Sevgili okurlarım, Anayasa'nın değiştirilemeyecek ve değişmesi dahi teklif edilemeyecek ilkelerinden birisi olan Laiklik İlkesi'nin Anayasaya girişinin 74. Yıldönümü. Laiklik İlkesi 6 Şubat 1937'de Atatürk’ün sağlığında Anayasaya konuldu…
Herkesin bildiği anlamı ile Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.
Hukuki anlamda, somut olarak devlet ile dinin birbirine karışmaması olarak ifade edilebilir.
Siyasi anlamı ise; Siyasal iktidarın, dinsel kudret ve otoriteden arındırılarak bağımsız hale getirilmesidir. Ya da dinin siyasal erk ve yaptırım gücüne sahip olmamasıdır.
Laikliğin, Anayasa'ya gireli 74 yıl olmasına rağmen hala tartışılan bir ilke olması, düşünülmesi gereken bir durum. Bu konuya da Atatürk'ün bir sözüyle Laiklik kavramına açıklık getirmek istiyorum.
"Türkiye Cumhuriyeti dahilinde, tüm tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmıştır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vesaire yasaktır. Çünkü bunlar gericiliğin kaynakları ve cehaletin damgalarıdır. Türk milleti, böyle müesseselere ve onların mensuplarına katlanamazdı ve katlanmadı."
Bugün laiklik, özgür düşünceyi amaç edinenlerle dini düşünceyi amaç edineler arasında ayrı ayrı yorumlanmaktadır.
Özgür düşünenlere göre laiklik, insan aklına, insanlığın sonsuz gelişimine, evrimine inanmaktır. Birçok düşünürler bu görüş ve düşünüşün hararetli savunucuları arasında yer almıştır.
Bu tür laiklik görünüşünün ışığında devlet, dinde hiçbir gerçek payı bulunmaz ve insanla birlikte toplumu da dinden ayırmaya çalışır.
Laikliğin pek çok tanımı yapılmıştır. Birkaçını açıklayayım.
Valin’e göre: “Laik devlet, vatandaşların bu dünyaya ait gereksinimlerini savunur ve korur, dinle, ruhla ilgili olana karışmaz ve bu alanı etkisi ve yetkisi dışında sayar.”
Prof. Yavuz Abadan’a göre ise, “Laiklik, dinin siyaset ve devlet işlerine karıştırılmaması ve her vatandaş için vicdan özgürlüğünün sağlanması demektir” diye tanımlanmaktadır.
Laiklik devriminin Türkiye’deki oluşması ve uygulanması Batı’daki gibi adım adım yürünerek ulaşılan bir aşama sonucu olmamıştır. Osmanlı döneminin son zamanlarında düşünülmüş ve girişimde bulunulmuş olmasına karşın, din sömürücüleri ve gericiler tarafından karşı çıkılmış, engellenmiş, kanlı olaylar sonucu önlenmiştir.
Türkiye’miz teokratik bir devlet döneminden çıkarak laik bir devlet ortamına gelme olanağına, ancak Cumhuriyet döneminde ulaşabilmiştir.
Bugün Atatürk karşıtlarının halka yayma çalıştıkları gibi O dinsiz değildi. Dine karşıda değildi. Dinin gerçek yönüyle ilericiliği bir tarafa iterek bağnazlığı ve dini kurullarını, halkın saf ve temiz duygularını sömürerek kendi çıkarlarına alet etmek isteyenlere karşıydı.
Bunun kanıtını Atatürk’ün söylev ve demeçlerindeki sözleriyle kanıtlayalım. Atatürk’ün 1924’te söylemiş duğu şu sözlerin her zaman hatırlanması gerekir:
“Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların devamına olanak yoktur. Yalnız şurası vardır ki din Allah’la kul arasındaki bağlılıktır.”
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kast ve fiile dayanan bağnazlığa kaçan hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.”
Atatürk’ün 1924’te söylemiş olduğu bu sözler her zaman hatırlanması gereken bir direktif niteliği taşımaktadır.
Atatürk ilkeleri arasında devrimcilik, Cumhuriyetçilik ve uygarlıkçılık ilkeleri ile sımsıkı ilişkili olan laiklik ilkesi, yaygın anlatımıyla din ile dünya, din ile devlet işlerinin ayrılmasını öngören akılcı bir yöntemdir.
Laiklik ilkesi, 6 Şubat 1937 tarihinde Anayasa’da yer almıştır. Bugün Anayasa’nın 19. Maddesini oluşturmaktadır.
Anayasa'nın değiştirilemeyecek ve değişmesi dahi teklif edilemeyecek ilkelerinden birisi olan Laiklik İlkesi'nin Anayasaya girişinin 74. Yıldönümü.
Biz hala laikliği tartışıyoruz.
|