Sevgili okurlarım, ülkede öyle günler yaşıyoruz ki, güven duygusunu yitirdik, kime inanacağımızı bilmiyoruz. Hayatta insanlar yaşadıklarından bir şeyler öğrenir ve insan yaşadıklarıyla insan olur…
Yaşadıkça, gördükçe her duyduğumuza inanmaz ve her okuduğumuza da kanmaz olduk.
Peki, kime inanalım?
Ülkede hem bireysel huzuru, hem de toplumsal barışı bir türlü sağlayamadık.
Toplumsal barışı, olaylarda peşin yargıdan uzak, insanların yaşamlarına saygı duyularak ve insanları ürettiklerine göre değerlendirerek sağlayabiliriz.
Gidişat iyi mi?
Değil…
Toplumsal değerlerimizi koruyabiliyor muyuz?
Koruyamıyoruz…
Toplumsal değerler birlikte korunur.
Hepimiz, evlilik çağındaki kadınların şikâyeti üzerine, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’te masaya yatırılan, televizyonlardaki çığırından çıkan evlilik programlarından şikâyet ediyoruz, değil mi?
Ama oturup gün boyu izliyoruz.
Çocuklarımıza iyi örnekler sunmalı ve bunu yaparken tarafsız olabiliyor muyuz?
Onu da olamıyoruz…
Avrupa Birliğine gireceğiz diyerek, toplumsal değerlerimizden ödün veriyoruz.
Biz Türk milleti olarak, kimseden demokrasi ya da insan hakları dersi almak zorunda değiliz.
Kendi değerlerimiz ve insanlığımız, dünyaya örnek olacak niteliktedir.
Siyasilerimiz, Anadolu’yu ve Anadolu insanını tanıma fırsatı yakalasalar, ön yargılı ve peşin hükümlü olmasalar, ülkede bütün sorunlar çözülür.
Tarihi çevreler yerleşim bölgelerinin tarih öncesinden günümüze kadar geçen zaman sürecinde yaşanmış insan topluluklarının ortaya koyduğu medeniyetlerinin birikimleri ve ürünleridir.
Kentler bu değerleriyle kendi kimliklerini kazanırlar.
Geçmişin bu değerli tanıklarına, öncelikle tarihsel ve duygusal değerleri göz önüne alınarak saygı gösterilmesi gerekir.
Tarihi çevreler, insanlığın ortak malı olarak kabul edilmektedirler.
Günümüzde yaşanan çarpık kentleşme ile giderek artan niteliksiz yapılaşmalar sonucu fiziksel çevreler ve dolayısıyla tarihi çevreler de olumsuz yönde değişmektedirler.
Yok, olan tarihi değerler ve kültürel çevre tahribi beraberinde korumanın önemini gündeme getirmiştir.
Toplumsal değerlerin bunca karmaşık boyutlara ulaştığı günümüzde, kişi ve topluma karsı olan sorumluluğun önemi gün geçtikçe artmaktadır.
Sorumluluk duygusu toplumsal bir üründür. Birlikte yaşamanın vazgeçilmez koşulu ise, başkalarının hak ve hukukuna saygılı olmaktır. Sorumluluk duygusu yalnız yaşamla sınırlı değildir. Kişi, sadece içinde yaşadığı topluma karsı değil, gelecek kuşaklara karsı da sorumludur.
Kültürel sürekliliğin sağlanması, fiziksel ve kültürel mirasın yaşatılarak gelecek nesillere aktarılması, bu değerlerin özel bir çaba ile korunması ve canlı tutulması ile olanaklı hale gelecektir.
Yeter ki bir olalım, beraber olalım, kardeş olalım, toplumsal değerlerimizi birlikte koruyalım. İnsan yaşadıklarıyla insan olur.
|