“Türk halkını ‘et içinde diken’ olarak görenler, hissedenler, mevcudiyetimizden daimi surette rahatsızdırlar ve bunlar rahata kavuşmayı da ancak bizleri bu topraklardan çıkarıp atmakta buluyorlar. Ne bu Ada’nın ‘hakiki sakinleri olarak bizleri görüyor ve ne de yıllardır sahip olduğumuz haklara en ufak hürmet ve saygıyı göstermek niyetindedirler. Bunu bilerek ve takdir ederek sıkıntılarımızı atmak zorundayız”. 1969
Dr. Fazıl KÜÇÜK
İngiltere’nin AB’nden ayrılma kararından sonra Slovakya’nın başkenti Bratislava’da bir araya gelen birlik üyelerinin önde gidenleri birliğin geleceği konusunda fazladan umutlu konuşmuyorlardı. Birliğin makinistleri olan Almanya ve Fransa’dan da durumun kritik olduğu yönlü uyarılar geldi. Biraz ileriye gidenler ise birliğin dağılma tehdidi ile karşı karşıya olduğunu söylüyorlar. AB Konseyi Başkanı Donald Tusk da İngiltere’nin ayrılması sonrasında birliğin içinde bulunduğu durumun “dürüst, acımasız gerçekçi tutumla değerlendirilmesi gerektiğini söyledikten sonra, “Herkes durumun farkında… Avrupa’nın geleceği hakkında sorular var” diyordu.
Gelinen bu eşikte birliğin ötesinde Avrupa’nın da geleceğinin tartışmaya açılıyor olması ekonomik açmazında tetiklenmesine ve derinleşmesine neden olacaktır. Almanya’nın en güçlü bankası Deutsche Bank sıkıntılarla boğuşuyor. Aynı şekilde ülkenin 2. büyük bankasının da benzer durumda olduğu belirtiliyor. Bu tür sıkıntılar birlik üyesi ülkelerde de yaşanmaktadır. Açmazın daha da büyümesi dünyada yeni ekonomik sıkıntıların yaşanmasına de neden olacağını şimdiden belirtmek istiyoruz.
Bu duruma düşürülmüş birliğin geleceği tartışılırken Avusturya’nın önde gidenleri Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin sonlandırılmasını istiyorlar. Bir adım daha öne çıkmaya çalışanlar ise Türkiye’ye “AB üyeliği yerine çıkar ortaklığının verilmesini” öneriyor. Benzer durumun Hollanda Parlamentosu çatısı altında da yaşanıyor olması düşündürücüdür. Hollandalı parlamenterler aday ülke konumunda olan Türkiye’ye verilmekte olan 600 milyon Euro’luk yardımın kesilmesi önerisinde bulunuyorlar.
Bugüne değin üye bazı ülkelere bile acımasızca uyguladıkları acı ekonomik reçetelerin şimdilerde genelleme yapılarak kendileri içinde uygulanıp uygulanmayacağı konuşuluyor. Uygulanacak acı reçete sonunda ülkelerindeki ırkçılığında tetiklenmesine neden olacağının da bilincinde olanlar iki cami arasında sıkışmış kişi durumuna düştüler.
Nev York seferinden düşledikleri sonucu alamayanlar fos çıkan sonuçla adaya dönenler yoğunlaştırılmış görüşmeler yapıyorlar. Yoğunlaştırılmış görüşmeler sıkı çalışma olarak kabul edilirse bu güne değin yapılan diğer görüşmeleri suyu havanda dövmek olarak mı anlayacağız diye de sormak durumundayız.
1971 yılında adada çözüme yönelik müzakerelere devam edilirken Glafkos Klerides’in ağzından adeta bal damlıyordu. “Çözümsüzlük, bizim için en iyi çözümdür. Bugün ne isek yarında o olacağız. Gelecek yılda da aynı olacağız. Her yılda da o olacağız. Yüzde yüz Rumlardan oluşan bir idareyi dünyaya yasal Kıbrıs Hükümeti olarak tanıttık. İçimizde vetosu ile bir Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı yoktur. Üç Türk Bakan yoktur. Türk milletvekilleri yoktur ve biz yasal hükümet olarak tanınmaktayız. O halde Kıbrıs Türklerini niye içimize alalım. Onlar adanın %3’üne sıkıştırılmış vaziyette ekonomik açıdan perişan durumdalar. Ya bize boyun eğecekler veya adadan çıkıp gideceklerdir…” diye konuşuyordu.
Aynı düşünce yapısında olan Makarios’un “Ya boyun eğerler veya azınlık statüsünü kabul ederler. Ya da adadan giderler” sözleri belleklerdeki tazeliğini korumaktadır.
Benzer düşünce yapısına sahip olanlarla çözümün olmayacağının da anlaşılması gerektiğinin artık görülmesi gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…
14 Ekim 2016 - Ankara |