Sevgili okurlarım, dünkü yazımda Yük. Mimar Yalçın Oğuz’la yaptığımız Pazar sohbetini anlatmıştım sizlere…
Peki, Yalçın Oğuz kimdir?
Askeri doktor bir babanın ve hoşgörülü bir annenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi.
Yalçın, “Kayalar” gibi olsundu…
Ne fırtınadan, ne rüzgârdan, ne de başka bir şeyden etkilenmesin diye adını Yalçın koydular.
Ailenin ilk mutluluğu oldu.
Kıbrıs kökenli Oğuz Türklerindendi ailesi. Onun için soyadı kanunu çıktığında, Oğuz soyadını almışlardı.
Babasının görevi nedeniyle Anadolu’da geçti çocukluğu.
Elazığ, Malatya derken İstanbul’dan vapurla Samsun’a gidiş. 3 gün mü sürmüştü yolculuk, ya da daha uzun…
Annesi güzel kıyafetler almıştı ona. Okula başlayacaktı Yalçın. Yıkadı, taradı öptü güzel oğlunu.
İlk günün heyecanı büyüktü ne de olsa.
O da ne? Bütün çocukların başları 3 numara tıraşlı idi. Anadolu çocukları öyle bakımlı değillerdi. Yalçın, çirkin ördek yavrusu kalmıştı aralarında.
Öğretmen dedi ki; “Yarın o saçlar kesilecek. Sen de arkadaşların gibi olacaksın.” Başka yapacak bir şey yoktu zaten.
Çok çalıştı Yalçın. Sınıf birincisi oldu. İlkokul, ortaokul derken büyümüştü. Okuldaki Almanca öğretmeninin göz bebeği olmuştu.
Derken Ankara’ya geldiler.
Atatürk Lisesi.
Yalçın, ötekileşmek istemiyordu artık. Gitti saçlarını 3 numaraya kestirdi ve sınıfa öyle girdi.
Aman Allah’ım! Bütün öğrencilerin içinde bir tek onun kafası kabak gibi kalmıştı.
Yine ötekileşmişti Yalçın. Yine Almanca dersi…
Öğretmen demişti ki; “Bak oğlum, sen taşradan geldin arkadaşların bir çalışırsa sen iki çalışacaksın. Aradaki farkı ancak kapatabilirsin.”
Ama gerçek öyle değildi. O hepsinden daha başarılı olup derece ile bitirdi Atatürk Lisesini.
Devlet burs vermişti. Almanya’da Münih’te okuyacaktı Teknik Üniversiteyi. Mimarlık- Mühendislik Fakültesinde… Orada da çok başarılı oldu. Birincilikle bitirene kadar…
Hayatının aşkını da o okulda bulmuştu. Hiçbir engel tanımadılar, evlendiler…
Birlikte çalıştılar çoğu zaman, çok mutlu oldular hayatı paylaşırken.
Kendi Cennetlerini de beraber yaptılar. Karşılarında karlarla kaplı Elmadağı vardı. Aralardan göletler görünüyordu.
Ankara’nın tepesinde bir yer seçmişlerdi. Bütün hayallerini burada gerçekleştireceklerdi.
Öyle de oldu.
İş yaparken sokağı gören bir mutfak, antreye açılan kapalı garaj, gönüllerince döşenmiş odalar…
Ama bahçe; işte orası bir cennet olmalıydı, oldu da…
Ta ki altı yıl öncesine kadar...
Yaşanmışlıklardan anılar kaldı geriye…
Zorlanıyordu anlatırken sevgili eşiyle yaşanmışlıklarını.
Olsun, o yine dimdik ayakta, olgun ve güçlü.
Yalçın Oğuz’la Pazar sohbeti güzeldi…
|