olun. İşte bu SIRATI MUSTAKÎM'dir. Sırat-ı Müstakim üzeri olan ve Allah'ın kullarım dediği kişiler; Allah'a davet eden kişilerin davetine icabet etmiş veya davete icabetten sonra hidayete ererek teslimlere giden kişileri, Allah mutlaka kendisine ulaştırılacaktır. NİSA - 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır. İnsanlar hidayete adım atmadan dalalette oldukları ve ruhun hidayetinden sonra yozlaşır ve Allah'ın elçisinden farklı bir yol tutarsa dalalette kalır ve hidayetine karşı dalaleti satın almıştır. BAKARA - 16:Ulâikellezîneşterevûd dalâlete bil hudâ, fe mâ rabihat ticâretuhum ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).İşte onlar, o kimselerdir ki; hidayet ile dalâleti satın aldılar. Fakat onların ticareti, onlara hiç kâr sağlamadı ve hidayete ermiş değillerdi. Hidayetlerini vermişler dalaleti satın almışlar. Aslında hidayeti biliyorlar fakat hidayete eremiyorlar. Hidayeti bilmeleri hidayete erecekleri anlamına gelmez. Hidayete erecek olanlar; Allah'ı samimi bir kalbi talep ile Allah'a ulaşmayı dileyerek, Allah'ın da bu talep karşılığın da kendisine ulaştıracağına tevekkül edenlerdir. Hidayete eremeyenlerin özelliği de kalplerinde hayır olmamasıdır, Allah'a davet edilirken, davete icabet etmezler; bu neden ile Allah hidayete erdirmez. SAF - 7:Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhil kezibe ve huve yud’â ilel islâm, vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
İslâm'a (teslime) davet olunurken, Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kim vardır? Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez. Hidayetten önce de insanlar dalalettedir, yani insanlar doğdukları andan hidayet üzeri oluncaya kadar dalalettedir. BAKARA - 198:Leyse aleykum cunâhun en tebtegû fadlan min rabbikum fe izâ efadtum min arafâtin fezkurûllâhe indel meş’aril harâm(harâmi), vezkurûhu kemâ hedâkum, ve in kuntum min kablihî le mined dâllîn(dâllîne).Rabbinizden fazl istemeniz size günah değildir. Artık Arafat'tan akın akın geldiğiniz zaman Meş'aril Haram'ın yanında Allah'ı zikredin. Ve sizi hidayete erdirdiği şekilde
siz de O'nu zikredin. Doğrusu siz ondan önce (hidayetten önce) elbette dalâlette olanlardandınız. Hidayetten önce insanlar açık bir dalalette olduğunu söyleyen Allah, kendilerine Allah'ın ayetleri ile dini anlatan bir kişi mutlaka gelir, insanları Allah'a davet eder. Peygamberimiz SAV Efendimiz gibi. KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma! İnsanları Allah'a davet eden bir Allah'ın davetçisi gelmeden insanlar dalalette olurlar. AL-İ İMRAN - 164:Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin). Andolsun ki mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere kendi zamanlarında, kendi içlerinden bir resûl beas ederiz, onların aralarında (kendi kavminin içinde) onlara Allah'ın âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (resûle tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler. Davete icabet etmezlerse değişen bir şey olmaz. AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).
Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler. Bu dönemde insanları Allah'a davet eden davetçiler var mıdır? Diye bir soru olabilir. Tabi ki her zaman insanların dalaletten kurtulup hidayete ermesi için insanları Allah'a davet eden insanlar vardır. FUSSİLET - 33:Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne). Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasviyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır? İnsanların pek çoğu Allah'a davet edildikleri halde, davete icabet etmezler, yani Allah'a mülâkî olmayı dilemezler. RUM - 8:E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre
ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab'lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkâr edenlerdir. Hidayete eren bir kimsenin hidayetten sonrada Allah'a fizik, nefs ve irade teslimini kalbi talep etmiş olmalı ki, imanlarından dolayı hidayete ermiş olan bu kişiler; imanları artmış olan kişilerdir. YUNUS - 9:İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, imanlarından dolayı Rab'leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler. İnanç sahibi olan insanların hidayete erebilmeleri için kendilerini Allah'a davet eden veli resulü sevmeleri gerekir ki, Allah kalplerine imanı yazsın.
