Sevgili okurlarım, Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarının başında, genç nüfusun işsizlik oranlarının yüksek oluşu gelmektedir.
Nüfusun büyük bölümünü oluşturan gençlere yeni iş imkânlarının sağlanması ise ekonomimizi güvence altına alacaktır.
Peki, günümüzde üniversiteye ayak basan gençlerimiz, burada belirli bir bakış açısı kazanabiliyorlar mı?
Bireysel ve toplumsal sorumluluk alma cesaretini gösterebiliyorlar mı?
Bugün çoğu üniversitelerde eğitim ve öğretim kadrosu yetersiz olduğundan, bırakın öğrenciye seçenekli bakış açısı kazandırmayı, bir lise ortamını andıran nitelikten gidememiş bir durumda olanlar var.
Yeterli öğretim kadroları olmadığı gibi, alt yapıları da yeterli olmadığından, buralarda öğrencilere yönelik sosyal aktiviteler de oluşmamaktadır.
“Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” şarkısı gibi, “Saldım çayıra, Mevlâ kayıra” misali öğrenim görüyorlar birçokları…
Plinius; “En büyük ders insanın kendi yaşamıdır” der.
En büyük bilgelik ise, kişinin kendi yaşamını derse dönüştürüp bunu geleceğe aktarabilmesidir.
Üniversiteler bu anlamda mezunlarına belirli bir felsefi düşünme derinliği kazandırabilmelidirler.
Çünkü insanın kendini yönetme gücünün temeli, kendini görmekten ve denetlemekten geçer.
Başkasından medet bekleyen değil, kendi sorununu kendi çözebilen, kendini tartabilen, öz gücüne güvenen bir gençlik, kendisine yardımcı olabileceği gibi çevresine ve yaşadığı topluma da çok önemli katkılar sağlar.
Bugün “Gençlik elde gitti, gidiyor” deniliyor.
Buna katılmıyorum. Ülkede her hangi bir genç olumsuz bir şey yapınca, bu olumsuzluğu bütün gençlere mal etmek, oldukça yersiz ve yanlış bir düşüncedir.
Gençlere kendi yeteneklerini tanıma fırsatı verilmelidir.
Yetenekler yalnız spor alanında değil, sanat, bilim, edebiyat ve politik alanlarda olabilir.
Bunların yapılması durumunda ancak, genç gençliğini hisseder.
Atatürk bu vatanı gençlere emanet etmişti.
Fakat Atatürk’ün bu ülkeyi emanet ettiği o günün gençleri ise, koltuklarını senede bir gün, göstermelik olarak 23 Nisan ve 19 Mayıs’lar da gençler bırakmaktadırlar.
Atatürk’ün geleceği emanet ettiği o dönemin gençliğinin aksine, şimdiki gençlere; gezin, tozun bu arada bir de okul bitirin, gerisi ne olursa olsun önemli değil mantığı ile gençler yaşama hazırlanmaktadırlar.
Sonra gençlere; “Aman ha gençler okul bittikten sonra, bizden iş istemeyin. Ülkemizde yanlış giden hiçbir şeyi sorgulamayın… Susun…” deniliyor adeta.
Sonuç olarak; üniversiteler gerçek anlamda fikirlerin tartışıldığı ortamlar olmak zorundadır.
Gençliğin bilim üretimine katıldığı ve dinamiği ile katkıda bulunduğu ortam olmak zorundadırlar. Gençliğin önü açılmalı ve kendini ifade edebilmesi sağlanmalıdır.
Böylece ülkemizin geleceğine yön veren yetenekli, kimlikli ve sağlıklı yöneticilerin yetişmesi sağlanmış olacaktır.
Bunun için de, üniversitelerimizde eğitim ve öğretim kadrolarının yeterli olması şarttır.
Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlik yaratıcı olmalıdır.
|