“Gösterdiğimiz hüsnüniyet derecesinde bir karşılık görmedikçe, kaybolan itimat tekrar doğamaz. İtimat olmayınca da uzatılan zeytin dalına yaklaşmak ve onu tutmaya yeltenmenin varlığımıza mal olacağını bilmekteyiz. Binaenaleyh Makarios’un elindeki zeytin dalı ancak tekkelerin, keçilerin yakalanmasına yardım eder. Onlara yem olur. Bizlere değil”. 1967
Dr. Fazıl KÜÇÜK
***
İngiltere’de son yapılan yerel ve bölgesel seçimlerde ilginç olan bir sonucun çıkmadığını söylemek olasıdır. 23 Haziran’da ülke çapında yapılacak olan “AB’nden çıksak mı?” referandumuna ilişkin net bir sonuç çıkmadı. İlginç olan ve bazı ülkelerde olay yaratan konu başkent Londra’ya Pakistan kökenli bir Müslüman’ın Belediye Başkanı seçilmesidir. İlginç olan bir başka konu ise İşçi Partili Sadiq Khan’ın rakibi Muhafazakar Partili adaya 10 puan fark atmasıdır.
Burada unutulmaması gereken en önemli husus Bay Khan’ın daha önceleri Bakanlık yapmış olmasıdır. O günlerde sorgulanmayan Müslümanlığının şimdilerde sorgulanıyor olması anlamsızdır. Buna koşut İşçi Partisinin ilkelerini kabul ederek mücadele etmesi ve başarılı olmasıdır. İlk Müslüman Belediye Başkanlığı kendi adına da artı puan getirebilir diye düşünüyoruz. Buna koşut seçim sonucunun ülkede fazladan deprem etkisi yapmamış olmasıdır.
İngiltere’de yaşananlara koşut olarak göçmen krizinin AB’ni iyice sallamaya başladığına vurgu yapmak istiyoruz. Geride bıraktığımız Nisan ayında Kıbrıs’a giderek görüşmeler yapmış olan Avrupa Parlamentosu Başkanı Bay Martin Schulz, “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi AB’ne umut verebilecek. Biz Türkiye’nin üyeliğini herkesten fazla istiyoruz” diyordu.
Buna karşın AB Konseyi Başkanı Bay Donald Tusk, İtalya’nın ev sahipliğini yaptığı toplantıda AB’ne iyi bir gelecek çizmiyordu. AB’nin temelinin atıldığı 1957 tarihli Roma Anlaşması’nın imzalandığı salonda düzenlenen toplantının bir hayli tartışmalı geçtiğini de belirtmek istiyoruz. Son nokta konmamış olsa bile Bay Tusk’un konuşması gelecek için fazladan umut vermiyordu. Bay Tusk, “Bu gün kabul etmeliyiz ki, tek bir ortak çıkar, tek bir vizyonu olan tek bir Avrupa devleti, tek bir Avrupa ulusu hayali… Bu bir yanılsamaydı” itirafında bulunuyordu.
Görünen odur ki Türkiye ile ne kadar didişirlerse, tartışırlarsa tartışsınlar sona doğru koşar adım ilerlemektedirler. Suriyeli sığınmacı sorunu AB olayının sonunu tetiklemektedir. Suriyeli sığınmacılar konusunda karşı çıkışları ile öne çıkan Avusturya Başbakanı Bay Werner Faymann, ülkesinde ki ırkçı partinin yükselişe geçtiği bir dönemde partisinin desteğini yitirdiğini gerekçe göstererek istifa etti. Buna koşut işsizliğin en düşük düzeyde olan Avusturya bu özelliğini yitiriyor. İstifanın nedenlerinin bu iki gerekçeye dayandırılmış olması AB’ne de ders niteliğindedir.
Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulduğu dönemde denenmiş olmasına karşın başarılı olmamış bir yapının yeniden kurulmak isteniyor olmasını, eskiye rağbet olsa idi bit pazarına nur yağardı diye tanımlamak istiyoruz. Rum basınında birleşik ordu kurulacağına ilişkin haberler yer almaya başladı. Adada çözüme ulaşılması halinde iki toplumlu “Birleşik Ordu” kurulacağı belirtiliyor. Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde ki ordunun Rum görevlileri silahla görev yaparlarken Türk görevlilerin ıslık çalar gibi silahsız görev yaptıklarını da anımsatmak istiyoruz.
Konuya ilişkin olarak Filelefteros gazetesine konuşan mendil büyüklüğündeki ülkenin Savunma Bakanı Bay Hristoforos Fokaidis, Kıbrıs’ın ve çıkarlarının korunmasını sağlayacak Türk ve Rum askerlerinden oluşan profesyonel ordu kurulacağı konusunda ısrar ediyordu. Bu olmayacak duaya amin demekten başka sözü şimdilik bulamıyoruz.
BM Genel Yazmanı Ban Ki Moon geçtiğimiz günlerde Fas’ın Batı Sahrayı işgal ettiğini söylüyordu. Aynı şekilde Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyini işgal ettiğini kabul ediyor mu?şeklinde ki soru Yahudi asıllı bir Amerikalı gazeteci tarafından soruluyordu. Bu soruya yanıt veren BM Sözcüsü Stephane Dujarric, bu iki soru karşısında iki konunun aynı olmadığını “Hayır, hayır Kıbrıs ve Batı Sahra’daki müzakereler için aynı nitelendirmeyi kullanamam ikisi bir birinden farklı” diyerek yanıt veriyordu. Kıbrıs’ta müzakerelerin devam etmesinden de memnun olduklarını belirtiyordu. Bu değerlendirme ile Türkiye’nin Kıbrıs’ta işgalci olmadığı bir kez daha uluslararası toplum tarafından da doğrulanmış oluyor.
Yaşanan bu gelişmeden sonra karşı tarafın söylemlerini değiştirerek inadından vazgeçerek Kıbrıs Türklerinin haklarını teslim etmesi gerektiğini kabul etmesi gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…
|