Sevgili okurlarım, budan 49 yıl önce 7 Aralık 1971 de Kilis’in Kurtuluş Gününde, Kilis’in milli mücadele kahramanlarından Hasan Kamil Demirbaş ile yapmış olduğum bir röportajı, milli mücadele yıllarının tarihi bir belgesi olarak, sizlere sunmak istiyorum.
Kilis’in Ketenciler Mahallesi Hacı Osmanoğlu Sokağı’nda ki 24 numaralı evin mütevazi bir odasında kendi hayatını yaşayan Hasan Kamil Demirbaş’ı ziyaret ettik.
Gözleri görmüyordu. Yatağından eşin dostun yardımıyla doğruldu.
“Bana mı geldiniz?” dedi.
Yanımda; Dr. Münip Müniboğlu ve Kartalbey İlkokulu Müdürü Kemal Devrimci’nin olduğunu öğrenince, sevinç gözyaşlarını tutamadı.
Sonra; “Şu halime bakın” dedi.
Yıllardır Hasan Kamil görmüyordu. Duvarda asılı duran asırlık tüfeği, ona Mısır Cephesinde ve milli mücadelede nasıl dost ise, burada da hakiki dostu olmuştu. Başındaki kahverengi yün takyesini, titrek elleriyle düzeltmek istedi. Ellerini öptürmeye müsaade etmiyordu.
Başı ucundan bir an olsun ayrılmayan kızı Yıldız Gürsel ve damadı Mehmet Gürsel babalarına hizmet etmekte kusur etmiyorlardı.
Ona, milli mücadele yıllarından bahsettiğimiz zaman gözyaşlarını tutamayarak hüngür hüngür ağladı.
Bu canlı tarihin ağlayışı karşısında kendimizi tutamıyorduk. Tarihin bir tekerrürden ibaret olduğunu bir kez daha anlıyorduk.
Hasan Kamil Demirbaş bu gözyaşlarını, yurdun işgal edildiği zaman da dökmüştü. 49 yıl önce ki teessürün yerini ise şimdi sevinç gözyaşları dolduruyordu.
“Kilis, memleketin dört bucağında kaderini bekleyen diğer beldeler gibi üzgün günlerin arifesinde idi. Sene 1919, aylardan Mayıs…” diye söze başladı.
“Kilis’in şimdiki kütüphanenin bulunduğu yerde bir sahne vardı. İsmine ‘İsmail Efendi Sahnesi’ derlerdi. Bu sahnede iki rakkase çalışırdı. Bu rakkaselerin biri Rum Eleni, diğeri yanılmıyorsan Sultan isimli bir Türk kadını idi. Hani şu:
‘Sultanın giydiği kareli kumaş
Yandım ateşine Sultan’ım ulaş’
Diye eski bir Kilis türküsü var ya, işte Sultan denilen o kadın söylerdi o türküyü…”
Hasan Kamil Demirbaş, bunları anlatırken öfkeleniyordu adeta. Üzüntüsünden yumruklarını sıkıyordu. Sonra konuşmasına devam etti;
“Hain tabiatlı Eleni her akşam; Yârime de maşallah İstanbul’da buluşuruz inşallah’ derken, bir gece; ‘Yârime de maşallah, İzmir’de de görüşürüz inşallah’ diyerek, İzmir’in işgal edileceğini kast ediyordu.
Geçekten ertesi günü Kilis’e ulaşan Tanin Gazetesi İzmir’in işgalini yazıyor, memleketin kara günler yaşadığını ilan ediyordu.
Gazete o gün Maarifin bahçesinde okunurken, zamanın uyanık gençlerinden Sait Tazebay, ayağa kalkarak; “İzmir işgal edilmiş, vatan parça parça, bu ne biçim iş” diye haykırdı… Bunun üzerine bahçeye toplanan halk, Sait Tazebay’ın etrafında toplanarak hükümet konağına doğru yürümeye başladı.
Bu yürüyüşe hatırladığım kadarı ile Hukuk talebesi Noter Asaf Sarıca, Sansal Fevzi Efendi katılıyorlardı. Yolda rüştiyenin (Ortaokulun) Başöğretmeni İsmet Alpaydın’a rastlayarak okulun açık bulundurulması talebinde bulunduk.
