(Bu sorulara vereceğiniz cevaplarda samimi olacağınızı düşünmüyorum.)
İyi bir insanmısınz? Yani başka insanların dertlerini paylaşıp, onlarla sevinen ve onlarla üzülen bir yapıdamısınız?
Yoksa ben iyi bir insanım kimseye kötülük yapmam çünkü benim kalbim temiz diyenlerdenmisiniz?
Diğer bir bakış açısından "Bana ne başkasından enayi değilim ben kendi kazancım ancak bana yetiyor" diyenlerdenmisiniz? Zaten bu kişilere hitaben yazı yazmıyorum.
Neden mi?
ENFAL - 23:Ve lev alimallâhu fî him hayren le esmeahum, ve lev esmeahum le tevellev ve hum mu'ridûne(mu'ridûn). Ve Allah, onların (akıl etmeyen sağır ve dilsizlerin) içinde hayır olduğunu bilse (görse) elbette onlara işittirirdi. Ve onlara işittirse bile (onlar), mutlaka dönerlerdi ve onlar yüz çevirenlerdir.
Allah'ın işittirmesi için insanın kalbinde hayır olması yani başkalarını mutlu etmek gibi haslet olması lazım. İşitmesi ne fayda sağlar ki? O zaman işiten ve işitmeyen olarak insanlar ikiye ayrılıyor.
EN'AM - 36:İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne). (Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah'a döndürülür.)
Demek ki işitebilmek davete icabet edenler için geçerli. Tabi bu daveti kim yapıyor ve nereye yapıyor diye incelersek;
KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn (muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma
DAVETİ YAPAN PEYGAMBERİMİZ SAV EFENDİMİZ! kime davet ediyor RABBİMİZE
Yani Sevgililer sevgilisi ümmetini Allah'a davet ediyor da, uğruna ölürüz diyen ve çok sevdiklerini iddia eden kişilerin davete icabet etmediklerini görünce, insanın aklına iki neden geliyor;
BU İNSANLAR YA YALAN SÖYLÜYOR VEYA DAHA KENDİLERİNE ALLAH'A DAVET EDİLDİKLERİ ANLATILMAMIŞ DUYMAMIŞLAR.
Ama bu ayeti gördükten sonra herkes sorumludur artık davet edilmişlerdir. İman ediyorlarsa davete icabet etmek zorundadırlar.
ALLAH İNSANLAR ÜZERİNE FARZ KILMIŞTIR.
AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin). Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
Davete icabet etmemek insanı açık bir dalalet içinde bırakıyorsa, davete icabet edenlerin mutlaka HİDAYET üzeri olmaları sözkonsudur.
Hidayet üzeri olanlar Allah'a ulaşmayı kalben samimi olarak dileyen insanlardır.
BAKARA - 120 :Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin). Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “MUHAKKA Kİ ALLAH'A ULAŞMAK (var ya) İŞTE O HİDAYETTİR.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah'tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
Bir insanın Allah'a ulaştıracak olduğu vücudu ancak Allah'ın içine emanet olarak üflediği Allah'a ait olan RUHUMUZDUR. Allah içimize anamızdan doğduğumuz an ruhundan üflediği zaman aynı zaman da KALP GÖZÜ, KALP KULAĞI VE FUAT(FIKH ETME) HASSALARIDA VERMİŞTİR DE ;
SECDE - 9:Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Allah insana ne çok şey vermiş de insanın haberi yok, bir de bunları anlatmak için ücret alanların Allah'ın ilminden haberleri yok.
Çünkü hidayet görevini ücret alanlar yapamaz.
YASİN - 21:İttebiû men lâ yes’elukum ecren ve hum muhtedûn (muhtedûne). (Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, mehdilerdir (hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).
İnsanlar ağzı laf yapan görevlilerine daha çok değer verirler ama Allah'ın vahyi ile insanları Allah'a davet edenlere önem vermezler.
Halbu ki Allah'ın hidayete erdirip hidayete erdirme görevi verdiği kişiler bu hizmeti Allah için yapanlardır.
