“Bilinmeli ve anlaşılmalıdır ki her sabrın ve her tahammülün nihayet hududu vardır. Biz Türkler, her milletten ziyade acılara katlanmasını bilen bir milletiz... Yalnız sabrımız tükenir, izzetinefis ve şerefimiz ayaklar altında çiğnenmeye yeltenilir ise o zamandır ki munis Türk, kükremiş bir aslan kesilir ve beklenmedik sürprizler çıkar”. 1945
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Dünyadaki dengelerin adeta dinamitlendiği bir dönemde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. İki aşamalı olarak gerçekleşen seçimin sonucunda Kıbrıs Türk siyasetinin duayen isimlerinden olan Mustafa Akıncı Cumhurbaşkanlığına seçildi. Kendisini kutluyoruz. Kıbrıs Türklerinin haklarının korunması konusunda başarılı çalışmalar yapmasını bekliyoruz. Adadaki uyuşmazlığa yarım asra yaklaşan süredir çözüm arayışlarının yapıldığı biliniyor. Bu kadar süredir çözülemeyen uyuşmazlığın 15 ay gibi kısa sürede çözülmesini beklemek Godo’yu beklemekten zor olsa gerek. Çözüm çalışmaları konusunda geldiğimiz nokta ortalık yerlerde sürünüyor. O nedenle bu süreyi bir dayatma olarak da okumak olasıdır.
Seçim sonuçlarının kesinleşmesi sonrasında beklentilerin yüksek tutulmasını doğal karşılıyoruz. Mendil büyüklüğündeki ülkenin önde gidenlerinin yaptıkları açıklamalar ilginçlikler içeriyor. Düne kadar Kıbrıs Türkleri ile uzlaşmamak için uyuşmazlığın çözümünü yokuşa sürenler sanki kendileri değillermiş gibi konuşuyorlar. Adı geçen ülkenin Dışişleri Bakanı Bay Yannakis Kasulides ise “50 yıldır çözülemeyen sorunun 15 ay gibi kısa sürede çözülemeyeceğini biliyoruz” dedikten sonra “Çözüm konusunda da kilisenin ortaya koyacağı tavrın önemli olduğuna” vurgu yapıyordu. BM Genel Yazmanı’nın Özel Temsilcisi Bay Espen Barth Eide’nin “Ben en son arabulucuyum” açıklaması ise yeni bir dayatma ile karşılaşılacağı konusunda ipin ucunu veriyordu.
Yunanistan Başbakanı Bay Aleksis Çipras, adaya yaptığı ziyaret sırasında Kıbrıs Cumhuriyeti için garantilere yer olmadığının türküsünü çığırıyordu. Kıbrıs Türkleri için yaşamsal önemde olan garantiler konusunda adı geçen ülkenin Dışişleri Bakanlığı da ilgili taraflara resmi başvuruda bulundu. Geçtiğimiz günlerde adanın güneyinde yapılan Yunanistan – Mendil büyüklüğündeki ülke ve Mısır’ın Dışişleri Bakanlarının katıldığı toplantıdan sonra Bay Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias, ülkesinin Kıbrıs’ta garantör ülke olmak istemediği konusuna açıklık getiriyordu.
17 Şubat 1959 gününde Zürih’te imzalanarak kabul edilen Garantörlük yükümlülüğü Kıbrıs Türk ve Rum temsilcilerinin onayı sonrasında kesinleşerek yürürlüğe girmiştir. Anılan anlaşmaya göre Ağratur ve Dikelya’da bulunan iki adet üs, İngiltere’nin egemenlik alanına bırakılıyordu. Bu güne değin Yunanistan’ın garantör ülke olarak bu üslere karşı çıkmadığının bilinmesini istiyoruz. 1959 yılında kabul edilen sözkonusu anlaşmanın yürürlükten kaldırılması için aynı yöntemin izlenmesi gerektiğini bu görüşü ortalık yerlere atan kişi de iyi bilmektedir. Aksi halde kendisini Dışişleri Bakanı yapmazlardı.
Üçlü toplantı sonrasında Bay Dışişleri Bakanı, bu güne değin yapılan görüşmelerde anlaşmazlık konularının başında olan garantörlük konusunda, “Zürih anlaşmalarından kaynaklanan Kıbrıs’ta garantör ülke olma görevlerini bu güne dek elinden geldiğince iyi bir şekilde getirdiğini söylemek istiyoruz!!!(15 Temmuz 1974 öncesi adaya anlaşmalar dışında ülkesinden asker göndererek darbe yaptırarak bu hakkını iyi kullanmıştır) Buna karşın şimdilerde Türkiye – Yunanistan ve İngiltere’den oluşan garantörlük sistemine gereksinim yoktur” diyordu.
Açıklamasında, “Türkiye Kıbrıs’ta bir an önce çözüm istiyorsa acele işgali sona erdirmeli. Sorunun temeli de budur. Biz kesin ve net çözüm istiyoruz. 1960’daki gibi sahte çözüm değil” diyerek sopasının altından abasını gösteriyordu. BM tarafından kabul edilen uluslararası anlaşmaların nasıl ve ne şekilde değiştirileceğine ilişkin kuralların olduğu biliniyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşmaları bir bütündür. İsteğe bağlı ve keyfi olarak değişitirilemez.
Garantörlük konusunun yanı sıra güven arttırıcı önlemleri konusunda da uzlaşının sağlanması gerekiyor. Her iki toplum arasındaki kişisel dostluklarda bile güven unsurunun olmadığı biliniyor. Her iki tarafta yapılan kamuoyu araştırmaları bu yargımızın göstergesidir. 15 ay gibi bir sürede iki konunun aşılmasını olanaksız ötesi bir durum olarak görüyoruz. Siyasi çözüm anlaşmasına koşut olarak başat bir konu olan toprak konusunun nasıl çözüleceğinin de açıklanması gerekiyor.
Kıbrıs uyuşmazlığının karşılıklı suçlamalarla çözülemeyeceğinin bir kez daha kabul edilmesi gerekiyor mu ne...
Sevgi ile kalınız...
|