AMACIMIZ KİMSEYİ KIRMAK DEĞİL AMA GENEDE RABBİMİZİN GERÇEK DİNİNİ NEZAMAN ÖĞRENECEĞİ?
Allah insanlara yaşasınlar diye şeriat olan dinini indiriyor; düşüne biliyor musunuz her şeyi mükemmel yaratan Rabbimiz insanlar yaşasın diye indirdiği din insanları bağnaz mı yapar yoksa mükemmelleştirir mi? O zaman dini; din yaşayandan Allah'ın dostlarından öğrenmek zorundasınız,
MAİDE - 68:Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne).De ki; "Ey Ehli Kitap! Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabb'iniz tarafından indirileni, yerine getirip uygulamadıkça siz bir şey (bir din) üzerinde değilsiniz. Ve sana Rabb'inden indirilen, mutlaka onların birçoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Artık sen kâfirler topluluğuna üzülme. Yani öğrenmek yetmiyor. Birde kimden öğrendiğiniz. “Rabb'iniz tarafından indirileni, yerine getirip uygulamadıkça siz bir şey (bir din) üzerinde değilsiniz”. Şimdi Allah'ın indirdiği şeriatı yaşıyor muyuz? Eğer yaşamış olsaydık, dinimiz yani Rabbimiz bizleri sahabe gibi olmamızı sağlardı. Bu, kalbinde hayır olmayan ve kibirli kişilerin yaşaması zor olan bir dindir. Son günlerde gündemi dini bilen ve bilmeyen tartışması yapılmakta; hâlbuki dini bilenlerin ve bilmeyenlerin kimler olduğu Kur-an-ı Kerim de açıklanmıştır.
ZUMER - 9:Em men huve kânitun ânâel leyli sâciden ve kâimen yahzerul âhırete ve yercû rahmete rabbih(rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulûl elbâb(elbâbi). Gece boyunca secde ederek ve kıyamda (ayakta) durarak kanitin olan, ahiretten çekinen (korkan) ve Rabbinin rahmetini dileyen mi? De ki: "(Hiç) BİLENLE BİLMEYEN BİR OLUR MU? Ancak ulûl'elbab (daimî zikir sahipleri) tezekkür eder." Bu ayette rabbinin rahmetini dileyen kişilerin kim olduğunu Rabbimiz ayet ile açıklamış.
AL-İ İMRAN - 132:Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn (turhamûne).Allah'a ve Resûl'e itaat edin ki; böylece (Allah'ın) rahmeti üzerinize olsun (ve merhamet edilenlerden olun). Burada Resul olarak Peygamberimiz olarak iddia edebilirsiniz, O nebi resuldür ama hiç bir şey fark etmez mutlaka resule uymak gerekir ki, bu da resulün söylediğini yapmak.
KASAS – 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn (muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma! Evet, sizler davete icabet ettiniz mi? Davete icabet etmişseniz mutlaka Allah’dan mürşidinizi hacet namazı ile sormuşsunuzdur. Çünkü Rabbimiz Sırat-ı Mustakim üzeri olmak için davete icabet edip Allah’dan hacet namazı ile kendisini irşad edecek makamı sormanızı ister. Ama mecbur değilsiniz bu sevgi ile aşk ile olacak bir şey.
AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin). Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin). Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler. İnşalar din eğitimi aldıkları zaman veya bir postun üzerine oturandan dini öğreneceklerini zan ederler. Öyle olsaydı Suudi Arabistanlıların lisanı Arapçadır. Kimse Araplar kadar Arapçayı bilemez. Sahabe gibi Arabistanlı gördünüz mü? Demek ki Kur-an-ı Kerim vahiy lisanı ile yazılmıştır. Arapça değil RAPCA dır. Hani demiş ya YUNUS; “medreseler müderrisi okumadılar bu dersi gönüllere yazılır bu kitabı suresi”. Doğrumu acaba Yunus'un sözü?
ANKEBUT - 49:Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illez zâlimûn(zâlimûne). Hayır, O (Kur'ân-ı Kerim), ilim verilenlerin sînelerinde beyan olunan âyetlerdir. Ve zalimler hariç, onlar âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler. Hadi bakalım SATIRDAN okuyan mı doğru okur SADIRDAN okuyan mı? Mutlaka bilenle bilmeyen bir olmaz ama kimin bildiğini ve kimin bilmediğini bizler nereden bileceğiz ki? Ancak Ulûl’elbab denilen kişilerin tezekkür edeceğini söylüyor Rabbimiz. Bazı tefsirlerde Ulûl’elbab olan kişiler için olgun akıl sahibi olduğunu yazmışlardır. Ne anlama geliyorsa! Rabbimizin tarif ettiği Ulûl’elbab tarifi nasıl bakalım. BAKARA - 269:Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi). (Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir, ulûl'elbabtan başkası tezekkür edemez. Yani Ulûl’elbab denilince Allah'ın kendisine hikmet verdiği, yani yaşanan olayların arkasından Allah'ın neyi müjdelediğini bilen kişi. Çok hayır sahibi olması Allah'ın her zaman istediklerini yapan ve yasakladıklarını yapmayan ve asıl önemlisi, Rabbimiz tezekkür edebilme iznini bu kişilere vermesi. Şimdi soralım diplomalı veya diplomasız Rabbimiz size böyle bir lütuf da bulundu mu? Yoksa Allah hakkında bu tartışma bitmez.
