“Türkiye neden gelmesin?Gerek Rumlar gerek Yunanistan iyice bilmelidir ki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelleri atılırken Türkiye’de bu devletin kuruluşunda taraflardan biri olmuş, üzerine ağır sorumluluklar almış. Adanın huzur ve sükun içinde yaşanabilmesi için birçok yükümlülükler yüklenmiştir. Yine iki halktan birinin diğerine tahakkümü ve zulmü karşısında müdahale hakkını da Anayasa açık bir biçimde vermiş bulunuyor.”
1967
Dr. Fazıl KÜÇÜK
***
Bölgemizde yaşanmakta olan olayların her gün yeni boyut kazanarak devam ettiği bir süreçten geçiyoruz. Yaşanmakta olan çatışmalar ve savaşların yeni bir paylaşım savaşına doğru evrildiği gündeme taşınıyor. Şimdilerde bu olasılığın oldukça zayıf bir yaklaşım olduğunu yinelemek gerekiyor. Bu gerçeğin önümüzdeki yıllarda devre dışında olamayacağını da kaydediyoruz.
Kıbrıs dahil olmak üzere egemen güçlerin kendi çalışma alanlarını genişletebilmek için yoğun çaba içinde oldukları biliniyor. İran’ın nükleer güç olmaktan şimdilik geri adım atması sonrasında bölgede söz sahibi olacağı izlenimini veriyor. Yeni bir güç olarak bölgeye gelmeye çalışan Çin’in de bu çabalarının göz ardı edilmemesi gerekiyor. Böyle bir ortamda yukarıda da kaydettiğimiz gibi 3. Paylaşım Savaşı olasılığının şimdilerde biraz uzakta olduğunu düşünüyoruz.
Bu gelişmelere koşut Avrupa ülkelerinin kapılarına dayanan Suriyeli sığınmacıların yaşadıkları insanlık dramı konusunda Almanya ve Fransa kollarını sıvamış gibi bir görüntü veriyorlar. Almanya Başbakanı Bayan Angela Merkel’in koşar adım Türkiye’ye gelmesinden sonra Fransa Cumhurbaşkanı Bay Francois Hollande de soluğu Yunanistan’da aldı. Yunanistan Parlamentosunda konuşan Bay Hollande, “Türkiye’ye sığınmacı akımını durdurması karşılığında mali yardım dahil gerekli yardımda bulunulması gerektiğini” söylüyordu.
Bayan Merkel ise bunun ötesine geçerek AB müzakere sürecinde yeni fasılların açılacağı sözünü bitirmeden mendil büyüklüğündeki ülkenin Dışişleri Bakanı Bay Yannakis Kasulides, sözünü ağzına tıkar gibi, “yeni fasılların açılmasına izin vermeyeceğiz” diyordu. Adı geçen ülkedeki siyasetçiler arasında aklı başında bir kişi olarak bilinmesine karşın diğer dar görüşlülerden pek farklı olmadığını da bu sözleri ile kanıtlamış oluyor. Bu nedenle çözüm konusunda ayakların yere sağlam değil iyice sağlam basması gerekiyor.
Geldiğimiz bu noktada Türkiye Cumhuriyeti’nin Lefkoşa’daki işgüderi Sayın Derya Kanbay’ın görevine başladığı günlerde yaptığı konuşmasında anlamak isteyenlere net bir mesaj veriyordu. Sayın Kanbay, “İnsanlar iki toprak, iki ulus, iki devlet yapısının üstünde yaşayacaklar. Bunun içinden, ortasından küçük bir parçayı alıp ‘yok bu şunlara ait, bu da şuna ait’ gibi kişisel şeylere götürüldüğünde içinden çıkılmaz bir zorluk yaratacak” diyordu. Aradan geçen 40 yılı aşkın sürede tarafların bu günkü yapıyı kabul ettikleri biliniyor. Çünkü bu süreçte ciddiye alınabilecek her hangi bir çatışma yaşanmamıştır. Bu nedenle Birleşik Kıbrıs söylemlerini doğru değerlendirmek gerektiğini belirtmek istiyoruz.
Sayın Kanbay’ın “Müzakereleri çok zamana yaymadan, akıllı bir takvimle yürütmek gerekir. Buna karşın çok da acele edilirse bazı şeyler gözden kaçırılabilir” uyarısını da bir kez değil çok kez değerlendirmek gerektiğini kaydediyoruz.
Bölge dengelerinin yeniden kurulması çalışmalarına devam edilirken mendil büyüklüğündeki ülke kendi konumunu güçlendirmek ve “Bölge de ben de varım” çabası içinde olduğu gizli bir bilgi değildir. Bu amaçlarına yönelik çalışmalarını (bu güne dek) dini nedenlerle İsrail’le ilişkilerine soğuk bakıyorlardı. Bölgede bulunan doğalgaz üzerinden ilişkilerini şimdilik düzeltmiş bulunuyorlar. Bu ülkeyi yedeklerine aldıktan sonra Mısır ve Yunanistan’la da dengelemeye çalışıyorlar. Rusya ile olan Ortodoks birlikteliğinden kaynaklanan ilişkileri ise ayrı bir yazı konusudur.
Adı geçen küçük ülkedeki sivil toplum kuruluşlarından İki Toplumlu Kültür Teknik Komitesi Kıbrıslı Rum Eş Başkanı Bayan Andrulla Vasiliu’nun Alithia gazetesinde yer alan açıklamasında “Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumların 2004 yılında olduğu gibi kendilerini düş kırıklığına uğratmasından korktuklarını” söylüyordu. Sıklıkla yinelediğimiz güven sorununu alması gerekenler için bir kez daha ortalık yerlere çıkarıyordu.
İki toplum arasında sürekli olarak güven konusunun tartışıldığı noktada çözümün pazarlıklarla gerçekleşmesinin olası olmadığının görülmesi gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…
|