Sevgili okurlarım, Kilisli hemşerim ve arkadaşım, hayırsever iş adamı Coşkun Karabaşoğlu’ndan, günümüz gerçeklerini anlatan bir e mail aldım ve konuyu telefonda uzun uzun görüştük… Bunu, siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum:
”Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.” atasözünün anlamını hepimiz biliyoruz… Anlamı; (Anlayışlı kimseleri en küçük bir söz bile etkiler, oysa anlayışsız kimselere ne söylense yararsızdır.)
Kim derdi ki veya kimin aklının ucundan geçerdi ki, dünyada bir şey olacak, bir virüs çıkacak ve o virüs öyle bir hızla dağılıp yayılacak ki, bütün dünya aynı anda, aynı şekilde bir mücadeleye girecek. İnsanlar ister fakir olsun, ister dünyanın sayılı en zengini, herkes bu mikroskopla dahi zor görünen virüsten kaçacak delik arayacak.
Kimi gecekondu da veya tek katlı derme çatma evinde yaşayacak bu korkuyu, kimisi de bilmem kaç katlı havuzlu bahçeli villasında...
Evet, sevgili okurlar görmedik, uyanmadık, dinlemedik, kulak ardı ettik unuttuk, şımardık, önemsemedik, dünyaları yememize rağmen her gün daha da aç kaldık. Bereketi kaçırdık. Hayatında, sağlığının da, paranın da, pulunda, her şeyin bereketini kaçırdık.
Sonra, hayatta durduk hepimiz. Daha doğrusu durmak zorunda kaldık. “Bir musibet bin nasihatten daha hayırlıdır” sözünü, dünyanın her yerindeki insanlar; renkleri, dilleri, dinleri, ırkları ayrı olsa da hep birlikte hissediyor ve yaşıyor…
Bir düşünün, paran var, harcayacak yerin yok, malın mülkün var para etmiyor, güvenli değilsin. Yatırım yapmışsın, darlık çekmeyim diye, bir akarım olsun. Bir ev almışsın, bir dükkân almışsın ama kiraya veremiyorsun.
Kapında belki de son model bir araban var, bir daire fiyatındaki araban, ama binemiyorsun.
Çocuğunu en iyi kolejlere yazdırmışsın ama çocuğun okula gidemiyor Ayakkabısından çantasına, kemerinden saatine kadar itina ile hazırladığın önümüzdeki haftanın on binleri dolapta öylece kalmış.
“Dediğim dedik, çaldığım düdük” diyerek, yaptığın o patronluğun esamesi kalmamış.
Nerede o Roma da ki aşk tatilleri?
Nerde o Paris’te Eyfel’e karşı akşamüstü planları?
Nerede o macera dolu Amerika?
Nerde aşk çeşmesinin büyülü atmosferi, ne oldu şimdi?
Bir kahveye gideyim, bir havam değişsin. Sahilde, alırım termosu yanıma, boğaza karşı bir kafa dinlerim, o da yok.
Yürürüm mahallede şöyle cadde boyu bir aşağı bir yukarı, sonra oturum bir kafe de, o da yok.
Evlat anasına babasına, komşu komşuya gidemiyor. Yaşlının eli öpülemiyor, kardeş kardeşe sarılamıyor.
Camiler cemaatsiz, cenazeler namazsız kaldı. Huzurdan kovulduk, Kabe’nin tavaf işi kuşlara devredildi.
O habersiz gelen misafire karşı olanlar, iyi mi böyle? Bak ne gelenimiz var ne gidenimiz. Saymaya kalksak sonu gelmez…
Allah bize, Kur’an-ı Kerim de devamlı diyor ki; düşünün… Ola ki düşünesiniz. Siz hiç düşünmez misiniz?
Haydi, şimdi geçelim bir kenara, bir pencere önümü olur, bir kanepemi olur veya balkona çıkıp şöyle uzun uzun boşluklara mı bakarız. Oturup, düşünülmesi gereken ne varsa düşünelim…
Kur’an-ı Kerim Nûr Sûresi 42. Ayet; “Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dönüş de ancak Allah'adır.”
Şimdi, istediğim kadar malım mülküm var diye böbürlen veya felek gözün kör olsun yokluktan usandım bıktım diye hayıflan… Ama herkes aynı yerde...
Anlayana, Yunus Emere’nin bir sözüyle yazımı noktalıyorum:
“Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunu ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.”
|