HAC - 8:Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).Ve insanlardan (öyle) kimseler vardır ki; bir ilme, bir hidayetçiye ve nurlu (aydınlatıcı) bir kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında mücâdele eder. Hidayetçinin kabul edilmediği bir dönem de, yani Allah ile kul arasına kimse giremez denildiği sırada, çoğunun Kur-an-ı Kerim dışında konuşan, ayetlerle konuşmayan sadık olmayan kişiler sadra şifa olmayan teferruat ile uğraşıyorlar. HAC - 9:Sâniye ıtfihî li yudılle an sebîlillâh(sebîlillâhi), lehu fid dunyâ hızyun ve nuzîkuhu yevmel kıyâmeti azâbel harîk(harîkı). Allah'ın yolundan saptırmak için onu (Allah'ın dînindeki esasları) eğip büker (değiştirir). Onun için dünyada rezillik vardır. Ve ona kıyâmet günü yakıcı bir azap tattıracağız. Hidayetçi; Allah'a davet edilmiş ve davete icabet etmiş kişilerin Allah’dan hacet namazı ile kendi hidayetçisini sorarak, Allah'ın onlara gösterdiği irşat makamına tabi olan kişiyi Allah'a ulaşmasına yani hidayeti için görevli kişidir.
SECDE - 24:Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için. Yok, öyle bir şey demeyin özellikle Allah'ın tayin ettiği imam bu imamlar genellikle veli resuldür işin ilginç yanı da din konusunda ümmidirler.
CUMA - 2:Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler. Allah'ın görevli kıldığı bu resuller, görevlerini yapabilmeleri için hay (canlı) olmaları lazımdır. Ölü olan kişilerin ayetleri okuya bilmesi mümkün değildir. İşte, Allah'ın indirdiği şeriat da Allah neler söylüyor, kendisini (ruh, fizik, nefs ve irade olarak) Allah'a teslim etme (İslâm) dinini bilmeyenler anlatma yetkisini kendisin de görenler neler söylüyor. Eğer dini okullarda okuyanlar Kur-an-ı Kerimi iyi bilselerdi aralarında 341 tane fetöcü fitne gurubu bulundurmazlar ve onlara gerçek İslâm dinini öğretebilirdi. Rabbimiz sadık olan insanlara şöyle sesleniyor; BAKARA - 111:Ve kâlû len yedhulel cennete illâ men kâne hûden ev nasâr(nasârâ), tilke emâniyyuhum kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).Dediler ki: “Cennete yahudi veya hristiyan olan kişinin dışında kimse girmeyecektir.” Bu, onların emaniyye (zan ve kuruntularına ait bilgi)leridir. De ki: “Eğer siz (iddianızda) sadıklar iseniz delilinizi getirin.” Delil ayettir sadık olan kişiler mutlaka bilgilerini ayetler ile ispat ederler. Peki, bu Kur-an-ı Kerim' in ayetleri sinelerine yazılan o ilim sahipleri kimlerdir? Her şeyden önce Allah'ın ilim sahibi dedikleri ayette kim diye bakarsak. HAC - 54:Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin). Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir. Resul rabbimize davet ediyorken;
KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma! Resul bunu kendi kafasına göre yapmıyor, çünkü Allah da insanları kendine davet ediyor. RAD – 14:Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir. İyide insanlar bu davete icabet etmiyor ve iman etmiyorlarsa hac 54 e göre ilim sahibi olma şansı yok ve hatta Sırat-ı Mustakim üzeri olma mümkün değil. Zaten davete icabet edenler işitenlerdir.
EN'AM - 36:İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne). (Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah'a döndürülür.) İşitmeyenlerde davete icabet etmeyenlerdir. NEML - 80:İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini işittiremezsin. Şimdi bu ilim sahibi olmayanlar davete icabet ettiniz mi? Etmediyseniz Kur-an-ı Kerim'i yaşamanız mümkün değil, çünkü Kur-an-ı Kerim'i yaşayanlar Allah'ın terbiyesi ile yaşayanlar ve hayatlarını insanların mutluluğu için yaşayanlardır. Allah'ın terbiyesi insanın nefsindeki afetlerden kurtulmasına ve nurlanması hasletlerin nefsin kalbine dolması ve kötülükten kurtulmasına neden olur.
