Sevgili okurlarım, Başörtüsü ve türban meselesi, son günlerde yeniden siyasal gündemimize yerleşti. Başörtüsüne anayasal güvence sağlamaya yönelik anayasa değişikliği süreci, iktidar ve muhalefet arasında taktik savaşına dönmeye başladı.
Başörtüsüne anayasal güvencenin yanı sıra “Eşcinsel evlilikleri önleme” gerekçesiyle pakete “aile tanımı” değişikliğini de ekleyen AKP’de “Referandum ve üç sandık” hesapları yapılıyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aile ısrarını, seçimler öncesinde muhalefeti sıkıştırma hamlesi olarak gören muhalefet partilerinde ise eğilim, ortak hareket etme yönünde…
Türban sorunu, Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı toplumun, Cumhuriyet çizgisindeki gelişmesi ve değişmesi sonucunda kendiliğinden ortaya çıkmış bir sorun değildir.
Türban sorunu, Türkiye’deki rejimin niteliğini, laik ve demokratik sosyal hukuk devletinden, bir İslam devletine dönüştürmek isteyenlerin güdümlü çalışmaları sonucu ortaya çıkmıştır.
Dinci siyasal akımların, etkinliklerini siyasal parti düzeyine taşımaları sonucunda, önce merkez sağ partilerin şemsiyesi altında gelişmiş, sonra da dinci partilerin merkez sağdan farklılaşması sonunda, radikal sağ partilerin simgesi haline gelmiştir.
Bugün pek çok İslam ülkesinin başbakanları, devlet başkanları Türkiye’ye gelip gidiyorlar. Bunların eşlerinde de böyle bir türban görmüyoruz.
Eğer bu başörtüsü bir insanın dindar olması veya inançlı olmasının ölçüsü ise, bu tür bir türbanı takmayan kişinin inançlarından şüphe mi edeceğiz?
Bugün komşu Müslüman ülkelerin devlet başkanlarının eşleri başlarını bağlamıyorlar.
Peki, Türkiye’de durum nasıl? Başörtüsü Türkiye’de bir siyasal mücadelenin simgesi haline getirilmiştir.
Siyasiler başörtüsünü bir araç olarak kullanarak, normal cümlelerle ifade edemeyecekleri bir düşünceyi türbanla ifade etmeye çalışmaktadırlar.
Atatürk’ten sonra gelen bütün liderlere bir göz atalım:
Menderes; dini politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı. Dini; hurafelerden, siyasi spekülasyonlardan arınmış bir şekilde halka öğretecek aydın din adamları yetiştirmek üzere kurulan İmam Hatip liselerinin misyonunu ters çevirdi.
Demirel; Menderes'ten de baskın çıktı. Tarikatlar üzerinden siyasi ikbal aramaktan çekinmedi.
Ecevit; Cumhuriyet devrimlerinin ve demokrasinin temsilcisi olarak gördüğümüz Ecevit, Fethullah Gülen ile muhabbetli olmaktan sonuç bekledi.
Turgut Özal; Zaten muhibban-ı tarikat olduğunu, gizlemeye gerek bile duymadı.
Erbakan döneminde ise; tarikat şeyhleri, başbakanlık protokolünün liste başındaydılar.
Tansu Çiller’e gelince; Modern Türk Kadını imajını güçlü bir rüzgâr gibi arkasına ve oy portföyüne alıp, Başbakan olan Çiller, nabzını tarikatlara tutturdu.
Ondan sonra gelen Ecevit, Yılmaz, Bahçeli Hükümeti; geleneği devam ettirerek tarikatların ve dipten gelen dalganın sırtını sıvazlamaya devam ettiler.
Recep Tayyip Erdoğan’la bu gelenek taçlandırıldı adeta.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise, siyasette düğüm olan türban sorununa kendisinin çözüm getireceğini savunarak, “Türbanı biz özgür kılacağız” diyor.
Özetlersek; Atatürk'ten sonra gelen bütün liderler; oy toplamak için, dini siyasete alet etme geleneğini sürdürmeye devam ettiler, izin verdiler…
Bırakın herkes dilediği gibi başını örtsün. Başörtü meselesini siyasete alet etmeyin!...
|