YUNUS - 35:Kul hel min şurekâikum men yehdî ilel hakk, kulillâhu yehdî lil hakk(hakkı), e fe men yehdî ilel hakkı ehakku en yuttebea em men lâ yehiddî illâ en yuhdâ, fe mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne). De ki: “Sizin ortaklarınızdan Hakk'a hidayet edecek (ulaştıracak) kimse var mı?” De ki: “Allah, Hakk'a hidayet eder (ulaştırır). Öyleyse Hakk'a hidayet eden (ulaştıran) mı tâbî olunmaya daha lâyıktır (daha çok hak sahibidir) yoksa hidayete erdirilmedikçe, kendisi hidayete eremeyen kimse mi?” Artık size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
Bu kadar tefferruata ne gerek var diyebilirsiniz, ama din hidayet dinidir ve dalalette olarak din yaşanmaz.
Aslında bu anlatılanın arkasında İNSANLAR İÇİN KURTULUŞ VE DÜNYA VE AHİRET SAADETİ VARDIR.
Olaylara tersinden giderek bakarsak, ölen herkes eğer dünyada yaşarken Allah'a davete icabet etmedi ise, son anda Allah'a yakarmasının bir faydası olmaz. Hani Peygamberimizden şefaat bekleyenler de boşuna bekler. Çünkü sen yaşarken Peygamberimiz SAV Efendimizin davetine icabet etme, sonrada şefaat bekle;
İBRÂHÎM - 44 : Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin)Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî olalım.” Daha önce “sizin için bir zeval olmadığına” yemin eden siz değil misiniz?
Başka açılardan bakarsak bu insanlar bir başka açıdan Allah'a yalvarıyorlar;
MU'MİNUN - 99:Hattâ izâ câe ehadehumul mevtu kâle rabbirciûn(rabbirciûni). Onların birine ölüm geldiği zaman: “Rabbim, beni geri döndür.” dedi.
MU'MİNUN - 100:Leallî a’melu sâlihan fîmâ terektu kellâ, innehâ kelimetun huve kâiluhâ, ve min verâihim berzahun ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne). “Böylece (geri gönderdiğin taktirde) terkettiğim salih amelleri (nefsi tezkiye edici ameli) işlerim.” Hayır, muhakkak ki onun söylediği söz, sadece (boş) bir kelimedir. Ve beas edilecekleri güne kadar onların arkasında berzah (engel) vardır.
İstedikleri salih amel yapmak yani nefslerini temizlemek için Allah'tan zaman istiyorlar.
Demek insanların nefslerinin temizlemesi yani Allah'ın ahlakı ile ahlaklanması çok önemli.
İyide insanlara sorarsan hepsinin kalbi temiz sanki arap sabunu ile temizlenmiş;
Yok böyle birşey ;
Hiç bir insan kendi nefsini temizleyemez, ancak Allah nefsleri temizler.
NİSA - 49:E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen). (Habibim), nefslerini tezkiye ettiklerini söyleyenleri görmedin mi? Hayır, öyle değil (nefsini tezkiye ettiğini söyledi diye kimsenin nefsi tezkiye olmaz). Ancak Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile zulüm olunmazlar.
Çok mu gerekli nefsin temizlenmesi? Evet çünkü bir insan teskiye olmamış nefsiyle Allah'ın yardımını alamaz, sanki içimizde iblisin temsilcisi;
YUSUF - 53:Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun). Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
Demek ki Allah'ın dediği gibi bir insan nefsini ibra (aklayamaz) Allah'ın rahim esması ile tecellisi yoksa bu kişiye dünyada, ahiret de cehennem.
Hani insanlar kendileri için mümin kelimesi kullanır ya, aslında Allah nefslerini ıslah eden temizleyen yani Allah’ın ahlakı ile ahlaklanan kişiler için bu mümin ifadesini kullanıyor.
NİSA - 124 :Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ nakîrâ (nakîren). Ve erkeklerden ve kadınlardan kim salih amelde bulunursa, kim salih amel işlerse yani nefsi (tezkiye edici amel) işlerse onlar, mü'minlerdir. İşte onlar, cennete girerler ve onlara zerre kadar, hurma çekirdeğinin lifi kadar zulüm yapılmaz.
Peki bir insan salih amel işlemek istiyor nasıl yapması lazım diye bir soru gelebilir aklınıza. Bence önce kendilerini din alimi gibi görenlere sorun, bilgi olarakta ayet isteyin. Ne yapacaklar görelim.
Bir insanın nefsini ıslah etmesi için Allah'a davete icabet etmesi lazım. Kendisine emanet olarak içine üflenmiş olan Allah'a ait ruhunu Allah'a ulaştırmayı yani Allah'a mülaki olmayı ( Allah'a ruhunu kavuşturmayı) istemesi yani dalaletten kurtulup hidayete ermeyi kalben dilemesi lazımdır.
