“Vatandan kovulma” konusunda uzman kişi olarak yazıyorum bunları... Bak televizyonda anket yaptılar en azından “Fazıl Say gitsin mi, kalsın mı” diye...
Demokratik kovulma bir bakıma...
Oysa bana “git” denildiğinde, mini anket bile yapılmadı...
Başbakan “çek git” dediği için, sadece “kanun kuvvetinde kovalama” sayıldı...
O kadar...
*
Bir avantajın daha senin adına; sen dünya çapında ünlü bir müzisyensin... Müzik evrenseldir... Piyanoyu sen öyle çaldıkça, Arjantinli de bayılarak dinler seni, Japon da...
Ben ise Türk medyasının sıradan yazarı...
Gidip Çinliye “Sana Bülent Arınç ile ilgili yazı yazayım” desem...
Onun için senin “gidiyorum” deme hakkın var...
Ama benim sadece “gitmiyorum” deme hakkım vardı...
*
Sen gidersen Türkiye azalır...
Tıpkı Nâzım Hikmet gittiğinde azaldığı gibi... Ki o azalış hâlâ derin ve hüzünlü boşluğunu koruyor...
*
Ve “gitmek ile kalmak arasındaki” o ilk anlar...
Kendi adıma; önce istemediği halde bardak bardak su içiyor insan...
Sonra olmayan bir şeyini aramaya başlıyor evin içinde...
Ben kucağıma alıp oturmak için “kırmızı kapaklı sıcak su şişemi” aramıştım...
Ama benim sıcak su şişem zaten yoktu...
*
Peşinden pencerenin önüne gidip dışarıya bakıyorsun:
Dışarısı simsiyah...
O siyahın altındaki vatan üzerinde bir yerde, kimi insanların belki sana sahip çıkacağı, seni koruyacağı, senin gitmene izin vermeyeceği, seni sevecekleri, seni anlayacakları, sana kıyamayacakları geliyor akla...
Ama gözükmüyor hiçbir şey, karanlıktan başka...
*
Çıkıp bağırmak geliyor insanın içinden o zaman:
“Gitmem mi gerekir?..”
Ses yanıtsız kalır...
Sokak lambasının ampulünde uçuşan kara yarasalar dışında canlı bile yoktur dışarıda...
Memleket sessizdir...
*
Çıkıp bir avuç toprak alıp koklamak...
Ya da yere kapanıp ağlamak gelir insanın içinden...
Ve vatan toprağını çok çok öpmek...
*
Benim gidecek yerim yoktu, ama bence sen git gideceksen...
Bir gece vakti...
Sokak ampulünün çevresinde dolanan kara yarasalar, ışık arayan kelebekleri yemeye devam ederken...
|