Kaymakam, Halepli Mevlevi Şeyhi, Amil Çelebi’ni oğlu Kemal Amil Bey, toplu bir halde Kilislileri karşısında görünce önce şaşırmış, daha sonra meseleyi anlayınca şöyle konuştu:
-Arkadaşlar, bugün için yapılacak hiçbir şey yoktur. Şimdi Fransızlar şehri zapt etmiş durumda. Onların sözü geçmektedir. Durumu sessizce takip edelim. Onları daha fazla kızdırmayalım. Yarın ne olacağımız belli değildir. Şimdi sessizce dağılalım ve neticeyi sükûnetle bekleyelim…”
Toplum bu durumda ne yapacağını şaşırmış bir vaziyetteydi. Öfkesinden önüne çıkan her engeli yıkmak çabası içerisindeydi. Daha sonra içimizden ismini hatırlayamadığım bir bey bağırarak;
“Arkadaşlar, ne duruyoruz. Bu kara günde bize kim sahip çıkacak? Bizi kim düşman elinden kurtaracak?” diye, konuşmaya başladı…
Heyecan son haddini bulmuştu. Herkes ağlamaklı idi… Bu sırada Tekke Camiinden Hoca Abdullah Efendi’nin okuduğu ezan sesini işitenler tekbir getirmeye başladılar.
İçimizden bir gurup Müftü Efendiyi kaymakam bey’e getirdiler. Kaymakam beye yapılan teklifler bir türlü olumlu sonuca bağlanamıyordu. Her defasında:
“- Beyler, İsmail Efendi Sahnesini bir türkü uğruna kapatamayız. Orası Fransızların tek eğlence yeridir.” Diye cevap veriyordu.
Cumhuriyet meydanı, bir ana baba günü halini almıştı. Kadınlar ağlıyor… Erkeler ise, yumruklarını sıkarak: “Kana kan, dişe diş…” diye bağrışıyordu.
Bu hale daha fazla dayanamadım. İçim içimi yiyordu. Hemen oracıkta bulunan bir taşın üzerine çıkarak:
“Arkadaşlar, İsmail Efendi Sahnesini hükümet kapatamıyor ise, bu haysiyetsiz davranışlara boyun eğmek zorunda mı kalacağız? Böyle sefil, böyle alçak kimselere kul olacak isek, hep birlikte ölelim.” Diyerek, İsmail Efendi gazinosunu kapatmak için yemin ettik.
O gece gazinoya giden bütün yolları kestik. Kilis’te bulunan azınlıkların dahi gitmediği bir raks sahnesine 14 sütü bozuk gitmişti. Aslında memleket içinde Fransız ve İngiliz Ordularına uşaklık eden kimseler de yok değildi.
Ayrıca, gençlerin ve çocukların bu kara günde yetişmeleri doğruyu ve iyiyi bilmeleri gerekiyordu. Bu sebeple derhal bir özel İlkokul teşkil etmeye karar verdik. O gece sabaha kadar yaptığımız görüşmeler sonunda Hafız Ahmet ve Akkiprik Mehmet Avni Efendi’yi görevlendirerek öğretmen tayin ettik.
İsmail Efendi’nin gazinosuna girip çıkanları da tespit etmiştik. Bunların toru topu dört kişiydi. Artık gazinonun ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bir gece silahlanarak gazinoya girdik. Normal olarak programı takip ediyorduk. Bu sırada Hain Eleni programa çıktı. Mutat türküyü yine aynı teraneyle okumaya başladı.
“Yârime de maşallah, İzmir’de de görüşürüz inşallah.” Deyince, işte olanlar o anda oldu. Kanımız tepemize çıkmıştı. Silahlar patlamaya başladı. Azınlık Rumlar, sönen ışıklardan istifade ederek kaçmaya başladılar. Hain Eleni ise, yarı çıplak bir halde mücahitlerimizin ayaklarına kapanarak yalvarmaya başladı;
‘Öldürmeyin, öldürmeyin beni. Nem varsa alın, yeter ki canımı bağışlayın yiğitler’ diyordu. Tekme tokat canı bağışlanan Eleni o gece, yine kendi vatandaşlarının yardımıyla Antep’e kaçırıldı. Gazino darmadağın edilmiş, gece düşmanlara ve onun uşaklarına zehir edilmişti.
Sabahleyin durumun vahametini anlayan Kaymakam Kemal Amil Bey, gazinonun kapatılmasına karar vererek, görevlilerin hemen şehri terk etmeleri kararını veriyordu. Bu kararı zamanın Jandarma Komutanı Yusuf Ziya Efendi’nin de teşvikiyle uyguladığı gözden kaçmıyordu.”
İşte Kilis’te sıkılan ilk Kurşun ve ilk uyanışım hikâyesi böyle başlamıştı. Aıkılan bu ilk kurşun ile hür, namuslu, faziletli ve birbirini seven, gayede bir hamlede müşterek insanların kadrolaştığı mutlu Kilis’in temeli atılarak, bağımsızlığa giden yolu seçiyordu Kilis.
Halk bu anı aylarca beklemiş. Aylarca bu haysiyetsiz davranışlara bir son vermesi için Tanrıya dua etmişti. Tanrı zalimlerin zulmünü, mazluma çok görmüş ve onlara gereken cezayı vermekte gecikmemişti.
|