Çünkü kim Allah'a mülaki olmayı dilerse, Allah o dileyen kişiyi mutlaka kendisine ulaştırıyor;
ANKEBUT - 5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu). Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Peki mülaki olmayı dilemesek de İslamın beş şartı yetmiyor mu sorusuna siz cevap verin. İslamın beş şartı farzdır ama nefsinizi ıslah etmez ve sizi Allah'a ulaştırmaz.
Zaten Allah'a mülaki olmayı dilemiyorsanız hidayete eremezsiniz ve hüsranda olursunuz.
YUNUS - 45:Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
Demek ki Allah'a davet edildiğimiz de davete icabet etmemek ve Allah'a mülaki olmak için Allah'ın emaneti olan ruhu Rabbimize ulaştırmayı yani mülaki olmamayı düşünüyorsanız nefsinizi ıslah edilmez.
KEHF - 110 :Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fe men kâne yercû likâe rabbihî fel ya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ(ehaden).De ki: “Ben sizin gibi sadece bir beşerim. Bana sizin ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. O taktirde kim Rabbine mülâki olmayı (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı) dilerse, o zaman salih amel (nefs tezkiyesi) yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak koşmasın.”
Bu nefsin ıslahı ile Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmak mutlaka Allah'ın irşat ile görevlendirdiği veli resuller ile yapıla bilir. Çünkü bu görevi onlara Allah vermiştir.
CUMA - 2:Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.
Herşeyden önce canlı olmalı ve insanlara ayetleri anlata bilmeli. İnsanların nefslerini tezkiye etmeli ki daha önce kendisinin yürüdüğü Sıratı Mustakim üzerinden sapmadan nasıl gidileceğini öğretsin. Ancak nefsinizin tezkiyesi sonrası ki daha nefsiniz tasfiye olmamıştır, insanlara Kur-an-ı Kerim'i o öğretiyor ki ayetleri yaşamanız için.
Eğer sizin kendisinden dininizi öğreneceğiniz bir irşat makamını yoksa dalalette kaldığınız açıkca söyleniyor.
Allah nefsi yaratıp insan bedenine kat kat dizayn ederken nefsin özelliğini ve nasıl kurtuluşa ereceğimizi zaten ayette belirtmiş.
ŞEMS - 7 :Ve nefsin ve mâ sevvâhâ. Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
ŞEMS - 8 :Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ. Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
ŞEMS - 9 :Kad efleha men zekkâhâ. Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir
Felaha erebilmek şeytanın fücurundan kurtarıp Allah'ın hasletleri ile donatmamız lazım ki bu hayat bize güzel olsun.
NAHL - 97 :Men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe le nuhyiyennehu hayâten tayyibeh(tayyibeten), ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn (ya’melûne). Mü'min olan kadın ve erkekten kim salih (nefsini tezkiye ve tasfiye edici) amel işlerse, o taktirde ona mutlaka tayyib (temiz, helâl) bir hayat yaşatırız. Ve onları, mutlaka yapmış oldukları amellerin ecirlerinden (bedellerinden), daha ahseni (güzeli) ile mükâfatlandıracağız.
O ZAMAN NE DURUYORSUNUZ. ALLAH'A DAVETE İCABET EDİN VE SİZİ ALLAH'A ULAŞTIRACAK YOLDA SİZE KILAVUZLUK YAPACAK İRŞAT MAKAMININ ALLAH'TAN İSTEYİN.
NAHL - 9:Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne). Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
Tabiki bu talebinizi yani hacetinizi Allah'dan HACET NAMAZI ile isteyin.
BAKARA - 45:Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Bu namaz nefsinize ağır gelir, ama Allah'a mülaki olmayı dileyenler kılar.
BAKARA - 46:Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
HACET NAMAZI:
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah'tan hacet neyse o istenir. Allah'tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah'tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında "Allah, Allah" diyerek kişi Allah'ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.
KILMAKTAN KORKMAYIN İBLİS SİZE MANİ OLMASIN NE KAYBEDERSİNİZ Kİ. AMA SONSUZ BİR MUTLULUK KAZANACAĞINIZ KESİN
KOCA YUNUS NE DEMİŞ BAKIN, NEFSİNİZİ ADAM EDEMİYORSANIZ AKILLI DEĞİLSİNİZ DİYOR:
USLU DEĞİL DELİDİR HALKA SALUSLUK SATAN
NEFSİNİ MÜSLÜMAN ETSİN VAR İSE KERAMETİ.
Y. EMRE
|