Sevgili okurlarım, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma kültürümüz yok denecek kadar zayıflamış ve azalmış bir durumda…
O nedenle bugünkü yazıma, Mevlana’nın özlü güzel bir sözüyle başlamak istiyorum:
“Ne elbiseler gördüm içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok.”
İnsanoğlu’nun tutarsızlığından ve günümüzde yarattığı çelişkilerden sıkılıp, umutsuz anılarımın güzel sözleri diye bir liste yapsam, bu sözü birinci sıraya yazarım…
Adam olmak kolay değil !...
Demek ki insanoğlu yüzyıllardır değişmemiş hep aynı kalmış...
Günümüzün bazı insanları, her ne kadar kitap üniversitesini bitirse de, ahlâk ve karakter bakımından oldukça zayıf, çürük ve kusurlu. Paylaşma kültürü ise, yok denecek kadar az. Kısacası, elbiselerin içinde adam yok…
Okullar diplomalar adamsızlığı kapatmıyor. Küçüğe sevgi, büyüğe saygı kalmamış.
Yardımlaşma ve dayanışma ise, yok denecek kadar azalmış. Bu nedenle, doğru ve dürüst yardımsever adam gibi insanı, mumla arıyorsunuz.
Onun için, günümüzde adam gibi adam çok az ve zor yetişiyor.
“Çarşaf gibi diplomam var” diyerek, ortalıkta dolaşan, doğruluktan ve kültürden nasibini almamış, adam olamayan bu insan müsveddeleri, toplumumuzun yüz karası.
Hani derler ya; “Okumak cehli giderir, eşeklik bakidir” diye.
İşte, sonradan görme bu diplomalı bazı görgüsüzler, yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmiyorlar.
Ülkesine faydalı olmayan, doğup büyüdükleri kente ve memleketine hizmet getirmeyen, hemşerilerine sahip çıkmayan, kendinden aşağı ve zayıf olan insanlara iyi davranmayan…
Yoksula ve kimsesizlere yardım elini uzatmayan
İmkȃnları olduğu halde 23 Nisan’da bir çocuğu dahi giydirmeyen kişi, tam adam değildir, yarım adamdır. Hiç bir zaman da, adam gibi adam olamaz.
***
Vaktiyle, dar gelirli köylü bir ailenin oldukça yaramaz bir oğlu varmış. Aile, oğullarının iyi yetişmesi için her türlü çabayı harcamış. Baba, çocukluğunda ve gençliğinde ona birçok öğütler vererek yol göstermiş.
Fakat çocuk, babanın bu öğütlerini bir türlü dinlememiş. Günün birinde de aile ocağını bırakıp kaçmış.
Bu hayırsız evlat, türlü sahtekârlıklar, madrabazlıklar ve yağcılık yaparak, nüfus sahibi insanlara sokulmalarla, günün birinde her nasılsa o devrin başbakanlığı gibi bir mevki olan Sadrazamlığa kadar yükselmiş. Sadrazam olunca da, köydeki babasını huzuruna getirmeleri için, askerlere emir vermiş.
Zavallı köylü, “Seni Sadrazam istiyor” dedikleri zaman şaşırmış kalmış. Kendisiyle sadrazamın ne ilgisi olabileceğine bir türlü aklını erdirememiş.
Nihayet emri yerine getirmek için, ihtiyar köylüyü palas pandıras Sadrazamın huzuruna getirmişler.
Zavallı ihtiyar bir de ne görsün?
Sadrazam makamında oturan kendi oğlu…
Babasına, değil ayağa kalkıp elini öpmek, hoş geldin bile demeden;
-“Baba, sen bana adam olamazsın, adam olamazsın deyip dururdun. Bak işte devletin en yüksek makamına kadar çıktım ve Sadrazam oldum. Hazinem altın dolu” deyince,
Kendisini köyünden kaldırıp ayağına kadar getiren ve içeri girdiği zaman, yerinden bile kalkmayan oğluna;
-“Oğul, ben sana vezir olamazsın, paşa olamazsın, zengin olamazsın, demedim; adam olamazsın dedim!” der ve köyüne döner.
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
Adam olmak kolay değil!
Mevlana ne güzel söylemiş;
“Ne elbiseler gördüm içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok.”
|