Biz dur demedikçe, kan kokusu sinmiş tepelerde savaş naraları atan iblislere sustukça, öldükçe,öldürdükçe öldürüldükçe insana dair tüm güzelliklerde ölecek. Kocaman bir çukur açacaklar dibi görünmeyen bir kuyu gibi atılan her taş asla dibe inmeyecek. Çünkü o dipsiz kuyu sonsuzluğun ve ötesi olmayan bir zamanın kaybedilmiş yalnızlığıdır..
Ey insan! Kine savaşa doymayan insan.Masum bir bebek olarak doğarken mazlumun kanını mı içmiştin ana sütü tadında? Neden bu kadar açsın neden doymazlığın tutkusuna yapışmış bir kene gibisin. Sen sevmeyi bilmiyormuydun? Oysa sana öğretilmişti ana rahminde beklerken..
Melekler nurdan bir huzme gibi damıtılmış o duyguyu sevgi olarak akıtmıştı yüreğine. Bak diğerlerine sen gibiler. Şimdi vahşetin benzer özelliklerinle hangi canlıya dönmek emelindesin. İki ayak, iki kol iki göz, acıkan, susayan, uyuyan tüm beşeri bedenlerin bir parçası değilmisin?
Irkın milliyetin cinsin farklı olsa da insansın unutma!
Barış gökteki bulut,el değmemiş kır çiçeği veya denizin binlerce fersah altındaki inci tanesi kadar ulaşılmaz değil. Aldığın nefes gibi yakınken ruhuna, neden soluğunu kesmektesin?
Şimdi güvercinler kıyama durmuş. Zulme karşı, zalime inat bir zeytin dalına yüklemiş barış ümitlerini. Sabiler melek saflığında gülümserken karanlığa, kuyruklu yıldızların rehberliğinde vaz geçiyorlar dünyadan. Kıyamete kaç kala bilinmezken, sönmeyen ateş olmuş içinde hırs,kin, ihtiras. Ey insan özüne dön aczini hatırla zaman az.
Göğün mavisini ormanın yeşilini eşref-i mahlûkatın asıl vazifesini hatırla!
Uç güvercinlerin kanatlarında rengi bembeyaz olan bir bayrakla BARIŞA..
Şükran Gülcenaz AYDOĞAN / 27 TEMMUZ / 2015 / YALOVA
|