NİSA - 49:E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen). (Habibim), nefslerini tezkiye ettiklerini söyleyenleri görmedin mi? Hayır, öyle değil (nefsini tezkiye ettiğini söyledi diye kimsenin nefsi tezkiye olmaz). Ancak Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile zulüm olunmazlar. Öyle benim kalbim temiz demekle kalp temizlenmiyor, eğer Allah'ın davetine icabet ederek ruh, fizik beden, nefs ve irademizi bizi yaradan Rabbimize teslim etmeyi kalben samimi dilersek, Rabbimiz mutlaka bizi Sırat-ı Mustakim üzeri kılar. Sadece o kadar mı zikrin farz olduğuna inanılmayan bir dönemde Allah dilediğine zikrettirir,
MUDESSİR - 56:Ve mâ yezkurûne illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), huve ehlut takvâ ve ehlul magfireh(magfireti).Allah'ın dilediğinden başkası O'nu zikredemez. O (O'nun dilediği kimse), takva sahibidir ve mağfiret ehlidir (günahları sevaba çevrilmiş olan kimsedir). Farz olan zikir nefsimizin kötülüklerden kesilmesini sağlarken teslimlerimizi de sağlar. Yani salih ameldir.
MUZEMMİL - 8:Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş. Sadece bu kadar olsa Rabbimiz kendisine dost olarak seçti ise daimi zikre ulaştıracaktır yeter ki siz başka insanların hidayetine vesile olmaya çalışın.
BAKARA - 213:Kânen nâsu ummeten vâhıdeten fe beasallâhun nebiyyîne mubeşşirîne ve munzirîne, ve enzele meahumul kitâbe bil hakkı li yahkume beynen nâsi fî mâhtelefû fîh(fîhi), ve mâhtelefe fîhi illellezîne ûtûhu min ba’di mâ câethumul beyyinâtu bagyen beynehum, fe hedâllâhullezîne âmenû li mâhtelefû fîhi minel hakkı bi iznih(iznihî), vallâhu yehdî men yeşâu ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).İnsanlar bir tek ümmetti. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler beas etti (hayata getirdi, gönderdi). Ve onlarla birlikte insanların aralarında, ayrılığa düştükleri şey hakkında hüküm vermeleri için hak ile kitap indirdi. Kendilerine (apaçık) beyyineler (belgeler) geldikten sonra kendi aralarındaki çekememezlik (ve haset yüzünden) onun hakkında ayrılığa düşenler, sadece kendilerine (kitap) verilenlerdir. Bu sebeple âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyen) o kimselerin haktan yana ayrılığa düştükleri şeyi (hidayeti) açıklamaları için Allah, Kendi izniyle onları hidayete erdirdi. Allah, dilediği kimseyi Sıratı Mustakîm'e iletir. Demek ki insanın hidayete ermesinin nedeni başka insanların hidayetine vesile olmak için. Tabi bu işi kibirli olanlar yapamaz. İnsanın zikri attıkça tevazuu da artar ve nefsini Allah'a teslim ettiği daimi zikre ulaşır. Bu kişinin nefsinde hiçbir afet kalmamıştır.
AL-İ İMRAN - 190:İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı). Hiç şüphesiz; göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, elbette ulûl'elbab için nice deliller vardır.
AL-İ İMRAN - 191:Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı). O (Ulûl'elbab) ki; (lübblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah'ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, ateşin azabından koru.” Rabbimizin katında bu seviyeye yükselmiş bir kişi size Kur-an-ı Kerim'i tezekkür edebilir. Arapçası ana lisanı gibi olması vahiy lisanını anlayacak değildir. O zaman kuranı kim tezekkür eder yani insanlara kim açıklarmış;
ULÛL’ELBAB; AL-İ İMRAN - 7:Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih (te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi). O (Allah) ki; Kitab'ı, sana O indirdi. O'ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz'daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab')ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan rasihun (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O'na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme)dir.”
BUNU KİMSE TEZEKKÜR EDEMEZ ANCAK ULÛL'ELBAB TEZEKKÜR EDEBİLİR. ŞİMDİ SORALIM RABBİMİZ KENDİSİNE İZİN VERDİĞİ ULÛL’ELBAB
KURANI AÇIKLAR DİYOR. AÇIKLAYANLAR SİZİN YETKİNİZ NEREDEN?
Bu söylediklerim sizleri incitmesin ülkemizin birlik beraberlik, Allah'ın istediği tevhidin ve vahdetin oluşması ancak böyle olabilir. Sadece davete icabet etmek ve hacet namazı ile Allah’dan irşadla görevli kişiyi sorsun. Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir. Namazda aşağıdaki âyetler okunur: 1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî 2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas. 2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü 3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas. 4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas. Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir. Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir. Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.
NE KAYBEDERSİNİZ.
dkusman@yahoo.com
|