“Rum’un Türk halkını idare etmek yönünde herhangi bir hakkı ve yetkisi yoktur. Tarih boyunca böyle bir yetkisi ve hakkı olmamıştır. O halde Kıbrıs’ta iki eşit halk vardır. Rum bunu kabul etmek ve benimsemek mecburiyetindedir. 1963 – 1974 yılları arasında Kıbrıs’ta yok etmek için uğraştığı bu eşitlik ve bu eşitliğe dayalı ortaklık cumhuriyetiydi”. 1980
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Son yılların aksine dünyamızın yangın yerine döndürüldüğü gerçeği ile yüzleşiyoruz. Dünyada orman yangınlarının yaşanıyor olması ülkemizdeki yangınları mazur göstermeye yetmiyor. Dünya, orman yangınlarına koşut ekonomik yangınlarla da boğuşuyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü gelişmekte olan ülkelerin bile ekonomilerinin kırmızıçizgiye yaklaşmakta olduğunu açıklıyor. Kişi başına düşen ulusal gelirlerde ortalama % -01 noktasına doğru evrildiğini de belirtiyor.
AB üyesi ülkelerde de Almanya başta olmak üzere durgunluk yaşanıyor. Buna karşın inşaat sektöründe işgücü açığının varlığından söz ediliyor. Yaşanmakta olan durgunluğu gizlemek için bölgesel çatışmaların yaşanması çabalarının da esirgenmediğini kaydetmek olasıdır. Yaşanmakta olan sıkıntıların temelinde insanı yok sayan ekonomik sistem olduğunun kısmen kabul edilmesine karşın önlem için çaba harcanmadığını da kaydetmek istiyoruz. Alman ekonomisinin yaşamakta olduğu durgunluğun diğer ülkeleri de etkilemesi durgunluğun devam edeceğinin de göstergesi olacaktır.
Yaz aylarının kavurucu sıcaklarının etkisinin azalmakta olduğu günlere doğru gidiyoruz. 2019 yılının 3. çeyreğinin son ayı olan Eylül ayına da girmiş bulunuyoruz. Genel yaklaşım Kıbrıs uyuşmazlığının geleceğinin de bir şekilde belirlenmiş olacağı yönündedir. Pompalanan genel görüntü, her yıl yaşanan gezi senaryolarını da gündeme getiriyor. Ne de olsa havalar serinleyeceği için terlemeden de gezmek olanaklı olacaktır. Taraflar üçlü olmazsa beşli görüşme olasılığını gündeme taşıyorlar. Böyle bir ortamda Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin nadasa bırakılması olası değildir. En azından bir ucundan tutulacaktır.
Tarafların adadaki uyuşmazlığın neden devam ettirildiğinin birincil nedeni karşımızdakilerin yaklaşımı olarak sınırlamak işin en ucuz yönüdür. Amerika seferine çıkılırken fazladan bir değişimin yaşanmayacağını peşinen söylemek durumundayız. Karşımızdakiler Türkiye’yi suçlarken bu kez Türkiye’nin Bay Nikos Anastasiyadis’e ödün vermesi için baskı yaptığını duyurmaya çalışarak zemin kazanmayı istiyorlar.
Türkiye Garantör ülke olarak bu yanıltıcı savlara son yapılan Milli Güvenlik Kurulu bildirisi ile yanıt vermiş oluyor. Bildiride “Türkiye’nin Kıbrıs adası ile Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının olduğu” vurgulanıyor. Bu söylemi tehdit olarak algılayanlar akıl tutulması yaşamaktadırlar.
Kıbrıs’taki taraflar Amerika seferine çıkma hazırlıklarına devam ederken adı geçen ülkeden yapılan açıklamayı destursuz bağa girmek çıkışı olarak okumak gerekiyor. Bölgede yapılmakta olan sondaj çalışmalarına sadece Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin karar verme yetkisi olduğu belirtiliyor. Böyle bir desteğe sahip olan hangi ülke olursa olsun karşısındakilerle uzlaşma noktasından hızla uzaklaşmayı marifet olarak görmesi şaşırtıcı değildir.
Karşımızdakiler anlaşmamak için ellerinde sürekli olarak biledikleri baltalarını kullanarak Kıbrıs Türk’lerinden hesap sormayı bir yana bırakınız teslim olmaya zorluyorlar. Güç zehirlenmesi yaşayanların hesap sorma haklarının olmadığını bilmeleri gerekiyor. Bir gün kendilerinin de hesap vereceklerini unutmamaları gerekiyor.
Bu desteği sağlayanlar, adı geçen ülkenin Türkiye’nin bölgedeki araştırma gemilerini çekmesi için baskı yapılmasını istiyor.
Kayıp kişiler konusunu yeniden gündeme taşımakta olanlara yanıtımızı, 19 Temmuz 1974 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde Makarios’un yaptığı konuşmasını birkaç kez daha okumalarını önermekle şimdilik sınırlı tutuyoruz.
Maraş konusunda Ulusal Konseylerini toplamak için çaba harcayan baltacılarla anlaşabilmemiz için fazla zaman yitirmeden Ulusal Konseyimizi kurmamız gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…
06 Eylül 2019 - Ankara -
|