MUCADELE - 22:Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn (muflihûne). Allah'a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi? Kalplerine iman yazılmış kişiler Allah'ın ayetlerinin imanlarını arttırdığını görüyoruz. ENFAL - 2:İnnemel mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).Gerçek mü'minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah'ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab'lerine tevekkül ederler. Ayetlerin imanı arttırması, gerçek müminlerin tezekkürlerde ayetleri dinleyen ve idrak eden ilim verilen kişilerdir. KASAS - 51:Ve lekad vassalnâ lehumul kavle leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).Ve andolsun ki, tezekkür etsinler diye sözü (âyetlerimizi) ardarda onlara ulaştırdık. Tabi ki tezekkürü yapan önemlidir; her dönem Allah'ın resulleri vardır. Bu resuller kıyamete kadar da olacaklardır. Bu resuller Allah'ın veli resulleridir.
TALÂK - 11:Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minez zulumâti ilen nûr(nûri), ve men yû'min billâhi ve ya'mel sâlihan yudhilhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), kad ahsenallâhu lehu rızkâ(rızkan).Resûl, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (salih amel, yani nefs tezkiyesi) yapanları, karanlıklardan nura çıkarmak için size Allah'ın âyetlerini açıklayarak okur. Ve kim, Allah'a îmân ederse ve salih (nefsi ıslâh eden) amel işlerse onu, içinde ebediyyen kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere dahil eder (koyar). Allah('ın Zat'ı), onun (resûl) için en güzel rızık olmuştur. Allah'ın söylediği gibi; her dönem Allah'ın resulleri vardır. Bu resuller kıyamete kadar da olacaklardır. Bu resuller Allah'ın veli resulleridir. Demek ki, gerçek müminlerin imanlarının artması, aynı zamanda kalbin karanlıktan nura çıkması anlamına gelmektedir. Ve bu kişiler takva sahibi nasıl olunacağı, nefslerini nasıl tezkiye edeceklerini ayetler ile Allah'ın onlar için tayin ettiği resullerden öğrenmek zorundadırlar. A'RAF - 35:Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar. “Ben Kur-an-ı Kerim i okur anlarım” diyenler, Allah ile kul arasına kimse giremez diyorsanız, Allah'ın bu ayetlerini ret etmişsinizdir. Unutmayın dilleri Arapça olan ülkeler Kur-an-ı Kerim i anlasaydı hepsi sahabe gibi olurdu. Araplar sahabe gibi olamıyorsa siz nasıl olacaksınız. Hâlbuki Allah; BAKARA - 214:Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun).
Yoksa siz, kendinizden önce geçenlerin başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah'ın yardımı mutlaka yakındır, (öyle) değil mi? Hidayete erdikten sonra Allah'ın tayin ettiği ve kendilerini irşat edecek olan irşat makamından uzaklaşan kişiler vardır.
