Hep anlatıp, durursun bana. Hani Samsun Çarşamba Ayvacık’ta dünyaya getirdiğini." Çarşambayı Sel Aldı "
türküsünün söylendiği o güzel beldede, kayıklarla ulaşım yapılan o sâkin bölgede beni bin güçlükle dünyaya
getirdiğini anlatırsın hep gözlerin o türkünün güzeliğine ve hâyâllere dalarak..
" Oğlum sen daha bebekken çok çelimsizdin..bırak çelimsiz olmayı ben dahil herkes" acaba bu çocuk ne zaman ölecek " diye gözlerinin içine bakar ve Allah’a dua ederdik onu bize bağışla diye "Gel- zaman, git- zaman derken
baktık ki böyle olmuyor, hani sen de ölmek üzeresin ya, korku ve merak, heyecan ve üzüntü sardı içimizi.
Yüreğimizden kayalar kopuyordu sanki.Kolay mı bir can taşıyordun ne de olsa ve bizim de canımızdın.İşte bu korkular tüm millette sürüp, giderken belde halkından ilginç bir fikir geldi.Dediler ki " bu çocuğu tavuk pinine koyun.
Eğer pine koyup da cıyak cıyak ağlarsa bilin ki iyi olup, günden güne düzelecek, gelişecek, kilo alacak ve sağlığına
kavuşacak.Yok eğer pine koyduğunda ağlamazsa çok çabuk bir zaman sonra ölecek. " Rivâyet işte.Pinin kapısını
açıp, seni içeri koymadan öyle bir ağladın ki, bu bizim de sevinç çığlıklarımıza dönüştü.İşte o olaydan sonra sen
gerçekten gün- be gün hızla iyileşmeye, kilo almaya başladın..."
Evet, ne zaman annemi ziyarete gitsem, gelene- gidene hep bu benim garip ve rivâyete dayalı hayat öykümü anlatır.
Öyle bir bebekken, beni kucağına alıp, gezmeye gitmeye utandığını söyler.
Sevgili anneciğim, ben o olayın aslını ve ne derece rivâyetin doğru olup, olmadığını bilemem ama bildiğim bir şe varsa, o da bu güne kadar bir ameliyat bile geçirmediğimdir.Elbette zaman zaman hastalıklarla mücadele ettiğim
günlerim de olmadı değil.
Ve bugün dünyaya getirmiş olduğun 9 çocuğundan 4 tanesi Hak’kın rahmetine kavuşurken, 5 kardeş hayat mücadelesine devam ediyoruz.
Bugüne kadar hep bizler için uğraşıp, didindin.Saçlarını süpürge yaptın.Ve dilindeki yaralardan ameliyat oldun.Yemeğini zor yiyorsun.Yine de hâline şükrediyorsun.Oysa biz gençler o kadar da sabırlı değiliz.Elimize kıymık batsa, kıyametler kopartıyoruz. Az sinirlensek hırsımızı kapılardan, bacalardan alıyoruz. Sevgi ve saygıyı unutmuşuz.Ha bire birbirimizle uğraşıp, stres atmaya çalışıyoruz.
Sevgili anneciğim, babam da askerî lise 2’den terk etmiş, yüce ATA’mızla yakından görüşme onuruna erişmiş bir adliyeci ve çocukları daima cebinde taşıdığı şeker, çikolata gibi şeylerle sevindirmiş bir insandı.Rahmetli babamın güzel bir şiir defterini bulmuştum.İçinde mükemmel şiirler vardı ama maalesef kaybettim onu.Eğer kaybolmasaydı bugün piyasa diye tâbir ettiğmiz o şiirlerden yüzlerce kat daha güzel ve edebî bir niteliği vardı o şiirlerin..
Bir yerde babamın şairliği, bana genlerle geçmiş demek ki..Şimdi de benim oğlum, internette öğrendiği gitarla, okuduğu Hacettepe Kampüsü’nde konserler veriyor okul arkadaşlarıyla.Gerçi o heavy-metal müzik yapıyor ama işte renklerle zevklerin bir kez daha uyuşmadığının da bir göstergesi bu olay.
Sevgili anneciğim, ne kadar yazsam, ne kadar seni anlatsam asla bitiremem ve hakını ödeyemem. Bizler için yaptıkların asla unutulmayacak.Beni her türlü rezilliğe karşı, haksızlıklara karşı bu yalan dünyaya getirdiğin için yine de çok teşekkür ederim sana. Kalbini kırdığım her gün için, senden helâllık rica ediyorum.Senin ve senin gibi vefâkar ve cefâkar anaların hakkı asla ödenemez.Sağol, varol anneciğim.Tavuk pini kokulu evlâdından, sana sevgiler, saygılar..Ellerinden öpüyorum...
|