Bu kişiler; kâmil olabilmeleri için, Allah'ın tayin ettiği irşatla görevli kişinin açıkladığı ayetleri terk ederek nefslerine uyarlar. Kur-an-ı Kerim öğreterek irşada ulaşmalarına vesile olacak kişiye itaati bırakırlarsa, tabi olmayan müminlerdir. Allah tabi olan
müminlere şeytanın tasallutu olmasın diye, üzerinden korumalarını kaldırmaz ŞUARA - 215:Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn (mu’minîne).Ve mü'minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger. Üzerlerine nimet olsun diye görevli halife resulün itaat etmeyen müminlerin başlarının üzerlerindeki nimet olması biter. Allah'ın böyle bir koruma sistemi var ama insanlar bilmezler. Bir insan hidayete erdikten sonra üzerinden nimet gider koruma kalkarsa, ruhun sıratı müstakimi bitmiş veçh, nefs ve irade teslimine gitmediği için artık sıratı müstakim üzeri olamaz. FATİHA - 7:Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne). O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı'nın ruhunu) ni'met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil. İnsanların Allah'ın elçisine itaat etmeyişleri onların Allah'ın korumasından uzaklaşırlar. NİSA - 80:Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen).Resûl'e itaat eden andolsun ki; Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki); Biz, seni onların üzerine muhafız göndermedik. Allah resulüne itaat edenlere muhafaza ederek koruduğunu söylüyor. İblisin tesir edemedikleri kimseler Allah'a dört teslim için hidayet üzere olan ve tevekkül sahibi mümin kişilerdir. NAHL - 99:İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne). Çünkü onun, âmenû olanlar ve Rab'lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (yaptırım gücü) yoktur. Demek ki Allah'a mülâki olmayı (ruhunu ölmeden Allah'a ulaştırmayı ve veçh, nefs, iradelerini teslim etmeyi) dileyen ve kesinlikle Allah'ın da bu dileği kabul ederek, talepleri karşılığı, Allah'ın kendisine mutlaka ulaştıracağına tevekkül eden kişiler şeytandan uzak kişilerdir. Allah; Amenu olanların mutlaka Allah'a mülâkî olacaklarını söylüyor. HUD - 29:Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum. Amenu olan kişilerin, Allah'a mutlaka mülâkî olacaklarını söylüyor. Allah'a mülâki olmayı dileyen insana, Allah'ın cevabı çok açık. ANKEBUT - 5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi
leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktir de muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir. Demek ki tarikat ve cemaat olarak bahsedilen yerlerde iblisin mücadelesi çok fazla olduğunu anlıyoruz. Sonuç içerdeki münafık ve fitnelerin ayrılması ve Allah için hizmet verecek olan dostlarının resule sadakat ile bağlı kalabilmesi için bir temizlik unsur. Hâlbuki cemaatte olan kişilerin, bu insanların kalplerini bilemedikleri için, onlara uyup yoldan çıkabilirler. Demek ki cemaatin saflaşması gerekiyor. iblis Kimleri çeviriyor? SEBE - 21:Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men yû’minu bil âhireti mimmen huve minhâ fî şekk(şekkin), ve rabbuke alâ kulli şeyin hafîz(hafîzun).Ve onun (iblisin) onlar üzerinde bir sultanlığı (nüfuzu, tesiri) yoktu. Ahirete (hayatta iken ruhunu Allah'a ulaştırmaya) inanan kişi ile ondan (Allah'a ulaşmaktan) şüphe içinde olanları bilmemiz için (iblisle onları imtihan ettik). Ve senin Rabbin her şeyi hıfzedendir. Bu neden ile Allah'a mülâkî olmayı dilemiş ve Allah'ın kendisini irşat edeceği kişiyi Allah’tan hacet namazı ile sorarak onu rehber edinmiş bir kişi ruhu Allah'a ulaşıp Hidayet’e erdikten sonra şeytanın tuzağına düşmemek için Allah'a şöyle dua ederler. AL-İ İMRAN - 8:Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb(vehhâbu). Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma. Katından bize rahmet ihsan buyur. Hiç şüphesiz; Sen, Vehhab'sın. Kalbin sapmaması ve iblisin oyununa gelmemek için Allah'ın rahmetinin devamlı olması gerekiyor. AL-İ İMRAN - 132:Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn (turhamûne).Allah'a ve Resûl'e itaat edin ki; böylece (Allah'ın) rahmeti üzerinize olsun (ve merhamet edilenlerden olun). Bunun için ruhu hidayete eren kişinin irşat makamının önünde aldığı tövbe ile dört Sırat-ı Müstakim (ruhun, veçhin, nefsin ve iradenin teslimi) üzeri olduğunu bilmeli; bu amenu kişiyi fizik beden teslimine götürür. A'RAF - 56:Ve lâ tufsidû fîl ardı ba'de ıslâhıhâ ved'ûhu havfen ve tamaâ(tamaân) inne rahmetallâhi karîbun minel muhsinîn (muhsinîne).Islâh olduktan sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti muhsinlere yakındır. Allah ve resulüne itaat etmeyenlere fesatlık yapanlardan olmayın uyarısı var. Ruhun hidayeti sonrası başının üzerindeki korumamız kalkar, çünkü kişi artık amenu değildir. Amenu olmayan bir kişi tevekkül sahibi de değildir ve şeytanın tasallutu altındadır. NAHL - 99:İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ
rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne). Çünkü onun, âmenû olanlar ve Rab'lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (yaptırım gücü) yoktur. Amenu olmayan bir kişi Allah'ın irşada davetini önemsememiş ve nefsine uymuş bir kişidir ve şirke girmiştir. CASİYE - 23:E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh (ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz? Amenu olan kişi dört teslimi gerçekleştirmek için kalbi talebi ile Allah'a tevekkül ederek Sıratı Müstakim üzeri olması gerekir çünkü Allah herkesi irşada çağırıyor. BAKARA - 186:Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar). Bir insanın Allah'a ulaşmayı dileyip, Allan’dan irşat makamını hacet namazı ile sorarak tabi olacağı kapıya ulaşması, İrşada ulaşabilmesi için de Kur-an- ı Kerimi öğrenmesi ve yaşaması gerekmektedir. CİN - 2:Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden).“O (Kur'ân), irşada ulaştırır, artık biz, O'na îmân ettik ve artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayız.” Kur-an-ı Kerimi öğrenmek yetmez hayatınıza tatbik edilmesi de gerekir. MAİDE - 68:Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne).
De ki; "Ey Ehli Kitap! Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabb'iniz tarafından indirileni, yerine getirip uygulamadıkça siz bir şey (bir din) üzerinde değilsiniz. Ve sana Rabb'in den indirilen, mutlaka onların bir çoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Artık sen kâfirler topluluğuna üzülme. KÂİNATI MÜKEMMEL VE EKSİKSİZ YARATAN ALLAH; İNSANLARIN YAŞAMASI İÇİN BİR DİN İNDİRDİYSE, BU ALLAH'IN DİNİNİN YAŞANMASI İNSANLARI MÜKEMMEL Mİ YAPAR? YOKSA BAĞNAZ VE YOBAZ MI? İnsanların pek çoğu dinlerini bilmezler ve önemsemezler. Allah'ın hidayete erdirdiği ve şeriatı yaşayan kişileri de önemsemezler. Kendi bildikleri dinin doğru olduğunu iddia ederek fetva verirler
ama kendileri de anlattıklarını yaşayamazlar. HAC - 8:Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).Ve insanlardan (öyle) kimseler vardır ki; bir ilme, bir hidayetçiye ve nurlu (aydınlatıcı) bir kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında mücâdele eder. Allah'a ulaştıracak kişiyi kabul etmezler ve Allah ile kul arasına kimse giremez derler, onun için bir hidayetçileri yoktur. KEHF - 17:Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz. Dini bildiklerini iddia edenler yani fetva verenler, insanlara dini fetva vermeyi severler ama hiçbir zaman anlattıklarını Allah'ın ayetleri ile değildir. Hâlbuki Allah deliller (ayetler) ile konuşulmasını ister. BAKARA - 111:Ve kâlû len yedhulel cennete illâ men kâne hûden ev nasâr(nasârâ), tilke emâniyyuhum kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).Dediler ki: “Cennete yahudi veya hristiyan olan kişinin dışında kimse girmeyecektir.” Bu, onların emaniyye (zan ve kuruntularına ait bilgi)leridir. De ki: “Eğer siz (iddianızda) sadıklar iseniz delilinizi getirin.” O zaman size dini fetva verenlere söyleyin, “bize Allah'ın ayetleri ile anlat, not alalım ki Kur-an-ı Kerim den takip edebilelim” diye söyleyin; yoksa sizi Allah'ın kitabındanmış gibi kandırırlar. ALLAH'IN VERDİĞİ ÖMÜR SERMAYESİ TÜKENMEDEN NEDEN ALLAH'A TESLİM OLMUYORSUNUZ. YARINI YAŞAYACAĞINIZA DAİR ALLAH’DAN GARANTİNİZ Mİ VAR?
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir. Namazda aşağıdaki âyetler okunur: 1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî 2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas. 2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü 3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas. 4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas. Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir.
Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir. Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir. Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.
|